GİRİŞ

Türkiye-Yunanistan İlişkilerinde Deniz Yetki Alanı Uyuşmazlıkları

  • Üyelik

Hukuki Mütaala, PROF. MENDELSON

 

GİRİŞ

 

/KIBRIS’IN AB’NE GİRİŞİ NEDEN HUKUKA AYKIRI OLACAKTIR

 

Değerli İngiliz Uluslararası Hukukçu, Londra Üniversitesi öğretim üyesi Prof. M.H. Mendelson, uluslararası hukuki meseleler üzerinde kapsamlı araştırmalar yapmış ve 1960 Kıbrıs Garanti Andlaşması ile Garantör Ülkeler olarak kabul edilen İngiltere, Türkiye ve Yunanistan’ın onayı olmaksızın Kıbrıs’ın Avrupa Birliği’ne girmesinin hukuka aykırı olacağı sonucuna varmıştır.

 

Prof. Mendelson, 12 Eylül 2001 tarihli yazılı Mütalaasında, Haziran ve Temmuz 1997 tarihli Mütalaalarını yeniden değerlendirmekte ve Kıbrıs Rum Yönetimi tarafından Prof. James Crawford, Prof. Gerhard Hafner ve Prof. Alain Pellet’ye müştereken hazırlattırılan yazılı Mütalaa’da ileri sürülen karşı mülahazaları ayrıntılı olarak ele almaktadır. Bu çalışmanın ardından, Prof.Mendelson, Garanti Andlaşmasının tüm tarafları onay vermeden ve bu suretle ihlali ortadan kaldırmadan, Kıbrıs’ın Avrupa Birliğine katılmasının Garanti Andlaşmasının I. Maddesinin ihlali olduğu görüşünü muhafaza etmektedir.

 

Prof. Mendelson, 1960 Garanti Andlaşması ve yazım sürecini, 1960 Kıbrıs Anayasası ve 1960 Kuruluş Andlaşması ile birlikte değerlendirmekte ve özellikle Garanti Andlaşmasının I. ve II. maddelerine dikkat çekmektedir. I. madde özellikle, Kıbrıs Cumhuriyeti “ herhangi bir devletle hiçbir şekilde kısmen veya bir bütün olarak siyasi ve ekonomik birliğe girmeyeceğini taahhüt eder. Kıbrıs Cumhuriyeti, bununla bağlantılı olarak Ada’nın......herhangi bir diğer devletle birleşmesini...........doğrudan veya dolaylı olarak gerçekleştirmeyi teşvik etmesi muhtemel her türlü faaliyeti yasaklar.” hükmünü öngörmektedir.

 

Prof Mendelson, AB’ne üyeliğin, Birliğin diğer üyeleriyle bir bütün olarak veya kısmen siyasi ve ekonomik bir bütünleşmeyi içereceği, bunun yanısıra doğrudan veya dolaylı olarak diğer üyelerle birleşmeyi teşvik eden bir faaliyet olacağının açık olduğu görüşündedir. Böylelikle, Andlaşma ihlal edilmiş olacaktır. Prof Mendelson, sadece Yunanistan ve Türkiye’nin kastedildiği ileri sürülen Ortak Mütalaa’daki görüşün aksine, normal yorum ilkelerine göre, “herhangi bir devlet” ve “hiçbir devlet” ifadelerinin çoğul anlamda devletleri de içerdiğini düşünmektedir. Fakat her hal ve karda, Prof Mendelson’un mütalaasına göre, Birliğe özellikle Türkiye’nin katılımı olmaksızın üyeliğin muhtemel sonucu bilhassa, Yunanistan ile doğrudan veya dolaylı daha yakın siyasi ve ekonomik bir birliğin gerçekleşmesinin teşviki olacak, böylelikle dar yorumla bile Andlaşmanın ihlali anlamına gelecektir. (Ortak Mütalaa’da diğer bazı “sözde görüş”lerin yanısıra, AB’nin, birliğin yasaklandığı bir tür devlet olduğu görüşüne de karşı çıkılmaktadır. Ancak bu “sözde görüş”, hiçbir zaman Prof . Mendelson’un tezi olmamıştır.)

 

Ortak Mütalaa, Garanti Andlaşmasının yazım sürecine istinaden AB gibi uluslararası kuruluşlara üyeliğin, bu yasağın kapsamı dışında tutulduğu hususunu ortaya koymayı amaçlamaktadır. Bununla birlikte, yazım sürecinin kapsamlı bir değerlendirmesiyle Prof. Mendelson, tam tersine, uluslararası kuruluşların I. Madde ile kapsanmış olduğunu göstermektedir. Bu durumun, Yunanistan ve Türkiye’nin her ikisinin de üye oldukları kuruluşlar için geçerli olmayacağı, üzerinde mutabakata varılmış bir istisnanın konusu olmuştur. Ancak, Türkiye üyesi olmadığı için AB böyle bir kuruluş niteliğinde değildir. Her iki toplumun temsilcilerinin (Kıbrıs Rum Cumhurbaşkanı ve Kıbrıs Türk Cumhurbaşkanı Yardımcısı) onay vermeleri halinde, Yunanistan ve Türkiye’nin her ikisi de üye olmasalar dahi, Kıbrıs’ın bir kuruluşa üye olabileceği de üzerinde mutabakata varılan ikinci istisna olmuştur. Ancak (şartları burada gerçekleşmemiş olan) bu istisnalar, AB gibi uluslararası kuruluşların Garanti Andlaşmasındaki yasakların kapsamına girdiğini ispatlamaktadır. Bu iki (birbiri ile bağlantılı) istisna ayrıca, Kıbrıs Anayasasının 50’inci maddesi ile de açıkça öngörülmüştür. Ortak Mütalaa, iki toplum arasındaki ilişkilerin kopmuş olmasından dolayı, halihazırda, Kıbrıs Türk Cumhurbaşkanı Yardımcısının bulunmaması nedeniyle, Cumhurbaşkanı Yardımcısının muvafakatının gerekmediğini ispat etmeye çabalamaktadır. Bununla birlikte, Prof. Mendelson, 50’nci maddenin, 1960 Anayasasının değiştirilemez “Temel Maddeleri”’nden birisi olduğunun açıkça beyan edilmiş olduğuna ve Kıbrıslı Rumların dahi Anayasayı resmen değiştirme iddiasında olmadıklarına işaret etmektedir. Bunlara ilaveten, (bu bağlamda daha da önemlisi), Prof Mendelson, ilk olarak, Garanti Andlaşmasının I. Maddesinin taslağı hazırlandığı zaman istisnaların sınırlı kapsamı üzerinde de mutabık kalınmış olunduğunu, ikinci olarak da, aynı maddede, Kıbrıs’ın açıkça “Anayasaya saygıyı güven altına almayı” taahhüt etmiş olduğunu belirtmektedir. Ayrıca, II’nci maddede, Yunanistan, Türkiye ve İngiltere bu taahhüdü dikkate almışlar ve “Anayasanın Temel Maddeleri ile tesis edilen düzeni (state of affairs) garanti etmişlerdir.” Böylelikle burada, “sadece” bir anayasa hukuku sorunu değil, istisnaen uluslararası hukuk ile garanti edilmiş düzenlemeler ele alınmaktadır.

