Yunanistan Tarafından Türkiye Aleyhtarı Terör Örgütlerine Verilen Destekler
  • Üyelik

KAYNAKLAR

 

Acar, Özgen, "Erivan'da Buruk Sevinç", Cumhuriyet, 24 Ekim 2000, s.8.
_____, "Pontus'ta Bayrak Gösterisi", Cumhuriyet, 8 Şubat 2000, s. 8.
_____, "Simitis, İktidarını Pekiştirdi", Cumhuriyet, 23 Mart 1999, s. 8.
Ahmad, Feroz ve Bedia Turgay, Türkiye'de Çok Partili Politikanın Açıklamalı Kronolojisi 1945-1971, İstanbul: Bilgi Yayınevi, 1976.
Akar, Reşat- Alper Ballı, "Kıbrıs'tan Silahlar Çekilsin", Cumhuriyet, 5 Ocak 1999, s. 9.
_____, "Kıbrıs'ta Konfederasyon", Cumhuriyet, 1 Eylül 1998, s. 8.
_____, "Rum Hükümeti Sallantıda", Cumhuriyet, 4 Ocak 1999, s. 8.
Akgönenç, Oya, "E.U. Policies and Turkey's Security Concerns in the Eastern Mediterranean Region", Foreign Policy, Vol: XXII, N. 12.
Aksay, Hasan, "Yunanistan-Ermenistan-İran-Rusya: Dörtlü İttifak Mümkün mü?", Cumhuriyet, 12 Temmuz 1999, s.8.
Aksu, Fuat, Ege Denizi Kıta Sahanlığı Sorunu ve Türk - Yunan İlişkileri, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, M. Ü. Sosyal Bilimler Ens. İstanbul: 1986.
Altuğ, Yılmaz, "İkinci Dünya Savaşı'ndan Sonra Yunanistan'a Verilen Adalar Meselesi", Altıncı Askeri Tarih Semineri Bildirileri I İkinci Dünya Harbi ve Türkiye (20 - 22 Ekim 1997 - İstanbul), Ankara: Genelkurmay ATASE Yayınları, 1998, ss.517-523;
Andrew, Wilson, The Aegean Dispute, London: Adelphi Paper Series 1979/80.
Antonaros, E., "Atina'nın Savunma Planları NATO Ortaklarını Yanıltıyor-Papandreu'nun Düşman Arayışı," Die Welt, 20 Aralık 1984
Arapkirli, Zafer, "Apo'ya Destek Atina'yı Böldü", Milliyet, 28 Şubat 1999, s. 23.
Arı, Kemal, Büyük Mübadele Türkiye'ye Zorunlu Göç (1923-1925), İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1995.
Armaoğlu, Fahir, 20. yy Siyasi Tarihi, Ankara: Türkiye İş Bankası Yayınları, 1983.
_____, "1955 yılında Kıbrıs Meselesinde Türk Hükümeti ve Türk Kamuoyu," A. Ü. SBF Dergisi, Cilt. 14, No. 2/3, (Temmuz 1959), ss. 57-85.
Atatürk, Mustafa Kemal, Nutuk (1919-1927), Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi, 1998.
Atatürk, M. Kemal, Söylev Cilt. I-II, (B. Hazırlayan) Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, İstanbul: Çağdaş Yay. 1987.
Atatürkün Dış Politikası I-II, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994.
Augustinos, Gerasimos, Küçük Asya Rumları, Ankara: Ayraç Yayınları, 1997.
Ayman, Gülden, "Türk - Yunan İlişkilerinde Güç ve Tehdit", Türk Dış Politikasının Analizi, Der. Faruk Sönmezoğlu, İstanbul: Der Yayınları, 1998, ss. 543-554.
Balbay, Mustafa, "Atina Terör Destekçisi", Cumhuriyet, 23 Şubat 1999, ss.1-17.
Balcı, Ergun, "S-300 Oyunu", Cumhuriyet, 5 Ocak 1999, s.9.
_____, "Türkiye'yi Kuşatma Çabaları", Cumhuriyet, 15 Eylül 1998, s. 9.
Başeren, Sertaç Hami, "Ege'de Ada, Adacık ve Kayalıkların Uluslararası Andlaşmalarla Tayin Edilen Hukuki Statüsü", Ege'de Temel Sorun / Egemenliği Tartışmalı Adalar, Y. Hazırlayan: Ali Kurumahmut, Ankara: TTK yay. 1998, s.110-114.
Batur, Nur, "Hayal Bile Edilemezdi", Hürriyet, 21 Mayıs 2000, s. 30.
_____, "Yunanistan'dan Ortak Tatbikata Tepkiler de Var", Hürriyet, 21 Mayıs 2000, s. 30.
_____, "Değişen Yunanistan'ın Hikayesi", Hürriyet, 5 Şubat 2000, s. 14.
_____, "Ege'de Deprem Diplomasisi", Hürriyet, 11 Eylül 1999, s. 20.
_____, "Miçotakis, Simitis'i PKK'ya Karşı Türkiye'yle İşbirliğine Çağırdı", Hürriyet, 23 Haziran 1999 s. 30.
Benlisoy, Yorgo- Elçin Macar, Fener Patrikhanesi, Ankara: Ayraç Yayınları, 1996.
Berberakis, Stelyo, "Yunanlı Dost Gibi Ağlıyor", Sabah, 20 Ağustos 1999, s. 17.
Berberakis, Taki, "Dinsiz Kimlik Kavgası", Milliyet, 29 Mayıs 2000, s. 20.
_____, "Atina, Ege İnadından Vazgeçti", Milliyet, 22 Mayıs 2000, s. 21.
_____, "Türkiyesiz Seçim", Milliyet, 17 Mart 2000, s.20.
_____, "Atina'dan Batı Trakya Jesti", Milliyet, 19 Ekim 1999, s.16.
_____, "Yunanistan'dan Dost Ses", Milliyet, 26 Ağustos 1999, s. 18.
_____, "Kayalıklarda İnat Düğünü", Milliyet, 16 Mayıs 1999, s. 21.
_____, "Simitis'e Ağır Hakaretler", Milliyet, 28 Şubat 1999, s. 23.
_____, "Soruşturma Başladı", Milliyet, 24 Şubat 1999, s. 16.
_____, "Kabahat Klerides'te", Milliyet, 27 Temmuz 1998, s. 17.
_____, "PKK, Atina'da Resmen Büro Açtı," Milliyet, 1 Mayıs 1998, s.17.
Berberoğlu, Enis, "PKK'nın Paraları Atina Bankalarında", Hürriyet, 30 Mayıs 1999, s. 12.
Birand, Mehmet Ali, 30 Sıcak Gün, İstanbul: Milliyet Yay. 1980.
_____, Diyet, İstanbul: Milliyet Yay. 1985.
_____, Türkiye'nin Avrupa Macerası 1959-1999, 10. Baskı, İstanbul: Doğan Kitapçılık Yayınları, 2000.
Cemal, Hasan, "Ege Planına Asker Sıcak", Milliyet, 23 Mayıs 2000.
_____, "Demirel'den Yunanistan'a Ağır, Hatta Son Uyarı," Milliyet, 23 Şubat 1999, s. 17.
Cerrahoğlu, Zehra Y., Birleşmiş Milletler Gözetiminde Kıbrıs Sorunu ile İlgili Olarak Yapılan Toplumlararası Görüşmeler (1968-1990), Ankara: T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, 1998.
Clogg, Richard, Modern Yunanistan'ın Tarihi, İstanbul: İletişim Yayınları, 1997.
Copeaux, Etienne, "Türk Kimlik Söyleminin Topografyası ve Kronografisi", Tarih Eğitimi ve Tarihte "Öteki" Sorunu, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1998, ss.70-84.
Coufoudakis, Van, "Greek-Turkish Relations 1973-1983: the View from Athens," International Security, Vol.9, No. 4, Spring 1985.
_____, "Ideology and Pragmatism in Greek Foreign Policy," Current History, Vol. 81No. 479, December 1982.
Çakırözen, Utku, "Savaşan Şahinler Barış Elçisi", Milliyet, 20 Mayıs 2000, s. 12.
_____, "Yunanistan'ı Türk Ordusu Savunacak", Milliyet, 18 Mayıs 2000, s. 21.
Çevikcan, Serpil, "Atina'dan Barış Paketi", Milliyet, 29 Haziran 1999, s. 16.
Civaoğlu, Güneri, "PKK'ya 80 Füze", Milliyet, 11 Mart 1999, s. 17.
_____, "Suç Ortaklığı," Milliyet, 23 Şubat 1999, s. 17.
Çongar, Yasemin, "Kıbrıs'ta Çözüm Zamanı", Milliyet, 26 Eylül 1999, s. 20.
_____, "ABD Gidişattan Rahatsız", Milliyet, 8 Mart 1999, s. 17.
_____, "Heybeliada Jesti ABD'yi Sevindirdi", Milliyet, 21 Ekim 1999, s. 14.
Dalegre, Joelle, "Yunan Düzyazı Edebiyatında Türkler ve Rumlar 1900-1925", Türk-Yunan Uyuşmazlığı, Der. Semih Vaner, İstanbul: Metis Yayınları, 1989. ss. 240-257.
Demir, Metehan-Uğur Ergen, "İhanet Dosyası", Hürriyet, 1 Mart 1999, http://hurweb01.hurriyet.com.tr/hur/turk/99/03/01/gundem/02gun.htm
Demirtaş, Serkan, "İnsanlık Başka Siyaset Başka", Cumhuriyet, 3 Eylül 1999, s. 11.
_____, "Ankara 'BAB Modeli' İstiyor", Cumhuriyet, 10 Haziran 2000, s. 8.
_____, "Ankara Baf Üssü Konusunda Kararlı", Cumhuriyet, 16 Mayıs 1999, s. 8.
_____, "Askerler Barış İçin El Ele Verdi", Cumhuriyet, 6 Nisan 2000, s. 9.
Dış Basında Dışişleri Bakanı A. Mesut Yılmaz'ın Atina Ziyareti, Ankara: TC Başbakanlık BYE Genel. Müdürlüğü Yay. Mayıs1988.
Dikerdem, Mahmut, Ortadoğu'da Devrim Yılları, İstanbul: Cem Yayınları, 1990.
Doğan, Yalçın, "10. Yıldönümünde Kıbrıs Barış Harekatı'nı Ecevit Anlatıyor," Cumhuriyet, 20-31 Temmuz 1984.
Dokos, Thanos, "Greek Security Doctrine in the Post-Cold War Era", Thesis, Summer 1998; http://www.mfa.gr/thesis/summer98/security.htm B. Tarihi :02/03/1999.
Drosos, G. N. "Türk Sahtekarlıkları ve Bizim Zafiyetimiz",Kathimerini, 21 Mayıs 1976.
Ecevit, Bülent, Türkiye'nin Uluslararası İlişkileri 79 - Başbakan Ecevit'in 14 Haziran 1979 Tarihinde TBMM'de Yapmış Olduğu Konuşma, Ankara: CHP Genel Merkez Bürosu.
Elekdağ, Şükrü, "Yunanistan, Ayağını Denk Al," Milliyet, 23 Şubat 1999, s. 16.
_____, "Atina Neyin Peşinde?" Milliyet, 22 Haziran 1998, s. 19.
_____, "2 1/2 War Strategy", Perceptions, Vol. 1, N. 1, March-May 1996, pp. 33-57. http://mfa.gov.tr/grupa/percept/i1/per1-3.htm, B. Tarihi: 28/05/2000.
_____, "Kardak'ın Hukuki Statüsü", Milliyet, 8 Nisan 1996.
_____,"Çağlayangil'in Kissinger'e Tarihi Mektubu", Milliyet, 11 Şubat 1996, s. 19.
_____, "Ege'de Kriz Belgeleri", Milliyet, 11 Şubat 1996, s.19.
Erkin, Feridun Cemal, Dışişlerinde 34 Yıl Anılar - Yorumlar, Cilt I, Ankara: TTK Yayınları, 1980.
Eroğul, Cem, Demokrat Parti Tarihi ve İdeolojisi, Ankara: İmge Kitebevi, 1990.
Evriviades, Marios, "Greece After Dictatorship," Current History, November 1979, ss. 161-166.
Gaunt J., "Greece Offer EU Way to Make Turkey Candidate", FOCUS, 12 / 07 / 1999, http://mfa.gr/altminister/relaeseseng/july99/focuseng/120799.htm
Gönlübol, Mehmet ve Cem Sar, Atatürk ve Türkiye'nin Dış Politikası, Tıpkı Basım, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara: 1997.
Gönlübol, Mehmet ve Diğerleri, Olaylarla Türk Dış Politikası, Ankara: A. Ü. SBF Yayınları, 1982.
Groom, A. J., "Cyprus: Back in Doldrums," (Fotokopi)
_____, "Cyprus, Greece and Turkey. A Treadmill for Diplomacy," (Fotokopi, Fransızcası için bkz; Ares, Vol.II 1984/85).
_____, "Cyprus: Light at the End of the Tunnel?" Millennium: Journal of International Studies, Vol.9, No.3, 1981, ss. 245-257.
Güldemir, Ufuk, Kanat Operasyonu, İstanbul: Tekin Yay. 1985
Günver, Semih, Kızgın Dam Üzerinde Diplomasi, İstanbul: Milliyet Yayınları, 1989.
Gürel, Şükrü, Tarihsel Boyut İçinde Türk - Yunan İlişkileri (1821-1993), Ankara: Ümit Yayıncılık, 1993.
Gürses, Emin, Ayrılıkçı Terörün Anatomisi/IRA-ETA-PKK, İstanbul: Bağlam Yayınları, 1997.
Gürün, Kamuran, Bükreş-Paris-Atina Büyükelçilik Anıları, İstanbul: Milliyet Yay., 1994.
_____, Fırtınalı Yıllar, İstanbul: Ad Yayıncılık, 1995.
Güvenç, N., Kıbrıs Sorunu Yunanistan ve Türkiye, İstanbul: Çağdaş Politika Yay., 1984.
Haass, Richard, "Alliance Problems in the Eastern Mediterranean-Greece, Turkey and Cyprus: Part I," Prospects for Security in the Mediterranean, London: IISS Adelphi Paper Series, 1988.
_____, "Managing NATO's Weakest Flank: The United States, Greece and Turkey," ORBIS, Fall 1986, ss. 457-473.
Hanbay, Gönül, "Ruhban Okuluna Akademik Formül", Milliyet, 20 Ekim 1999, s.19.
Hatipoğlu, Murat, Yunanistan'da Etnik Gruplar ve Azınlıklar, Ankara: SAEMK Yay. 1999.
Helsinki Watch, Destroying Ethnic Identity: The Turks of Greece, August 1990, A Helsinki Watch Report.
Hickok, Michael Robert, "Falling Toward War in the Aegean: A Case Study of the Imia/Kardak Affair", http://www.dodccrp.org/proceedings/DOCS/wcd00000/wcd00044.htm, B. Tarihi: 23/09/1999.
ICJ Reports of Judgements, Advisory Opinions and Orders Aegean Sea Continental Shelf - Greece v Turkey, Request for the Indication of Interim Measures of Protections, Order of September 19 1978
International Court of Justice, Application Instituing Proceedings, Filed in the Registry of the Court on 10 August 1976 Aegean Sea Continental Shelf, Greece v Turkey.
Ioannou, Krateros, "A Tale of Two Islets", Thesis, Atina: Hellenic Ministry of Foreign Affairs, Spring 97, Vol I, Issue 1.
İlem, Murat, "Askerler Ege'de Barışta Kararlı", Cumhuriyet, 12 Mayıs 2000, s. 8.
_____,"Yunanistan Başbakanı, Barışta Kararlı", Cumhuriyet, 15 Aralık 1999, s. 9.
_____, "Adaylığı Olumlu Karşılarız", Cumhuriyet, 8 Aralık 1999, s. 9.
_____, "Yunanistan'da Bir Türk Komutan", Cumhuriyet, 6 Ekim 1999, s. 8.
_____, "Atina'da Panik Sürüyor", Cumhuriyet, 9 Eylül 1999, s. 7.
_____, "Atina, Vetoya Formül Buldu", Cumhuriyet, 3 Eylül 1999, s. 11.
_____, "Ecevit'ten Atina'ya 'Dostça' Uyarı", Cumhuriyet, 18 Haziran 1999, s. 8.
İnan, Yüksel, Sertaç Başeren, Kardak Kayalıklarının Statüsü, Ankara: (Yayınevi yok), 1997.
Juster, Alain, "İstanbul Ortodoks Rum Patrikhanesi Yunanistan ve Türkiye," Türk-Yunan Uyuşmazlığı, Der. Semih Vaner, İstanbul: Metis Yayınları, 1989. ss. 49-58.
Katsoufros, Theodoros, "Ege Denizi'yle İlgili Türk-Yunan Uyuşmazlıkları," Türk-Yunan Uyuşmazlığı. Der. Semih Vaner, İstanbul: Metis Yayınları, 1989, ss. 76-105.
Kayra, Cahit, Sevr Dosyası, İstanbul: Boyut Kitapları, 1997.
Kışlalı, Ahmet Taner, Siyasal Çatışma ve Uzlaşma, Ankara: İmge Yayınları, 1995.
Kitsikis, Dimitri, Türk - Yunan İmparatorluğu, İstanbul: İletişim Yayınları,1996.
Kohen, Sami, "Değişim mi Devamlılık mı ?", Milliyet, 17 Mart 2000, s. 20.
_____, "Dış Politikada Sertleşme," Milliyet, 23 Şubat 1999, s. 16
_____, "Çözüm İçin Son Şans da Gitti", Milliyet, 1 Eylül 1998, s.16.
Kouzelis, Gerassimos, "Ulusal Kimliğin Yapısı: Yunan Eğitim Sisteminde Öğretmenlerin Ulusal 'Ben' ve Ulusal 'Öteki'ni Temsilleri," Tarih Eğitimi ve Tarihte "Öteki" Sorunu, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1998, ss. 106-112.
Kozluklu, Fuat, "S-300'ler Karşılıksız Kalmaz", Cumhuriyet, 1 Mayıs 1998, s. 9.
Kurumahmut, Ali (Y. Hazırlayan), Ege'de Temel Sorun Egemenliği Tartışmalı Adalar, Ankara: TTK Yayınları, 1998.
Kut, Şule, "Yugoslavya Bunalımı ve Türkiye'nin Bosna-Hersek ve Makedonya Politikası: 1990-1993", Türk Dış Politikasının Analizi, Der. Faruk Sönmezoğlu, İstanbul: Der Yayınları, 1998; ss.321-344.
_____, "Türk Dış Politikasında Ege Sorunu", Türk Dış Politikasının Analizi, Der. Faruk Sönmezoğlu, İstanbul: Der Yayınları, 1998, ss. 253-270.
Larrabee, F. Stephan, "Yunanistan ve Balkanlar: Politika Önerileri", Yunan Paradoksu, Der. Graham T. Allison - Kalipso Nikolaydis, İstanbul: Doğan Kitap, 1999, ss.133-139.
_____, "Dateline Athens: Greece for Greeks," Foreign Policy, No.45, Winter 1981/82, ss. 158-175.
Lewis, Bernard, Çatışan Kültürler- Keşifler Çağında Hıristiyanlar, Müslümanlar, Yahudiler, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1997.
Loulis, Jhon C., "Papandreou's Foreign Policy," Foreign Affairs, Vol.63, No.2, Winter 1984/85, ss. 375-391.
Makovsky, Alan, "The New Activism in Turkish Foreign Policy" SAIS Review, Winter-Spring 1999, s.107.
Manisalı, Erol, "Askerler, Siviller ve AB", Cumhuriyet, 7 Haziran 2000, s.8
_____, "Atina İşleri Brüksel'e Havale etti", Cumhuriyet, 5 Ocak 2000, s. 10.
_____, "Kıbrıs'ta Oynan Oyunlar", Cumhuriyet, 27 Ocak 1999, s. 10.
Mavroyiannis, Andreas, "Kıbrıs Sorunu'nun Türk-Yunan İlişkilerine Etkisi," Türk-Yunan Uyuşmazlığı, Der. Semih Vaner, İstanbul: Metis Yayınları, 1989. ss.127-151.
McDonald, Robert, "Alliance Problems in the Eastern Mediterranean-Greece, Turkey and Cyprus, Part II," Prospects for Security in the Mediterranean, London: IISS Adelphi Paper Series, 1988, s. 77.
_____, The Cyprus Problem, London: IISS Adelphi Paper Series 234, Winter 1988/89.
Millas, Herkül, Yunan Ulusunun Doğuşu, İstanbul: İletişim Yayınları, 1994.
_____, Tencere Dibin Kara, İstanbul: Amaç Yay. 1989.
Moronis, Mihalis, "Ortadoğu'nun Yeni Haritası ve Türkiye", Eleftherotipia, 24 Eylül 1990.
Mütercimler, Erol, Kıbrıs Harekatının Bilinmeyen Yönleri, İstanbul: Yaprak Yay. 1990.
Niles, Thomas, "Greek-Turkish Cooperation", Strategic Regional Report, April/May 1998, Western Policy Center, Washington. http://csmonitor.com/durable/1998/06/17fp19s1-csm.htm B. Tarihi: 06/04/1999.
Oran, Baskın, Yunanistan'ın Lozan İhlalleri, Ankara: SAEMK Yayınları, 1999.
_____, "Türk Dış Politikası ve Batı Trakya", Türk Dış Politikasının Analizi, Der. Faruk Sönmezoğlu, İstanbul: Der Yayınları, 1998, ss. 307-320.
_____, Atatürk Milliyetçiliği, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1990.
_____, Türk-Yunan İlişkilerinde Batı Trakya Sorunu, Ankara: Mülkiyeliler Birliği Vakfı Yayınları, 1986.
Özalp, Güven,"Yunanistan'da Türk Generali", Milliyet, 4 Ekim 1999.
Özcan, Gencer, "Sonun Başlangıcı", Onbir Aylık Saltanat- Siyaset, Ekonomi ve Dış Politikada Refahyol Dönemi, İstanbul: Boyut Kitapları, 1998, ss. 201-216.
Özkan, Tuncay, Operasyon, İstanbul: Doğan Kitapçılık, 2000.
Özkök, Ertuğrul, "Gürel'in Ege Ordusu Cevabı", Hürriyet, 23 Mayıs 2000, s. 19.
Özman, Aydoğan, "Ege'de Karasuları Sorunu," A.Ü. SBF Dergisi, Cilt.LXIII, No. 3/4, Temmuz-Aralık 1988. ss. 173-194.
_____, "Lozan Andlaşmalarında Ege Adalarının Hukuki Statüsü," A. Ü. SBF Dergisi, Cilt. LXIII, No. 3-4, Temmuz- Aralık 1988. ss. 197-206.
_____, BM III. Deniz Hukuku Sözleşmesi, İstanbul IDTO Yayınları, 1984.
Pallis, Alexander Anastasius, Yunanlıların Anadolu Macerası (1915-1922), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1995.
Papandreu, Andreas, Namlunun Ucundaki Demokrasi, İstanbul: Bilgi Yayınevi, 1988.
Pazarcı, Hüseyin, Uluslararası Hukuk Dersleri Cilt II, Ankara: Turhan Kitapevi, 1999, s. 184.
_____, Doğu Ege Adlarının Askerden Arındırılmış Statüsü, Ankara: Turhan Kitapevi, 1992.
_____, "Ege Denizi'ndeki Türk-Yunan Sorunlarının Hukuki Yönü," Türk-Yunan Uyuşmazlığı, Der. Semih Vaner, İstanbul: Metis Yayınları, 1989. ss.106-126.
_____, " Ege Adalarının Lozan ve Paris Andlaşmalarıyla Saptanan Askerden Arındırılmış Statüsü Değişmiş midir?" A. Ü. SBF Dergisi, Cilt. LXIII, No. 3-4, Temmuz-Aralık 1988. ss. 207-220.
_____, "Ege Adalarının Hukuksal Statüsü," A. Ü. SBF Dergisi, Cilt. LXIII, No. 3-4, Temmuz-Aralık 1988. ss. 151-162.
Philon, Alexandros, "Greek Foreign Policy Perspectives in the Caucasus, Black Sea and Central Asia", Thesis, Spring 1997, Vol. I, Issue, 1, Hellenic Ministery of Foreign Affairs, Athens.
PİAR-GALLUP International, Turkish-Greek Study, Survey No. 8633, (November 1986).
Prodromou, Elizabet, "Yunanistan'da Soğuk Savaş Sonrası Güvenliğinde Algılama Paradoksu", Yunan Paradoksu, Der. Graham T. Allison - Kalipso Nikolaydis, İstanbul: Doğan Kitap, 1999, ss.153-163.
Sarıibrahimoğlu, Lale, "Askerlerin Gizli Diyaloğu", Cumhuriyet, 24 Mayıs 1998, s. 1
, "Ankara, Yunanistan'ı Teşhir Edecek" Cumhuriyet, 5 Temmuz 1995, s. 10.
Selışık, Selahattin, Türk-Yunan İlişkileri Tarihi, İstanbul: Kitaş Yay. 1968, ss. 75; 299-300.
Sezer, Duygu, Kamu Oyu ve Dış Politika, Ankara: A. Ü. SBF Yayınları, 1972.
Soysal, İsmail, "Atina'nın Tutumuna Seyirci Kalınamaz", Cumhuriyet, 5 Temmuz 1995, s. 10.
_____, Türkiye'nin Siyasal Antlaşmaları, Ankara: TTK Yayınları, 1983.
Soysal, Mümtaz, "Cicim Ayları", Hürriyet, 7 Mayıs 2000, s. 13.
, "Bir Parçacık Onur", Hürriyet, 9 Nisan 2000, s. 13.
_____, "Fener", Hürriyet, 2 Şubat 1996.
_____, Dış Politika ve Parlamento, Ankara: Sevinç Matbaası, 1964.
Sönmezoğlu, Faruk, "Kıbrıs Sorunu'nda Tarafların Tutum ve Tezleri," Türk Dış Politikasında Sorunlar, Der. Esat Çam, İstanbul: Der Yay. 1989, ss. 81-144.
Stathis, Penelope, "Yunan [ve Türk] Tarih Ders Kitaplarında 'Ben' ve 'Öteki' İmgeleri," Tarih Eğitimi ve Tarihte "Öteki" Sorunu, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1998, ss. 125-133.
Stearns, Monteagle, "Yunan Güvenlik Meseleleri", Yunan Paradoksu, Der. Graham T. Allison - Kalipso Nikolaydis, İstanbul: Doğan Kitap, 1999, ss. 77-90.
Stefanopoulos, Konstantin, "Yunan Dış Politika Meseleleri", Yunan Paradoksu, Der. Graham Allison T. -Kalipso Nikolaydis, İstanbul: Doğan Kitap, 1999, ss. 167-176.
Svoronos, Nikos, Çağdaş Hellen Tarihine Bakış, İstanbul: Belge Yay. 1988,
Şardan, Tolga, "Nairobi'de Çatışabilirdik", Milliyet, 28 Şubat 1999, s. 21.
Tanilli, Server, Yüzyılların Gerçeği ve Mirası IV. Cilt, İstanbul: Say Yayınları, 1989 .
Taşhan, Seyfi, "A Turkish Perspective on Europe-Turkey Relations on the Eve of the IGC", Foreign Policy, Vol:XX N: 1-2 1996, ss.64-65.
Tavşanoğlu, Leyla Emeç, Türk - Yunan Sorunları Akiller Tartışıyor, İstanbul: Çağdaş Yayınları, 1998.
Tekeli, İlhan, "Tarih Yazıcılığı ve Öteki Kavramı Üzerine Düşünceler", Tarih Eğitimi ve Tarihte 'Öteki' Sorunu, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1998, ss.1-6.
_____, Tarih Yazımı Üzerine Düşünmek, Ankara: Dost Kitapevi Yay., 1998.
Terlexis, Pantazis, Greece's Policy and Attitude Towards the Problem of Cyprus, New York: N.Y. University, 1968.
The Assocation of Journalists, The Aegean-Realities, İstanbul, (Basım yılı yok).
Theodoropulos, Byron, "Türkiye - Yunanistan Dış ve Güvenlik Politikası ile İlgili Sorunlar," Türkiye-Yunanistan Semineri'ne Sunulan Tebliğ, Münih, 15 Kasım 1989.
Tınç, Ferai, "Veto Muamması", Hürriyet, 3 Eylül 1999, s. 18.
Timur, Taner, "Osmanlı Mirası," Geçiş Sürecinde Türkiye, Der. İ. C. Schick ve E. A. Tonak, İstanbul: Belge Yayınları, 1990.
_____, Osmanlı Kimliği, İstanbul: Hil Yayınları, 1986.
Toker, Metin, Demokrasimizin İsmet Paşalı Yılları, Cilt 3, İstanbul: Bilgi Yayınları, 1991.
_____, Not Defterinden, İstanbul: Milliyet Yay. 1981.
Toluner, Sevin, Milletlerarası Hukuk Dersleri-Devletin Yetkisi, 3. Baskı, İstanbul: Filiz Kitabevi, 1984.
Turan, Mustafa, Yunan Mezalimi (İzmir, Aydın, Manisa, Denizli-1919-1923), Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, 1999.
Tuşalp, Erbil, Paşa ile General, Ankara: Bilgi Yay. 1991.
Volkan, Vamık, Kanbağı Etnik Gururdan Etnik Teröre, İstanbul: Bağlam Yay., 1999.
Weig, Anke, Frankfurter Algemain Zeitung, 10 Haziran 1988.
Wilson, Andrew, The Aegean Dispute, London: Adelphi Paper Series 1979/80.
Yavuzalp, Ercüment, Liderlerimiz ve Dış Politika, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1996.
Yerasimos, Stefanos, Milliyetler ve Sınırlar, İletişim Yayınları, İstanbul:1999.
Yılmaz, Önder, "Ege'de Barış Atağı", Milliyet, 23 Mayıs 2000, s. 20.
Yinanç, Barçın - Akay Cemal, "Konfederasyon Sürprizi", Milliyet, 1 Eylül 2000, s. 14.
_____, "Kardak'tan Sonra Plati", Milliyet, 15 Mayıs 1999, s. 20.
Gazete ve İnternet Siteleri
"Adacıklar Osmanlı Mirası", Cumhuriyet, 3 Haziran 1999, ss. 1-17.
"Ankara: Geri Adım Atmayız", Cumhuriyet, 12 Aralık 1999, s. 11.
"Atina Kıbrıs'tan Silah Çekmiyor", Cumhuriyet, 1 Temmuz 1999, s.11.
"Atina'da Cami Tartışması", Milliyet, 1 Haziran 2000, s. 20.
"Atina'dan Olumlu Yanıt", Cumhuriyet, 27 Haziran 1999, s. 11.
"Atina'ya Savaş Uyarısı," Milliyet, 23 Şubat 1999, s.16.
"Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin, Gümülcine Seçilmiş Müftüsü İbrahim Şerif'in Yunanistan Aleyhine Açmış Olduğu Davaya İlişkin Kararı İle İlgili Açıklama-No:242-15 Aralık 1999", http://www.mfa.gov.tr/Turkce/grupc/ca/1999/12/Default.htm, B. Tarihi: 12/06/2000.
"Border Disputes", http://europa.eu.int/comm/enlargement/agenda2000/strong/22.htm B. Tarihi: 4 Aralık 1999
"Bravo Yorgo Kıyameti", Hürriyet, 30 Temmuz 1999, s.22.
"Cem: AB'ye Muhtaç Değiliz", Cumhuriyet, 9 Aralık 1999, s. 9.
"Çiller Atina'ya Rest Çekti", Cumhuriyet, 5 Temmuz 1995, s. 10.
"Destekliyoruz", Hürriyet, 14 Eylül 1999, ss 1-2.
"Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Sayın Necati Utkan'ın Ege'de Güven Arttırıcı Önlemler Konusundaki Bir Soruya Verdiği Cevap", http://www.bye.gov.tr/yayinlarimiz/TURKHABER/1988/17haziran/T5.htm, B. Tarihi: 24/10/2000.
"Dönüş ile İlgili Tehlikeler", Rizospatris, 22 Ekim 1980.
"Ege Ordusu Kalıyor", Milliyet, 24 Mayıs 2000, s. 20.
"Ege'deki 150 Ada Osmanlı'dan Miras", Milliyet, 6 Ekim 1998, s. 14.
"En Kötü Çözüm", Kathimerini, 22 Ekim 1980.
"Entegrasyon Öncesi Son Adım", Cumhuriyet, 2 Eylül 1999, s. 9.
"Erbakan'ın Evren'in Anıları Üzerine Düşünceleri," Milliyet, 2 Aralık 1990.
"European Parliament Adopted by a vote of 342 for, 21 against, 11 abstentions on February 15, 1996 on the provocative actions and contestation of sovereign rights by Turkey against a Member State of the Union", http://mfa.gr/foreign/bilateral/europe.htm, B. Tarihi: 02/ 11 / 1999.
"Gov't Reiterates Its Position on Moslem Minority" , Athens News Agency, 1 August, 1999'den aktaran http://www.turinfonet.org.tr/frame/opinion/anasayfa.html B. Tarihi. 06/10/1999
"Greece and PKK Terrorism", http://www.mfa.gov.tr/grupe/eh/terror/greecebk/epilogue.htm
"İran'da Gergin Buluşma", Cumhuriyet, 14 Eylül 1998, s. 17.
"İskece Müftüsü Mehmet Emin Aga İle İlgili Açıklama-No:90-05 Haziran 2000", http://www.mfa.gov.tr/Turkce/grupc/ca/2000/06/default.htm#bm03, B.Tarihi:12/06/2000.
"Kardak Krizi", http://www.softdesign.com.tr/32gun/97-98-dosya/dosya21.html , B. Tarihi: 02/ 10/1999.
"Lipponen'in Ecevit'e Tarihi Mektubu", Hürriyet, 12 Aralık 1999, s. 22.
"Meda Financial Regulation: Declarations to Be Entered in the Minutes of the Council", http://mfa.gr/foreign/bilateral/declaration.htm, B. Tarihi: 02/ 11 / 1999.
"Missiles off to Crete, is Peace any Nearer?", http:www.turinfonet.org.tr/frame/articles/missiles.html, B. Tarihi: 27/07/1999.
"NATO Genel Sekreteri'nin Önerilerine Yunan Hükümetinin Yaklaşımı / 3 Temmuz 1997", http://access.ch/turkei/GRUPH/H977.htm, B. Tarihi: 24/10/2000.
"NATO Genel Sekreteri'nin İyi Niyet Girişimleri / 1 Temmuz 1997", http://access.ch/turkei/GRUPH/H977.htm, B. Tarihi: 24/10/2000.
"NATO'ya Hangi Koşullarda Geri Dönmeliydik", Akropolis, 22 Ekim 1980.
"Ne Diyor Bu Adam", Hürriyet, 23 Ağustos 1999, s. 9.
"Neden NATO'dan Çıktığımızı İzah Etsinler", Elefterotipia, 22 Ekim 1980.
"Oceans and The Law of The Sea: Law of The Sea Report of the Secretary-General, A/52/487 20 October 1997", http://www.un.org/Depts/los/los_docs.htm #Annual52Rep B. Tarihi:24 / 10 /1999.
"Papandreu: Tabuları Yıkalım", Cumhuriyet, 22 Ocak 2000, s. 9.
"Papandreu: Tek Adım Bile Geri Atmayız", Cumhuriyet, 12 Eylül 1994, s.9.
"Papazı Susturacaklar", Milliyet, 31 Ağustos 1998, s. 16.
"Parlamento, NATO Konusunda Yine Oldu Bitti Karşısında", Elefterotipia, 22 Ekim 1980.
"Solana AGSK İçin İknaya Geldi", Cumhuriyet, 1 Haziran 2000, s. 8.
"Süngüsüz Tören", Hürriyet, 10 Eylül 1999, ss.1-32.
"Tehlikeli Rejime Geri Dönüyoruz", Elefterotipia, 22 Ekim 1980.
"Teşekkürler Komşu", Hürriyet, 21 Ağustos 1999, s. 18.
"The Muslim Minority of Greek Thrace", http://www.mfa.gr/foreign/musminen.htm B. Tarihi: 12.05.2000.
"The Russian S-300PMU-1 TMD System," http://www. cns.edu/research/cyprus/s300tdms.htm.
"TSK Adayla İlgili Raporu Açıkladı 'Keçi (Platia)' Bizim Adamız", Cumhuriyet, 16 Mayıs 1999, ss. 1-8.
"Turkish Foreign Policy and Practice as Evidenced by the Recent Turkish Claims to the Imia Rocks", http://mfa.gr/foreign/bilateral/imiaen.htm, B. Tarihi: 02/11/1999.
"Türkiye'ye Düşmanca Davranıldı", Cumhuriyet, 13 Mart 1999, s. 11.
"U.S. Department of State, Human Rights Reports for 1999: Greece", 1999 Country Reports on Human Rights Practices, http://www.state.gov/human_rightts/1999_hrp_repot/greece.html B. Tarihi: 07/06/2000.
"Var Olabilmek İçin", Kathimerini, 22 Ekim 1980.
"White Paper for the Armed Forces"; http.//www.mod.gr/english/index.htm
"Yunanistan, İran ile Anlaşma İmzalamıyor", Cumhuriyet, 4 Temmuz 1999, s. 11.
"Yunanistan'a Yılmaz'dan Sert Uyarı",Milliyet, 1 Mayıs 1998, s.17.