 

Ortak Mütalaa, Kıbrıs Garanti Andlaşmasının ilgili hükümlerini Avusturya Devlet Andlaşmasında yer alan benzer ifadeler ile karşılaştırmakta ve Prof. Mendelson’un yorumu şayet doğru ise, bu yorumun Avusturya’nın AB üyeliğinin mümkün olmamasını gerektirdiğini iddia etmektedir. Ancak, Prof Mendelson’un görüşüne göre Avusturya “örneği” konuyla ilgisizdir. Zira, Avusturya, Sovyetler Birliği dahil Andlaşmanın tüm taraflarının mutabakatı ile ve böylelikle Andlaşmanın ihlali ortadan kaldırılarak, AB’ne girmiştir.Kıbrıs konusunda ise henüz böyle bir anlaşmaya varılmamıştır. Diğer taraftan, Prof Mendelson, Ortak Mütalaada iddia edilenin aksine, Avusturya’nın, Almanya ile, teklif edilen gümrük birliğine girmesi halinde, bunun o dönemdeki Andlaşma yükümlülüklerine aykırı olarak, Avusturya’nın bağımsızlığını ve özellikle ekonomik bağımsızlığını tehlikeye atabileceği yönündeki Uluslararası Adalet Divanı’nın 1931 tarihli kararında bazı ilgili hususları ortaya koymaktadır.

 

Ayrıca, 1960 Kuruluş Andlaşmasının F Ekinin II. Bölümü (bunun yanısıra Kıbrıs Anayasasının bir diğer değiştirilemez Temel Maddesi), Kıbrıs’ın, Garantör Ülkelere en ziyade müsaadeye mazhar ülke şartını tanıyacak “uygun şartlardaki” anlaşmaları yapması koşulunu getirmiştir. Prof Mendelson, görüşünün yanlış tanımlanmasını çürüterek, Kıbrıs’ın AB’ne girmesi halinde AB üyesi olmayan Türkiye’ye karşı bu yükümlülüğünü yerine getirmesinin mümkün olamayacağına işaret etmektedir.

 

Prof Mendelson bu ( ve diğer bazı ilave) sebeplerden dolayı, Kıbrıs’ın AB’ne katılımının uluslararası hukuka aykırı olacağı sonucuna varmaktadır. Prof. Mendelson, ayrıca, 1960 Garanti Andlaşmasının, üç Garantör ülkenin “kendilerini ilgilendirdiği ölçüde, doğrudan veya dolaylı olarak Kıbrıs Cumhuriyeti’nin herhangi bir devlet ile birleşmesini...... amaçlayan her türlü faaliyeti yasaklamayı” taahhüt ettikleri II’inci Maddesine atıfta bulunarak, her üç Garantör de onay verene kadar, Yunanistan ve İngiltere’nin, Kıbrıs’ın, AB’ne katılımını önlemek üzere veto haklarını kullanmakla hukuki açıdan yükümlü oldukları sonucuna varmaktadır.

 

 

 

PROF DR. M.H. MENDELSON’UN KIBRIS CUMHURİYETİ’NİN AVRUPA BİRLİĞİNE ÜYELİK İÇİN YAPTIĞI MÜRACAATA İLİŞKİN İLAVE MÜTALAASI

 

1. Türkiye Hükümetinin talebi üzerine, Kıbrıs Rum makamlarının Avrupa Birliği’ne üyelik için yaptıkları müracaata ilişkin olarak 1997 yılının Haziran ayında bir Mütalaa kaleme almıştım.[1] Üyeliğin, Kıbrıs’ın uluslararası yükümlülüklerine ve böyle bir üyeliğin alınmasına yardım edilmesinin de Yunanistan ve İngiltere’nin Andlaşmadan kaynaklanan yükümlülüklerine aykırı olacağı sonucuna varmıştım. Temmuz 1997’de, Avusturya’nın Avrupa Birliğine üyeliğinin buna karşı bir örnek olduğuna dair bazı çevrelerce ortaya atılan iddiaları çürütmek amacıyla, Tamamlayıcı Mütalaa’yı kaleme almıştım.[2] Aynı yılın Ekim ayında, Kıbrıs Rum Hükümeti, başka amaçlar yanında benim görüşlerimi tartışmayı amaçlamış olan ve benim görüşümün aksine bir sonuca ulaşmış olan Prof James Crawford, Prof Gerhard Hafner ve Prof Alain Pellet tarafından hazırlanan Ortak Mütalaa’yı dağıtıma tabi tutmuştur.[3]

 

2. Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Hükümetleri şimdi de benden Ortak Mütalaa’ya olan tepkilerimi sormuş bulunmaktadırlar. Bu yanıt bu kadar uzun bir zaman sonra verilmekte ise, bunun Ortak Mütalaa’da ileri sürülen görüşlerin karşı tezlerini oluşturmanın güçlüğünden değil, bugüne kadar bunun talep edilmesini engelleyen gelişmelerden kaynaklandığını belirtmem gerekmektedir. Aşağıda belirtilen sebeplerden dolayı, Ortak Mütalaa’da ortaya konulan iddiaların hiçbiri, beni vardığım sonuçları değiştirmeye sevk etmemiştir.

 

3. Özünde Mütalaama bir yanıt niteliği taşımasına rağmen, Ortak Mütalaa’nın aldığı biçim bu değildir. Daha ziyade, konunun benim görüşlerimle “ilgili olduğu bölümlerinin” ele alındığı genel bir inceleme olma iddiasındadır. Hiç şüphesiz yazarlar, kendi seçtikleri sunuş şeklini uygulamakta özgür olmuşlardır ve bu konuda herhangi bir eleştiri yapmamaktayım. Buna rağmen, bu yaklaşımın aşağıda gösterileceği üzere iki talihsiz sonuca yol açtığını kısaca belirtmek istiyorum. İlk olarak, yazarların Mütalaam hakkında yorumda bulunmaktan imtina etmiş olmaları, benim tezlerimin bazılarının yanlış tanımlanmasına, önemsiz gösterilmesine veya atlanmasına fırsat vermektedir. İkinci olarak, bu yaklaşım yazarların, kolaylıkla ortadan kaldırabilecekleri, kendi görüşlerine karşıt ancak, benim tarafımdan ortaya konmamış iddialar yaratabilmelerini mümkün kılmaktadır.

 

4. Okuyucuya kolaylık sağlamak amacı ile, Ortak Mütalaa’nın her bir paragrafı üzerinde yorumda bulunmak yerine incelememin ana noktalarını ortaya koyacak, Ortak Mütalaa’da yapılan yorumları dikkate alacak ve uygun yerlerde bunlar üzerinde yorum yapacağım. İlk Mütalaamı ve Avusturya’nın AB’ne katılımı hususundaki Tamamlayıcı Notumu yapılan atıfların kolayca takibi için ekte sunmaktayım.[4]

 

5. Başlangıçta belirtmem gereken bir husus bulunmaktadır. Kıbrıs Türk tutumunun bir bölümü, Kıbrıs Rum makamlarının tüm Ada adına söz sahibi olmadıkları ve özellikle şimdi Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin (KKTC) kurulmuş olduğu şeklindedir. Kıbrıs Rumlarının tutumu ise, şaşırtıcı olmayacak bir şekilde, KKTC’nin yasal bir varlığı bulunmadığı ve kendilerinin (İngiliz Egemen Üs Bölgeleri hariç) AB üyeliği için başvuruda bulunma dahil, tüm adayı temsilen söz hakları olduğu şeklindedir. Ne ilk Mütalaam ne de bu Mütalaa bu ihtilafa karışmaktadır. Benim görüşüme göre, tartışma amaçları bakımından, Kıbrıs’ın güneyindeki rejimin adadaki tek egemen güç olduğu varsayımı kabul edilse dahi, Garanti Andlaşması, bu Andlaşmanın Türkiye dahil tüm tarafları onay vermedikçe, Kıbrıs’ın AB’ne üye olmasını özellikle yasaklamaktadır.[5]

 

GARANTİ ANDLAŞMASI

 

6. Bir tarafta Kıbrıs Cumhuriyeti, diğer tarafta Yunanistan, İngiltere ve Türkiye’nin bulunduğu Garanti Andlaşması’nın hükümleri üzerinde 1959 Londra Konferansı’nda mutabakata varılmıştır.[6] Andlaşma Lefkoşa’da imzalanmış ve Kıbrıs’ın bağımsızlık tarihi olan 16 Ağustos 1960 tarihinde yürürlüğe girmiştir.[7] Andlaşma, her ikisi de eşit derecede geçerli olmak üzere İngilizce ve Fransızca dillerinde hazırlanmış olup, halen yürürlüktedir[8]. Bu husus Ortak Mütalaa’da tartışılmamaktadır. Temel hükümler şunlardır.[9]

 

Madde I

 

Kıbrıs Cumhuriyeti, bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü ve güvenliğini muhafazayı ve anayasasına saygıyı güvence altına almayı taahhüt eder.