İnternet Siteleri

http://www.ahepa.org/
http://www.ahiworld.com/lobby.html
http://www.mfa.gov.tr
http://mfa.gr/ykran/1998/s300981231.htm
http://www.icao.int/
http://www.mfa.gov.tr/grupa/ad/ade/aded/aded1/3.htm, B. Tarihi: 20/09/1999.
http://www.mfa.gr/thesis/summer98/security.htm B. Tarihi :02/03/1999.
http://www.nato.org.tr/pressreleases/pressreleases/reflagging.htm;
http://www.omogenia.com/organization.htm
http://www.stratfor.com/services/giu/070199.ASP; B. Tarihi:17/08/1999.
http://www.turinfonet.org.tr/frame/documents/lettercem.html B. Tarihi: 19.02.2000.
http://www.turinfonet.org.tr/frame/documents/letterpapan.html B. Tarihi: 19.02.2000.
http://www.un.org/Depts/los/index.htm .

Gazeteler 
 

A.A. 17 Eylül 1990
A.A. 23 Eylül 1990.
A.A. 22 Temmuz 1990.
ABC TV, 27 Mart 1987
AFP, 20 Mayıs 1976
Akajans, 8 Kasım 1983.
Akropolis, 29 Mart 1982.
Akropolis, 9 Mart 1982.
Akropolis, 21 Şubat 1981.
Akropolis, 22 Ekim 1980.
Akropolis, 17 Mayıs 1978.
Akropolis, 31 Mart 1978.
Akropolis, 29 Mart 1978.
Akropolis, 18 Mayıs 1976.
AP, 18 Ekim 1983.
Apoyevmatini, 19 Aralık 1984.
Apoyevmatini, 3 Aralık 1982.
Atina Haber Ajansı, 20 Aralık 1984.
Atina Haber Ajansı, 5 Mayıs 1984.
Atina Radyosu, 30 Mart 1987.
Atina Radyosu, 17 Aralık 1984
Atina Radyosu, 2 Aralık 1983.
Atina Radyosu, 7 Mayıs 1984.
Atina Radyosu, 2 Nisan 1984.
Atina Radyosu, 13 Mart 1984.
Atina Radyosu, 14 Ağustos, 1983.
Basın Yayın Enformasyon (BYE), 5-6 Mart 1987.
BBC2 27 Mart 1984.
BYE, 27 Mayıs 1988.
BYE, 4 Mart 1988.
BYE, 29-30 Temmuz 1987.
BYE, 6 Mart 1987.
BYE, 23 Haziran 1986.
BYE, 18 Aralık 1984.
BYE, 19 Aralık 1984
Cumhuriyet, 23 Ağustos 1999
Cumhuriyet, 29 Mart 1987.
Cumhuriyet, 27 Mart 1987.
Cumhuriyet, 3-10 Mart 1984
Cumhuriyet, 19 Ekim 1982.
Cumhuriyet, 22 Aralık 1981.
Cumhuriyet, 9-13 Aralık 1981.
Demokratikos Logos, 24 Nisan 1986.
Die Welt, 20 Aralık 1984.
Eksormisi, 17 Mayıs 1978.
Elefteros Kosmos, 5 Eylül 1982.
Elefheros Kosmos, 20 Ocak 1982.
Eleftheros Tipos, 17 Aralık 1984.
Eleftherotipia, 8 Eylül 1986.
Eleftherotipia, 20 Aralık 1984.
Eleftherotipia, 8 Ocak 1982.
Eleftherotipia, 7 Ocak 1982.
Eleftherotipia, 22 Ekim 1980.
Eleftherotipia, 24 Aralık 1979.
ERT-2, 8 Mart 1984.
ERT-2 TV, 16 Kasım 1983.
Ethnikos Kiriks, 21 Mayıs 1976
Ethnos, 5 Mart 1982
Fileleftheros, 22 Şubat 1986.
Fileleftheros, 12 Ocak 1982.
Financial Times, 30 Mart 1987.
Financial Times, 25 Mart 1987
General Anzeiger, 29 Nisan 1986.
Haravgi, 10 Ocak 1982.
Hürriyet, 23 Ağustos 1999
Kathimerini, 19 Aralık 1984
Kathimerini, 15 Ocak 1982.
Kathimerini, 13 Ocak 1982.
Kathimerini, 12 Mart 1981.
Kathimerini, 22 Ekim 1980.
Keesing's Contemporary Archives, October 6 1976, s. 27988.
Kıbrıs Rum Basını, 22 Eylül 1983.
Kiryakatiki Eleftheritipia, 29 Mayıs 1988.
Kiryakatiki Eleftherotipia, 10 Ocak 1982.
Kiryakatiki Eleftherotipia, 5 Mart 1980.
Mesimvrini, 11 Ocak 1982.
Mesimvrini, 10 Ocak 1982.
Milliyet, Aralık 1979.
Milliyet, 23 Temmuz 1976.
New York Times, 25 Mart 1987.
Türkiye Cumhuriyeti Resmi Gazete, 18 Temmuz 1974.
Türkiye Cumhuriyeti Resmi Gazete, 18 Temmuz 1973.
Reuter, 5 Mart 1987.
Simerini, 10 Ocak 1982.
Rizospatris, 21 Ağustos 1990.
Rizospatris, 18 Aralık 1984
Rizospatris, 22 Ekim 1980
Ta Nea, 20 Ocak 1982
Ta Nea, 7 Ocak 1982.
TBMM Tutanak Dergisi, 16 Aralık 1955.
To Vima, 18 Aralık 1984.
To Vima, 16 Mart 1982.
To Vima, 9 Mart 1982.
To Vima, 16 Ocak 1982.
To Vima, 15 Ocak 1982.
To Vima, 13 Aralık 1981.
To Vima, 4 Nisan 1981.
To Vima, 11 Mart 1980.
To Vima, 19 Mayıs 1976.
Vradini, 9 Ocak 1982.
Vradini, 17 Mayıs 1978.
Vradini, 7 Mart 1978.
Wall Street Jurnal, 31 Mart 1987.
Yunanistan'ın Sesi Radyosu, 20 Ağustos1990.
Yunanistan'ın Sesi Radyosu, 19 Temmuz 1990.
Yunanistan'ın Sesi, 6 Mart 1987.

SONUÇ
(devam)


İki ülke arasındaki ilişkilerin yönelimini doğrudan etkilemiş olması bakımından, Kıbrıs konusunun Türk  ve Yunan iç politikasında gündeme getirilmesi ve bunun, iki ülke arasındaki ilişkileri bozan bir nitelik kazanması ilginç bir örnek oluşturmaktadır. Gerek Yunanistan'da gerekse Türkiye'de hükümetler, Kıbrıs'ın statüsünde değişikliğe yol açabilecek gelişmelerde dengeli davranmaya özen göstermiş ve kamuoyunun ulusçu isteklerine karşı ilgisiz kalmayı tercih etmiştir. Ancak, kamuoyunun artan ilgisi, bunun iç politikada siyasi partilere oy birikimlerini artırabilecek, saygınlıklarını artırabilecek bir fırsat olarak görülmeye başlanması hükümetlerin bu konuda daha atak politikalar izlemelerine yol açmıştır. Dolayısıyla, süreç içerisinde, hükümetlerin iç ve dış politikadaki başarıları kamuoyunun yoğun ilgisini çeken Kıbrıs konusunda izledikleri politikaların başarılı olup olmadığına bağlı hale gelmiş; iç politika çekişmelerinde hükümet - muhalefet arasında yaşanan tartışmalarda ulusal çıkarlardan ödün verildiği, ulusal dış politikanın terk edildiği suçlamaları yapılmıştır. Bu durum, iki ülke arasındaki ilişkilerde tarafların ortak çözüme ulaşmak için göstereceği esnekliği kısıtlamıştır.

Bu bağlamda, Türk-Yunan uyuşmazlığında en ilginç dönem 1974 Kıbrıs Barış Harekatı ile başlayan süreç olmuştur. Türkiye açısından ele alındığında, Ecevit'in başbakanlığında yürütülen CHP-MSP koalisyon hükümetinin dağıtılarak bir erken seçime gidilmek istenmesinin ardında Kıbrıs'ta sağlanmış olan askeri/diplomatik başarının oya dönüştürülmek istenmesinin yattığı söylenebilir. Koalisyon hükümetinin CHP kanadı, Kıbrıs olaylarında sağlanmış olan başarıyı iç politikada propaganda konusu yaparak seçmen desteğini kendi yanlarına çekmek istemiş ve bundan yararlanarak iktidara tek başına gelme çabası içerisine girmiştir. Bir hükümetin kendince uygun bulduğu bir zamanda seçime gidilmesini anlayışla karşılamakla beraber, bunun gerçekleşebilme olasılığını araştırmadan girişilen bu hareket, Türkiye'yi uzun süre siyasi istikrarsızlığa sürüklemekle kalmamış, dış politika açısından da Türkiye'nin Kıbrıs konusunda izlediği kararlılığı sekteye uğratarak çözüm olanağının kaçırılmasına yol açmıştır.

Yunanistan açısından da benzer kaygıların etkili olduğu söylenebilir. 1974 Kıbrıs Barış Harekatının yol açtığı olaylar Yunanistan'da sivillerin yeniden iktidara gelebilmelerine uygun ortamı sağlamış; Karamanlis hükümetine ülkede yeniden demokrasinin yerleştirilmesi olanağını kazandırmıştır. Karamanlis Hükümeti, Yunan ulusal bütünlüğünün sağlanması, ordu/siyasiler/halk  arasındaki cunta dönemi karşıtlıkların giderilmesinde Türkiye ile olan uyuşmazlıkları vurgulayarak bir dış tehditin varlığını gündemde tutmaktan yararlanmıştır.

Diğer yandan; 80'li yıllar boyunca Papandreu'nun izlemiş olduğu pragmatik yaklaşımlar içerisinde PASOK'un başarılı bir politika sergileyebilmesi için gerekli ortamın sağlanmasında sürekli olarak, bir Türk tehditi/tehlikesi iddiasından yararlandığı görülmüştür. Yunanistan'ın NATO askeri kanadına dönüşüne gerekçe olarak Türkiye'nin Yunanistan'ı tehdit etmekte olduğu savından yararlanıldığı gibi; ABD ve NATO ile ilişkilerde daha bağımsız bir politikanın izlenmesinde de Türk tehditi savlarından yararlanılmıştır. Yunanistan'ın silahlanmaya ağırlık vermesi çabalarında da aynı sav ileri sürülmüştür. Ayrıca, muhafazakar hükümetlerin Yunanistan'ın ulusal çıkarlarını Türkiye karşısında etkin bir biçimde savunamadıklarını ileri süren PASOK, kendisinin daha kararlı bir dış politika izleyeceği iddiasıyla ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla, PASOK'un iktidara gelmesiyle birlikte, Türkiye ve Yunanistan arasındaki diyalog kesintiye uğramış, diyaloga yeniden başlanılması için ön şart ileri sürülmeye başlanmıştır.

Silahlı kuvvetlerin Türk-Yunan uyuşmazlıklarına ilişkin olarak izlediği yaklaşımların ilişkilerin yönelimini etkilemesi bakımından ayrı bir yönü bulunmaktadır. Gerek Yunanistan'daki 1967 askeri cunta dönemi; gerekse Türkiye'deki 1980 ihtilaliyle yaşanan askeri dönem, Türk-Yunan ilişkilerinin yönelimini etkileyen önemli davranışlar sergilenmiştir. 1967 askeri cuntası, Yunanistan'da iktidarı ele geçirmesinin ardından kamuoyunda oluşan cunta karşıtı hareketleri önlemek ve saygınlığını kazanmak amacıyla Kıbrıs'ın Yunanistan'a bağlanmasını sağlamak istemiştir. Ancak, Türkiye ile yapılan diplomatik görüşmelerin bu konuda başarısızlıkla sonuçlanması üzerine Kıbrıs'ta Türk toplumuna yönelik şiddet hareketlerine girişilmesinin yol açtığı gelişmeler Yunan askeri cuntasının saygınlığından daha da kaybetmesine neden olmuştur.

1974 Kıbrıs olayları sırasındaki tutumuyla da Yunan askeri cuntasının benzer davranış içerisinde olduğu görülmüştür. Askeri cunta, saygınlığını kazanmanın yolu olarak Kıbrıs'ın Enosis yoluyla Yunanistan'a bağlanmasını görmüş ve bu da askeri cuntanın sonunu hazırlamıştır. Bu durum aynı zamanda Türk-Yunan ilişkilerinde olumsuz değer yargılarının keskinleştiği bir sürecin de başlangıcını oluşturmuştur.

Türkiye açısından ise; 1980'de askerler, ihtilalin uluslararası kamuoyunda tepki ile karşılanmasını önlemek, ihtilalin gerekli olduğunu kabul ettirmek için Türk-Yunan ilişkilerinde uzlaşmazlık yaratan Yunanistan'ın NATO askeri kanadına geri dönüşünü veto etme kararından vazgeçmiştir. Bu durum, Türk-Yunan ilişkilerinde stratejik/taktik engellerin Yunanistan yararına bozulması ile sonuçlanmış; Türkiye'nin AET/AB'ne tam üyelik başvurusu sırasında Yunanistan'a karşı kullanabileceği bir koz böylece elden kaçırılmıştır.

Sonuç olarak; Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkilerde tarafların yaklaşımlarını etkileyen öğeler çerçevesinde değerlendirildiğinde, Türkiye ve Yunanistan arasında karşılıklı güvenin, barış ve dostluğa dayalı işbirliğinin uzun zaman alacağı görülmektedir.

Bu süreç içerisinde, tarafların çözüme yönelik diyalog ortamının sağlanmasında gösterecekleri kararlılığın karşılıklı güvenin kurulmasına olumlu katkı sağlayacağı düşünülebilir. Buna bağlı olarak, taraflar arasında sıcak bir çatışmanın ilişkilerde yaşanan çözümsüzlüğü gidermeyeceği gibi, bir takım yeni sorunlara yol açacağı gerçeği göz ardı edilmeden; tarafların, bazı sorunların çözümünü zamana bırakarak aralarındaki güveni artırmaya yönelik davranışlar içerisinde olmaları gerekmektedir.

Türkiye ve Yunanistan arasındaki uyuşmazlıkların çözümünde güçlük yaratan nokta, her iki ülkede de siyasi kültüre egemen olan çatışmacı anlayıştır. Taraflar, aralarındaki sorunları uzlaşarak çözmek yerine çatışarak çözmek konusunda oldukça inatçı bir yaklaşım sergilemektedir. Demokratik yapılaşmanın toplumun tüm yapısına egemen kılınması, demokratik ilke ve kurumların bu ülkelerde kökleşmesi ile beraber, tarafların aralarındaki sorunları çözmek konusundaki kararlılıklarının artacağı ve başvuracakları yöntemlerin daha barışçıl ve uzlaşmaya dönük olacağı düşünülebilir.

Demokratikleşme çabalarının başarıya ulaşması ölçüsünde, topluma egemen olacak olan hoşgörü ortamının, hükümetlerin, ulusçu yaklaşımların üstesinden gelmelerine olanak sağlayacağı dolayısıyla, dış politikada duygusal yaklaşımların yerini akılcı, dengeli, tutarlı, ortak çözümler arayan yaklaşımların alacağı söylenebilir. Bu durum, sonuçta hükümetlerin ortak, kalıcı, adil bir çözüme ulaşmaları için gereken esnekliği göstermelerine ve varılacak çözümün ulusal kamuoylarına daha rahat kabul ettirilmesine de olanak sağlayacaktır.

İki ülke arasındaki sorunlar açısından çözümü engelleyen en önemli sorun Kıbrıs'a tanınacak statüden kaynaklanmaktadır. Bu sorun, Türkiye ve Yunanistan'ın Kıbrıs'ın egemenliği üzerinde hak sahibi olarak ortaya çıkmaktan vazgeçmeleriyle büyük ölçüde çözümlenebilir. Kıbrıs'ta yaşayan iki toplumun iki kesimli bir yapı içerisinde geleceklerini Yunanistan ve Türkiye'den bağımsız olarak yönlendirme kararlılığını göstermeleri gerekmektedir. Taraflardan birinin Türkiye veya Yunanistan'a ilhak etmeyi amaçlayan yaklaşımlar içinde olması bu konudaki çözümsüzlüğün ve gerginliğin sürmesi demektir. Burada önemli olan, çözümün ne denli Türk ya da Yunanlı olması değil, Kıbrıs gerçeğine uygun olmasıdır.

Ege Denizi'ne ilişkin sorunlar ise, taraflar arasında sağlanacak olan güven ve işbirliğine koşut olarak çözümlenebilecek niteliktedir. Adaların silahlandırılması, ulusal hava sahasının 10 mile genişletilmek istenmesi, FIR sorumluluk bölgelerinin saptanmasında gösterilen duyarlılık, NATO komuta kontrol bölgeleri konusunda çıkan görüş ayrılıkları büyük ölçüde teknik niteliktedir. Taraflar, birbirlerini ulusal çıkarları, toprak bütünlükleri, ulusal güvenlikleri açısından potansiyel tehdit unsuru olarak görmekten uzaklaştıkları ölçüde bu sorunlara ilişkin görüşlerinde sergiledikleri katılıkların gerekçeleri de ortadan kalkacaktır.

Bu bağlamda, iki ülke arasında Ege Denizi'ne ilişkin sorunlar arasında en önemli olanları, birbiriyle yakından ilintili olması bakımından, ulusal karasularının 12 mile genişletilmek istenmesi ve kıta sahanlığı sınırlarının belirlenmesi konularıdır. Bu iki soruna bulunacak çözüm Türkiye ve Yunanistan arasında ulusal egemenlik sınırlarının dolayısıyla statükonun/dengenin yeniden belirlenmesi demek olduğundan, her iki ülkenin göstermiş oldukları duyarlılık anlaşılır niteliktedir. Burada önemli olan ve çözüme ilişkin olarak tarafların yaklaşımlarını etkileyen nokta, tarafların ulusal güvenlik kaygılarından uzaklaşarak olaya hukuki/siyasi açıdan bakmalarıdır.

Ege Denizi'nde karasularının 6 mil olarak saptanmış olması, gerçekte, günümüz koşullarında gerek Türkiye gerekse Yunanistan açısından olduğu kadar bu denizden ve boğazlardan yararlanan üçüncü ülkelerin de çıkarlarına en uygun şekildir. Karasularının 12 mile genişletilmek istenmesi ise, Yunanistan'ın bu denizdeki kıta sahanlığı sınırlarının belirlenmesi görüşmelerine geçildiğinde, Türkiye'ye karşı izlenecek olan strateji ve taktikle ilgilidir. Karasularının 12 mile genişletilmesi durumunda Türkiye'nin bu denizden yararlanacağı alanların daralması ve ancak karasuları sınırının genişliği oranında bir kıta sahanlığına sahip olması Türkiye'nin duyarlılığını ortaya çıkarmaktadır. Bu bağlamda, Yunanistan'ın kıta sahanlığı ve karasuları sınırlarının belirlenmesinde göstermiş olduğu duyarlılık da büyük ölçüde, Türkiye'ye yakın Yunan adalarının statüleriyle yakından ilgilidir. Türkiye'nin öne sürdüğü doğal uzantı kavramı ve adalara ancak karasularıyla sınırlı bir kıta sahanlığı hakkı tanınması görüşüyle gerçekte, Yunanistan'ın egemenliğindeki adaları çevrelemek ve ortamı uygun gördüğünde de ilhak etmek istediği düşünülmektedir.

Bu konudaki şüphelerin giderilmesi bakımından tarafların, birbirlerine karşılıklı garantiler vermeleri düşünülebilir. Türkiye, Yunanistan'ın ulusal sınırları ve bu arada da Yunan adaları üzerinde herhangi bir istemi olmadığını açıklayarak gerekli güvenceleri verebilir. Bu, Türkiye'nin Yunanistan karşısında zayıflığını değil, bu konudaki samimiyetini gösterir. Yunanistan'ın da aynı iyi niyeti göstererek yapılacak kıta sahanlığı görüşmelerinde akılcı, tutarlı, her iki ülke çıkarlarını gözeten ve dengeleyen bir sınırlandırmaya olumlu yaklaşması gerekmektedir.

Taraflar, ulusal kıta sahanlığı sınırlarının belirlenmesi için yapılacak görüşmeler sırasında hangi yöntemlerin sınırlandırmada esas alınacağı konusunda görüş ayrılığı içerisinde olabilirler, ancak, bu görüş ayrılığı, taraflar arasında yapılacak görüşmelerde giderilemediği taktirde, uluslararası hakem kuruluşlarından ve Uluslararası Adalet Divanı'ndan bu uyuşmazlıkta uygulanacak yöntemlerin açıklığa kavuşturulması konusunda gerekli yardımı istemek mümkündür. Dolayısıyla, taraflar kendi özgür iradeleriyle bir sınırlandırmaya ulaşamazlarsa, uluslararası hukuk uyarınca saptanacak yöntemle elde edilecek olan çözümü kabullenmek ve bunları ulusal kamuoylarına da kabul ettirmek seçeneği her zaman vardır. Aralık 1999 Helsinki Zirvesi ile Türkiye bu yükümlülük altına girmekte sakına görmemiştir. Ancak burada sürecin başarısını olumlu ya da olumsuz etkileyecek nokta, Yunanistan'ın 2004 yılına değin, Türkiye ile arasındaki sorunların varlığını ve esasını görüşmek üzere görüşmelere samimi olarak katılıp katılmayacağıdır.

Diğer yandan, iki ülke arasındaki bir başka sorun olan azınlıklar konusu da bu ülkeler arasında kurulacak olan güvene dayalı işbirliği ve bu ülkelerde yerleştirilecek olan demokratik ilke ve kurumların tam bir işlerliğe kavuşturulması halinde çözümlenebilecektir. Gerek Yunanistan'da gerekse Türkiye'de azınlıkların anlaşmalardan doğan hak ve statülerinin sürekli ihlal edilmekte olduğu savları, ancak bu ülkelerde ekonomik, siyasi, kültürel, toplumsal ayrımcılığın demokrasi, insan temel hak ve özgürlükleriyle, kısaca evrensel değerlerle bağdaşmadığı anlaşıldığında ortadan kalkabilecektir. Aslında, Avrupa Birliği çerçevesinde kurulacak ilişkiler bağlamında düşünüldüğünde, azınlıkların statüleri üzerinde o denli uzun boylu düşünmeye gerek yoktur. Birliğe üye ülkeler arasında coğrafi sınırların yerini insanların serbestçe dolaşmalarına, yerleşmelerine, ekonomik/siyasal yaşama katılmaya bırakacağı düşünülürse, klasik anlamda bir azınlıklar sorunundan söz etmek güçleşecektir. Bu insanların bulunduğu ülkenin sosyo-politik, kültürel ve ekonomik yapısıyla bütünleşmesi gerekecek, buna aykırı davranışlar ise, bir insan hak ve özgürlüklerinin ihlali niteliğinde olacaktır. Nitekim son yıllarda Yunanistan'ın Batı Trakya Türk azınlığı üzerindeki ihlalleri belirgin bir biçimde gidermeye başlamış olması, bu yöndeki beklentileri arttırmaktadır. Kısaca, üye ülkeleri vatandaşları ulusal kimliklerinden sıyrılıp Avrupa yurttaşı olarak görülmeye başlanacaktır. Bunun başarı şansı ise, ortak Avrupa ülküsünün başarılabilmesine ve Türkiye'nin de bu girişimlerin içerisinde yer almasına bağlı olacaktır.

Türkiye ve Yunanistan arasında kalıcı bir dostluk, barış ve işbirliğinin kurulabilmesi çerçevesinde her ülke insanına büyük görevler düşmektedir. İki ülke arasında ilişkilerin çatışmadan işbirliğine, uzlaşmaya dönüşeceği süreç içerisinde, tüm siyasiler, basın yayın organları, baskı ve çıkar grupları iki ülke arasında kurulacak ilişkileri bozacak, gerginliği, görüş ayrılıklarını keskinleştirecek davranışlardan kaçınmak zorundadır. Bu zorunluluk, sadece günümüz Türk-Yunan halklarının daha özgür ve refah bir yaşam sürmeleri açısından değil, aynı zamanda, bölgeye barışın hakim olması ve gelecek kuşaklar arasında düşmanlıkların yeniden ortaya çıkmasını  önlemek için de kaçınılmazdır. Umudumuz, halklar arasındaki kardeşliğin ve barışın kalıcı olması için gösterilecek çabaların sergilendiği sürecin başarılı olmasında herkesin üstüne düşen görevi hakkıyla yerine getirmesidir. Türk ve Yunan halkları, tarihsel süreç içerisinde defalarca karşı karşıya gelmenin doğurduğu acılarla bir daha karşılaşmasın; barış ve daha iyi bir gelecek tüm insanların olduğu gibi, Türk ve Yunan halklarının da en doğal hakkıdır. 

SONUÇ

 

Türkiye ve Yunanistan arasında 1999-2000 sürecinde başlayan ılımlı diyalog çabaları iki ülke arasındaki sorunlara bağlı olarak yıllardır süren gerginliğin çözümlenebileceğine ilişkin umutları attırırken beraberinde bunun kolay olmayacağına ilişkin düşünceleri de getirmektedir. İki ülke arasındaki ilişkilerin ve uzlaşmazlığın sadece iki ülke siyasilerinin kişisel iradeleri ile çözümlenemeyecek nitelikte oluşu ve yapısal pek çok faktörün sorunların çözümünü güçleştirdiği dikkate alındığında bu  durum hiç de yanlış değildir. Türk - Yunan ilişkileri gerek aktörleri, gerek değişkenleri ve gerekse uzlaşmazlıkların odaklandığı konular bakımından çok çeşitlilik gösteren bir nitelik taşımaktadır. Bu niteliğiyle ele alındığında,   iki ülke arasındaki uyuşmazlık konularının kısa sürede tüm aktörleri memnun edecek ve kalıcı olacak bir çözüme kavuşturulabilme olasılığı çok düşüktür. Bununla birlikte, 1999-2000 süreci Türk - Yunan ilişkilerinin çözümü için gereken kimi ön şartların sağlanabilmiş olduğunu gösteren gelişmeleri ortaya çıkardığından uyuşmazlığın çözümüne ilişkin umutları da arttırmaktadır.

Yunanistan'ın Öcalan ve PKK'ye vermiş olduğu desteğin doğrudan Türkiye'nin ulusal bütünlüğü ve egemenliğine yönelik bir saldırı olarak  algılanmış olması, Yunanistan'da 1974'ten bugüne karşılaşılan en ciddi savaş olasılığı olarak değerlendirilmiş olması ve ardından da Türkiye'nin askeri güç kullanma seçeneğini elinde bulundurmakla birlikte diplomasiyi tercih etmesi ve görüşme sürecini başlatması, Türkiye ve Yunanistan arasındaki uyuşmazlıkta önemli bir aşamaya geçilmesini sağlamıştır. Bu aşamada ise, bir yanıyla üzücü ve fakat diğer yanıyla da etkisi bakımından oldukça yararlı bir gelişme yaşanmıştır; 17 Ağustos 1999 Marmara depremi. Deprem sonrasında iki ülke halkları arasında yaşanan dayanışmanın ulusal hükümetler ve kitle iletişim araçları üzerinde oluşturduğu etki, siyasilerin fanatik ulusçu yaklaşımlardan uzaklaşarak daha yapıcı ve diyalog süreci içerisinde uzlaşıcı öneriler yapabilecekleri esnekliği sağlayıcı politikalar üretebilmelerini kolaylaştırmıştır.

Yapısal olarak ele aldığımızda, sistem boyutunda, Türkiye'nin hala en önemli aktör durumundaki ABD ile olan stratejik ortaklığının ve bu ortaklığın dayanmış olduğu ilişkilerin ve çıkarların gerek Türkiye'nin içsel yapısında gerekse bölgesel düzeyde istikrarı zorunlu kılması Türkiye'nin gereksinim duymuş olduğu dış desteği yakalayarak sorunlarını çözme kararlılığını göstermesini kolaylaştırmıştır.

Türkiye'nin bu süreçte Yunanistan ile olan uyuşmazlıklarını algılayışı ve bu konudaki yaklaşımının Yunanistan'a yansıması Türkiye'nin Yunanistan üzerinde herhangi bir toprak talebinin olmadığı ve var olan uyuşmazlığın niteliğinin de egemenlik  haklarına yönelik bir tehdit olarak değil çıkar çatışması olarak değerlendirilmesi gerektiği yönünde olmuştur. Bu durum Yunanistan'ın Türkiye'den duymuş olduğunu dile getirdiği tehditin doğudan geldiğine ilişkin söyleminin de değişmesine yol açabilecek bir değişiklik olmuştur. Dolayısıyla Yunanistan Türk tehditinin azalmış olduğuna inandığı bu dönemde tehdit algılamalarını giderebilecek güvenlik kaynağını AB çerçevesinde edinmeye çalışmıştır.

Çağdaş Yunanistan ve Türkiye'nin, ikili ve çok yönlü ilişkilerinin şekillenmesine zemin oluşturan Lozan Barış Antlaşması'nın kabulünden bu güne iki ülke arasındaki ilişkilere konu edilecek pek çok yeni gelişme yaşanmıştır. Bu gelişmelerden bir büyük bir kısmı uluslararası siyasal sistemin geçirmiş olduğu değişim sürecinde ortaya çıkan ve ulus devletlerin egemenlik hak ve sorumluluklarına yeni yorumlar getiren gelişmeler sonucu ortaya çıkmıştır. Uluslararası hukukun henüz emekleme devresinde olduğu yüzyılın başında iki ülke arasında kurulmuş olan statünün bu gelişmelerden ve yeni yorumlardan etkilenmemesi düşünülemez. Kaldı ki, coğrafi konumu dolayısıyla stratejik bir bölgede bulunan her iki ülkenin, üç denizi ve anakarayı birbirine bağlayan ve uygarlıkların geçiş yolu üzerinde olan iki kıyıyı paylaşıyor olmaları zaten yeterince bu ülkelere sorun yaratabilecek nitelikte olmuştur. Ege Denizi'nin coğrafi yapısı ve bu denizde ulusal egemenlik sınırlarının belirlenişi de, uluslararası deniz hukukuna ilişkin gelişmelere bağlı olarak, bu devletler arasında statükoyu yeniden belirleme gereğini ortaya çıkarmıştır.

Türk - Yunan ilişkilerinin insanlık için kısa tarihi, büyük ölçüde uluslararası siyasal sistemdeki değişikliklere bağlı olarak şekillenmiştir. Uluslararası siyasal sistemde dengeler kurulurken de bozulurken de Türkiye ve Yunanistan, bu değişikliklerden önemli ölçüde etkilenen ülkeler olmuşlardır. Bu süreç içerisinde uluslararası toplumda meydana gelen değişiklikler tüm insanlık tarihinde yaşanmış olan değişikliklerden daha köklü ve kısa sürede gerçekleşmiştir. Yüzyılın başında uluslararası toplumun temel aktörlerinin kimlerden oluşacağı belirlenirken, yaşanan yıkıcı savaşın olumsuz etkilerini ortadan kaldıracak ve savaşı engelleyecek barışçıl ve uluslar üstü olmayı hedefleyen bir kapsayıcı örgüt kurulmaya çalışılmış ve uluslararası hukukun yazılı hale getirilmesi için uğraş verilmiştir. Bir yandan uluslararası toplumu oluşturan devletler arasındaki egemenlik ilişkilerinin yazılı sınırları belirlenmeye çalışılırken, diğer yandan, egemen devletler arasında ve eski sömürgelerde emperyalist mücadeleler yaşanmıştır. Yüzyılın ilk yarısı bu mücadelelerle birlikte ikinci ve daha yıkıcı bir savaşa daha sahne olmuştur. Bu savaş uluslararası toplumda olduğu kadar Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkilerde de köklü  değişikliklerin yaşanacağı bir süreci doğurmuştur.

Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkilerde yaşanan uyuşmazlık havası, bu ülkeler arasında kurulmuş olan statükonun değişmiş olduğunu göstermektedir. Lozan Barış Antlaşması ile gerçekleştirilen iki ülke arasındaki dostluk, barış ve karşılıklı güven havasının yerini günümüzde iletişimsizlik, güvensizlik, çıkar çatışması almıştır.

Uluslararası siyasal sistemdeki değişimlere koşut olarak Türkiye ve Yunanistan arasındaki denge de değişmiştir. Bu ülkelerin uluslararası politikadaki öncelikleri farklılaşmış, beklentileri başka konular üzerinde yoğunlaşmıştır. Buna karşın, Lozan Barış Antlaşması, kurulan yeni  uluslararası denge koşulları ve tarafların beklentilerine ayak uyduramamıştır.

Günümüzde uyuşmazlık, büyük ölçüde, oluşturulacak yeni denge ve statükonun hangi ülkenin çıkar ve beklentilerini maksimize edeceği üzerinde yoğunlaşmıştır. Nitekim, diplomatik, siyasi, hukuksal çözüm yolları taraflardan biri veya ikisinin de karşı çıkmaları dolayısıyla uyuşmazlığa uygulanamadığı için ve sıcak bir çatışmadan yararlanarak uyuşmazlığı kendi görüş ve çıkarlarına göre çözme olasılığı da çok büyük riskler taşıdığı için, günümüzde, uyuşmazlığın kilitlenmiş olduğunu söylemek mümkündür.

Zaman zaman, iki ülke arasında diyalog sürecinin yeniden başlatılarak uyuşmazlık konularının görüşülmesine yönelik çabalar sergilenmesine karşın çeşitli nedenlerden dolayı bu diyalog arayışları somut bir sonuca ulaşamamaktadır. Türkiye ve Yunanistan arasındaki uyuşmazlık konularından bazıları gerçekte başka ülkeler arasında da uyuşmazlık konusu olarak görülebilmektedir. Özellikle Deniz Hukuku'na ilişkin konular bunlar arasındadır. Karasularının genişletilmesi, kıta sahanlığının saptanması, ekonomik bölgelerin belirlenmesi gibi konular, uluslararası toplumda diğer devletler arasında da uyuşmazlıklara neden olabilmektedir. Türkiye ve Yunanistan açısından bu tür sorunlara ortak bir çözümün bulunamamasının pek çok nedeni var. Öncelikle, Ege Denizi'nin coğrafik/jeolojik yapısı bu denize kıyıdar olan ülkeler arasında yapılacak olan ulusal egemenlik haklarının sınırlandırılması görüşmelerinde sorunlar yaratabilecek niteliktedir. İrili ufaklı pek çok adanın bu denizde yer almasının yanı sıra adaların büyük bir çoğunluğunun Yunanistan'ın egemenliğinde olmasına karşın Türkiye'nin kıyılarını çevrelemiş olması deniz hukukuna ilişkin konularda yapılacak sınırlandırmalarda kolaylıkla görüş ayrılıkları doğurabilmektedir.

Diğer yandan, bu türden sınırlandırmalarda devletlerin egemenlik haklarının tartışma konusu olduğu dikkate alınırsa, tarafların göstermiş oldukları duyarlılığı anlayışla karşılamak gerek.; Üstelik hem Türkiye hem de Yunanistan, ulusal bütünlükleri, sınırları ve egemenlik hakları konusunda katı bir ulusal duyarlılık göstermektedir. Bu bağlamda, özellikle Kıbrıs konusunda ortaya çıkan görüş ve çıkar ayrılıklarının yaratmış olduğu çatışmacı ilişkilerin bu ülkeler arasında, Ege Denizi'nde, Deniz Hukukunu ilgilendiren konularda yapılacak görüşme sürecini olumsuz yönde etkilediği söylenebilir.

Bütün bunların yanı sıra, Türk-Yunan ilişkilerinde tarafların dış politika davranışlarını etkileyen ve uyuşmazlıkların sür gitmesine neden olan bazı temel ögelerden söz edilebilir. Araştırmamızın da özünü oluşturan Türk-Yunan ilişkilerinde tarafların dış politika davranışlarını etkileyen öğeler, birbiriyle ilintili üç ana grup çerçevesinde ele alınabilir.

Bunlardan ilki, Türkiye ve Yunanistan'ın paylaşmış oldukları tarihsel deneyimlerin ilişkilere getirmiş olduğu ayrımcı özelliklerdir. Bilindiği gibi, Osmanlı döneminde 400 yıl birlikte yaşayan Türk ve Yunan halkları ulus bilincinin yayılması ve ulus temeline dayalı bağımsız devletlerin kurulması sürecinde kendilerini çatışmanın içerisinde bulmuştur. Ulusal bağımsızlık savaşları, Türk ve Yunan halklarının dostluk, güven ve işbirliğine dayalı birlikteliğini sarsan bir etkileşim yaratmıştır. Etnik/dinsel kimlik ayrılığı, bu kez, ulusal kimlik ayrılığına dönüşmüştür.

Yunan ulusal kimliğinin oluşum süreci ve bu sürecin bağımsız bir Yunan devletinin kurulması ile sonuçlanması, uzun ve çatışmayla dolu olmuştur. Bu süreç, bir yandan Yunan ulus devletinin oluşumunu sağlayıp Osmanlı Devleti'nin çöküş sürecini hızlandırırken, diğer yandan da, gündeme azınlıklar sorununu çıkarmıştır. Özellikle, Osmanlı Devleti'nin Balkanlardan kopuşuna koşut olarak, hızlanan kitlesel göçlerle birlikte, istekleriyle veya istekleri dışında bu topraklar üzerinde kalan insanların hak ve statülerinin garanti altına alınması gereği ortaya çıkmış ve bu konudaki düzenlemeler ülkeler arasında sert tartışmalara yol açmıştır. Diğer yandan, ulusal sınırların belirlenmesi de güçlük doğurmuştur. Bu bağlamda, azınlıklar yeni kurulan devletlere sınırlarını genişletme çabalarında gerekçe oluştururken toprak kaybetmiş olan devletlere de kaybettikleri toprakları yeniden kazanabilme umudu vermiştir. Bu durumu Yunanistan'ın uzun yıllar dış politikasına ilke edinmiş olduğu Megali İdea kavramında görmek mümkün. Dolayısıyla, tarafların ulusal sınırlarını genişletme yolundaki her çabası halklar arasındaki ilişkilerin biraz daha düşmanlık tabanına oturmasına neden olmuştur.

Türkiye ve Yunanistan arasında ulusal bağımsızlık mücadeleleri ve kimlik kazanımı çabalarının bir başka yönü daha bulunmaktadır. Yunan ulusçuluğu Osmanlı/Türk kimliğine karşı çıkış niteliğini taşırken ve itici gücünü, etnik olarak Türklük dinsel olarak da Müslümanlık kavramlarına olan tepkiden alırken, Türk kimliğinin ulus tabanına oturması ve ulus tabanında bir Türk devletinin kurulması da belirli oranda bir Yunan karşıtlığı içermiştir. Bu yönüyle Yunan ulusal uyanışı, 400 yıllık bir esaret ilişkisine karşı çıkış niteliğinde görülürken Türklerin ulusal uyanışı, eski küçük ortağın yayılmacı isteklerine haklı bir karşı çıkış niteliğindedir.

Bir başka açıdan; Türk ve Yunan devletlerinin kurulması ve bu devletler arasındaki statükonun yapılan antlaşmalarla belirlenmesinden sonra da, toplumsal bilinçte ulusçu karşıtlığın sürdüğü gözlenmiştir. Bu durum, özellikle siyasiler arasında kurulan dostluk ve güvene dayalı işbirliğine rağmen halklar arasında aynı türden ilişkilerin kurulamamasından kaynaklanmıştır. Gerek ulus gerekse tarih bilincinin gelecek kuşaklara aktarımı sırasında izlenen yol halklar arasındaki ilişkilerin çatışmacı niteliğini ortadan kaldırmakta yetersiz kalmıştır. Halkların ulusal kişiliklere ilişkin yargı ve algılamalarından da görülebileceği gibi, ulus/tarih bilincinin yerleştirilmesi çabalarında bir tür uygarlık-barbarlık, Hıristiyanlık-Müslümanlık çekişmesi yaşanmış, her ülke kendi ulusal kimliğini ve tarihini yüceltme çabası içerisinde olmuştur.

Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkilerin yönelimini, tarafların dış politika davranışlarını etkilemesi bakımından, karşılıklı algılamaların oynadığı role gelince, günümüzde sürdürülen çatışmacı ilişkilerin bundan büyük oranda etkilendiğini söylemek mümkün. Kardak, S-300 Füzeleri, PKK-Öcalan olaylarının ardından Marmara ve Atina depremleri sırasında ulusal kişiliklere ve niyetlere ilişkin algılamaların düşmanlıktan dostluğa, savaştan barışa salınım gösterdiği görülmüştür.

Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkilerin zeminini ulusal egemenlik hak ve sınırlarının yeniden belirli bir statükoya bağlanması çabaları oluşturmakla birlikte, bu çabaların ortak ve kalıcı bir sonuca ulaşmasını engelleyen faktörlerden belki de en önemlisi, tarafların diyalog süreci içerisine girememeleri ve birbirlerine güven duyamamalarıdır.

Gerek Yunanistan gerekse Türkiye, birbirlerine duydukları güvensizlikle izleyecekleri politikaları aşırı bir duyarlılık göstererek oluşturmakta, sergileyecekleri herhangi bir davranışın sonuçta karşı ülkeye yarar sağlayabilecek olmasından çekinmektedirler. Aynı zamanda, karşı ülkenin sergilediği davranıştan da kuşkulanmakta ve bir art niyet aramaktadır. Bu durum, tarafların karar alma süreçlerinde hata yapma olasılıklarını  artırdığı gibi, ilişkilere gerginliğin hakim olmasına da yol açmaktadır.