 

Kıbrıs Cumhuriyeti herhangi bir devletle hiçbir şekilde kısmen veya bir bütün olarak siyasi ve ekonomik birliğe girmeyeceğini taahhüt eder. Kıbrıs Cumhuriyeti, bununla bağlantılı olarak Adanın gerek herhangi bir diğer devletle birleşmesini gerekse taksimini doğrudan veya dolaylı olarak gerçekleştirmeyi teşvik etmesi muhtemel her türlü faaliyeti yasaklar.

 

Madde II

 

Yunanistan, Türkiye ve İngiltere, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bu Andlaşma’nın I’inci Maddesinde belirtilen taahhütlerini kaydederek, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü ve güvenliğini ve aynı zamanda Anayasa’nın Temel Maddeleriyle kurulan düzeni (state of affairs) tanırlar ve garanti ederler.

 

Benzer şekilde, Yunanistan, Türkiye ve İngiltere, kendilerini ilgilendirdiği ölçüde, doğrudan veya dolaylı olarak Kıbrıs Cumhuriyeti’nin herhangi bir devlet ile birleşmesini veya Ada’nın taksimini sağlamayı amaçlayan bütün faaliyetleri yasaklamayı taahhüt ederler.

 

Bu iki maddenin ikinci paragraflarının ve özellikle II’inci maddenin ikinci paragrafının doğru yorumu, tartışmanın temel çıkış noktasını oluşturmaktadır.

 

7. 1969 Viyana Andlaşmalar Hukuku Sözleşmesinin 31 ve 32’nci maddelerinin, geriye dönük olmasa bile, mevcut amaçlar için Andlaşmaların yorumu ile ilgili uluslararası örfi hukuk kurallarını ortaya koyduğu yönündeki Ortak Mütalaanın yazarlarının görüşlerine (paragraf 9) katılmaktayım. Bu maddeler şunları öngörmektedir:

 

Madde 31 – Genel Yorum Kuralı

 

1. Bir Andlaşma, Andlaşmanın içeriği ile bağlantılı olarak, konu ve amacının ışığında, terimlerin olağan anlamına uygun biçimde ve iyi niyetle yorumlanmalıdır.

 

2. Bir Andlaşmanın yorumlanması bakımından, Andlaşmanın içeriği, Andlaşmanın girişi ve eklerini kapsayan Andlaşma metnine ilaveten, aşağıdakileri kapsar:

 

a) Andlaşmanın akdedilmesiyle bağlantılı olarak bütün taraflar arasında yapılmış olan Andlaşmayla ilgili herhangi bir anlaşma;

 

b) Andlaşmanın akdedilmesiyle bağlantılı olarak bir veya daha fazla tarafça yapılan ve diğer taraflarca Andlaşmayla ilgili bir belge olarak kabul edilen herhangi bir belge.

 

3. Andlaşmanın içeriği ile birlikte aşağıdakiler de dikkate alınır:

 

a) Andlaşmanın yorumu veya hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili olarak taraflar arasında sonradan yapılan herhangi bir anlaşma,

 

b) Tarafların Andlaşmanın yorumu konusundaki mutabakatını tespit eden Andlaşmanın uygulanmasıyla ilgili daha sonraki herhangi bir uygulama,

 

c) Taraflar arasındaki ilişkilerde uluslararası hukukun tatbiki kabil herhangi bir kuralı.

 

4. Tarafların bir terime özel bir anlam vermek istedikleri tespit edilirse, o terime o anlam verilir.

 

Madde 32 – Tamamlayıcı yorum araçları

 

31. Maddenin uygulanmasından doğan anlamı teyit etmek için veya 31. Maddeye göre yapılan yorumun,

 

(a) anlamı muğlak veya anlaşılmaz bırakması veya,

 

(b) çok açık bir şekilde saçma olan veya makul olmayan bir sonuca götürmesi hallerinde,

 

anlamı tespit etmek için Andlaşmanın hazırlık çalışmaları ve andlaşmanın yapıldığı koşullarda dahil olmak üzere tamamlayıcı yorum araçlarına başvurulabilir.

 

8. Bu yorum kurallarının Garanti Andlaşmasının metnine uygulanması konusunda Ortak Mütaala’nın yazarları ile aramda görüş ayrılıkları bulunmaktadır. Bununla birlikte, Ortak Mütaala’nın yazarları dahi, başlangıç noktasının Andlaşmanın lafzının olağan anlamı olması gerektiğini kabul etmektedirler. Bu nedenle, Ortak Mütalaa’nın yazarlarının bu olağan anlamı saptırma çabalarında kullandıkları yöntemlerle ilgili ayrıntılara girmeden önce, bazı temel terimleri özet olarak incelemekle başlayacağım.

 

9. “herhangi bir siyasi veya ekonomik birlik”. Bu ifade Garanti Andlaşması’nın I’inci Maddesi’nin ikinci paragrafında yer almaktadır. Bu paragrafın ikinci cümlesinde ve II’inci Maddenin ikinci paragrafında yer alan “birlik” kelimesinin aynı anlama geldiğine hiçbir tereddüt yoktur. Zira, bir paragraftaki ifade, diğerinin içeriğinin bir parçasıdır. Ayrıca, noscitur a sociis (bir kelimenin anlamı, içinde bulunduğu metinden belli olur) yorum ilkesini de ortaya koymak gerekir. İfade, “siyasi veya ekonomik birlik”tir. Ekonomik birlik genelde, siyasi birliğe oranla daha gevşek bir yakınlığı öngören bir birlik şeklidir. AB, tartışmasız olarak bir ekonomik birlik ve (giderek artan biçimde) siyasi bir birlik şeklidir.

 

10.“Kıbrıs, tamamen veya kısmen herhangi bir siyasal veya ekonomik birliğe girmeyeceğini taahhüt eder”. I.’inci Madde’nin ikinci paragrafında yer alan, bir birlik “oluşturmak” değil, bir birliğe “girme” ifadesi, olağan anlamıyla, ekonomik veya siyasi olarak tam birleşmenin daha azını öngören bir kavramı içermektedir. Bu husus, “tamamen veya kısmen” ibaresiyle yeterince teyit edilmektedir. Bu husus kısmi birliğin dahi yasaklanmakta olduğunu açığa çıkarmaktadır.