Türk-Yunan ilişkilerinde her iki ülke de birbirlerinin niyetinden kuşku duymakta ve diğerine karşı güvensizlik beslemektedir. Yunanistan'a göre, Türkiye'nin Yunan adalarında gözü var ve şartların uygun olduğu  bir sırada Türkiye, Yunanistan'a saldırarak bu adaları kendine bağlayacaktır. Türkiye'ye göre ise, Yunanistan geleneksel hale gelmiş bulunan Megali İdea'dan  vazgeçmemiştir; Kıbrıs'ta olduğu gibi Ege Denizi'nde de Türkiye'yi dışlayarak Türkiye aleyhine genişlemek istemektedir. Diğer yandan, Yunanistan, Avrupa ile ilişkilerde sergilemiş olduğu yaklaşımla Türkiye'yi Avrupa'dan dışlamak istediğini göstermektedir. Türkiye ve Yunanistan arasındaki uyuşmazlık konularına çözüm bulunamadığı sürece tarafların birbirlerini çıkarları, ulusal egemenlikleri, toprak bütünlükleri ve yaşamsal çıkarları için potansiyel tehdit unsuru olarak görmeyi sürdürecektir.

Bütün bunların yanı sıra, tarafların diyaloglardan somut çözüm yolları üretilememiş olması karşısında kendi görüşlerinin haklılığını göstermek için fiili olaylardan yararlanmaları, tehdit ve tahrik algılamalarını yönlendirmiştir. 1974 sonrası dönem, bunun örnekleriyle doludur. Türkiye'nin MTA Sismik I-HORA araştırma gemisini Ege Denizi'nde petrol/sismik araştırma yapmakla görevlendirmesi, Yunanistan'ın 10 millik ulusal hava sahası iddialarını tanımadığını göstermek için askeri uçaklarını Yunan ulusal karasuları ile 10 millik kısım arasındaki bölgede uçurması, Yunanistan'ın Ege Denizi'ndeki adaları silahlandırması karşısında Türkiye'nin Ege Ordusu olarak adlandırılan Dördüncü Orduyu kurması, Kardak adalarına bayrak dikme yarışı, Kıbrıs'a S-300 füzelerinin konuşlandırılmak istenmesi bu arada sıralanabilir. Bu türden taktik/stratejik durum alışların tehdit, tahrik, saldırganlık örneği olarak görülmelerinin yanı sıra, kimi zaman her iki ülkede de siyasileri olduğu kadar basın ve kamuoyunu da heyecana sürükleyen ve sağduyudan uzaklaştıran olaylar yaşanmıştır. Böylesi durumlarda olumsuz algılamalar yerini yanlış algılamalara bırakmıştır. Bu ise, hükümetlerin güvenilirliğine gölge bırakabilecek sonuçlara zemin hazırlayabilmiştir.

Türk-Yunan ilişkilerinde tarafların birbirlerini karşılıklı olarak tehdit/tehlike kaynağı olarak algılamaları bakımından 1980'li yıllar, geçmiş yıllardan daha belirgindir. Papandreu'nun liderliğindeki PASOK hükümetleri döneminde, Türkiye ile Yunanistan arasındaki diyalog kesilmiş, Türkiye'nin Yunanistan'a yönelik açık bir tehdit kaynağı olduğu iddiası sıklıkla vurgulanmış, Türkiye'nin her durum alışı bu bakış açısıyla değerlendirilmiştir. Hükümetlerin karşılıklı olarak dış politika davranışlarını belirlerken diğer ülkenin sergilemiş olduğu davranışları algılamada tehdit öğesine öncelik tanımaları, iki ülke arasında gerilimi arttırmış ve bir tür kısırdöngü yaratmıştır. Hükümetlerin karşılıklı olarak birbirlerinin niyetlerinden duymuş oldukları kuşku, bir yönüyle, kamuoyu oluşturma ve propaganda öğesine dönüştüğünde ise, her iki ülke halkları arasında barışçıl ilişkilerin kurulması daha da güçleşmektedir.

Türkiye ve Yunanistan arasındaki uyuşmazlıkların çözümünde yaşanan güçlüklerden biri hiç kuşkusuz ulusal kamuoylarının iki ülke ilişkilerinde sergilemiş olduğu duyarlılıktan kaynaklanmaktadır. Her iki ülke halklarının birbirlerini yanlış/eksik tanımakta oluşları dikkate alındığında, tarafların görüşme süreci içerisine girdiklerinde sergileyecekleri esnekliği kısıtlamaktadır.

Aslında, Türk ve Yunan halklarının birbirleri hakkında edinmiş olduğu değer yargılarının her iki ülkede de ulusun yüceltilmesi ve devlete ulus kimliğinin kazandırılması, bu anlayışın gelecek kuşaklara aktarılması çabalarıyla yakından ilgili bulunmaktadır. Özellikle, temel eğitim sırasında genç kuşaklara Türk-Yunan halkları arasındaki ilişkileri çatışmacı boyutuyla aktarma çabası ve kendi ulusunu yüceltirken diğer ülke ulusunu kötüleyen bir anlayışın benimsenmiş olması, etkileri günümüz Türk-Yunan ilişkilerinde gözlenen bir yapılaşmaya yol açmıştır. Diğer bir deyişle, halklar arasındaki ilişkilerin çatışmacı nitelik göstermesinde bir tür kimlik kazanma mücadelesinin izleri görülmektedir. Giderek bu kimlik kazanma mücadelesi, Türklük-Yunanlılık çekişmesinden uygarlık-barbarlık karşıtlığına değin götürülebilmektedir. Böylesi durumlarda halkların karakteristik özellikleri dile getirilirken taraflar kendileri için övücü, yüceltici diğer halk için küçültücü sıfatlardan yararlanmakta ve genellemeye gitmektedirler; "Türk barbardır", "Türk cahildir", "Türk saldırgandır" ya da "Yunanlı zalimdir", "Yunanlı yaygaracıdır" gibi.

Türk-Yunan ilişkilerinin yönelimini etkilemesi bakımından, her iki ülke halklarının birbirleri hakkındaki değer yargıları, imaj ve algılamalarının halkların  karakteristik özelliklerini bütünüyle yansıtmaktan uzak olduğu görülmektedir. Gerek temel eğitim sırasında verilen tarih ve ulus bilincinin yanlı ve gerçeği bütün olarak yansıtmaktan uzak oluşu, gerekse günlük yaşamda Türk-Yunan sorunlarına ilişkin bilgi/haber akışının sansasyonel/propaganda yönünün ağırlıklı olarak verilmesi, insanların olayları kimi önyargı ve olumsuz/yanlış algılamaların etkisinde kalmadan yorumlamalarını güçleştirmektedir. Dolayısıyla, halklar birbirlerini eksik tanımakla kalmamakta, aynı zamanda, yanlış tanımaktadırlar.

Karşı ülkeye ve bu ülke halklarına ilişkin toplumsal bilinçte yer eden değer yargıları ve  imajlar, bunların örtük etkisi altında oluşan algılamalar, özellikle iki ülke arasında hükümetler düzeyinde de desteklenen dostluk, barış ve işbirliği dönemlerinde kişilerin/toplumun günlük yaşamında doğrudan etkili sonuçlar doğurmaktan uzak kaldığı için pek fazla dikkat çekmemektedir; buna karşın, iki ülke arasındaki sorunların barışçıl yöntemlerle çözümlenemediği ve gerginliğin tırmanmaya başladığı dönemlerde barışçıl olmayan yöntemlerle uzlaşmazlığın giderilmesi riski gündeme gelmekte ve bir bunalım yaşanmaktadır. Sıradan insanın böylesi bir ortamda değişikliğin sorumlusu olarak gösterilen karşı ülkeye ilişkin olarak toplumsal bilinçaltında yer eden olumsuz değer yargıları ve önyargılar canlanmaktadır. Buna ek olarak, siyasi karar alıcıların davranışları, televizyon, radyo ve yazılı basın gibi kitle iletişim araçlarının yayınları sıradan insanın algılamalarını etkilemekte, bunlar kolaylıkla yönlendirilmeye hazır bir tepkiye dönüşebilmektedir.

Bir başka açıdan ele alındığında; Türk-Yunan uyuşmazlığı, bu ülkelerin iç politikalarındaki gelişmelerden büyük ölçüde etkilenmiştir. Bu etkileşim Türk-Yunan ilişkilerindeki gerginliğin artmasına yol açabilecek bir yön izleyebildiği gibi, bunun aksi örneklerine  pek sık rastlanmamaktadır. Siyasi iktidarlar, muhalefet partileri, silahlı kuvvetler, basın/yayın organları, baskı ve çıkar grupları Türkiye ve Yunanistan arasında yaşanan uyuşmazlığı gündeme getirerek stratejik/taktik amaçlarını gerçekleştirme çabası içerisinde olmuşlardır. Türk-Yunan ilişkilerinde sıklıkla rastlanan örnek, siyasilerin, iki ülke arasındaki uyuşmazlığı gündeme getirerek kamuoyunun desteğini kazanmak istemeleri; seçim zamanlarında bu desteği oya dönüştürülmek istenmesi olmuştur.

Bunun yanı sıra, hükümetlerin kamuoyu desteğini kaybetmeye başladıkları, saygınlıklarını yitirdikleri dönemlerde ve/veya ülkenin ağır bir ekonomik, siyasal, toplumsal bunalım içerisinde olduğu dönemlerde hükümetlerin Türk-Yunan uyuşmazlığını gündeme getirerek içinde bulundukları bunalımı aşmak istemelerinin örneklerine de rastlanmaktadır. Bu gibi durumlarda hükümetlerin tercihleri, izledikleri yaklaşım gerginliğin tırmandırılmasına yol açabilecek nitelikte olabildiği gibi, karşılıklı ilişkilerde diyalog sürecine girilmesi ve gerginliğin azaltılmasına çalışılması yönünde de olabilmiştir. 

ÖNERİLER

 

Uluslararası ilişkilerde esas, aktörler arasında ahde vefanın bozulmaması ve karşılıklılık ilkesi üzerinde gelişmektedir. Bununla birlikte, aktörlerin sayısının arttığı ve çeşitliliğin söz konusu olduğu günümüz uluslararası toplumunda, bu aktörler arasında yaşamın her alanında yoğun bir ilişki ve çıkar etkileşimin yaşandığı görülmektedir. Bu etkileşim, beraberinde, hala temel aktör durumundaki ulus devletlerin sisteme müdahalelerini ve sistemle olan bağlarını hangi ölçütlere öncelik vererek yürütecekleri sorusunu gündeme getirmektedir. Bu bakımdan ele alındığında, temel aktör durumunda olan ulus devletlerin ikili ve çok taraflı ilişkilerinde dış politikalarını belirlerken çok yönlü düşünmeleri gereği ortaya çıkmaktadır. Kısa dönemli çıkar paylaşımlarına ve işbirliklerine koşut olarak, aktörler arasında uzun dönemlere ertelenen farklı çıkar beklentilerinin ve amaçlarının bulunması da mümkündür. Dolayısıyla, uluslararası ilişkilerde dostluk ve işbirliğinin yanı sıra, uzlaşmazlık ve çıkar çatışmaları da sürekli olasılıklar arasında bulundurulmak zorundadır.

Bu durum Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkilerde de söz konusudur; iki ülke arasında pek çok sorunun bulunmasına karşın son dönemde ılımlı bir yakınlaşma nasıl yaratılabilmiş ise, bu ılımlılığın yerini bir anda soğuk savaş koşullarına bırakması da mümkündür. Bu ılımlı yakınlaşmanın sürmesi ise, büyük ölçüde uzlaşmazlığa taraf olan devletlerin politikalarını belirlerken sıfır toplamlı strateji ve taktiklerden kaçınmalarına bağlı olmaktadır. Bu ise, ulusların tarihinde yoğun çabalara ve zamana bağlı olarak şekillenebilecektir.

Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkilerde uyuşmazlıkların çözümünde etkin olduğu düşünülen en temel faktörlerden birisi, iki ülke siyasileri arasında var olan güven eksikliği ve sorunların ulusal dava olarak algılanmakta oluşudur. Bununla birlikte, Türk - Yunan ilişkilerinde diyalog sürecini başlatan ve iki ülkeyi birbirini daha iyi tanımaya yönelten gelişmeler izlendiğinde, aslında, köklü bir anlayış değişikliğinin izlerine rastlanılmaktadır. Ancak sorun, bu değişikliğin kalıcı olup olmayacağıdır.

Daha önce de belirtildiği gibi, Türkiye ve Yunanistan arasında pek çok sorunun varlığı söz konusu iken, özellikle PKK ve Öcalan konusunda izlemiş olduğu politika yüzünden, Türkiye ve Yunanistan'ın bir savaş riski ile yeniden karşı karşıya kalmış olmalarının ardından mektup diplomasisi ile iki ülkenin bir anda fiili bir yumuşamaya zemin oluşturacak davranışlar sergilemeye başlamaları ve bununla da kalmayarak, Ankara ve Atina'da yakınlaşmayı hızlandırabilecek önemli konularda anlaşmalar imzalamış olmaları, günübirlik bir politika değişikliği olarak değerlendirilemez. Diğer ikili sorunlar bir yana bırakılırsa, özellikle PKK ve Öcalan olayındaki yaklaşımlarıyla Yunanistan, açıkça Türkiye ile bir sıcak çatışmaya doğru sürüklenmeye başlamış ve sağlamış olduğu destek, ulusal çıkarlarının ötesinde bir sorumluluk yüklemeye ve savaş riski taşımaya başlamıştır. Bu durum, hiç kuşkusuz, Yunanistan'da hükümetin ve muhalefetin izlemekte olduğu Türkiye karşıtı hareketlerin desteklenmesine ilişkin politikaların gözden geçirilmesini gerektirmiştir. Bu bağlamda, Yunanistan'da hükümetin PKK ve Öcalan'a vermiş olduğu destekten ve sorumluluktan kaçınabilmesi kolay olmamıştır. Bununla birlikte, özellikle ABD ve AB ülkelerinin Yunanistan'a yönelik baskılarının da Yunanistan'ın politikalarını gözden geçirmesinde etkili olduğu kuşkusuzdur.

Bu bağlamda dile getirilmesi gereken en önemli nokta ise, Türkiye'nin PKK ve Öcalan konusunda izlemiş olduğu pasif politikadan vazgeçerek aktif bir politikaya yönelmiş olmasıdır. Burada aktif politikadan kasıt, Türkiye'nin stratejisini belirleyerek bunu gerçekleştirmek üzere saptamış olduğu araç ve söylemlerindeki tutarlılığı kararlılıkla dile getirmiş olmasıdır. Suriye'ye yönelik olarak dile getirilen görüşlerin sadece Suriye ile sınırlı olmadığının dile getirilmesi ve ayrılıkçı terörü destekleyen her ülkeye karşı uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarını kararlılıkla savunacağını dile getiren Türkiye'nin, bu kararlılığını askeri güç kullanma tehditi ile desteklemiş olması, diplomatik faaliyetlerin hızlandırılarak Türkiye'nin isteklerinin yerine getirilmesini kolaylaştırmıştır. Bu bakımdan, uluslararası sistemde Türkiye'nin, yeni dönemde de bölgesel güç dengesini değiştirme kapasitesine sahip temel aktörlerden biri olduğu görülmüştür.

Dolayısıyla, Türkiye'nin ulusal dış politika stratejilerini belirlerken ulusal çıkarlardan hareketle, bölgesel ve uluslararası dengeleri etkileyebilecek politikalar izlemesi gerekmektedir. Bu bakımdan, ulusal güç kavramının, "güç"e atfedilen her alanda ülke gerçekleriyle bağdaşır bir şekilde analiz edilerek yorumlanması ve sistem içerisindeki diğer aktörlerle rekabet edebilecek, dengeleyebilecek, üstünlük sağlayabilecek şekilde geliştirilmesi gerekmektedir. Hiç kuşkusuz, bu durum özellikle uluslararası sistem içerisindeki diğer aktörlerle olan ilişkilerde bağımlılık ilişkisinin en aza indirgenmesi ve/veya en azından, bu bakımdan bir karşılıklılığın sağlanabilmesi ile mümkündür. Nitekim, Yunanistan ile Türkiye arasındaki ilişkilerde diplomasi sürecini hızlandıran ve diyaloğu kabul edilebilir bir zemine oturtan gelişmelerde bu durum söz konusudur. PKK ve Öcalan olayında, Yunanistan'ın Türkiye karşısında AB ve ABD'nin desteğinden yoksun kalması ve inandırıcılığını yitirmiş olması, büyük ölçüde, Türkiye ile ABD arasındaki stratejik dayanışmaya bağlı olmuştur. Bu bakımdan, Türkiye ve ABD arasındaki stratejik dayanışmanın, Türkiye'nin bölgedeki dengeleri belirlemedeki hareket yeteneğini arttırmış olduğu açıktır ve bu durum ABD'nin çıkarlarına da uygun bir sonuç olarak değerlendirilmektedir.

Türk - Yunan ilişkileri bakımından oluşturulan bu diyalog sürecinin uluslararası siyasal sistem içerisindeki gelişmelere de uygun olduğu gözlenmektedir. ABD'nin, Türkiye ile olan stratejik ortaklığının yanı sıra, AB destekli Yunanistan'ı bütünüyle yalnız bırakmak istemediği de söylenebilir. Dizginlenebilir bir Yunanistan'ın varlığı istenmektedir ve bu durum özellikle Helsinki Zirvesi sırasında, Yunanistan'ın, Türkiye'nin tam üyeliğe aday ülkeler arasında yer almasına ilişkin görüşmelerde veto hakkını kullanmamasında da etkili olmuştur.

Türkiye ve Yunanistan arasındaki esas sorunlar söz konusu olduğunda ise; Ege Denizi'nde ulusal karasuları sınırının Yunanistan tarafından 6 milden öteye genişletilmesi Türkiye'nin hiçbir koşulda kabul edemeyeceği bir girişimdir. Bu açıdan Türk dış politikası, esasta, Ege Denizi'nin siyasi, hukuki ve coğrafi bakımdan özel durum oluşturduğunun öncelikle Yunanistan'a, sonra iki ülke arasındaki ilişkilerde etkinliğe sahip diğer ülke ve örgütlenmelere kabul ettirilmesi üzerine kurulmak zorundadır. Türkiye ve Yunanistan arasında barış, işbirliği ve istikrarın sağlanabilmesi için tarafların ilkelerde anlaşmış olmaları zorunludur. Bu ilkelerin başında ise,

Ulusal karasuları sınırının Ege Denizi'nde 6 deniz milinden öteye genişletilmeyeceğinin garanti altına alınması,
tarafların savaşa başvurmayacakları,
barışçıl çözüm yöntemlerini ve diplomasiyi kullanacakları,
ulusal kamuoylarını görüşmeleri çıkmaza sürükleyebilecek yönde şartlandırmamaları,
üçüncü ülke ve örgütlenmeleri ilişkilerin ve görüşme sürecinin içine dahil etmemeleri, gelmektedir.

Madrid Deklarasyonu'nda da dile getirilmiş olan bu tür ilkeler, 1999 - 2000 sürecinde Türkiye ve Yunanistan'a, aralarındaki uyuşmazlık konularını ele alabilecekleri bir diyaloğu başlatabilme ve sürdürebilme açısından önemli bir fırsat yaratmıştır. Taraflar, bu fırsatı iyi değerlendirerek aralarında güven ve işbirliği ortamını sağlam bir zemine oturtmak ve temel sorunlarını görüşebilecekleri bir süreci oluşturmak zorundadırlar.

Bu bakımdan, taraflar arasında yürütülecek bir görüşme sürecinde uyuşmazlık konuları ele alınmadan önce, mevcut statükoyu sağlayan ve ikili ilişkilerin yürütülmesinde mutabık kalınan ikili ve /veya çok taraflı hukuksal ve siyasal metinler üzerinde anlaşmalıdırlar. Statüko kuran ve rejim oluşturan metinler üzerinde varılacak bir mutabakat, ilerleyen süreçte, tarafların hareket sahalarını ve sorunların bu metinlere dayanarak çözümlenip çözümlenemeyeceğini, yeni metinler hazırlanmasının gerekip gerekmeyeceğini belirlemesi bakımından önemlidir.

Türkiye bakımından, iki ülke arasında Lozan Barış Antlaşması ile kurulmuş olan dengede süreçsel olarak hangi sorunların ortaya çıktığı ve neden çözümlenemediği araştırılmalı ve bu yapılırken görüş ve çıkarlar açıklıkla dile getirilmelidir.

Türk - Yunan ilişkileri çerçevesinde düşünürsek, Türkiye, Yunanistan ile olan uzlaşmazlıklarda hukuki, siyasi gerekçelerini göz ardı etmeden Yunanistan'ın ileri sürmüş olduğu görüşlerin meşrulaştırma mantığını anlamak zorundadır. Diğer bir deyişle,  uzlaşmazlıkta bir bakıma kendini karşı tarafın yerine koymalıdır. Karşı tarafın duyarlılığını anlamak ve o duyarlılıklar eğer çatışmaya yol açıyor ve uzlaşma yolunu tıkıyor ise,  gerekli esnekliği göstermek zorundadır. Bu durum elbette ki tek yanlı yorumlanamaz, aynı davranışın karşı taraftan da beklenmesi gerekir. Karşı tarafın beklentilerimiz ve duyarlılıklarımız hakkında doğru bilgilendirilmiş olması da bizim yükümlülüklerimiz çerçevesinde düşünülmelidir; Statü kuran antlaşmalar çerçevesinde değerlendirdiğimizde, Türkiye ve Yunanistan arasında Ege Denizi'nde Lozan Barış Antlaşması ile yerleştirilmek istenen denge göz ardı edilmeksizin, uzlaşmazlık konularının kıyıdar ülkelerden sadece birinin hak ve çıkarlarını gözetilerek çözüme vardırılmasının mümkün olmadığı açıktır. Böyle bir çaba, kaçınılmaz olarak, iki ülke arasındaki ilişkileri bozacak ve sıcak bir çatışma riskini arttıracaktır. Dolayısıyla, taraflar arasında gerçekleştirilecek müzakerelerde bir tür üstünlük mücadelesi içerisinde olunması, müzakere sürecini kesintiye uğratabileceği gibi, ortak çözüm önerilerine ulaşmak için gereken esnekliğin gösterilmesini de engeller. Bu bakımdan, üstünlük arayışı yerine eşitlik ve denge arayışının olması daha anlamlıdır.

Diğer bir önemli nokta ise, taraflar arasında çatışmacı değil de uzlaşmacı bir anlayışın kalıcı olarak yerleştirilebilmesi için her iki tarafın da beklentilerine uygun bir üst kimliğin yaratılması uygun olacaktır. Türk ve Yunan ulusal kimliği ve/veya Hıristiyan/Müslüman kimliği yerine özünü demokrasiden alan evrensel yurttaş kimliğinin yerleştirilmeye çalışılması birleştirici bir unsur olarak düşünülebilir. Türk - Yunan ilişkilerinde üzerinde oydaşmanın sağlandığı noktalardan biri olarak karşımıza çıkan ulusların karşılıklı önyargılarla hareket ettikleri gerçeği de üzerinde çaba harcanması gereken bir konudur. Tekeli'nin de belirttiği gibi; "Önyargı öğrenilen bir davranıştır. Ailede büyüklerin önyargıları küçüklerin önyargılarını önemli ölçüde etkiler.Araştırmalar göstermektedir ki çocuklar, önyargılarının önemli bir bölümünü daha okula gelmeden, ailesi içinde edinmektedir. Her insan belli önyargılar toplamına sahip olarak yaşamını sürdürmektedir. Grup önyargılarının gelişmesi, grup stereotiplerinin yaratılmasıyla yakından ilişkilidir. Etnik gruplara ve uluslara ilişkin yaygın stereotip kabulleri ya da genellemeleri vardır. Kendimizi zorlasak da ötekinin 'ötekiliği' konusundaki genellemelerden kurtulamayız. İki grup  arasındaki ilişkiler de bu stereotip beklentilerine göre kurulduğu için, bu genellemeleri pekiştirmeye yardımcı olur. Zaman içinde bunlar içselleşerek vaziyet alış haline gelir. Bu vaziyet alışlar ve stereotipler diğer gruplara karşı toplumsal mesafe normları haline gelir. Artık işlevsel düzeydeki ilişkiler, bunları destekleyici yönde gelişmese de, dil aracılığıyla toplumda varlıklarını uzunca sürdürürler.

'Öteki' ve ona ilişkin önyargılar zaman içinde içselleştirilerek, kısa dönemler için belli bir özerklik kazansa da, uzun dönemde gruplar arasındaki ilişkilerin yapısal özellikleri belirleyici olur. Eğer gruplar arası ya da uluslararası ilişkiler sıfır toplamlı ise, yani biri kazanırken diğeri kaybediyorsa, bu ilişkilerin yapısı değiştirilmeden, yani sıfır  toplamlı olmayan bir oyun haline getirilmeden, önyargıların değişmesi beklenemez. Ama oyunun kuralları değiştirilirse zaman içinde önyargılar da değişmeye başlar. Bunun belki de en güzel örneği Avrupa Birliği'nin kırk yıla yakın bir sürede bu konuda aldığı yoldur." [476]  Dolayısıyla, 1999-2000 sürecinde gözlemlediğimiz yakınlaşma ve işbirliğine ilişkin adımların bu görüşler çerçevesinde değerlendirilmesi, her iki ülkede de ulusların önyargılarının değiştirilmesine olumlu katkıda bulunacak bir gelişme olacaktır. Birer stereotip [477] olarak kabul edebileceğimiz Türkiye Dışişleri Bakanı İ. Cem ve Yunanistan Dışişleri Bakanı  G. Papandreu'nun, gerek ulusal ve gerekse uluslararası kamuoyu önünde sergiledikleri yaklaşımın iki ülke arasındaki ilişkilerin sıfır toplamlı bir çözüme ulaştırılması yönünde değil, şimdi, uzlaşı, işbirliği, güven ve karşılıklılık ilkesi çerçevesinde biçimlendiği söylenebilir. Yaşanan gelişmeler ulusal kamuoylarının stereotiplerin bu yaklaşımlarını içselleştirmeye hazır olduklarını göstermektedir. Bu bağlamda, her iki ülkenin de üyesi olmaya çalıştığı (Yunanistan tam üye, Türkiye  tam üyeliğe aday ülke) Avrupa Birliği'nin bu arzuyu gerçekleştirebilecekleri örgütlenme olduğu  da söylenebilir.