 

11. “doğrudan veya dolaylı olarak, gerçekleştirmeye teşvik etmesi muhtemel”. Bu ibare, (ilgisiz şekillerle) I’inci Maddenin ikinci paragrafı ve II’inci Maddenin ikinci paragraflarında bulunmaktadır. Bu ifadeyle, sadece (tamamen veya kısmen) ekonomik veya siyasi birliğin gerçekleştirilmesinin değil, doğrudan veya dolaylı olarak her iki şekildeki birliğin gerçekleşmesini amaçlayan veya buna yol açması muhtemel olan bütün faaliyetlerin de yasaklandığı açıklığa kavuşmaktadır. Bu husus tam bir birlik için geçerli olduğu gibi, kısmi birlikler için de geçerlidir.

 

12. “herhangi bir Devletle hiçbir şekilde.” I’inci Maddenin ikinci paragrafında bulunan bu ibarenin anlamı, açıkça, aynı paragrafta ve II’inci Maddenin ikinci paragrafında yer alan “herhangi bir diğer Devlet” ibaresini de kapsamına almaktadır. Ortak Mütalaa, (ileride göreceğimiz gibi) bu ifadeyi “Yunanistan veya Türkiye” olarak ve sadece biri veya diğeri şeklinde yorumlamaya çalışmaktadır. Ancak Andlaşma’da söylenen bu değildir. Elbette ki, bu ve diğer hükümlerle (taksimden ayrı olarak), Kıbrıs’ın Yunanistan veya Türkiye’yle birleşmesinin önlenmesinin amaçlanmış olduğu tartışılamaz. Fakat, ister istemez, tek amaç bu değildir, aksi takdirde Andlaşma’da rahatlıkla şu ifade kullanılabilirdi: “Kıbrıs, Yunanistan veya Türkiye ile herhangi bir ekonomik veya siyasi birliğe girmemeyi taahhüt eder”. Ancak bunun yerine Andlaşma’da, “herhangi bir diğer Devletle” denilmiştir. Metnin açık anlamına göre öyleyse, herhangi diğer bir Devletle birlik yasaklanmaktadır. Örneğin, İngiltere’yle (bir önceki sömürgeci güç) veya İtalya’yla (Venedik, çok önceleri Kıbrıs’ı yönetmişti) birlik de aynı şekilde yasaklanmış olmalıydı. Aynı ifade taslak Garanti Andlaşması’nda da kullanılmıştı ve Türk Dışişleri Bakanı, bu ifadenin, “Yunanistan’la veya herhangi diğer bir ülkeyle” enosisi dışlamak maksadıyla tasarlandığını vurgulamıştı. Yunanistan Dışişleri Bakanı da Türk meslektaşıyla aynı görüşü paylaşıyordu.[10]

 

13. Ortak Mütalaa, bu ibarede tekil bir “Devlet” ifadesi kullanıldığını ortaya koymakta ve AB’ne üye on beş ülkenin bulunduğuna işaret etmektedir. Ancak, bu iddianın ikna edici gözükmemesine ilişkin olarak üç sebep bulunmaktadır. Birincisi, çoğul ifadeyi de kullanmak gereksiz olurdu. İngilizce hukuki yazılımda, aksi belirtilmemiş veya açıkça ima edilmemiş ise, “herhangi bir Devletle hiçbir şekilde” veya “herhangi diğer Devlet” ifadesi otomatik olarak çoğulu da kapsamaktadır.[11] Aynı şekilde, Garanti Andlaşması’nın Zürih’te hazırlanmış ve “eşit derecede geçerli” olan Fransızca nüshasında kullanılan “avec quelque Etat que ce soit/ hangi devletle olursa olsun” ifadesi kesinlikle birden fazla sayıdaki Devletle birlik kurulması olasılığını da içine almaktadır. İkinci olarak, bir üslup olarak, “herhangi diğer Devletle veya Devletlerle hiçbir şekilde” anlamına gelecek İngilizce “any other State or States whatsoever” demek, en basit ifadeyle, yakışıksız olacaktı. Diğer yandan Fransızca dilinde de, “avec un ou d’autres Etats quels qu’ils soient/ Hangi devlet veya diğer devletlerle olursa olsun” veya buna benzer şekildeki bir ifade daha da yakışıksız olacaktı. Üçüncü sebep ise, Garanti Anlaşması’nın metninde veya hedef ve amacında, sadece bir Devletle birliğin yasaklanmasının planlanmış olduğunu gösterebilecek hiçbir unsurun bulunmamasıdır. Kıbrıs’ın, Yunanistan ve Malta ile üçlü bir birlik kurmak istediği varsayılırsa, bunun anlaşmanın hazırlayıcıları tarafından sözkonusu yasağa aykırı kabul edilmiş olacağı açıktır, çünkü sonuçta Malta’yla olduğu kadar Yunanistan’la da birlik kurulmuş olacaktır. Buna benzer olarak, üçüncü Devlet olarak Yunanistan’dan (veya Türkiye’den) daha güçlü bir Devletin dikkate alınması halinde, Kıbrıs, Yunanistan ve Fransa arasında kurulacak üç taraflı yarı siyasi veya Kıbrıs, Fransa ve Türkiye arasında kurulacak üç taraflı ekonomik birlik benzeri bir ilişkiye gösterilecek tepkinin ne olacağını hayal etmek için fazla çaba sarfetmeye gerek yoktur. Kısaca, Garanti Andlaşması’ndaki tekil “Devlet”in çoğulu kapsamadığını düşünmek için bir neden bulunmamaktadır.

 

14.Bu itibarla, Garanti Andlaşmasında kullanılan kelimelerin olağan anlamları, lafzi olarak veya kapsam, hedef ve amaçlarının ışığında, AB üyeliğinin bu Andlaşmaya aykırı olacağı ve bunu engelleyebilecek olan Garantörlerin (Yunanistan ve İngiltere), bu üyeliğin gerçekleşmesini kolaylaştırmamakla yükümlü oldukları görüşünü desteklemektedir. Bu sonucu saptırmak amacıyla Ortak Mütalaa’da ortaya konulan iddialara ayrıntılı bir şekilde bakmalıyız.

 

15.Ortak Mütalaa’da, Garanti Andlaşmasının açık lisanını saptırmak amacıyla, uluslararası örgütlere üyeliğin yasağın kapsamına girmediği öne sürülerek, herhangi diğer bir Devletle… veya, yukarıda açıklanan sebeplerle, Devletler de diyebilirim…, tamamen veya kısmen birleşmeye yol açabilecek faaliyetler ile uluslararası bir kuruluşa, özellikle AB’ne üyelik arasında yanıltıcı bir ayrım yapılmaktadır.

 

16.Birincisi, Kıbrıs Anayasasının belirli hükümlerini ihtiva eden sözkonusu yanlış kullanım, Mütalaamda bu konuda ortaya koyduğum bazı noktaları kasıtlı olarak yanlış yorumlamakta veya yanlış anlamaktadır. Ortak Mütalaa’nın 11. paragrafında, kapsam dışına çıkılarak, Garanti Andlaşmasının I (2). maddesinde kullanılan lisan ile Kıbrıs Anayasası’nın 50 ve 169. maddelerinde kullanılan lisan arasındaki karşıtlığa dikkat çekilmektedir. Doğru yorumlandıkları ve anlaşıldıkları zaman bu hükümler, Prof. Crawford, Hafner ve Pellet’in görüşlerini desteklemekten uzak kalmakta ve tezlerini zayıflatmakta ve görüşümü desteklemektedir.