Ege Denizi'nde her iki ülke bilim adamları tarafından yürütülecek bir çalışma ile Ege Denizi'nin egemenlik haritasını çıkarmak öncelikli olmalıdır. Gerek Türkiye'nin gerekse Yunanistan'ın elinde mevcut deniz sınırlarını ve bu denizde kıyıdar ülkelere ait olan ve/veya olmayan adalar, adacıklar ve kayalıkların sayısı ve konumunun yanı sıra, isimleri de kararlaştırılmalı ve iki ülke arasında, mevcut deniz hukukuna ilişkin sorunlar, oluşturulacak olan bu ortak harita temel alınarak görüşülmelidir. Hukuki/siyasi hak ve egemenlik çatışmasına açık olmakla birlikte, böylesi bir çaba, tarafların uzlaşmazlıkların yoğunlaştığı bölgeleri ortaya çıkarmalarına yardımcı olacaktır. Bu tür bir çalışmanın ortaklaşa başarılamaması durumunda Türkiye'nin bunu ulusal düzeyde oluşturarak akademik, askeri, siyasi, hukuksal tezlerinde kullanıma sunması uygun olacaktır.

Özellikle Ege Denizi'nde ulusal karasuları dışında kalan ve egemenlikleri üzerinde uzlaşma sağlanamayan ve üzerinde yerleşime uygun olmayan kayalıkların Ege Denizi'nin ortak mirası olarak kabul edilmeleri ve egemenlik dışı kabul edilmeleri düşünülebilir. Bu durumda, Ege Denizi'nde bilimsel faaliyetler ve çevre korumacılığına ilişkin olarak faaliyet gösterecek bir ortak Ege Deniz Bilimleri Araştırma Merkezi'nin oluşturulması ve iki ülke bilim adamlarının biraraya getirilmesi de mümkün olacaktır.

Diğer yandan, Ege Denizi'nde ulusal ve uluslararası deniz trafiğinin güvenliğini sağlamaya yönelik olarak ortak önlemlerin alınmasını kolaylaştıracak bir yapılaşmaya gidilebilir.

Bir başka açıdan ele alındığında ise, Türkiye'nin AB'ye tam üyeliğinin gerçekleştiği düşünülerek Ege Denizi'nde Yunanistan'ın egemenliğinde olan fakat Anadolu kıyılarına yakın olan adalar ve bir bütün olarak Ege Denizi, AB'nin iç sınırları içerisinde sayılacaktır. Dolayısıyla, şimdiden adalar ile Anadolu kıyı kentleri arasında ekonomik, kültürel, ticari ilişkilerin düzenlenmesine ilişkin hazırlıklara başlanmalıdır. Bu adalarda yaşayan Yunanlıların gereksinim duyacakları temel maddelerin  ve hizmetlerin bir kısmının Anadolu kıyılarından karşılanması, iki ülke halkları arasındaki işbirliğini hızlandıracak ve dayanışma duygularını arttıracaktır. Kaldı ki her iki ülkede de sivil inisiyatifler bu konuda önemli yol almışlardır.

 Diğer yandan, Ege Denizi'nde Türk deniz ticaret filolarının ve balıkçılık işletmelerinin yenilenmesi ve modernleştirilmesi de gerekecektir. Özellikle, Türkiye ve Yunanistan arasındaki gerginliğin azalmasına koşut olarak, bu bölgedeki zengin tarihi miras ve turizm olanakları dikkate alındığında, bölgeye yeni yatırım olanakları ve hareketlilik kazandıracağı söylenebilir. Türkiye ve Yunanistan arasında, Ankara'da 2000 yılı başlarında imzalanan turizm anlaşması bu konudaki adımlardan biri olarak algılanmalı ve iki ülke girişimcilerinin ortak yatırımlara girişmeleri teşvik edilmelidir.

AB'ne tam üyeliğin sağlayacağı olanaklardan biri de her iki ülkede yaşayan Türk ve Rum azınlıkların sorunlarının çözümüne ilişkindir. Türkiye'nin AB'ne tam üye olarak katılmasının ardından her iki ülkenin de Lozan'la azınlık olarak kabul etmiş oldukları ve Ahali Değişimi'nin dışında tuttukları azınlıkların yurttaş olarak bulundukları ülkeye uyumlarını kolaylaştıracak ve yaşam standartlarını arttıracak önlemleri alarak ayrımcı uygulamaları ortadan kaldıracak koşullara ulaşacakları söylenebilir. Bu bağlamda, bu insanların eğitim, mülk edinme, yerleşme ve seyahat özgürlüklerine getirilen kimi kısıtlamaların da en kısa sürede karşılıklı olarak giderilmesi gerekecektir.

Türkiye ve Yunanistan arasında uyuşmazlıkların psikolojik algı boyutunu şekillendirmesi bakımından göz ardı edilmemesi gereken bir konu da ulusal kamuoylarının ulusal kimlik ve tarihsel geçmişe ilişkin olarak nesnel verilere ulaşmakta yaşadıkları sıkıntılardır. Bu bakımdan, gerek Türkiye ve gerekse Yunanistan, iki ülke ortak tarihini ilgilendirdiği kadar ,aynı zamanda, Balkanlar'ın da tarihini ilgilendiren olayları ve arşivlerini araştırmacıların hizmetine sunmak ve düşmanlıklar yerine, dostluk ve işbirliğini, dayanışmayı pekiştirecek araştırmaları ve incelemeleri desteklemek zorundadırlar. Özellikle gelecek kuşakların birbirlerini daha yakından ve doğru tanımalarını kolaylaştıracak en kestirme yol budur.  Fanatik etnik/dinsel söylemlerin ilişkilere olan zararı, her iki ülke halkları tarafından da dile getirilmektedir. Bu durum özellikle Yunanistan açısından önemli bir iç sorunu gündeme getirmektedir; Yunanistan'da Ortodoks Kilisesi'nin siyasi yaşamdaki etkisinin hükümetlere yüklemiş olduğu baskı, bu tür bir yapısal politika değişikliğinin kolay olmayacağını göstermektedir.

Türk - Yunan ilişkilerindeki yakınlaşmanın, her şeye karşın, çok kısa sürede sorunların bütünüyle çözülmesini sağlayacağını düşünmek aşırı iyimser bir yaklaşım olacaktır. Dolayısıyla, Türkiye, bir yandan yakınlaşmayı kolaylaştıracak politikaları üretirken, diğer yandan karşılaşabileceği kimi sorunlara da hazırlıklı olmak zorundadır. Bu bakımdan ele alındığında,  AB'ye tam üyeliğinin gerçekleşmiş olduğu bir aşamada, Yunanistan'dan Türkiye'ye ve özellikle  Yunan ulusçuluğunun tarihsel söylemlerinde dile getirmiş oldukları yörelere doğru -sınırlı da olsa- bir göçe hazırlıklı olmalıdır.[478] Sermaye ve insan akışının ulusal yapı ve dengeleri bozmayacak şekilde düzenlenmesine çalışılmalı, bu bakımdan bir tür karşılıklılık aranmalıdır. Dolayısıyla, gelişme stratejilerinde, sermaye ve insanların serbest dolaşımının söz konusu olacağı bir yapıda,  Türkiye'den AB'ne olduğu kadar, tersine bir göçün yaşanması da mümkün sayılmalıdır. Böylesi bir durumda ulusal değerler ile Avrupalılık değerleri arasında kimi sorunlar doğması kaçınılmaz olacaktır, bunlara hazırlıklı olmak gerekecektir.

Türkiye, uluslararası siyasal sistemde etkileşime girmiş olduğu her aktör  hakkında doğrudan bilgi akışını sağlayabilmeli ve kendi hakkındaki bilgileri doğrudan aktarabilmelidir. Bu, özellikle stratejik çıkarların ve dış politika hedeflerinin başarılmasını sağlayacak olan taktik davranışların başarılmasını kolaylaştıracaktır. Diğer yandan, aktörler arasında çıkabilecek olası çıkar  çatışmalarının da en aza indirgenmesini sağlayacaktır. Bu bağlamda dile getirilmesi gereken bir başka nokta da Türkiye'ye karşı uluslararası alanda Yunanistan tarafından desteklenmekte olan lobi ve propaganda faaliyetlerinin sona erdirilmesine ilişkin olmak zorundadır. Bu konuda Yunanistan ile bir anlaşmaya varılamadığı taktirde Türkiye'nin etkin karşı önlemleri alması zorunludur.

Türkiye ve Yunanistan arasında sağlanacak bir yakınlaşmanın ulusal savunma harcamaları üzeride yaratacağı etkiler söz konusu olduğunda da bu durumdan Yunanistan'ın daha fazla yarar  sağlayacağı düşünülebilir. Türkiye'nin Ortadoğu'daki sınırlarının çatışma bölgelerine yakınlığı ve doğu/güneydoğu komşularıyla olan sorunları dikkate alındığında, ulusal savunma harcamalarında kısa sürede bir düşüşün beklenmesi mümkün değildir. Buna karşın, Yunanistan ile Türkiye arasında ilişkilerin geliştirilmesinin ve Türkiye'nin AB'ye tam üye olarak katılmasının, "Türk tehditi"nin kalmadığı bir ortamda, Yunanistan'ın savunma harcamalarını önemli ölçüde azaltacağı söylenebilir. 
  
 


476-  İlhan Tekeli, Tarih Yazımı Üzerine..., s. 89-90. 
477- Gerginliğin keskinleştiği ve diyaloğun yerini, "Soğuk Savaş"ın aldığı dönemlerde askeri, diplomatik ilişkiler ön planda olduğundan iki ülke arasında yakınlaşmayı ve halkların birbirini daha iyi tanımasını kolaylaştıracak girişimler ve kanaat önderleri geri plana itilmektedir. Sanat, kültür, bilim, çevre gibi alanlarda seçkin kimliği ile ön planda olan insanların ulusal kamuoylarında ilişkilerin olumlu yönde gelişmesini sağlayacak etkiyi yaratması mümkündür. Nitekim, Deprem sonrası halkları birbirine daha fazla yakınlaştıracak girişimler  içerisinde her iki ülkeden de sanatçı ve edebiyatçılar, bilim adamları etkin rol üstlenmişlerdir. 
478- AB'nin en çok üzerinde durmuş olduğu konulardan biri Türkiye'ye serbest dolaşım hakkının tanınması durumunda AB ülkelerine yoğun bir akışın yaşanacağı ve bunun da bu ülkelerde işsizliği arttıracağıdır. Dolayısıyla Türkiye'ye belirli bir süre serbest dolaşım hakkının tanınmayacağı bilinmektedir. Buna karşın diğer ülkelerden Türkiye'ye bu türden bir akışın olacağı da göz ardı edilmemelidir. Bu durumda Türkiye'ye serbest dolaşım hakkı tanınacak süreye değin Türk insanı AB ülkelerinde bu haktan yararlanamayacak, ama diğer ülkeler bu haktan yararlanacaktır. Örneğin, basında Yunanistan'ın, Pontus söylemlerinde dile getirmiş olduğu Trabzon'da konsolosluk açmak istemekte olduğuna ilişkin haberler yer almaktadır. Özgen Acar, "Pontus'ta Bayrak Gösterisi", Cumhuriyet, 8 Şubat 2000, s. 8.

İÇ VE DIŞ POLİTİKA KAYGILARININ ETKİSİ
PASOK Hükümeti Değişen Dış Politika Çizgisi


1990'ların ikinci yarısı Türk - Yunan ilişkilerinde pek çok yeni bunalımın yaşandığı bir dönem olmakla birlikte bu dönemde Türk - Yunan ilişkilerine Yunan siyasasının genel bakışını değiştirecek kimi olayların etki yaptığı görülmüştür. Bu değişimin gözlediği noktalardan birisi, Yunanistan'ın AB üyeliği çerçevesinde uyum sürecini istikrara kavuşturmak istemesidir. [466] Yunanistan'da hemen her iktidar değişikliğine rağmen sürdürülen temel çizgi Türkiye ile olan ilişkilerde yaşanan gerilim olmasına karşın özellikle 1999 bunalımı çerçevesinde iki ülke arasında yaşanan ılımlı diyalog çabalarında PASOK hükümetinin belirgin bir dış politika değişikliğine girmiş olduğu gözlenmiştir. [467] Özellikle Türkiye ile olan uyuşmazlıklarının bu ülkenin dış politika sürecini olumsuz etkilemeye başlaması ve izlenen politikaların somut bir çözüme ulaşmakta yetersiz kalmış olması PASOK hükümetinin politikasında değişikliğe gitmesine yol açmıştır. [468] Bu yeni yönelimde Türkiye ile olan uyuşmazlıkların esasına ilişkin boyutu ön plana çıkarılmadan iki ülke arasında diyalog sürecini hızlandırarak işbirliğini arttıracak girişimler ağırlıklı olarak uygulamaya konulmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda, gözlenen bir başka özellik ise, Türkiye ile sıfır toplamlı bir dış politika mücadelesi içerisinde olan Yunanistan'ın bu yeni süreçte bu politikasında değişikliğe gitmiş olması uzlaşma ağırlıklı bir politika izlemeye başlamasıdır. Türkiye'nin AB'ye tam üyelik yönünde isteklerini dile getirmekte oluşu ve bu yönde AB ve Yunanistan tarafından uygulanan stratejinin Türkiye'yi Birlik dışındaki ilişkilerini güçlendirmeye yöneltmiş olması, Yunanistan'ın, Türkiye'ye ilişkin pazarlık sürecinde AB baskısını elinden kaçırmasına yol açabilecek bir girişim olarak algılanmış ve Helsinki Zirvesi sırasında Türkiye'ye tam üyelik / aday üyelik konusunda olumlu sinyaller verilmiştir.

Diğer yandan, Yunanistan'ın 1990 sonrası dönemde AB fonlarının da yardımı ile ekonomik alanda sergilemiş olduğu önemli ilerlemeler PASOK hükümetinin dış politikada Öcalan olayı ile düşmüş olduğu saygınlık kaybı ile gölgelenmiştir. [469] Türkiye ile kurulan ılımlı diyalog, bu bakımdan da Yunanistan ile Türkiye arasında yeni bir sürecin başlamasına katkıda bulunmakla kalmayacak, aynı zamanda, PASOK hükümetinin 9 Nisan 2000 seçimlerinden güçlenerek çıkmasına olanak verecek bir seçenek olarak değerlendirilmiştir. Bu seçimler sırasında Türk - Yunan ilişkileri bakımından en önemli değişiklik, iki ülke arasındaki uyuşmazlığın eskisinden farklı olarak, siyasi partiler arasında bir çekişme, propaganda konusu edilmemesi olmuştur. PASOK'un rakibi, YDP lideri K. Karamanlis de yapmış olduğu açıklamada, "Arzumuz, diyalog yoluyla komşu ülke ile ilişkilerimiz normalleştirmektir.. Kıbrıs sorununa bir çözüm bulunmazsa Türk - Yunan ilişkilerinin normalleşmesi tam olarak gerçekleşemez" demiştir. [470] Gerçekten de bu tür bir politika değişikliği, Öcalan'ın yakalanması ve Yunanistan'ın PKK'ye desteğinin ortaya çıkmasının ardından da söz konusu olmuş; Mitsotakis, yaptığı konuşmada, "Yunanistan'ın son 20 yıldır terörle mücadelede başarısız olduğunu belirterek, 'Bu başarısızlık Yunanistan'ın dış politikasını olumsuz etkiliyor. Öncelikle Türkiye ile işbirliği anlaşması imzalamamız gerekiyor. İşbirliğini reddetmek Türkiye'nin kuşkularını arttıracaktır. Halbuki, Yunanistan ne geçmişte ne de bugün terörü desteklemiştir," diyerek hükümete bu konuda destek vermiştir. [471] Türkiye bakımından da iki ülke arasında başlatılan diyalog sürecinin kesintiye uğramadan sürdürülebilesi ve bu süreç içerisinde esas sorunların da ele alınabileceği bir ikili diplomatik görüşme yolunun açılabilmesi Yunanistan'daki seçimlere bağlı bir gelişme olarak algılanmış; bu seçimlerden PASOK'un başarı ile çıkması arzulanmıştır Kohen'e göre;"Kuşkusuz Atina'da 'devamlılık' Türkiye'nin de tercihidir. Son aylarda gelişen yakınlaşmanın  (bu arada Cem - Papandreou diyalogunun) devam etmesi, PASOK'un yeniden iktidara gelmesi ile kolaylaşacaktır. Türk - Yunan ilişkilerinde iyiye doğru 'değişim', aslında 'devamlılık' daha iyi sağlayacaktır."[472]

İç politikayı ilgilendiren bir başka yapısal faktör [473] olarak Yunanistan'da din ve kilisenin siyasal yaşamdaki etkinliğinden söz etmek mümkündür. Türk - Yunan ilişkilerinde kilisenin etnik/dinsel ayrılıkları körükleyici bir rol üstlendiğinin örneklerine rastlanmaktadır. Bu durumun zaman zaman siyasal iktidarı zor duruma bıraktığı da görülmüştür. Örneğin Yunanistan Başpiskoposu Hristodoulos yapmış olduğu bir konuşma sırasında "Yunanlıların lideri olarak size Trabzon'daki Sümela Manastırı'nı yeniden açacağıma söz veriyorum. Biz Yunanlılar, yeniden Türkiye'ye kaptırdığımız topraklarımızı geri alacağız" demiş, bu durum siyasilerin tepkisini çekmiş ve Adalet Bakanı Evangelos Yannopoulos, "Eğer böyle siyasi konuşmaya devam edecekse cüppesini çıkarsın", demiştir. [474] Ulusçu fanatik söylemler ve uygulamalar içerisinde din adamlarının bulunması dikkat çekicidir; Nitekim Türkiye ve Yunanistan'ı sıcak bir  atışmanın eşiğine getiren Kardak bunalımı sırasında da gerginliğin yaratan Yunan bayrağının adaya dikilmesi girişimi bir kilise papazı tarafından düzenlenmiştir. [475] 
  
 


466- S300 Füzeleri bunalımı sırasında Simitis ile Klerides arasında füzelerin geleceğine ilişkin olarak çıkan görüş ayrılıklarında da bu kaygıyı görmek mümkündür. Türkiye ile S300'ler yüzünden çıkacak bir sıcak çatışmanın Yunanistan'ın AB ile olan ilişkilerini sekteye uğratacağı, ortak para birimine geçiş için gereken çabaları aksatacağı düşüncesi tedirginlik yaratmıştır. Taki Berberakis, "Kabahat Klerides'te", Milliyet, 27 Temmuz 1998, s. 17. 
467- Son dönem Yunanistan'ın Türkiye ile olan yakınlaşmasında Yunanistan'ın sergilediği yaklaşımın Soğuk Savaş sonrası dönemde Yunanistan'ın güvenliğine ilişkin algılamalarında bir dönüşüm gerçekleştirmesi gerektiğini öneren yaklaşımlara koşut olarak geliştiğini söylemek mümkündür. Nitekim, Prodromou'nun dile getirdiği gibi, "Müttefikleri nezdinde algılamada bir dönüşüm gerçekleştirmeye ek olarak, Atina demokratikleşme ve (saldırgan olmayan) piyasalaşmaya odaklanmış bir Soğuk Savaş sonrası Avrupa-Amerika güvenlik stratejisinin meyvelerini, Yunanistan'ın uzun vadeli güvenlik çıkarlarının Güneydoğu Avrupa ve Doğu Akdeniz'de istikrarlı demokratik rejimlerin kurulmasıyla en iyi korunacağını kavrarsa ancak toplamaya başlayabilir. Böyle bir perspektif Yunanistan'ın Türkiye'nin yukarıda anılan çizgiler dahilinde kazançlar elde etmesini desteklemek istediğini varsaydığı ölçüde, bu görüş Atina'daki politika üretici elitler açısından da algılamada bir dönüşümü gerektirir... Burada dikkate değer üç nokta var. Birincisi, Atina'nın demokrasiye geçiş ve demokrasinin pekiştirilmesi sürecinde anayasal çerçeveyi iyileştirerek ve çoğulcu bir demokrasinin kurumsal temellerini atmak için gerekli olan yargı bağımsızlığını kalıcılaştırarak komşu ülkelere yardım sunabileceği. İkincisi, etnik ve dini azınlık hakları gibi özellikle hassas konularla ilgili olarak, Atina'nın Türkiye'yle ve Eski Yugoslav Makedonya Cumhuriyeti'yle ortak sınırları boyunca yurttaş haklarını koruma zor yolunu tutabileceği. Azınlık meseleleriyle ilgili olarak, politika ve toplumun çoğulculaşmasını sağlayarak Atina Güney Balkanlar'da devletlerarası çatışma için muazzam bir potansiyele sahip bir sorunu ortadan kaldırabilir ve böylelikle de Atina'nın bölgede Yunan ve Ortodoks azınlıklara eşit haklar sağlanması yolundaki çağrılarına müttefiklerin yapıcı cevaplar vermeleri konusunda Brüksel ve Washington nezdinde inandırıcılık kazanabilir. Üçüncüsü, Yunan ekonomisinin bölgedeki en güçlü performansa sahip ekonomi olması hasebiyle, Atina'nın bölgesel iktisadi işbirliği inisiyatifleri için çapa hizmeti sunabileceği." E. Prodromou, "Yunanistan'da Soğuk Savaş..., "  ss.162-163.
468- Aslında bu değişim sürecinin daha önce başladığını söylemek olasıdır; Nitekim Larrabee, Yunanistan'ın dış politikasındaki duyarlılığı Balkanlardaki yeni yapılanmaya ilişkin ulusal güvenlik kaygılarıyla bağlantılandırarak şu yorumu yapmaktadır; "... 1991'den 1994'e Yunan siyasetini vasıflandıran milliyetçi dalganın geri çekildiğine dair işaretler var. 1994'ün sonundan beri, Atina'da yeni, daha gerçekçi bir politika doğmaya başladı. Bu yeni pragmatik politika özellikle Yunanistan'ın Balkan politikasında yansımasını buldu. 1995 başlarından beri, Yunanistan Arnavutluk'la olan görüş ayrılıklarını  düzeltti., EYMC'yle olan ilişkilerini normalleştirdi ve Türkiye'yle yapılan gümrük birliği anlaşmasına koyduğu vetoyu kaldırdı. Bunun sonucunda, Yunanistan şimdi Balkanlar'da baştan beri oynaması gereken istikrar sağlayıcı rolünü oynayabilecek bir konuma geldi." S. F. Larrabee, "Yunanistan ve Balkanlar: Politika Önerileri",..., s.135. 
469- Bununla birlikte, Öcalan olayı sırasında Başbakan Simitis'in PASOK içerisinde ve bürokratik kadrolar içerisinde var olan fanatik kadroların tasfiyesini Türkiye'nin göstermiş olduğu tepkiyi kullanarak gerçekleştirmiş olduğu yönünde görüşler de ileri sürülmüştür. Acar'a göre; "...Simitis kongrede, Apo olayında kamuoyunda sarsılan güveni tazelemeye çalışırken, bir yanda da 'yenilikçiler" ile birlikte Papandreu'nun 'tutucularına' (!) karşı mücadele verdi." Özgen Acar, "Simitis, İktidarını Pekiştirdi", Cumhuriyet, 23 Mart 1999, s. 8. "1980'lerin başından itibaren ister sağ isterse sol olsun, Yunan elitinin büyük çoğunluğu, Türkiye'nin güçsüzlüğü ve istikrarsızlığının Yunanistan'ın çıkarına olduğuna, Avrupa dışında tutulması gerektiğine inandı ve Andreas Papandreu'nun bu yöndeki politikasını destekledi. PKK terörünün doruğa çıktığı günlerde, Türkiye'nin 1920'lerin başında ki gibi dağılacağını hayal edenler de oldukça fazlaydı, el altından PKK'ya destek de o günlerde başladı. 1995 sonunda Kostas Simitis, Andreas Papandreu'nun yerine iktidara geldiği zaman uzun süre bu politikaya dokunmadı ya da dokunamadı, çünkü Avrupa Para Birliği hedefine yürürken hakim olamadığı PASOK'taki Türk düşmanlarıyla ve derin devletle uğraşacak gücü yoktu. 1980'lerin politikasındaki ilk çöküş Türkiye'nin PKK'ya büyük darbe indirip, Suriye'nin Öcalan'ı koruyamaz noktaya gelişiyle başladı. Öcalan'ın Nairobi'deki Yunan Büyükelçiliği'nden çıktıktan sonra Türkiye'nin eline geçmesi ise Papandreou dönemi politikaların iflası oldu." Nur Batur, "Değişen Yunanistan'ın Hikayesi", Hürriyet, 5 Şubat 2000, s. 14. 
470- Taki Berberakis, "Türkiyesiz Seçim", Milliyet, 17 Mart 2000, s.20. 
471- Nur Batur, "Miçotakis, Simitis'i PKK'ya Karşı Türkiye'yle İşbirliğine Çağırdı",  Hürriyet, 23 Haziran 1999 s. 30. 
472- Sami Kohen, "Değişim mi Devamlılık mı ?" Milliyet, 17 Mart 2000, s. 20. 
473- Yunanistan Anayasası'nın 3. maddesinde ülkenin dininin Ortodoksluk olduğu hükme bağlanmıştır. Başka mezhep ve dinlerin ülke içinde ibadet yeri açması için Ortodoks Kilisesi'nin onayı gerekiyor. Eğitim konusunda da benzer uygulamalar yapılmakta. Bakanlığın ismi Eğitim ve Din Bakanlığı; ulusal ve dini bayramlar aynı tarihlerde ayinlerle kutlanmakta.  Hükümet değişikliklerinde de hükümet Başpiskopos tarafından kutsanmaktadır. 
474- "Papazı Susturacaklar", Milliyet, 31 Ağustos 1998, s. 16. 
475- Burada ilgi çekici bir nokta; Türkiye ve Yunanistan arasında din adamlarının ulusçuluğa bakış tarzlarıdır. Yunanistan'da din ve etnik kimlik birlikte, çoğu kez tek bir kimliğe indirgenerek siyasal yaşamda egemen kılınmaya çalışılırken Türkiye'de bunun tersi bir yapılanma söz konusudur. Müslüman din adamları iki ülke arasındaki uyuşmazlıkta çoğu kez sadece din öğesini ön planda tutmakta. Türk ulusçuluğu bu anlamda bir din öğesini ön plana çıkarmamaktadır.

İÇ VE DIŞ POLİTİKA KAYGILARININ ETKİSİ
1990'lı Yıllar


Buna karşın, 1989 seçimleri Türk-Yunan uyuşmazlıklarına ilişkin tartışmaları yeniden alevlendiren kimi gelişmelere sahne olmuştur. Özellikle, Batı Trakya Türk/Müslüman azınlığın yapılacak seçimlere bağımsız bir liste ile katılmaları ve seçim propagandaları sırasında Türk kimliklerini dile getirmeleri, Yunan kamuoyunda Türkiye karşıtı duyguları artırmıştır. Batı Trakya Türk/Müslüman azınlığının Türkiye tarafından kışkırtıldığı suçlamaları yapılmış; bu arada, seçim kampanyaları  sırasında siyasi partiler, Batı Trakya'nın bölgesel kalkınmasına öncelik verilmesi üzerinde durmuşlardır. Diğer yandan, hemen bütün siyasi partiler, Batı Trakya Türk/Müslüman azınlığının etnik kimliğinin tanınması konusunda duyarlı davranmışlardır.

Bir başka açıdan, Türk-Yunan uyuşmazlığının Yunan dış politikası üzerinde yönlendirici etkisi göz önünde tutularak; PASOK'un ABD ve NATO karşıtı politikalarının, Yunanistan'ın ittifak ilişkilerine ve ulusal savunma politikasına olumsuz etkilerde bulunduğu dile getirilmiş ve özellikle Mitsotakis'in dile getiriş olduğu gibi; Yunanistan'ın, ABD ve NATO ilişkilerinin yeniden güçlendirilmesi gerektiği öne sürülmüştür. Yeni Demokrasi Partisi'nin iktidara gelmesinden sonra ise, Mitsotakis hükümeti, bir yandan  Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunların diyalog yoluyla çözümlenmesi gerektiğini açıklamış; diğer yandan da ABD ve NATO ile olan ilişkilerinin canlandırılmasına çalışılmıştır. Nitekim; kısa bir süre sonra Yunanistan ile ABD arasında imzalanan Savunma ve İşbirliği Anlaşması ile Yunanistan'daki Amerikan üslerinin statüsü yeniden belirlenmiştir. Bu anlaşmanın asıl önemli yönü ise, Türkiye ve Yunanistan arasındaki askeri/siyasi dengenin korunmasına ilişkin boyutudur. ABD'nin Yunanistan'a herhangi bir saldırı, savaş tehlikesi karşısında toprak bütünlüğü garantisi verip vermediği konusu Türkiye ve Yunanistan arasında tartışma konusu olmuştur. Diğer yandan, ABD ile imzalanan anlaşmanın Yunanistan'ı daha fazla bağımlı hale getirdiği suçlamalarına karşılık olarak; Mitsotakis, imzalanan anlaşmanın kendisinden önceki hükümetler tarafından, Papandreu hükümetince müzakere edildiği, kendileri iktidara geldiğinde imzaya hazır bulunduğunu açıklamış ve hükümete yöneltilen suçlamaları karşılamaya çalışmıştır.

Gerek ABD-Yunanistan arasında imzalanan Savunma ve İşbirliği Anlaşması, gerekse Yunanistan'ın bu anlaşma hükümlerinden yararlanarak Ege Denizindeki güç dengesini Türkiye karşısında korumaya çalışması çabaları bir süre sonra iki ülke arasındaki diyalogda dalgalanmalara yol açacak gelişmelere neden olmuştur. Anlaşmanın Yunan Parlamentosu'nda görüşülmesi sırasında, iktidar ve muhalefet partileri arasında yapılan tartışmalarda, anlaşmanın; Yunanistan'ın Türkiye'ye ilişkin politikalarında ne türden etkide bulunduğu ele alınmıştır. Dışişleri Bakanı A. Samaras konuya ilişkin olarak yapmış olduğu açıklamada;

"...Savunma ve İşbirliği Anlaşması'nın giriş bölümünün son paragrafında yer alan 'Yunanistan ve ABD hükümetleri, bu anlaşmanın iki ülke anayasalarına, kanunlarına, ortak savunma çıkarlarına, karşılıklı ulusal çıkarlarına ve egemenlik haklarına uygun olduğunu teyid etmektedirler' ifadesinin Yunanistan'a sağladığı kazancı anlatırken, bu ifadenin Ege'deki Yunan karasularının 12 mile çıkarılabileceği hakkını da kapsadığını" iddia etmiştir. [460]

Ancak, söz konusu anlaşmada yer alan anlaşmanın ilgili tarafların üçüncü ülkelerle olan ilişlilerine zarar vermeyi amaçlamadığı; iki ülkenin barışı tehdit eden davranışlardan kaçınmalarını öngördüğü hükmüne karşın; Yunanistan'ın Ege Denizi'nde ulusal karasuları sınırını 12 mile genişletmesinin, Yunanistan'ın bir egemenlik hakkı olduğu ve bunun Türkiye'ye yönelik bir saldırı sayılamayacağı, Türkiye'nin buna itiraz etmeye hakkı bulunmadığı iddia edilmiştir.

Muhalefet ise, Ege'deki Yunan egemenlik haklarının sadece Türkiye tarafından değil aynı zamanda ABD tarafından da ihlal edilmekte olduğunu ileri ve bu durumun Yunan egemenlik haklarını şüpheli kıldığı görüşünü dile getirmiş; Türkiye'nin 12 millik uygulamayı savaş nedeni olarak kabul ettiğini açıklamış olması karşısında imzalanan anlaşmanın nasıl işleyeceği sorulmuştur. [461]

Türkiye'nin, Yunanistan ve ABD arasında imzalanan anlaşmaya göstermiş olduğu tepki, Yunanistan'ın, Ege Denizi'ndeki ulusal karasuları sınırını 12 mile genişletme isteğini, ABD'nin toprak bütünlüğü garantisi vermesi durumunda yeniden gündeme getirebileceği ve bu yönde bir karar alabileceği olasılığı üzerinde yoğunlaşmış ve Türk liderler; yaptıkları açıklamalarda, Türkiye'nin Ege Denizi'ndeki Yunan ulusal karasuları sınırını 6 mil olarak kabul ettiğini, dolayısıyla, hava sahasının da 6 mil olduğu görüşünü dile getirmiş, savaş nedeni iddialarını tekrarlamışlardır.

Bu durum iki ülke arasındaki yakınlaşma ve diyalog çabalarını bozmuş ve gerginliği artmıştır. Mitsotakis, yapmış olduğu açıklamada Türkiye'yi kışkırtıcı bir politika izlemekle suçlamış;

"Türk hükümetinin son zamanlarda soğukkanlılığını kaybetmesinden ve düşüncesiz tepki göstermesinden üzüntü  duyuyoruz. Yunan hava sahasının toplu bir şekilde bir kaç kez ihlal edilmesi, bunun sanki planlı yapıldığı izlenimini verdi.Türkiye, son zamanlarda iç politikasında sorunlarla karşılaşıyor. Uluslararası ilişkileri, rahatsız ediciyse bunun nedenlerini izlediği hatalı politikada aramalıdır. Ülkemiz diyalog istiyor. Komşumuz Türkiye'nin Batıya açılmasına karşı çıkmadık ve çıkmıyoruz. Tam aksine bunu olumlu karşılıyor ve destekliyoruz.

Ancak, Türkiye'nin bugünkü dünyada Kıbrıs gibi yabancı bir ülkenin topraklarının bir bölümünü yabancı bir ordunun işgal etmeye devam edemeyeceğini bilmesi gerekir. diyalogun sürdürülebilmesi için Türkiye'nin sorumlu bir politika izlemesini temenni ve ümit ederim" demiştir. [462]

Türkiye ve Yunanistan arasında başlatılmaya çalışılan diyalog, Körfez bunalımı dolayısıyla ortaya çıkan gelişmelere bağlı olarak bir sonuç vermemiştir. 1990 Temmuz sonlarından itibaren Irak ve Kuveyt arasında ortaya çıkan gerginliğin uluslararası dikkatleri üzerine çekmesi, Irak'ın Kuveyt'i işgal ve ilhak etmesi, ardından, Türkiye'nin bölgedeki stratejik önemini tekrar gündeme getirmiştir. Türkiye'nin Batı/Avrupa ve ABD çıkarlarının korunması bakımından bölgede stratejik öneme sahip olması, Türk-Yunan diyalogunun gündemde olduğu bir sırada, Yunanistan'da Mitsotakis hükümetinin seçeneklerini kısıtlamıştır. Bir yandan iki ülke arasında bir diyalog ortamı söz konusu iken bu diyalogdan kaçınan taraf olmama durumu; diğer yandan da diyalogda inisiyatifi Türkiye'ye kaptırma endişesi, Mitsotakis hükümetine zor anlar yaşatmıştır.

ABD ve Yunanistan arasında Savunma ve İşbirliği Anlaşması'nın uzatılmasının üzerinden kısa bir süre geçmiş olmasına rağmen Yunanistan, Ege Denizi'ndeki askeri/siyasi güç dengesinin yeniden Türkiye lehine bozulmasından endişe duymuştur. Irak'a uygulanacak ambargo kararıyla olduğu kadar askeri müdahalenin bir olasılık olarak gündeme gelmesiyle de Türkiye'ye yapılacak ekonomik ve askeri yardımın artırılması konusu, Ege Denizi'nde Türk-Yunan güç dengesini bozacağı gerekçesiyle Yunanistan'ın tepkisini çekmiştir. [463]

Türkiye'nin uluslararası gündemde stratejik konumu nedeniyle büyük bir önem kazanmasının ardından Yunanistan'da Mitsotakis hükümeti, Türkiye'ye karşı izleyeceği politikada daha duyarlı davranmak zorunda kalmıştır. Türkiye'nin uluslararası önemini bir pazarlık unsuru olarak değerlendirip bunu Türk-Yunan uyuşmazlıklarının çözümünde bir baskı arayışına dönüştürebileceği kaygısı, Mitsotakis hükümetini Türkiye ile ilişkilerinde daha katı bir çizgiye itmiştir. Özellikle AET'e tam üyelik ve Türkiye'ye yapılan askeri ve ekonomik yardım konusunda bu durum daha  belirgin olarak ortaya çıkmıştır. [464]

Bütün bunların yanı sıra; Körfez bunalımı sırasında Türkiye'de özellikle T. Özal'ın kişisel etkinliği çerçevesinde yürütülen dış politika, bazı açılardan Yunanistan'da kaygı ile karşılanmıştır. Özellikle ulusal egemenlik hakları ve toprak bütünlüğü konusunda duyarlı davranan ve Türkiye'nin tehditi altında olduğu inancını taşıyan Yunanistan'da T. Özal'ın; Ortadoğu'da sınırların değişeceği ve Türkiye'nin aktif bir dış politika izleyerek bölgede denge ve lider rolünü üstleneceği yolunda yapmış olduğu açıklamalar, Türkiye'nin, giderek daha fazla yayılmacı bir çizgiye oturduğunun işareti olarak görülmüştür. Nitekim, bu sırada Batı Trakya Türk/Müslüman azınlığın Yunanistan'da baskı altında tutulduğu konusunda tartışmaların gündemde olması ve Türkiye'nin Yunanistan'a bu konuda suçlamalar yöneltmekte oluşu, bu konudaki kanıları pekiştirmiştir. [465]

Bu bağlamda, Türk-Yunan uyuşmazlığının her iki ülkede de iktidarlar için olduğu kadar muhalefet, basın, ordu, baskı grupları, kamuoyu için çözümlenmesi gereken bir sorun olmakla birlikte, adeta herkesin çıkarları için yararlanabileceği bir konu olmak eğilimindedir. İster zayıf ister güçlü sivil hükümetler açısından isterse cunta dönemlerinde olsun, Türk-Yunan ilişkileri konusunda ulusal kamuoylarının gösterdikleri duyarlılık, karar alıcılar için birbirinden farklı gerekçelere dayansa da amaçlarını gerçekleştirmede yararlandıkları önemli bir araç olmuştur.

Hükümet; iktidarının devamını sağlayabilmek ve seçmen desteğini koruyabilmek için Türk-Yunan uyuşmazlığında izlediği politikanın kendi ulusal çıkarlarını ne denli iyi koruduğunu göstermeye çalışırken karşı tarafı suçlamış; uzlaşmaz, tehdit kaynağı olarak göstermeye çalışmış; muhalefet partileri, iktidara gelebilmek için hükümetin Türk-Yunan ilişkilerinde ne denli başarısız olduğunu, bu arada da, karşı ülkenin ulusal çıkarlar, egemenlik hakları, toprak bütünlüğü açısından büyük bir tehdit kaynağı olduğunu göstermeye çalışmış; silahlı kuvvetler; iki ülke arasındaki bir savaş olasılığını gündemde tutarak ekonomide giderek daha fazla yük olmaya başlayan savunma harcamalarında kısıntıya gidilmesini önlemeye çalışmakta; basın, sansasyon ve tiraj kaygısıyla iki ülke arasındaki ilişkiler konusunda duyarlı olan kamuoyunun ilgisini pompalamakta. Dolayısıyla, iki ülke arasındaki uyuşmazlık, her iki ülkede de sorunlar karşısında kamuoyunu yatıştırıcı, birleştirici bir unsur olarak görülmektedir. Bu arada; gerginliğin sürdürülmesinin bedelinin nelere mal olduğunu gören ve uyuşmazlıkların bir an önce çözümlenmesi konusunda ısrarlı davranan kişiler her iki ülkede de var olmakla birlikte, bunların karar alma mekanizması üzerindeki etkinlikleri ne yazık ki, sınırlıdır. 
  
 


460- A. A. 22 Temmuz 1990. 
461-  Bkz; dönemin basını; özellikle tatbikatlara katılan uçakların Yunanistan'ın iddia etmiş olduğu 10 millik hava sahasını tanımayarak 6 ile 10 mil arasındaki bölgede uçmaları Yunanistan'ın protestolarına neden olmuş; Yunanistan, NATO çerçevesinde bölgede düzenlenecek tatbikatları boykot etme yoluna gitmiştir. 
462- Yunanistan'ın Sesi Radyosu, 19 Temmuz 1990. 
463-  Çok uluslu gücün Kuveyt'i işgal altında tutan Irak'a karşı bir askeri müdahalede bulunacağı olasılığı arttığında, Yunanistan da Limni savaş gemisini çok uluslu güç eşliğinde Körfeze gönderme kararı almıştır. Ancak; Ege Denizi'nde ortaya çıkan savunma boşluğu ileri sürülerek, Mitsotakis Hükümeti, Papandreu tarafından eleştirilmiştir. Bkz; Yunanistan'ın Sesi Radyosu, 20 Ağustos1990. Ayrıca, Papandreu, yaptığı açıklamada, "Yunanistan'ın askeri açıdan bu meseleye katılmamasının gerektiği tezini savunuyoruz. Yunanistan'ın Körfeze gitmesi için Ege'deki savunmasını zayıflatmasına gerek yok. Özellikle Ege Bölgesindeki toprak bütünlüğümüzün korunacağına dair teminat verilmemişken, uluslararası güce katılmamız doğru değil. Komşu Türkiye, bir şey vermeden ve oyuna katılmadan 'aferinleri' topluyor. Bizler ise, her zaman vermeye ve kaybetmeye hazırız," demiştir. Rizospatris, 21 Ağustos 1990. 
464-  Yunan Dışişleri Bakanı A. Samaras, yapmış olduğu bir açıklamada, Yunanistan'ın, Türkiye'ye AET çerçevesinde verilecek olan ekonomik yardımı denetleme olanağına sahip olduğunu ve Ege'de askeri güç dengesini Yunanistan aleyhine bozacak şekilde bir yardımın Türkiye'ye yapılamayacağını belirtmiştir. Bu konuda bkz; A.A.  17 Eylül 1990,; A.A. 23 Eylül 1990. 
465-  Bu konuda bkz; Mihalis Moronis, "Ortadoğu'nun Yeni Haritası ve Türkiye," Eleftherotipia, 24 Eylül 1990.

İÇ VE DIŞ POLİTİKA KAYGILARININ ETKİSİ
1980 Sonrası Dönem


Karamanlis ve Rallis hükümetleri gibi, PASOK'un da Türkiye'yi Yunanistan'ın egemenlik hakları ve toprak bütünlüğü açısından potansiyel bir tehlike ve tehdit kaynağı olarak gördüğü söylenebilir. Bununla birlikte, PASOK hükümetleri, kendinden önceki muhafazakar hükümetlerden uygulanacak dış politika ilke ve yöntemleri açısından farklı olduğu iddiasını taşımıştır. Gerçekten de, 1974-1981 sürecinde Yunan kamuoyunun ulusçu yaklaşımlarını, beklentilerini dile getiren radikal politikalar izlenmesi gereği üzerinde durulmuş, özellikle Türkiye ile ilişkiler açısından muhafazakar hükümetlerin Türkiye ile ikili görüşmelerde bulunmaları, Yunanistan'ın egemenlik hakları ve toprak bütünlüğünün pazarlık konusu yapıldığı suçlamalarına neden olmuş ve eleştirilmiştir. Bu durum, Yunanistan'da diğer etkenlerle birlikte, PASOK'un seçimlerde oy oranının artmasına katkıda bulunmuş, ABD ve NATO'nun Türkiye'yi stratejik konumu nedeniyle Yunanistan'a karşı eylemlerinde tercih ettiği, desteklediği kanısı ile birlikte, bunlara karşı duyulan tepki, belirgin oranda Türk karşıtlığını da içermiştir.

Ancak seçimler sırasında dile getirilen Batı karşıtı, en azından Batıya fazla bağlı olmayan, çok yönlü, kişilikli bir dış politika izleneceği ve ekonomik kalkınmaya ağırlık verileceği görüşünün tam olarak gerçekleştirilmesi sırasında Türkiye ile olan ilişkilerin belirleyici rol oynadığı görülmüş ve seçimler sırasında dile getirilen ideolojik yaklaşımlar, yerini daha gerçekçi politikalara bırakmıştır. 1981-1987 arası dönem bu bakımdan Türkiye ile olan ilişkilerin Yunan iç ve dış politikasında sürekli vurgulandığı bir dönem olmuştur.

Türkiye ve Yunanistan arasındaki sorunlar, PASOK hükümetinin ilk dönemlerinde PASOK'un genel dış politikası çerçevesinde değerlendirilmiş ve bu durum iç politikada kamuoyunun ulusçu duygularını okşadığı ve beklentilerine uygun düştüğü için uzun süre sürdürülmüştür. Türkiye'nin iki ülke arasındaki sorunlara ilişkin hemen her açıklaması, bu dönemde Papandreu'nun katı pragmatik yaklaşımı ile değerlendirilmiştir. "Türk tehditi" iddiaları, Türkiye'nin Yunanistan'a karşı saldırgan ve yayılmacı emeller beslediği iddiaları, Yunan kamuoyu önünde sıklıkla vurgulanmış, Türkiye ve Yunanistan arasında, Yunan egemenlik haklarını ilgilendiren hiç bir konuda görüşmelerin yapılamayacağı dile getirilirken iki ülke arasında uyuşmazlık yaratan konuların görüşmeler yoluyla değil, ancak Uluslararası Adalet Divanı'na gidilerek çözümlenebileceği iddia edilmiştir.

Papandreu'nun bu yaklaşımı, iki ülke arasındaki sorunların çözümlenmesini güçleştirmekle kalmamış, aynı zamanda güvensizlikleri daha da artırmıştır. 1983 yılına kadar Türkiye'de askeri yönetimin iktidarı elinde tutmakta oluşu ve bunun Türk dış politikası üzerindeki olumsuz etkilerinden yararlanarak Papandreu liderliğindeki PASOK hükümeti, Türkiye'ye baskı uygulamaya çalışmıştır. Özellikle, Yunanistan'ın NATO askeri kanadına dönüşünde olduğu gibi, ABD ve NATO üyesi ülkelerin Türkiye üzerinde uygulayacakları baskı ve telkinlerin iki ülke arasındaki uyuşmazlıkların Yunanistan'ın istediği şekilde çözümlenmesine yarayacağı düşünülmüştür.

Oysa beklenenin tam tersi olmuştur; PASOK'un izlemeye çalıştığı pragmatik yöntemler, Türkiye'de Yunanistan'ın gerginliği artırmak isteyen taraf olduğu kanısını  pekiştirmiş, uyuşmazlığın sürmesinden kişisel olarak Papandreu'nun sorumlu olduğu görülmeye başlanmıştır.

1981-1987 arası dönede PASOK hükümetinin izlemiş olduğu dış politikanın sonucu olarak, Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkiler 1984 ve 1987 yılında olmak üzere iki kez ciddi olarak savaşın eşiğine kadar gelmiştir. Gerek 1984 yılındaki Yunan savaş gemisine ateş açıldığı suçlaması sırasında, gerekse 1987 yılındaki kıta sahanlığı bunalımı sırasında, iki ülke arasındaki gerginlik, ittifak üyesi ülkelerin yoğun çabaları sonucunda giderilebilmiştir. Bu iki olayda da Papandreu liderliğindeki PASOK hükümetinin tutarsız ve çelişkili bir politika izleyerek Yunanistan'ı istenmeyen bir savaşa sürükleyebileceği suçlamaları yapılmış ve PASOK hükümeti, muhalefet partileri tarafından sorumsuzlukla suçlanmıştır.

Her iki olayda da hükümet, olayları bütün yönleriyle değerlendirmek ve kararını elde ettiği bilgiler altında saptamak yerine, kamuoyunda ani dalgalanmalara neden olan duygusal davranışlar sergilemiştir. Bu durum, PASOK hükümetinin ve kişisel olarak da Papandreu'nun inandırıcılığını sarsmıştır.

PASOK ve kişisel olarak da, Papandreu'nun inandırıcılığının giderek azalmasına yol açan bir nokta olarak Yunanistan'ın sürekli olarak Türkiye tarafından tehdit edilmekte olduğunu, ulusal egemenliği ve toprak bütünlüğünün Türkiye'nin tehditi altında olduğunu iddia etmesine karşın Türkiye sıklıkla, Yunanistan da dahil olmak üzere, hiç bir komşusundan herhangi bir toprak isteminde bulunmadığını açıklamış olmasıdır. Dolaysıyla, tehdit kaynağı olarak gösterilen Türkiye'nin ısrarla iki ülke arasında diyalog kurulmasından söz etmesi ve Yunanistan'dan herhangi bir toprak isteminde bulunmadığını açıklamış olması, PASOK hükümetine yönelik eleştirilerin artmasına neden olurken Türkiye ile ciddi olarak diyaloga gidilmesi gerektiğini vurgulanmıştır.

1981 yılında iktidara geçen Papandreu liderliğindeki PASOK'un uygulamaya çalıştığı dış politikada Türkiye ögesine geniş yer vermesinde Yunan Silahlı Kuvvetleri'nin bu konudaki duyarlılığının da etkin olduğu söylenebilir.

1974 Kıbrıs olayları sırasında Türkiye'nin askeri müdahalede bulunmasını önleyecek girişimleri yapamamış olmanın verdiği duygusallıkla Yunan Ordusu, sürekli bir tehdit kaynağı olarak gördüğü Türkiye karşısında hem moral hem de donanım bakımından hazırlıklı olmak istemekte ve bu nedenle siyasi iktidarın savunma gereksinimlerini dikkate almasını istemektedir. PASOK hükümeti ve ordu arasındaki ilişkiler büyük ölçüde bu çerçeve içerisinde yapılanmıştır. PASOK'un ülkedeki ABD askeri üslerini kapatma eğiliminde olması, NATO'ya üyeliğe tepki göstermesi, askeri liderlerin PASOK hükümetine bakışlarında kuşku yaratmıştır. Türkiye ile olan ilişkilerin iki ülke arasında bir savaş riskinin her zaman göz önünde bulundurulmasını gerektirmesi ve Türkiye ile Yunanistan arasındaki askeri güç dengesinin sağlanması için gereken askeri yardım ve modernizasyon, ulusal savunma sanayinin kurulması zorunluluğu, ordu-siyasi iktidar arasındaki güven ve işbirliğini duyarlı hale getirmiştir.

Bu bağlamda, ordu-siyasi iktidar arasındaki güven ve dayanışma bakımından Türkiye ile olan ilişkilerdeki gerginlik, birleştirici rol oynamıştır. Örneğin, Papandreu, Türkiye ile ilişkilerin gerginleştiği sıralarda, adalara ziyaret düzenlemiş, ulusal günlerde ordu mensuplarına ulusçu duyguları ayakta tutan ve moral veren konuşmalar yapmıştır.