 

17.Başlangıçta, I (1). maddesi de dahil, Garanti Andlaşmasının birçok maddesinde atıfta bulunulan ve Garanti Andlaşmasıyla aynı zamanda aktedilen Anayasanın, Andlaşmanın I (2). ve diğer ilgili maddelerinin içeriğinin bir parçası olduğunu kabul ediyorum. Fakat bu ilgili hükümler gerçekte ne ifade etmektedirler? Orijinal Mütalaamda bahsettiğim gibi,12 50. madde, Anayasanın “Temel Maddelerinden” biridir ve 182. maddede bu maddenin değiştirilemeyeceği belirtilmiştir. 50. madde, (Kıbrıslı Rum) Cumhurbaşkanına ve (Kıbrıslı Türk) Cumhurbaşkanı Yardımcısına, dış ilişkiler, savunma ve güvenliğe ilişkin çeşitli konularda, ortaklaşa veya tek başlarına kullanabilecekleri nihai veto yetkisi vermiştir. Bu vetonun kullanılabileceği konular arasında, 1 (a). paragrafta görüldüğü üzere, “Cumhuriyet’in, Yunanistan ve Türkiye’nin birlikte üyesi olduğu uluslararası kuruluşlara veya ittifaklara katılımı hariç, dış ilişkilere” yer verilmektedir. Diğer bir ifadeyle, Kıbrıs, Yunanistan ve Türkiye’nin birlikte üye olduğu bir uluslararası kuruluşa fazla bir tartışma gerektirmeden üye olabilecek, ancak Yunanistan ve Türkiye’nin üye olmadığı uluslararası kuruluşlara ise Cumhurbaşkanı veya Cumhurbaşkanı Yardımcısının veto etmemesi halinde üye olabilecekti.13 Bu hükümden, uluslararası kuruluşlara üyeliğin Garanti Andlaşmasının kapsamına girdiği, anılan iki devletin üye olmaması halinde, sözkonusu üyeliğin veto edilebileceği açıkça anlaşılmaktadır. Madde 169, ( 50. maddeye tabi olduğu açıkça vurgulanmaktadır) anlaşmaları kimin aktedeceğine ve bunların iç hukuktaki etkilerine ilişkindir. Konumuzla ilgisi yoktur ve şu iki anlaşma türü arasında bir ayrım yapar: (1) Aktedilmesi Bakanlar Kurulu kararı gerektiren “ticari konular ve ekonomik işbirliği (ödemeler ve kredi dahil) ve modus vivendi ile ilgili olarak, herhangi bir Uluslararası Kuruluş veya Devlet ile yapılacak uluslararası anlaşma[lar], (2) Bakanlar Kurulu kararıyla birlikte Parlamento onayı gerektiren “diğer bir Andlaşma, sözleşme veya uluslararası anlaşma”. Bu durumda, 1. paragraf, parlamento onayından vazgeçerek, ekonomik nitelikli anlaşmalar için daha süratli bir yöntem belirleme amacını gütmekte ve Garanti Andlaşması’nın I (2). maddesinde yer alan temel kavramların anlamına hiçbir ışık tutmamaktadır.

 

18.Anayasanın, konumuzla ilgili hükmü olan 50. maddesine dönecek olursak, bu maddenin menşei, Mütalaamın 7, 14 ve 34. paragraflarında açıklanmış bulunmaktadır. İngiliz, Türk ve Yunan Dışişleri Bakanlarının katılımıyla İngiltere Dışişleri Bakanlığı’nda 12 Şubat 1959 tarihinde yapılan bir toplantıda,14 Garanti Andlaşması’nın I (2). maddesinin taslağıyla ilgili olarak birçok soru sorulmuştu. Bu çerçevede İngiltere Dışişleri Bakanı, “1. maddenin ikinci paragrafının, Kıbrıs’ın tüm uluslararası kuruluşlara, örneğin ileride kurulacak olursa, [Avrupa] Serbest Ticaret Bölgesi’ne üyeliğini engellemek amacını taşıyıp taşımadığını” sormuştu. Türk ve Yunan Dışişleri Bakanları cevaben, “Kıbrıs’ın, Türkiye ile Yunanistan’ın birlikte üye oldukları uluslararası kuruluşlara, örneğin [Evrensel] Posta Birliği’ne ve herhangi bir Serbest Ticaret Bölgesi’ne üyeliğine karşı herhangi bir itirazın sözkonusu olmayacağını açıklıkla belirtmişlerdir. Aynı şartların Kıbrıs’ın Commonwealth’e veya Sterlin Bölgesine üyeliği konusunda da geçerli olduğunu kaydettiler.”15 Fakat aynı zamanda, Türkiye ve/veya Yunanistan’ın üye olmadıkları hallerde, Cumhuriyet’in bu uluslararası kuruluşlara ancak her iki toplum liderinin de onay vermesi halinde üye olabileceğine açıklık getirilmiştir.

 

19.İçeriğinden de görüldüğü üzere Ortak Mütalaa’nın 11. paragrafında, Garanti Andlaşmasındaki yasağın kapsamından uluslararası kuruluşların çıkartılması amacıyla Anayasanın 50. maddesinin kullanılması girişimi tamamıyla yanıltıcıdır. Çünkü, Garanti Andlaşmasının (taslak) yazımının “gerçekten gevşek veya sıkı tüm uluslararası kuruluşları kapsama eğiliminde olduğu” gözönüne alınmış ve ancak 50. maddedeki şartların yerine getirilmesi koşuluyla üyeliğin engellenmeyeceği hususu sorgulanmış ve ancak bu şartlarda mümkün olabileceği dikkate alınmıştır. Diğer bir ifadeyle, istisna, kuralı tam anlamıyla haklı çıkarmaktadır ve hazırlık çalışmalarından (travaux préparatoire) yapılan bu alıntı, I (2). maddede kastedilen anlam konusunda Ortak Mütalaa’nın yazarlarının değil, benim görüşümü desteklemektedir.

 

20. Kıbrıs’ın çeşitli uluslararası kuruluşlara olası üyeliği konusunda siyasetçiler ve bürokratlar arasında birbirini izleyen tartışmalar yapılmıştır. Bu tartışmalar, şu veya bu kuruluşa (örneğin, NATO) üyeliğin siyasi açıdan arzu edilebilir olup olmadığı ve sözkonusu kuruluşun Kıbrıs’ı kabul edip etmeyeceği üzerinde odaklanmıştır. Fakat bu tartışmalar sırasında Kıbrıs’ın çeşitli örgütlere üye olabileceği öngörülmüşken, böyle bir katılım, ancak 50 ve 169. maddelerde kayda geçirilen usul dahilinde… ve özellikle, Cumhurbaşkanı veya Cumhurbaşkanı Yardımcısının veto yetkisini kullanmaktan imtina etmesi halinde… tutarlı olabilirdi ve sonuç olarak iki toplum liderinin onayının alınmaması halinde Garanti Andlaşmasının I (2). maddesinin uluslararası kuruluş üyeliğine uygulanmayacağı anlamına gelmezdi. Örneğin, İngiliz Bakanlar Kurulu Kıbrıs Özel Komitesi için, yukarıda bahsekonu toplantılardan iki hafta sonra hazırlanan bir taslak notta, Kıbrıs’ın Ortak Pazar’a üyeliğinin artıları ve eksileri tartışılıyordu ve analiz şu cümleyle bitiyordu: “Kıbrıs’ın Ortak Pazar’a üyeliğini engelleyen son ve muhtemel nihai görüş, Yunanistan ve Türkiye’nin Ortak Pazar’a üye olmadığı ve ileride üye olmalarının da muhtemel gözükmemesidir”.16 İlgililerin Garanti Andlaşmasının uygulanmasına karşı oldukları gibi, içeriğini de yeterli ölçü de inceledikleri şüpheli olduğu için gözlemlere daha fazla ağırlık vermek istemiyorum. Ancak aynı husus, adil olmak adına, Londra Kıbrıs Ortak Komitesi Milletvekilleri Komisyonunun 19 Ekim 1959 tarihinde yapılan 26’ncı toplantısının Tutanakları17 için de dile getirilmelidir. Tutanakların bir kısmı, Ortak Mütalaa’nın 19. paragrafında yer almaktadır. Yunanistan ve Türkiye temsilcilerinin Kıbrıs Rum Delegasyonu Başkanına, Kıbrıs’ın Serbest Ticaret Alanı, Gıda ve Tarım Örgütü, GATT gibi ya da diğer çok taraflı örgütlerin dışında kalmasının öngörülmediği konusunda güvence veren ifadeleri, benim yorumumla tamamıyla tutarlıdır.