Yunanistan'ın Türkiye'den kaynaklanan güvenlik kaygıları taşıdığı ve bu kaygıların azaltılması için de iki ülke arasındaki güç dengesinin sağlanması gerektiğini vurgulayan Papandreu; "Silahlı Kuvvetler Günü nedeniyle yayınladığı mesajda 'zor zamanda yaşıyoruz. Aleyhimize isteklerde bulunuluyor ve Helenizmin bir parçası yabancı işgal kuvvetleri altında inliyor," demiştir. [448]

Bir süre sonra ise, "Yunanistan Başbakanı A. Papandreu, Agripnos Fruros tatbikatının son safhasını  izledikten sonra verdiği demeçte, 'Kıbrıs'da yabancı askerlerin işgali 9 yıldır sürüyor. Moratoryum sağlamakta başarılı olunmasına ve Türkiye ile bu mütarekemize rağmen sınırlarımız ve egemenliğimizle ilgili temel sorunlarımız devam ediyor. Türkiye'nin yayılmacılık eğilimi nedeniyle tehlike ile karşı karşıya bulunuyoruz," demiştir. [449]

PASOK'un iktidara gelişinin ikinci yıl kutlamaları sırasında yaptığı konuşmada da Papandreu; "... ilk işimiz Silahlı Kuvvetlerimizin gücünü artırmak ve ülkenin güvenlik ihtiyaçlarının gerektirdiği şekilde doğru olarak yerleştirmektir. Türklerle Yunanlılar yıllarca huzur içinde yaşamışlardır. Bugün de aynı şeyi yapabileceklerdir, demiştir." [450]

"Larissa'da 600 subaya hitaben yaptığı konuşmada Papandreou, 'Yunanistan'ın kara bölümüyle adalarının savunmasından sadece ve sadece Yunan Silahlı Kuvvetleri'nin sorumlu olduğunu'...  Limni Adası'nın dahil edilmemesi halinde, NATO tatbikatları yapılmasının anlaşılır bir şey olmadığını belirten Papandreou, Yunanistan'ın bir bölümünün savunmasının ve buna benzer haklarının Türkiye'ye verilmesinin, Yunanistan'ın temel egemenlik haklarının hiçe sayılması anlamına geleceğini," vurgulamıştır. [451]

Türkiye'nin tehditleri karşısında, ülkesinin modern silahlara gereksinim duyduğunu açıklayan Papandreu, silahlı kuvvetlere modern silahlar sağlamanın Yunan devletinin görevi olduğunu ve bu görevin yerine getirileceğini belirtmiştir. Selanik'te yapmış olduğu konuşma sırasında da Papandreu, "... Yunan Silahlı Kuvvetleri'nin dikkatinin kuzeye değil, tehlike ve tehditin geldiği doğuya -Türkiye'ye- yönelik olduğunu" söylemiş; "bağımsızlık ve toprak bütünlüğü olmadan barış olmaz," demiştir. [452]  Yaptığı bir başka açıklamada ise Papandreu, "Ege'de mevcut tehditler, Kıbrıs sorunu ve aynı zamanda müttefiklerimizin Türk taleplerine set çekmeye niyetli görünmemesi hükümetimizi, Silahlı Kuvvetlerini barışı kabul ettirmeye muktedir hale getirmek mecburiyetinde bırakmaktadır," demiştir.[453]

1984 yılı sonlarına doğru, Yunanistan'da, Silahlı Kuvvetlerde hem üst düzey kadro değişikliğine gidileceği  hem de doktriner bazı değişiklikler yapılacağı haberleri gündeme gelmiş ve hazırlanan Yeni Savunma Doktrini çerçevesinde Yunanistan'ın, "tehlike kuzeyden var" dogmasına dayalı olan savunma sistemlerini "Yunanistan'ın doğudan tehdit edilmekte olduğu" dogmasına göre düzenleyeceği belirtilmiştir. [454]

Yunanistan'ın uygulamakta olduğu savunma politikasının; NATO planları çerçevesinde, Varşova Paktı'ndan gelebilecek bir saldırıya göre düzenlenmiş olmasına karşın uygulamada, Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkilerin bir savaş riskini taşıması dikkate alınarak 1974 yılından beri, zaten Yunanistan'daki hükümetler, ulusal silahlı kuvvetleri bir Türk-Yunan savaşı olasılığına göre yeniden konuşlandırmışlardır. Dolayısıyla, 1985 yılı başlarından itibaren yürürlüğe konulması kararlaştırılan Yeni Savunma Doktrini'nin askeri bir değişiklik getirmekten çok siyasi nitelikte bir karar olduğu düşünülmüştür.

Gerçekten de, Papandreu liderliğindeki PASOK hükümetinin bu yöndeki çabalarını açıklaması ile birlikte, gerek basın ve muhalefet partileri gerekse diplomatik/askeri çevreler, 1974'den beri Yunan Silahlı Kuvvetleri'nin aşamalı olarak Türkiye ile bir savaş olasılığına göre konuşlandırıldığını belirtmiş; uygulanmak istenen planları daha çok siyasi nitelikte olarak görmüşlerdir. Bir çok gözlemci, Papandreu'nun,  Yunan dış politikasının öncelikleri arasında gördüğü Kıbrıs sorununa BM Genel Sekreteri'nin gözlemciliği altında, görüşmeler yoluyla çözüm bulunması çabalarının önemli ilerlemeler kaydettiği ve Yunan iç politikasında da yakın tarihli bir seçimin gündemde olduğu sırada, PASOK hükümetinin Türkiye'yi hedef aldığını açıklamaktan çekinmediği bir askeri doktrin değişikliğini gündeme getirmesini kuşku ile karşılamıştır.

Basındaki haberlerde, olayın içsel boyutlarına da değinilmiştir. "Papandreu tarafından açıklanan Yunan Silahlı Kuvvetleri'nin yeniden konumlandırılması çoktan gerçekleştiği için, bu yeni doktrin aslında fazla bir şey değiştirmeyecek; Ada'nın bölünmesiyle sonuçlanan 1974 yılındaki Kıbrıs buhranından bu yana tüm Yunan birliklerinin yarısından fazlası gerçekten de ezeli düşman ve NATO ortağı Türkiye'yi göz önüne alarak konumlandırılmıştı. Papandreu'nun şimdi, diğer NATO ortakları için de dezavantajlı olacak şekilde Türkiye aleyhtarı telden çalması ve ulusçu hislere hitap etmesi iç politik durumla ilgili; 1985'te ülkede genel seçimler yapılıyor. NATO'dan ayrılmak, Ortak Pazar içinde özel statü elde etmek, ülkedeki ABD üslerini kapatmak gibi pek çok şey vaadeden ancak bu sözlerinin çok azını tutan sosyalist Papandreou, Türk tehlikesini abartmakta, dikkatleri başka alanlara kaydırmak için yeni düşman tabloları yaratmakta, halkına kendisi olmaksızın Yunanistan'ın düşmanlarının eline geçeceğini telkin etmektedir." [455]

Yeni Savunma Doktrini tartışmaları yaşanırken, Yunan Silahlı Kuvvetleri'nde üst düzey 28 subayın emekliye ayrılması ve Papandreu'yu destekledikleri öne sürülen kıdemli bazı askerlerin rütbelerinin yükseltilmesi eleştirilere yol açmıştır.

1985 yılı ortalarında yapılan seçimlerde oy kaybına uğramasına karşın PASOK'un parlamento çoğunluğunu sağlayarak hükümeti kurmasıyla başlayan yeni süreç içerisinde, PASOK'un Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkilerin nasıl bir yönelim izleyeceği merak konusu olmuştur.

PASOK hükümetinin bu döneminde daha önce uygulanmaya çalışılan ideolojik yaklaşımlardan pragmatik yaklaşıma doğru bir kayışın olduğu söylenebilir. Özellikle ABD, NATO, AET ile olan ilişkiler çerçevesinde Yunanistan'ın Türkiye ile ilişkilerindeki katı tutumdan vazgeçerek diyaloga ortam hazırlamasını gerektirmiştir. Uluslararası sistem çerçevesinde Türk-Yunan uyuşmazlığının giderilebilmesi için iki ülke arasında bir diyalog ortamının yaratılması gereğinin giderek daha fazla dile getirilmesi, Türkiye'nin uzun süreden beri Yunanistan'la karşılıklı bir diyalog arayışı içerisinde olması, Papandreu liderliğindeki PASOK'u güç durumda bırakmıştır. Üstelik Yunan iç politikasında da iki ülke arasındaki ilişkilerde bir diyalogun gereğinden söz edilmeye başlanmış; Türkiye ile diyalogdan kaçınan taraf olmamak için, Papandreu üzerinde eleştiriler yoğunlaşmıştır. Diğer yandan, Papandreu'nun Türkiye ile bir diyalog ortamı yaratabilmesi için daha önce izlemiş olduğu politikalarda geri adım sayılabilecek bir değişikliğe gitmesi gerekmiş; bu durumun Yunan iç politikasında PASOK'un inandırıcılığını zayıflatacağı düşünülmüştür. Sürekli ve aşikar Türk tehditinden söz ederek Yunanistan'ın ulusal egemenlik haklarını ve toprak bütünlüğünü ilgilendiren hiç bir konuda Türkiye ile görüşme masasına oturmayacağını açıklayan ve iki ülke arasında bir diyalog sürecinin başlatılması için de her şeyden önce, Türkiye'nin Kıbrıs'taki askerlerini geri çekmesi gerektiğini ve Yunanistan'ın Ege Denizi'ndeki hükümranlık haklarını tanıması gerektiği şartını ileri süren PASOK hükümeti, bir anda Türkiye ile bir diyalog içine girme durumuyla karşılaştığında bir ikilem yaşamıştır.

1987 yılında iki ülke arasında Ege Denizi kıta sahanlığı konusunda çıkan bunalım sonrasında ABD, NATO ve AET çerçevesinde yürütülen arabuluculuk çabaları iki ülke arasında bir diyalog kurulmasının yollarını açmıştır. Dolayısıyla, 1987 Mart bunalımı, iki ülke liderleri arasında başlatılacak olan DAVOS zirve görüşmelerinde ulusal kamuoylarının göstereceği tepkileri yumuşatma olanağı vermiş; iki  ülke arasında barış ve diyalogun kurulması konusunda ılımlı bir hava esmeye başlamıştır.

Bir başka açıdan, Türkiye ve Yunanistan arasında yaşanan 1987 bunalımı, Yunanistan'da PASOK hükümetinin dış politikasında stratejik değişikliklerin ulusal kamuoyuna daha kolaylıkla kabul ettirilebilmesine olanak sağlamıştır. Gerek Türkiye ile bir diyalogun başlatılmasına ortam hazırlaması, gerekse ABD ile olan ilişkilerin yeni bir temele oturtularak Savunma ve Ekonomik İşbirliği Antlaşması'nın imzalanmasını ve bu çerçevede; Yunanistan'daki ABD üslerinin kaldırılması isteklerini geçici olarak gündemden kaldırılmasını ulusal kamuoyuna daha kolaylıkla kabul ettirmek mümkün olmuştur.

Bununla birlikte, 1987 bunalımı, Yunan iç politikasında iktidar ile muhalefet partileri arasında suçlamaları kızıştırmıştır. YDP lideri Mitsotakis, Papandreu'yu Türkiye'ye ödün vermekle suçlamış; "Papandreu, söz konusu sondajları yasaklamakla, Türkiye'nin yayılmacılık siyasetini cesaretlendirmiştir," demiştir. [456]

Buna karşılık; Hükümet Sözcüsü Y. Rombatis; Mitsotakis'e sert bir yanıt vermiş;

"... Mitsotakis, Hükümetin son hareketiyle, Yunanistan'ın ulusal egemenlik haklarını koruduğunu ve bölgede bir savaşı ortadan kaldırdığını çok iyi bilmektedir. Ancak bütün bunlara rağmen, başka karar merkezlerinin iddialarını benimsemekte ve Hükümeti ödün vermekle suçlamaktadır. Sayın Mitsotakis, Dışişleri Bakanlığı'nı da yalancılıkla suçlamaktadır... Mitsotakis'in sözleri, kendisinin yalan söylediğini, kendisinin gerginlik yaratmak isteyen olduğunu ve bu son gerilimde çıkarları zedelenen yabancı merkezlerin yararına çalıştığını göstermektedir... Bern Tutanağı uyarınca, biz karasularımız dışında petrol aramaya kalkıştığımızda, karşı taraf her zaman tepki göstermiştir. Biz burada Bern Tutanağı'nın başka bir dönemde ve görüşmelerin yapıldığı bir anda başka koşullarda imzalandığını savunarak, bunun geçersiz olduğu şeklindeki görüşlerimizi bir kez daha tekrarlıyoruz... Muhalefetin ulusal sorunlarımızı bu kadar sorumsuzlukla karşılaması ülkemiz için gerçekten çok tehlikelidir."  [457]

Diğer yandan; uluslararası basında yer alan yazılarda Papandreu'nun izlediği yaklaşımdaki asıl amacın iç politikaya yönelik olduğu dile getirilmiştir.

"... Papandreou ne yapmak istiyordu?.. (Papandreou) etkin Yunan göçmen toplumu içinde ve solcularla beraber Türkiye aleyhtarı hisleri körüklemektedir. Partisinin belediye seçimlerinde uğradığı büyük yenilgiden sonra, dikkatleri, baş aşağı giden Yunan ekonomisinden ve en son olarak ortaya attığı Ortodoks Kilisesi arazilerinin istimlak edilmesi şeklindeki çirkin planından uzaklaştırmaya ihtiyacı vardır. ABD'de Türkiye'ye yapılan güvenlik yardımı oranının görüşüldüğü ve Türkiye'nin Avrupa Ekonomik Topluluğu'na üyelik imkanlarının resmen araştırıldığı bu aşamada 'Türk tehditi'nden bahsetmek çok işine gelmektedir."  [458]

DAVOS süreci çerçevesinde; Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkilerde başlayan yakınlaşma, Yunan iç politikasında PASOK hükümetine yönelik eleştirilere hız kazandırmıştır. Kısa bir süre öncesine kadar Türkiye ile diyalogu vatan hainliğiyle eş tutan Papandreu'nun böylesi bir ani dönüşle Türkiye ile diyalog sürecine girmesi, hükümete karşı kuşku doğurmuştur.

"... Başbakan Papandreou, uzun süren soğuk savaştan sonra, yeni Türkiye felsefesini ve barışçı rolünü, seçim kampanyası malzemesi yapabileceğine inanmıştı. Daha önceki konuşmalarında ve seçim kampanyalarında, Türkiye'ye karşı güvensizlik ve Türk saldırı korkusu tohumları ekmekle, şimdi uyguladığı yumuşama politikasına halkın gösterdiği reaksiyonu yanlış değerlendirmiş olduğu anlaşılıyor. Kamuoyu araştırmaları, Papandreou ve partisinin Davos'tan bu yana itibarını yitirdiğini gösteriyor. Türk-Yunan diyaloguna karşı çıkan aşırılar, halen Atina sokaklarında bildiri dağıtıyorlar. Bu bildirilerde, 'Faşist Özal'ın Yunan topraklarına ayak basmaması' isteniyor... Bu terör eylemlerinin ardında yalnızca küçük bir azınlık bulunuyor. Ama Yunanlıların yüzde 30'u Özal'ın beklenen ziyaretini bir provokasyon olarak görüyor. Papandreu'nun partisi içinde dahi bazı kişiler, 'Davos ruhuna' karşı çıkma cesaretini gösterebiliyorlar. PASOK Partisi'ne mensup milletvekilleri, Türkiye aleyhtarı gösterilere katılıyorlar. Yunanistan'ın Kıbrıs'daki Büyükelçisi, hükümet politikasını açıkça eleştirdi... Muhalefet de şimdi, Doğudaki komşuya duyulan yaygın güvensizlikten yararlanmaya çalışıyor. Moskova yanlısı komünistlerden, muhafazakar Yeni Demokrasi Partisi'ne kadar tüm partiler, gerginliğin giderilmesine karşı olanları kazanmaya çalışıyor. Davos öncesi ön şartsız olarak görüşmelerden yana çıkan muhafazakarlar, Türkiye ile diyalogda Kıbrıs ve kıta sahanlığı gibi anlaşmazlık konularının ele alınmasını talep ediyorlar....Yunan basını da milliyetçi karakterli Helenlerin beklentilerini abartmakla geri kalanının tamamlıyor... Halkın aşırı beklentilerini dikkate alan Papandreou, güç bir denge kurmak zorunda. Suçlamalar, teskin etmeler ve uyarılarla Helenleri yola getirmeye çalışıyor. Yeni politikasını demokratik kurumlarda sistemli bir biçimde önceden hazırlayamamış olmasının acısını çekiyor. Papandreou, eski politikası ile yeni politikası arasındaki derin uçurumu hala giderebilmiş değil. Geçmiş yıllarda yanlış politika izlediğini itiraf etmiş olmamak için, Türkiye ile Yunanistan'ın barış içinde yan yana yaşamaları yolunda etkili olmada ağırlığını her tür türlü rizikosu ile terazinin kefesine koymaktan çekiniyor. Atina'daki kötümserler, Papandreu'nun arkada bir açık kapı bırakması nedeniyle, sonunda eskiye dönme mecburiyetinde kalacağını ihtimal dışı bırakmıyorlar."[459]

Diğer yandan, Özal'ın Atina'ya yapacağı ziyaret sırasında yapılacak görüşmelerin iki ülke arasındaki sorunlara somut çözümler getirmesinin henüz beklenmemesi gerektiği; yapılacak görüşmelerin iki ülke arasındaki diyalog sürecini güçlendirmek ve karşılıklı güvensizliği azaltmak amacına yönelik olduğu ileri sürülmüştür. Gerçekten de Özal, Atina'ya gelmeden önce yapmış olduğu açıklamada bu noktaya dikkatleri çekmiş; Yunanistan'ın bir seçim dönemi içerisine girecek olmasının Papandreu hükümetinin hareket alanını kısıtlayacağını belirtmiştir.

Basın ve kamuoyunun yanı sıra, muhalefet partilerinin yaklaşımları karşısında, Türkiye ve Yunanistan arasında DAVOS ile başlayan diyalog arayışları büyük ölçüde her iki ülke siyasi liderlerinin kişisel prestijlerine bağlı olarak yürütülmüştür. Özellikle Yunanistan açısından, ulusal kamuoyunun beklentilerinin aksine, Yunanistan'ın Türkiye ile bir diyalog süreci içerisine girmesi, hükümetin sert eleştirilerle uğraşmasına yol açmıştır. Ancak, iki ülke arasındaki ilişkilerin daha fazla sertleşmesini bir ölçüde önleyebilmiş olması ve diyalog arayışlarına gidilebileceğini göstermesi bakımından DAVOS'la başlayan süreç olumlu bir işlev görmüştür. 
  
 


448- Atina Radyosu, 14 Ağustos, 1983. Helenizm'den söz edilmesi, Enosis ve Megali İdea gibi yaklaşımların hala Yunan dış politikasının öncelikleri arasında olduğu kanısını uyandırmıştır. 
449- Kıbrıs Rum Basını, 22 Eylül 1983. 
450- AP, 18 Ekim 1983. 
451- Atina Radyosu, 2 Nisan 1984. 
452- Atina Haber Ajansı, 5 Mayıs 1984. 
453- Atina Radyosu, 7 Mayıs 1984. 
454-  Bu konuda bkz,; Atina Radyosu, 17 Aralık 1984, Kathimerini, 19 Aralık 1984; Apoyevmatini, 19 Aralık 1984; Rizospatris, 18 Aralık 1984; To Vima, 18 Aralık 1984; Eleftherotipia, 17 Aralık 1984. 
455- E. Antonaros, "Atina'nın Savunma Planları NATO Ortaklarını Yanıltıyor-Papandreou'nun Düşman Arayışı," Die Welt, 20 Aralık 1984; Eleftheros Tipos, 17 Aralık 1984; Apoyevmatini, 19 Aralık 1984. 
456- Bkz; BYE, 29-30 Temmuz 1987. 
457- Atina Radyosu, 30 mart 1987. 
458- Wall Street Jurnal, 31 Mart 1987. 
459- Anke Weig, Frankfurter Algemain Zeitung, 10 Haziran 1988.

İÇ VE DIŞ POLİTİKA KAYGILARININ ETKİSİ
1974 Sonrası Dönem


Yunan iç politikası açısından Türk-Yunan ilişkilerinde yaşanan gerginliğin ve karşılıklı güvensizliğin söz konusu edildiği bir başka dönem ise 1974 Kıbrıs  bunalımı ile ortaya çıkmıştır. Askeri cuntanın Türkiye'nin Kıbrıs'a askeri müdahalede bulunmasına yol açan darbe girişiminde bulunmasının ardından yaşanan olaylar Yunan iç politikasında köklü değişikliklere yol açmıştır. Türkiye'nin garantörlük sıfatına dayanarak bir dizi garantörler arası görüşmeden sonra Kıbrıs'taki Türk toplumunun hak ve statülerini korumak amacıyla askeri müdahalede bulunması dolaylı olarak Yunanistan'da askeri cuntanın iktidarı terk etmesine yol açarken Yunan ulusal dayanışmasının yeniden oluşturulması çabalarında sivil iktidarı ele alan yöneticilere büyük bir olanak sağlamıştır. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında bir Türk-Yunan savaşı olasılığının gündemde olması, Yunanistan'da askeri cuntanın iktidardan uzaklaşması ile hükümete gelen Karamanlis'e cuntadan sivil yönetime geçişin sarsıntısız olmasını, iç çatışmaları önleme olanağını vermiştir. Türkiye ile bir savaş olasılığı, sıklıkla vurgulanarak ulusal dayanışma korunmak istenmiştir.

Türkiye'nin Kıbrıs'a askeri müdahalesini izleyen günlerde Yunanistan'da iktidarın Karamanlis'in liderliğinde sivillerin eline geçmiş olmasına karşın, tam anlamıyla bir yönetimsel karmaşa yaşanmıştır. Sivil idarenin ordu üzerindeki denetiminin ne ölçüde sağlanabildiği konusunda derin kuşkular bulunmuştur. Diğer yandan, sivil iktidar, silahlı kuvvetler ve halk birbirine ne ölçüde güvenebileceğini uzun süre kestirememiştir. Bir yandan cunta dönemindeki baskı ve şiddetin ortaya çıkarmış olduğu ordu/cunta karşıtı duygular, diğer yandan cuntanın sebep olduğu Kıbrıs bunalımından doğabilecek olan bir Türk-Yunan savaşı riski, tüm Yunanistan'da şaşkınlık ve endişe dolu bir süreç ortaya çıkarmıştır.

Türkiye'nin Kıbrıs'a askeri müdahalesine olanak verdiği için suçlanan askeri cunta sonrasında iktidara gelen Karamanlis, böylesi bir ortam içerisinde, Yunanistan'da sivil yöneticiler, siyasi partiler, ordu ve halk arasındaki karşıtlıkları ortadan kaldırmak yönünde çaba gösterirken, Türkiye ve Yunanistan arasında bir savaş çıkabileceği olasılığını iç politikada sürekli gündemde tutmuştur.

Bu açıdan bakıldığında, Kıbrıs olayları ve Türkiye'nin askeri müdahalede bulunmasının, Yunanistan'da Karamanlis yönetimine cunta döneminde sarsılan ulusal dayanışmayı yeniden kurma olanağı tanıdığı söylenebilir. Gerçekten de, Türkiye'nin başlangıçtan beri iki aşamalı olarak düşündüğü Kıbrıs'a müdahalesinin ikinci aşamasının Karamanlis'in iktidara geçmesinden sonra, sivil liderlerle yürütülen diplomatik görüşmelerin başarısız kalması sonucunda gerçekleşmiş olması, bir Türk-Yunan savaşı riskinin daha fazla olduğu kanısını uyandırmış, Karamanlis'in bu olasılığı iç politikada gündemde tutarak dayanışmayı sağlamasına olanak vermiştir.

Türk-Yunan ilişkilerinin gerginliğini koruması ve barışçıl görüşmelere rağmen sorunlara her iki tarafı da memnun edecek bir çözümün bulunamaması, Yunan dış politikasında önemli değişikliklere yol açmıştır. Öncelikle, ABD ve NATO'nun Türk-Yunan uzlaşmazlığında Türkiye'ye karşı ılımlı davrandığı ve Kıbrıs olayları sırasında Türkiye'yi engellemediğine olan inançla, Karamanlis yönetimi, ulusal kamuoyunda yoğunlaşan ABD ve NATO karşıtı tepkileri dikkate alarak, Yunanistan'ın NATO askeri kanadından ayrılmasına karar vermiştir. Ancak, Karamanlis'in bu kararı Yunanistan'ın Batı sisteminden kopması şeklinde yorumlanmamış, aksine, Karamanlis, Yunanistan'ın Avrupa'ya, Batı'ya ait olduğu inancını kamuoyuna benimsetmeye özel önem vermiştir. Dolayısıyla, Avrupa Konseyi ve AET çerçevesinde kurulacak ilişkiler, Yunanistan açısından Batı'ya bağlılığın işareti sayılmıştır.

Bir başka açıdan, askeri müdahalenin ikinci aşaması Karamanlis'in yönetime geçmesinden kısa bir süre sonraya rastlarken, Türkiye hakkındaki olumsuz görüşleri artırmıştır. Karamanlis, ikinci müdahalenin kendisini Yunan kamuoyu önünde güç durumda bıraktığını, yeni yönetimin -Kıbrıs Rum toplumunu Türk saldırısı karşısında yalnız bırakmış olduğu için- Yunan kamuoyu önünde saygınlığından kaybettiğini ileri sürmüştür. Bu saygınlık kaybı ise, ancak, Karamanlis'in barışı seçen ve Yunanistan'a demokrasiyi yeniden getiren kişi olarak tanıtılması; Türkiye'nin Kıbrıs ve Yunanistan'a karşı saldırgan ve yayılmacı amaçlar beslediğinin dile getirilmesi ve NATO'dan ayrılmayla dengelenmeye çalışılmıştır.

Yunan kamuoyunun Türkiye karşıtı tepkisi, Karamanlis yönetiminin görüşmeler sırasındaki tutumunu da etkilemiştir. Türk-Yunan savaşı olasılığına karşın Karamanlis yönetiminin  Yunan Silahlı Kuvvetlerinin durumunu göz önünde bulundurarak askeri bir seçeneği kullanılabilir bulmaması, diplomatik girişimlere ağırlık verilmesine yol açmıştır. Diplomatik girişimler sırasında ise, Karamanlis yönetimi, Yunan kamuoyunun aşırı duyarlılığını ileri sürerek kendinden ödün beklenmemesini dile getirmiş, bu durum gerek Kıbrıs sorununa gerekse iki ülkeyi ilgilendiren diğer sorunlara ortak bir çözüm bulunmasını engellemiştir.

Türkiye'nin 20 Temmuz'da başlattığı birinci harekâtın 22 Temmuz'da kabul edilen ateşkesle durmasının ardından, 23 Temmuz'da askeri cunta çökmüş, 24 Temmuz'da Karamanlis Yunanistan'a gelerek Başbakan olmuştur. Ateşkesle birlikte, Yunanistan'da işbaşına gelen Karamanlis yönetimi ve Türkiye arasında diplomatik görüşmelere Cenevre'de başlanmış, ancak 30 Temmuz'da sona eren birinci tur görüşmelerde bir sonuca varılamamıştır. 6 Ağustos'ta başlayan ikinci tur görüşmelerden de bir sonucun elde edilememesi üzerine Türkiye, 14 Ağustos'ta harekâtın ikinci bölümüne başlamıştır.

24 Temmuz ile 14 Ağustos arasında geçen sürede, Yunanistan'da sivil yönetimin, Kıbrıs sorununa bir çözüm bulunabilmesi için gerekli adımları atabilecek olanak ve yapılaşmadan yoksun olduğu anlaşılmıştır. Gerçekten de, birinci ve ikinci Cenevre görüşmeleri sırasında Yunan temsilcileri ne Türkiye'nin çözüm önerilerini mantıklı ve tutarlı bir şekilde değerlendirebilmişler ne de kendileri böyle bir öneri getirebilmişlerdir. Hatta, Türkiye tarafından son bir çözüm umudu olarak önerilen kantonal formül bile dikkate alınmamış, daha sonra Karamanlis'in açıkladığı gibi Türkiye'nin bu önerisi kendisine iletilmemiştir bile. [447]

Bir başka açıdan, Türkiye'nin kararlılığı ve uluslararası koşullar, Karamanlis yönetimi tarafından sağduyu ile ele alınamamıştır. Kıbrıs'ta ateşkes sağlanmış, Türkiye ile diplomatik görüşme süreci açılmış, gerek Makarios gerekse Sampson işbaşından uzaklaştırılmış ve yerine Klerides getirilmiş, ancak, Karamanlis yönetimi bu ortamda, yeniden uluslararası kamuoyunda artmaya başlayan Yunan sempatisinden yararlanarak Türkiye'ye baskı uygulanmasına çalışmış ve baskılar sonucunda Türkiye'nin daha fazla ileri gidemeyeceğini ve Yunanistan'ın görüşlerinin kabul edileceğini sanmıştır.