 

21.Ortak Mütalaa’nın yazarlarının, Cumhurbaşkanı Yardımcısının şu anda mevcut olmaması nedeniyle, Anayasa’nın 50. maddesinin uygulanmasının imkansız olduğu konusundaki iddialarına aşağıda (36-38. paragraflar) yeniden döneceğim. Ancak şu an için (farzedelim ki), Kıbrıs Anayasası açısından haklı olsalar bile, bu, benim dile getirdiğim noktayı etkilemez. Çünkü benim belirttiğim ana nokta, AB’ne katılmak amacıyla yapılan müracaatın anayasal olmadığı değil, bu kuruluşa müracaat etmenin veya katılmanın, Garanti Andlaşmasının, herhangi bir Devletle, tamamen veya kısmen, siyasi veya ekonomik birleşmeyi ve böyle bir birliğe doğrudan veya dolaylı olarak yol açabilecek herhangi bir faaliyeti yasaklayan hükmüne aykırı olacağıdır.

 

22.Kesinlikle ifade ediyorum ki, meşru istisnalara saygı gösterilmediği takdirde, Garanti Andlaşmasının I (2). maddesi, uluslararası kuruluşlara üyeliği engellemektedir. Fakat bu husus herhangi bir nedenle reddedilse ve uluslararası kuruluşlara üyeliğin Garanti Andlaşmasının hükümlerine genel olarak aykırı olmadığı kabul edilse bile, benim görüşüme göre, AB’nin kendine has ve istisnai yapısı dikkate alındığında, üyelik, yasağın kapsamına girecektir. Ortak Mütalaa’nın 12-16. paragrafları bu konuda yanlış gerekçeler oluşturan bazı örnekleri kapsamaktadır.

 

23.Mütalaamın 106. paragrafında “Kuruluşun isminin, yani Avrupa Birliği ibaresinin üyeler arasında bir birliği teyit ettiğini ifade etmiştim.” Ortak Mütalaa’nın yazarları bu görüşe “birlik” kavramının özellikle geçmişte, oldukça “sıradan” uluslararası kuruluşları bile tanımlamada kullanıldığı yolundaki çok bilinen hususu işaret ederek karşı çıkmaya çalışmaktadırlar. Bu çerçevede verilen örnekler Evrensel Posta Birliği18 ve Uluslararası Telekomünikasyon Birliğidir. Fakat bu yaklaşım, sözkonusu terimin Avrupa Birliği tarihindeki özel yerini yanlış tasvir etmektedir. Hatırlanacağı üzere, başlangıçta sadece Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (1952) mevcut bulunmaktaydı. Daha sonra ise bu kuruluşu, 1958 yılında kurulan Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu ve Avrupa Ekonomik Topluluğu takip etmiştir. Bu üç Topluluk başlangıçta bazı ulusüstü yetkilerle donatılmış olsalar da, gerek içerdikleri alanlar, gerek ulusal hukuka etkileri itibarıyla kapsamları çok sınırlı kalmıştır. Fakat bu kapsam, aşama aşama genişlemiş, özellikle Avrupa Ekonomik Topluluğu örneğinde olduğu gibi çok geniş çeşitlilikte konuları ve çok ileri boyutta yetkileri ihtiva eder hale gelmiştir. 1965 Birleşme Andlaşması ve bunu takip eden diğer belgeler bu üç Topluluğu, sadece bir Komisyonu, Bakanlar Konseyi ve Parlamentosu olan tek bir kuruluş haline getirmiştir. Müteakip gelişmeler ve özellikle Avrupa Birliği Maastricht Andlaşması, sadece ekonomik değil, siyasi olarak da artan ölçüde bütünleşmeye yol açmıştır. Bu amaçla örneğin, büyük ölçüde güçlendirilmiş AET’na, “ikinci” olarak Ortak Dış ve Güvenlik Politikası ve “üçüncü” olarak “Özgürlük, Güvenlik ve Adalet” boyutları eklenmiştir. Ekonomik ve Parasal Birlik’in sözünü bile etmiyorum. Sonuç olarak, bütün yorumcuların hemfikir olduğu gibi, AB üyeleri arasında emsali görülmemiş derecede bütünleşmenin sözkonusu olduğu bir kuruluştur. Hiç şüphesiz, AB’nin bir “ekonomik birlik” olarak tanımlanabileceği gibi, “siyasi bir birlik” olarak da tanımlanması mantıksız olmayacaktır. Gerçekten, Avrupa Birliği Andlaşmasının [aynen alınmıştır] “Avrupa halkları arasında birbirine gittikçe yakınlaşan bir birlik yaratılması sürecinde yeni bir adımı” oluşturduğu açıkça ilan edilmiştir.19 Bu, üyeler arasındaki birliğin tam olduğu anlamına gelmemektedir; ancak Garanti Andlaşması, gördüğümüz gibi, sadece tam birliği değil, siyasi ve ekonomik birliği de yasaklamaktadır. Kısmi ya da tam da olsa ekonomik veya siyasi birlik yasaklanmaktadır. Dahası, bu niteliklerden birini haiz olan bir birliğe “doğrudan veya dolaylı olarak yol açabilecek” faaliyetler bile yasaklanmaktadır. Öyleyse, örneğin Birleşmiş Milletler’e üyelik, anılan yasak kapsamına girmeyecek kadar gevşek bir ortaklık olduğu söylenebilse dahi, aynı durumun AB için geçerli olduğunu söylemek mümkün değildir.20

 