Türkiye'nin ikinci harekata başvurmak zorunda kalması, Karamanlis yönetimini bir bakıma zor durumda bırakırken, Yunan iç politikasında gerekli olan ulusal dayanışma ve birlikteliği sağlaması bakımından olumlu bir rol oynamıştır. Gerçi askeri cunta dönemi yöneticilerin silahlı kuvvetlerdeki görevlerine devam etmeleri yeni yönetimi tedirgin etmiş ve davranışlarını sınırlandırmıştır; ancak, cunta karşıtı kamuoyunun yoğun tepkisi sivil yönetime belirgin bir serbesti tanımıştır.

Bu ortam içerisinde, yeni Yunan yönetimi, Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkileri bozan konularda ve gündemdeki en önemli sorun olan Kıbrıs sorununda cesaretli kararlar alamamış, sorunlara bir çözüm yolu bulunmasını sağlamaktan çok, demokrasiye yeniden geçişin sarsıntısız olmasına çalışmış, Yunan ulusal dayanışmasını sağlama çabası içine girmiştir.

Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkilerin 1974 Kıbrıs olayları sonrasındaki yönelimine bağlı olarak, Yunan iç politikasında Türkiye'ye daha fazla yer verilmeye başlanmıştır. Özellikle, Ege Denizi kıta sahanlığı konusundaki gelişmelerin iki ülke arasındaki gerginliği tırmandırması, Yunan dış politikasının hareket sahasını kısıtlamıştır. NATO'nun askeri kanadından ayrılmış olduğu için silahlı kuvvetlerin gereksinimlerinin giderek daha fazla oranda Yunan ekonomisi üzerinde ağır bir yük oluşturmaya başlamasının yanı sıra, ulusal güvenlik açısından Türkiye'nin Yunanistan'a yönelik bir tehdit kaynağı oluşturduğuna olan inanç Yunan Silahlı Kuvvetlerinin  yeni bir yapılanmaya kavuşturulmasını gerektirmiştir. 1980'li yılların başına kadar Yunanistan, Türkiye ile ikili ilişkilerinde daha çok diplomatik baskı arayışları içerisinde bulunurken, izlenen bu yaklaşım, Yunanistan'da  Papandreu liderliğindeki PASOK tarafından eleştirilmiş, Türkiye'ye karşı daha sert bir politikanın izlenmesi gerektiği iddia edilmiştir. Bu durum öyle bir hal almıştır ki, 1976 Ağustos ayında Türkiye HORA araştırma gemisini Ege Denizi'nde araştırma yapmakla görevlendirdiğinde, Papandreu, Yunanistan'ın Türkiye'ye karşı sert önlemler almasını, HORA'nın batırılmasını önermiştir.

1974-80 süreci içerisinde Yunanistan'da birbiri ardına iktidara gelen muhafazakar hükümetler, Yunanistan'ın Türkiye ile doğrudan bir savaşın eşiğine gelmesinden özenle kaçınmış ve Türkiye ile olan sorunlar bu ülke üzerinde oluşturulan uluslararası baskıların eşliğinde çözümlenmeye çalışılmıştır. ABD'nin Türkiye'ye uygulamakta olduğu silah ambargosunun Kıbrıs sorununda sağlanacak gelişmelere bağlanmış olması, Avrupa Konseyi, NATO siyasi kanadı çerçevesinde Türkiye'ye uygulanan baskılar bu bağlamda sıralanabilir. Bu dönemde Türkiye'nin ekonomik bakımdan içinde bulunduğu bunalım ve dış yardım, kredi gereksinimi içerisinde olması, uygulanacak baskıları daha da artırmıştır

Diğer yandan, demokratik rejimin yerleşmesine koşut olarak, Yunanistan'ın Batı'ya, Avrupa'ya olan bağlılığı daha da artırılmaya başlanmış, Yunanistan'ın Avrupa Konseyi, AET ile olan ilişkileri yeni bir çizgiye oturtulmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda, Karamanlis'in ABD karşısında daha bağımsız, ancak Avrupa ile ilişkileri sağlam temellere oturtulmuş bir Yunanistan kurmak arzusu, giderek Yunanistan'ın askeri açıdan da Avrupa ile olan bağlarını kuvvetlendirmesini zorunlu kılmıştır. Sonunda, Yunanistan'ın NATO askeri kanadından çıkmasının yarardan çok zararlı sonuçlar doğurmaya başladığı görülmeye başlanmış ve 1977 yılından itibaren Yunanistan, NATO askeri kanadına geri dönüş yollarını aramaya başlamıştır. Gerek Yunanistan'ın AET'e tam üye olma isteğine diğer üye ülkelerin Türkiye ile olan ikili sorunlarını çözümleme şartı getirmiş olması, gerekse NATO askeri kanadına dönüş için Türkiye'nin vetosunun giderilmesi gereği, Yunanistan'ın dış politikasında Türkiye ile olan ilişkilere belirgin bir öncelik kazandırmıştır.

Bir başka açıdan, 1980'li yıllara değin gerek Karamanlis ve sonra gelen Rallis döneminde izlenen politikalar daha sonra 1981 yılında iktidara gelen Papandreu liderliğindeki PASOK'a avantaj sağlamıştır. 
  
 


447-  Bkz; M. A. Birand, Diyet..; Yalçın Doğan, "10. Yıldönümünde..," ayrıca, Karamanlis'in Yunan basını ile yapmış olduğu görüşme, 20 Temmuz 1975.

İÇ VE DIŞ POLİTİKA KAYGILARININ ETKİSİ
Yunan Dış Politikası'nda Türk-Yunan İlişkileri ve İç Politika Kaygıları


Yönetimlerin iç politika kaygılarıyla davranarak iki ülke arasındaki ilişkileri sarsacak olaylara sebep olduklarının örneklerine Yunanistan açısından da değinilebilir. Gerçekten de, ilerleyen dönemlerde Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkilerin bozulmasında oldukça önemli bir yere sahip bulunan  Kıbrıs konusunun Yunanistan'da iç politika gündemine getirilişi ve Kıbrıs'ın Yunanistan'la birleşmesi konusunun bir ulusal dava niteliği kazanması süreci dikkate alındığında, iç politika kaygılarının yoğun etkide bulunduğu görülmektedir. İkinci Dünya Savaşı sırasında Yunan halkının müttefikler yanında yer alarak İtalyanlara ve Almanlara karşı verdikleri savaşın karşılığı olarak Oniki Adalar'ın Yunanistan'a verilmesi Kıbrıs'a ilişkin beklentilerin yeniden gündeme gelmesine yol açmıştır. Başlangıçta İngiltere ile olan ilişkilerin bozulmamasına özen gösterilirken, Türkiye ve Yunanistan arasındaki statükonun bozulması dikkate alınmadan bu tarz bir politika izlenerek Yunan halkının ulusçu duygularının uyarılmış olması, ilerleyen dönemlerde sağduyulu düşünmeyi güçleştirmiş, izlenecek politikalarda ulusal kamuoyunun beklentilerinin aşırı ölçüde etkili olmasına yol açmıştır. [444]

Diğer yandan, savaş sonrası dönemde Yunanistan'da ve Kıbrıs'da özellikle Kilise tarafından uyarılan Enosis yönündeki ulusçu isteklerin gerçekleştirilebilmesini sağlamak için Yunanlı yöneticiler büyük ölçüde bir ikilem içerisine düşmüşlerdir. Bir yandan, 1949 yılına değin süren iç savaş sırasında sarsılan ulusal dayanışmayı yeniden sağlamak için çaba gösterilirken, diğer yandan da Yunan ulusal birliğinin sağlanmasına koşut olarak, soğuk savaşın getirmiş olduğu ulusal güvenlik kaygılarını azaltacak uluslararası bağlantıların kurulması gereği, Yunan devlet adamlarının Kıbrıs konusunda kamuoyunda yaygınlaşan Enosis isteklerini uluslararası gündeme getirmelerini güçleştirmiştir. Özellikle, büyük ölçüde İngiltere'ye bağımlı olan bir Yunanistan'ın, bu ülkeyle olan stratejik çıkar ve bağlarını sarsmasını göz ardı ederek bu ülkenin egemenliğinde bulunan bir ada üzerinde hak iddiasında bulunması uygun bulunmamıştır bu dönemde. Dolayısıyla, Kıbrıs konusunda Yunanistan'da resmi bir politikanın oluşması büyük ölçüde iç politik sistemin ve ulusal dayanışmanın yerleşmesine koşut olarak yürümüştür. Diğer yandan, İngiltere'nin Akdeniz bölgesinde üstlenmiş olduğu liderlik rolünü ABD'ye kaptırmaya başlaması da Yunanistan'ın İngiltere karşısında daha rahat hareket edebilmesini kolaylaştırmıştır.

Yunanistan'ın Kıbrıs konusundaki istemlerini uluslararası alana taşıma girişimlerinde iç politika kaygılarının etkisini görmek mümkündür. 1952 yılında Papagos'un seçimlerde başarı kazanarak iktidara gelmesinde Kıbrıs konusunun ilk kez bir partinin programında yer almış olmasının ve Papagos'un, İngiltere'ye karşı Yunan kamuoyunun isteklerini savunabilecek ulusal lider olarak görülmüş olmasının etkili olduğu söylenebilir. Gerçekten de, Papagos, 1954 yılında Kıbrıs konusunu uluslararası gündeme taşırken büyük ölçüde Yunan kamuoyunun göstermiş olduğu duyarlılığa ve Yunan kamuoyunda uyandırmış olduğu saygınlığa dayanmıştır. [445]

Diğer yandan, Yunanistan'da özellikle 1960 sonrası dönem Türk-Yunan ilişkilerinin Yunan iç politikasındaki dalgalanmalardan etkilendiği dönem olmuştur. Zürih ve Londra Anlaşmalarıyla Kıbrıs'ta Türk ve Rum toplumları arasında hak ve statülerinin belirlenmiş olduğu ve garanti altına alındığı bir bağımsız Kıbrıs devletinin kurulmuş olmasına karşın, kısa bir süre sonra, Yunan ve Rum kamuoyunun Enosis yönündeki istemlerinden bütünüyle vazgeçmediği ortaya çıkmıştır. Bu durum, Türkiye ve Yunanistan arasında ilişkilerin yeniden dostluk ve işbirliği çerçevesinde geliştirileceği ümitlerini suya düşürmüştür. Kısa süre sonra, Kıbrıs'ta Türk toplumuna yönelik şiddet hareketlerine dönüşen toplumlararası görüş ayrılıkları, Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkileri temelden sarsarken Yunanistan'da bağımsız bir Kıbrıs'tan Enosis'e nasıl ulaşılacağının olası planları yapılmaya başlanmıştır. Enosis'in gerçekleşmesine en önemli engelin Türkiye oluşu karşısında Yunanistan, Türkiye'nin Kıbrıs'a askeri müdahalesini güçleştirecek her türden önlemi alma yoluna gitmiş ve 1963-64 bunalımları sonrasında Kıbrıs Rum toplumuna askeri gereç ve uzman yardımında bulunmaya başlamış, sayıları 20 bini bulan oranda asker gizlice Kıbrıs'a gönderilmiştir. [446]

Bir yandan iç politikada Kıbrıs'ın Yunanistan'a bağlanması isteklerinin kamuoyu önünde siyasi partilere yüklediği sorumluluk, diğer yandan, Türkiye'nin Yunan kamuoyunun isteklerinin gerçekleşmesi önünde oluşturduğu engel, Yunan hükümetlerinin rasyonel davranmalarını güçleştirmiştir. İç çekişmelerin ötesinde, siyasi partiler, silahlı kuvvetler, kilise ve üniversitelerin Kıbrıs konusundaki duyarlılığı ve görüş birlikteliği, giderek, hükümetlerin Türkiye engelini iç politikada daha fazla gündeme getirmelerine ve Türkiye karşıtı ulusçu duyguların güçlenmesine yol açmıştır. Bir anlamda, hiçbir paylaşıma gitmeden ve adada yaşayan Türk toplumuna azınlık hakları dışında hiçbir eşitlikçi hak tanımadan gerçekleştirilecek Enosis'i; gerek diplomatik görüşmeler gerekse sıcak çatışmalarla elde edilememesinin Yunan kamuoyunda yarattığı düş kırıklığı, yönetime karşı güveni sarsan bir konu olmuş, iktidar/muhalefet ayrımı içerisinde hükümetin başarısızlığı Türkiye faktörü ile giderilmeye çalışılmıştır.

Diğer yandan, Türkiye ve Yunanistan arasında yaşanan uyuşmazlık ve karşılıklı güvensizliğin yöneticilere iç politikada karşılaşmış oldukları sorunları gündemden uzaklaştırma ve kamuoyunda yönetime karşı oluşan tepkileri azaltma olanağı verdiği söylenebilir. Bu bakımdan 1967 Nisan ayında Yunanistan'da gerçekleştirilen askeri darbe sonrasında iktidara el koyan yöneticilerin Türk-Yunan ilişkilerine ve bu arada Kıbrıs sorununa yaklaşımları ilginçtir. Askeri yönetimin iç ve dış politika çıkarları bakımından başarılı sonuçlar elde edebilmesi için ilgilendiği konuların başında Yunan kamuoyunun hemen tümünün ortak ilgisini üzerinde toplayan ve sivil iktidarların bir türlü ilerleme kaydedemediği Enosis konusunda ciddi adımlar atmak gelmiştir. Cunta aleyhinde oluşan kamuoyu tepkisi, bir bakıma, Enosis yolunda atılacak adımlara bağlı olarak değerlendirilmiştir. Ancak, cuntanın Kıbrıs konusunu iç politikada karşılaşmış olduğu kamuoyu tepkisini giderme amacıyla ele alışı, ortaya çıkan gelişmeler sonucunda cuntanın bu kararında isabetli davranmadığını göstermiş ve cunta aleyhine görüşlerin daha güçlenmesine yol açmıştır.

Yunan askeri cuntası, başlangıçta Enosis'e ulaşmak için Türkiye ile diplomatik görüşmelere gidilmesi yolunu denemiş ve bu amaçla 9-10 Eylül 1967 tarihinde Türk-Yunan temsilcileri Trakya sınırında biraraya gelerek görüşmelerde bulunmuşlardır. Ancak, bu görüşmelerde Türk tarafının Enosis fikrine mutlak karşıt olması bu yöndeki çabaları sonuçsuz bıraktığı gibi, görüşmeler Yunan kamuoyunda askeri cuntanın başarısızlığı, yenilgisi olarak değerlendirilmiştir. İzleyen dönemde, Kıbrıs'ta Türk toplumuna yönelik şiddet hareketlerinin -cunta desteğini arkasına alan Grivas tarafından- başlatılması ile askeri cuntanın Enosis'i gerçekleştirmek ve Yunan/Kıbrıs Rum kamuoyunda yerini sağlamlaştırmak isteği büyük yara almıştır. Gerçekten de 1967 bunalımı ile birlikte, Yunan askeri cuntası ile Kıbrıs Rum liderliği arasındaki yakınlaşmanın giderek daha da bozulduğu ve cunta saygınlığını yitirirken Makarios'un saygınlığının artmaya başladığı gözlenmiştir.

Diğer yandan, 1967 Kasımında ortaya çıkan Kıbrıs bunalımı sırasında askeri cuntanın sebep olduğu gerginliği gidermek amacıyla geri adım atması ve Türkiye'nin ileri sürmüş olduğu şartları kabullenmesi, ilerleyen dönemlerde Yunan iç politikasında askeri cunta liderlerine yönelik suçlamalara konu edilmiştir. Özellikle bunalımın atlatılması için askeri cuntanın Yunanistan'daki sivil iktidarlar/G. Papandreu döneminde gizlice Kıbrıs'a yerleştirilmiş bulunan Yunan askerlerini 6 hafta içinde geri çekmeyi kabullenmesi cuntanın Yunan ulusal çıkarlarına ihanet ettiği suçlamalarına yol açmıştır. Yunan kamuoyunda askeri cuntaya karşı yürütülen propaganda sırasında cuntanın ulusal çıkarlara ihanet ettiği ve Türkiye karşısında Kıbrıs konusunda sivil iktidarların kabullenemeyeceği ödünlerin verildiği ileri sürülmüştür.
  
 


444- Bu konudaki tartışmalar için bkz; P. Terlexis, Greece's Policy.., ss. 32 ve sonrası. 
445-  Bu konuda bkz; P. Terlexis, Greece's Policy.., ss. 110-125. 
446- 1963-64 bunalımları ve bunalım sonrasında Yunanistan'ın Türk-Yunan ilişkileri ve Kıbrıs konusuna ilişkin politikasında G. Papandreu tarafından gerçekleştirilen değişiklikler için bkz; Andreas Papandreu, Namlunun Ucundaki Demokrasi, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1988, ss. 161-174.

İÇ VE DIŞ POLİTİKA KAYGILARININ ETKİSİ
1990'lı Yıllar


Döneme ilişkin en önemli Türk - Yunan uyuşmazlığı olarak Kardak bunalımı yaşanmıştır. Bu bunalım sırasında sergilemiş olduğu yaklaşımla özellikle Başbakan T. Çiller, ulusal kamuoyunda eleştirilerle karşılaşmıştır. Bunalım sırasında Dışişleri bürokrasisinin görüşlerine karşı duyarsız kalmasının yanı sıra kamuoyu önünde "bu bayrak inecek bu asker gidecek" türünden duygusal söylemlerle olaya bakışı Kardak bunalımı sırasında gerek diplomatik gerekse hukuki/siyasi tezlerin inandırıcılığını azaltmıştır. Örneğin N. Akıman'a göre;

"... Bu kriz [Kardak] sadece birtakım yüksek mevkilerde bulunan politik şahsiyetlerin bundan yararlanmasına yol açmıştır. Hatta buna belki medya da dahildir. Başbakan 'Ben bayrağı indirdim. Askeri oraya çıkardım' gibisinden sözler söylüyor. Peki de sorunu çözebildiniz mi? Yoo... Sadece krizi giderdiniz. O nokta başarılı. Türkiye Cumhuriyeti hükümeti, sanıyorum krizin atlatılmasında ustaca davranmıştır... Ama unutmayalım ki bu, sorunu çözmüş değildir. Yunan tarafı hala 'Ada bizimdir' gibi beyanlarda bulunuyor. Demek ki hala adanın sahibi oldukları iddiası içindeler... Bizim o zaman (1987 krizinde) krizi atlatma teklifimiz sorunun çözülmesi koşuluna bağlıydı. Bugün de bunu yapmaları lazımdı. Mevcut Davos mekanizması da hazır. O mekanizmayı işletebilir, ya da başka bir mekanizma devreye sokulabilirdi. 'Bu şartla oradan çekiliriz. Aksi halde orada kalırız 'denebilirdi. 'Bizim adamız' diyorsunuz; sonra da çekiliyorsunuz. Şimdi girip oraya bayrak çekebiliyor musunuz? Demek ki bundan şüpheniz var. Şüpheniz yoksa bile bu egemenlik hakkını ortaya atamıyorsunuz. Orada egemenlik hakkınız varsa geri çekilmezsiniz". [440]
Gerçekten de, gerginlik sonrasında Yunanistan Savunma Bakanı Arsenis yapmış olduğu bir radyo konuşması sırasında gerginlikten Yunanistan'ın galip çıktığını çünkü Türkiye'nin Yunanistan'ı diyaloga zorlamadığını açıklamıştır. [441] Hükümetin siyasi başarısızlığı, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin başarısı ile kapatılmaya çalışılmış, bu durum ise eleştiri konusu olmuştur.Diğer yandan, bunalımın çıktığı ilk anda Türkiye'nin diplomatik tepki vermede yeterince atak davranamadığı ve egemenliğe ilişkin böylesine duyarlı bir konuda tezlerine inandırıcılık kazandıracak açıklamaları yapmakta yetersiz kaldığı eleştirileri yapılmıştır. Başbakan Çiller'in Kardak kayalıklarının hukuki statüsüne ilişkin belgelerin Dışişleri Bakanlığı arşivinde bulunamadığına ilişkin sözleri ise Türk tezlerinin inandırıcılığını ilk başlarda zedelemiştir. Ancak daha sonra Osmanlı tapu kayıtlarının ve 1932 Türk - İtalyan protokollerinin ortaya çıkarılması ile bu durum giderilmeye çalışılmıştır. Hükümetin bunalım sırasında yaptığı açıklamalarla Dışişleri bürokrasisini dışlamış olduğu izlenimi ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte S-300 Füzelerinin Kıbrıs'ta konuşlandırılacağına ilişkin tartışmalar gündeme geldiğinde olayın iç politikadaki boyutları bir an için göz ardı edilirse, askeri ve siyasi yöntemler ve diplomasinin birlikteliği bakımından etkin bir  yol izlendiği görülmüştür. [442]

Türk - Yunan ilişkilerinde Öcalan bunalımı ile başlayan süreçte Hükümetin izlemiş olduğu dış politikanın işleyiş tarzı konusunda zaman zaman eleştiriler yapılmıştır. Bu eleştirilerden bir kısmı hükümetin Yunanistan'ın Öcalan ve PKK terör örgütüne vermiş olduğu desteğin böylesine açığa çıkmış olmasından yeterince yararlanılamamış olmasında odaklanırken iki ülke arasında başlatılan diyalogun da aslında Yunanistan'ın terörü destekleyen ülke imajından kurtulmasını ve uluslararası baskılardan sıyrılmasını sağlayacak önemli bir ödün olduğu ileri sürülmüştür. Yunanistan ile başlatılan ılımlı diyaloğun, Türkiye'nin AB'ye tam üyeliğe aday ülke statüsünün tanınmış olduğu Aralık 2000 Helsinki Zirvesi'nde Yunanistan'ın veto engelinin aşılmasını kolaylaştırdığı görüşüne karşın, aslında, Yunanistan'ın bu durumdan da avantajlı çıktığı söylenmiştir. Nitekim, Helsinki Zirvesi'nde alınan kararlar çerçevesinde Türkiye ve Yunanistan arasındaki uyuşmazlıkların 2004 yılına değin ikili görüşmelerle çözümlenmesi gerektiği karar altına alınarak Türk - Yunan uyuşmazlığı Avrupa Birliği'nin uğraşı alanı içerisine sokulmuştur. [443]

Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkileri etkilemesi bakımından Türkiye'de Silahlı Kuvvetlerin / Milli Güvenlik Kurulu'nun dış politika kararları üzerinde belirgin etkisinden söz etmek mümkündür. Bu durum bir yanıyla ulusal güvenlik boyutu, diğer yanıyla strateji belirleme bakımından söz konusudur. Milli Güvenlik Kurulu'nda ele alınan konular arasında Türkiye'nin ulusal güvenliğini yakından ilgilendiren PKK ve ayrılıkçı terör hareketleri, terör örgütlerine verilen dış destekler, bölge ülkeleriyle ilişkiler, AB ile geliştirilmeye çalışılan ilişkiler bu dönemde sıklıkla gündeme getirilerek gerek hükümetin ve gerekse Türk Silahlı Kuvvetleri'nin stratejik yönelimi belirlenmiştir. Özellikle 1993 seçimleri sonrasında iktidara koalisyon hükümetlerinin hakim oluşu ve bu hükümetlerin ekonomik sorunların anı sıra güvenlik ve dış politikaya ilişkin sorunların çözümünde de gereken başarıyı göstermekten uzak kalmış olmaları dikkate alındığında Türk Silahlı Kuvvetleri'nin anayasal sorumluluklarını ve haklarını yerine getirmede duyarlı davrandığı görülmüştür. 28 Şubat Kararları olarak anılan MGK kararlarının ardından Türk siyasi yaşamında TSK'nin etkinliğinin arttığına ilişkin yorumlar yapılmaya başlanmıştır. Bunun somut dış politika gelişmeleri üzerindeki etkisi ise DYP / RP Koalisyon hükümetinin dış politikaya ilişkin uygulamaları sırasında daha da belirgin olarak hissedilmiştir. 
  
 


440- Leyla Emeç Tavşanoğlu, Türk - Yunan Sorunları Akiller Tartışıyor, İstanbul: Çağdaş Yayınları, 1998, s.97. 
441- Michael Robert Hickok, "Falling  Toward War in the Aegean: A Case Study of the Imia/Kardak Affair", http://www.dodccrp.org/proceedings/DOCS/wcd00000/wcd00044.htm, B. Tarihi: 23/09/1999. 
442- Bu konuda bkz; Gencer Özcan, "Sonun Başlangıcı", Onbir Aylık Saltanat- Siyaset, Ekonomi ve Dış Politikada Refahyol Dönemi, İstanbul: Boyut Kitapları, 1998, ss..201-216. 
443- Mümtaz Soysal, "Cicim Ayları", Hürriyet, 7 Mayıs 2000, s. 13. "Yunan Dışişleri Bakanı, kendisini ziyaret eden meslekdaşını karşılama nutkunda Kıbrıs'tan söz ettiğinde, Türkiye'nin askeri harekatını nitelemek için yığınla söz varken 'istila' anlamına Yunanca 'izvoli' demişse, bunu sorun yapmayanları kınamaktan uzak durmak, kendi halkının onuruna çıkmak mıdır? 
 Eski Yunan Başbakanı müteveffa Andreas Papandreu, bir yandan halk yığınlarını kendisine kazandıran ekonomik, sosyal ve hukuksal reformları yaparken bir yandan da, biz sevmesek de, ülkesinin onuruna ustaca sahip çıkmayı çok iyi bilirdi. Oğlunun da içinde bulunduğu şimdiki hükümet, kendi halkının onuruna sahip çıkmayı çok değişik ve yumuşak bir üslupla yine becerdi; ... Türkiye'dekiler, yabancıların hoşuna gitmek uğruna ne ülkenin onuruna sahip çıkabildiler, ne halkın çıkarlarına. Bedelini de bir gün ödeyeceklerdir."Mümtaz Soysal, "Bir Parçacık Onur", Hürriyet, 9 Nisan 2000, s. 13.

Sayfa 2 / 13

Kitap-İçindekiler

Üye Giriş

üyelik