24. Bu açık noktayı etkisiz hale getirebilmek için Ortak Mütalaa’nın 13-16. maddelerinde yeni sözde iddialar ortaya atılmakta ve oldukça suni bir bakış açısı benimsemektedir. Sözde iddialar konuya yüzeysel şekilde değinmekte ve bu çerçevede, devlet olma yolunda ilerlemesine rağmen, AB’nin bir devlet olmadığı ileri sürülmektedir. Ben AB’nin devlet olduğunu hiçbir zaman söylemedim, AB’yle bir birlik kurulması Garanti Andlaşmasıyla yasaklanmıştır. Ancak ifade etmeye devam ettiğim husus şudur ki, Avrupa Birliği, adından da anlaşılacağı gibi ortak yasama süreci, ortak kurumları, ortak bir hukuku, ortak para birimi (bir çoğunun) v.s. olan Devletler Birliğidir. Ortak Mütalaa’nın yaptığı gibi, metinden çeşitli alıntılar yaparak bunlar üzerinde konuşmak, “üye ülkelerin her birinin ekonomik ya da siyasi olarak bir diğer ülkeyle birlik kurduğunu söylemek yanlıştır” çünkü “hiçbir üye ülke bir başka üye ülkenin kurumsal düzeninin bir parçası değildir” demek bir bakıma hakikatten ve hatta hukuki gerçeklerden kaçmaktır. Çünkü, her bir üye ülkede uygulanan ve hukuki olarak üye ülkelerin yasalarının üstünde olan Birlik/Topluluk Yasası, üye ülkelerin kendi yasaları değildir ve bu yasaların ortak pazar, ortak bir para birimi, ortak dış ve güvenlik politikası gibi ortak kurumlar tarafından teklif edildiği, aktedildiği, uygulandığı, denetlendiği gerçeğini gizleyemez. Aksi takdirde, Amerika Birleşik Devletleri’nin her bir eyaletinin kendi hukuk sistemini muhafaza etmiş ve bu hukuk sitemlerine federal yasalar ve federal mahkemelerce sınırlı olarak hükmedilmesi nedeniyle, birbirleriyle birlik oluşturmadığı gibi saçma bir sonuca ulaşılır. Bu, Kıbrıs ve Yunanistan’ın, görünüşte kendi egemenliklerini muhafaza ederken, ulusüstü ortak bir yasama organı oluşturmaları ve bunun içinde Yunanistan’ın Kıbrıs’tan daha büyük bir veto hakkına sahip olması halinde, Yunanistan hukukunun resmen Kıbrıs’ta uygulanmadığı veya tam tersi olduğu gerekçesiyle, bu birliğin gerçek anlamda bir birlik olmadığı anlamına gelir. Benzer mülahazalar Yunan Kralı yönetimindeki birlik için de geçerlidir, bu Andlaşmanın kesin bir şekilde yasaklamaya çalıştığı bir durumdur.

 

25.Sonuç olarak, daha önce de ifade ettiğim gibi, Kıbrıs için AB’ye katılmak, açıkça, siyasi ve ekonomik olarak diğer üye ülkelerle bir birliğe girmek anlamını taşır. Ancak bundan fazlası da sözkonusudur. Bunun için bir kez daha hatırlanmalıdır ki, Garanti Andlaşmasının yasakladığı yalnızca ekonomik ve siyasi bir birlik değildir, kısmi bir birlik ve hatta böyle bir birliğe “doğrudan ya da dolaylı olarak yol açabilecek herhangi bir faaliyet” de yasaklanmıştır. Ortak Mütalaa “2. paragrafta yasaklayıcı her iki cümlenin tek sonucunun herhangi bir ülkeyle birlik oluşturmak ya da Ada’nın taksimini” yasaklamak olduğunu söyleyerek bu güçlüğü atlatmaya çalışmıştır. Bu, Garanti Andlaşmasında “herhangi bir devlet” ibaresiyle sadece tek bir devletin kastedildiğini haklı çıkarmaz (Ben bu noktanın sorgulanabilir olduğuna ilk Mütalaamda da yer vermiştim); bu, aynı zamanda I (2). maddenin içeriğinin de açıkça iki şekilde yanlış sunulmasıdır. İlk olarak, her iki cümlenin de yalnızca sonuçla ilgilendiği belirtilmektedir, oysa ikinci cümle açıkça “doğrudan veya dolaylı olarak herhangi bir ülkeyle birliğe yol açabilecek bir faaliyetin sonucuyla” ilgilidir. İkinci olarak, Ortak Mütalaa’da yasaklanmış sonuçtan doğru bir şekilde bahsedilmemektedir. Bu “herhangi bir başka ülkeyle birlik oluşturmak ya da Ada’nın taksimi”ni sağlamak değil, tümüyle ya da kısmi olarak, siyasi veya ekonomik birlik anlamındadır. Ortak Mütalaa, paragrafın lafzını yanlış bir şekilde yorumlayarak AB üyeliğinin en azından bir diğer ülke ya da ülkelerle birliğe yol açacağı gibi kaçınılmaz sonuçtan nafile şekilde kaçmaya çalışmaktadır.

 

26. Her ne kadar yüzölçümü küçük ve nüfusu az olsa da, 15 veya 21 üyeli bir Avrupa Birliği üyesi olarak Kıbrıs’ın daha büyük başka bir devletin (özellikle Yunanistan’ın) tahakkümü altında kalmayacağını söylemek de anlamlı değildir.21 Andlaşmayı hazırlayanların esas endişeleri ne olursa olsun, Garanti Andlaşmasının lisanında tahakkümü içeren bir üsluba yer verilmemiştir. Kıbrıs, daha küçük bir devlet olan Malta ile birleşse ve hakim olan taraf Kıbrıs olsa bile, Andlaşma lisanında bu husus aynı şekilde yasaklanabilirdi. Yasaklanan husus, kısmen ya da tamamen birleşme ve bu yönde eğilim gösteren doğrudan veya dolaylı adımlardır. Genel olarak AB üyelerinin diğer devletlere nazaran birbirlerine yakın oldukları tartışılmaz; ve eğer Kıbrıs ve Yunanistan AB üyesi olurlarsa, halklarının çoğunluğu din, dil, tarih ve benzeri bağlarla bağlı olan bu devletlerin bundan daha da yakınlaşmayacaklarını düşünmek gerçekçi değildir.

 

27. Ortak Mütalaa’nın reddetmesine karşın22, Uluslararası Daimi Adalet Divanı’nın Avusturya-Almanya Gümrük Rejimi davasına (1931 Ser. A/B 41) ilişkin hükmü olaylar aynı olmasa da bu konuyla ilgilidir. 1919 tarihli Saint-Germain Andlaşmasının 88. Maddesi ile Avusturya, Milletler Cemiyeti Konseyi’nin rızası olmadan bağımsızlığından feragat etmemeyi ve özellikle başka bir devlete katılarak, bağımsızlığını doğrudan ya da dolaylı olarak veya herhangi bir şekilde tehlikeye atacak her türlü hareketten kaçınmayı taahhüt etmiştir. 1922 Protokolu, ekonomik bağımsızlığın da buna dahil olduğunu ve Avusturya’nın herhangi bir devlete, bağımsızlığını tehdit etmeye yönelik özel bir rejim veya menfaat sağlayarak ekonomik bağımsızlığına zarar veremeyeceğini açıkça belirtmiştir. Avusturya 1931 yılında Almanya ile aralarındaki gümrük tarifelerini kaldırarak ve dışarıya karşı ortak gümrük vergisi uygulayarak gümrük birliği oluşturacak şekilde bir Andlaşma imzalamıştır. Bu Andlaşmalarla yasaklanan hususların bedeli şimdiki durumdan daha yüksekti… Siyasi veya ekonomik birleşmedense bağımsızlığın kaybı sözkonusuydu… ve öngörülen gümrük birliği Ortak Pazar veya AB’ye göre çok daha mütevaziydi. Bununla beraber, Uluslararası Mahkeme, Avusturya’nın bu düzenlemelere dahil olmakla Andlaşmalardan doğan yükümlülüklerini ihlal ettiğine karar vermiştir. Çoğunluktaki 8 Yargıçtan biri olan Yargıç Anzilotti, ayrı görüşünde Saint-Germain Andlaşmasının 88. maddesindeki (ekonomik bağımsızlığa veya bununla ilgili özel sorumluluklara açıkça atıfta bulunmayan) genel yükümlülüklerin bile bu tür bir düzenlemeyle ihlal edildiğini belirtmiştir. Ortak Mütalaa’nın gözlemlediği gibi, Yargıç Anzilotti’nin görüşü Avusturya ile Almanya arasındaki ekonomik gücün eşitsizliğine dair olduğu halde, bu, çoğunluktaki diğer üyelerin görüşlerinin arasında yer almamaktadır. Garanti Andlaşmasını hazırlayanlar, bu emsalden muhakkak ki haberdardılar.23

 

28.Devam eden bu analizin ışığında, Ortak Mütalaa’nın 17. paragrafında atıfta bulunulduğu gibi, tarafların müteakip uygulamalarının zayıf ve tek bir örnekle reddedilemeyeceği açıkça ortaya çıkmıştır. Burada vurgulanan nokta ne İngiltere ne de Türkiye’nin Kıbrıs’ın AET ile 1972 tarihli Ortaklık Anlaşmasına taraf olmaması amacıyla Garanti Andlaşmasına değinmemiş olmaları, dolayısıyla Kıbrıs’ın AB’ye tam üyeliğinin Garanti Andlaşmasına aykırı olmayacağı anlamına gelmediğidir.(Türkiye aslında bu Andlaşma’ya farklı platformlarda itiraz etmiştir.) Yine de, bunun üzerinde fazlasıyla durmak yanlış olacaktır. Bir ilk oluşturan sözkonusu Ortaklık Anlaşması, nispeten derin bir ilişki öngörmeyen ve tercihli ticaret anlaşmasından biraz daha kapsamlı bir düzenlemeydi. Bu tür anlaşmalar her şekilde mutlaka AET’na tam üyelik sonucunu doğurmamıştır, ayrıca Türkiye o zaman protesto etmemek için her türlü sebebe sahip bulunmaktaydı. (İngiltere’den bahsedilmiyor, çünkü o günlerde İngiltere kendisi de AET’na girmek üzereydi). SS Lotus Davası24 varsayımların muğlak olması nedeniyle, diğer kanıtların bulunmaması halinde, varsayımlardan hareketle ilgili devletin itiraz etmeye ya da protesto etmekten kaçınmaya hukuki olarak zorunlu olduğunu değerlendirmenin güvenilir olmadığını öğretmiştir.25

 

29. Ortak Mütalaa, 21 ve 23. paragraflarda, AB’nin ve daha az da olsa Güvenlik Konseyi’nin uygulama yönündeki olumlu tavırlarını hatırlatmaktadır. Bununla birlikte, Mütalaamın26 vakıalarla ilgili kısmında atıfta bulunduğum üzere, 1993 tarihli Avrupa Komisyonu görüşünün dayanağı, AB’nin KKTC’nin tanınmayacağına ilişkin kararıdır, bu nedenle, Kıbrıs Türklerinin Güney’deki Hükümetin bütün Kıbrıs’ı temsil etmediği ve bu itibarla sözkonusu başvurunun kabul edilemeyeceği yolundaki itirazı reddedilmiştir. Bununla birlikte, benim ilk mütalaamdan da görüldüğü ve yukarıda 5. paragrafta açıklandığı üzere, KKTC’nin egemenlik ve temsille ilgili tezleri benim buradaki görüşlerimin temeli değildir.27 Komisyon Görüşü, tahminen, daha önce bahsedilen genel politikayla tutarlı olabilmek için, Garanti Andlaşmasına ve Kıbrıs Anayasasına dayanan tezleri ciddi olarak değerlendirmemiştir.

 

30. Ortak Mütalaanın 22. paragrafında yer alan iddianın tersine, AT Anlaşması’nın 234. (şimdi 307) maddesinin bu tartışmayla gerçekten bir ilgisi yoktur. Bu maddenin işlevi, üyelerin Birliğe dahil olmayan ülkelere karşı daha önceden mevcut olan uluslararası yükümlülüklerini korumaktır. Kıbrıs AB üyesi değildir. Yunanistan ve İngiltere ise AB üyesi ülkelerdir. Fakat böyle bir koruma, normal olarak, başka türlü olması halinde bir ihtilafa sürüklenebilecek olan üye Devletin isteği üzerine gerçekleşir,28 ve eğer ne İngiltere ne de Yunanistan gündeme getirmezse, Komisyon’un bu konuyu gündeme getirmesi ihtimal dahilinde değildir.29 Herşeyden önemlisi, Viyana Konvansiyonu’nun (veya uluslararası örfi hukukun) Andlaşmaların yorumlanmasıyla ilgili hükümlerinde, bir Andlaşmaya taraf olmayanların (bu olayda, AB) sonraki fiillerinin Andlaşmanın yorumuyla ilgili olduğunu söyleyen hiç şey yoktur. Esasen, Uluslararası Hukuk Komisyonu, Andlaşmalar Hukuku’yla ilgili çalışmaların nihai taslak maddeleri arasında yer alan ve Viyana Konvansiyonu’nun 31. maddesine de temel olan 27. maddeye ilişkin yorumunda; “tarafların Andlaşmanın yorumlanmasına ilişkin mutabakatlarını ortaya koyan ve anlaşmanın uygulanmasıyla ilgili sonraki fiillerinin” dikkate alınması gerektiğini belirten paragraf 3(b)’deki, “taraflar”ın Andlaşmaya taraf olan devletlerin tamamı olduğunu açıklığa kavuşturmuştur.30 Türkiye Garanti Andlaşması’na taraf olan diğer devletlerin yorumunu kabul etmemektedir ve bu şekilde, Viyana Konvansiyonu’na göre de, Andlaşma’nın diğer taraflarının yoruma ilişkin mutabakatlarının dikkate alınması gerekli değildir. AB gibi, taraf olmayanların uygulamalarının dikkate alınması da gerekmez.

 

31. Benzer mülahazalar, Güvenlik Konseyi’nin AB ile Kıbrıs Rum yönetimi, ve sadece onlarla, katılım müzakerelerinin başlamasına destek verme kararına da mümkün mertebe uygulanabilir.31 Şu da unutulmamalıdır ki, Güvenlik Konseyi esasen bir siyasi organdır ve aynı şey yeni üyelerin kabulü hakkında karar verirken AB için de geçerlidir.

 

32. Ortak Mütalaanın 24. ve 27. paragrafları Avusturya’nın AB’ye katılımının ele aldığımız konuyla kıyaslanabilir olduğunu ileri sürmektedir. Ben bu iddiayı halihazırda 21 Temmuz 1997’deki tamamlayıcı notum ile cevaplamış bulunmaktayım (Bu Mütalaanın 2.Eki) ve ilave etmem gereken çok az şey bulunmaktadır. Ortak Mütalaa’nın çürütemediği temel düşüncem, mevcut durumun aksine, 1955 tarihli Avusturya Devlet Andlaşması’na taraf olan devletlerden hiçbirinin, neticede Avusturya’nın AET’ne katılma yönündeki güçlü isteğine itiraz etmemiş olmamasıdır. Başlangıçta kuşkularını ifade eden Sovyetler Birliği, daha sonra karşı çıkmamaya karar vermiştir.32 Eğer bir Andlaşmaya taraf olanların hepsi muhtemel bir ihlala muvafakat verirler veya haklarından feragat ederlerse konu kapanır. Burada, çok önemli bir fark bulunmaktadır, çünkü Türkiye açık bir şekilde Kıbrıs’ın AB’ye katılmasına karşı çıkmakta ve her düzeyde bunu tekrarlamaktadır.

 

33. Bu noktada, Ortak Mütalaa’da yer alan bir başka hususa değinmek istiyorum.33 Burada şöyle deniliyor: “Eğer (Garanti Andlaşması’nın) I. Madde’sinin 2. Paragrafı, Kıbrıs’ın AB’ye üye olmasını yasaklıyor şeklinde yorumlanırsa, bu yasak daimi ve koşulsuz olmalıdır. Türkiye’nin AB’ye üye olup olmaması veya üyeliğin ne zaman olacağı meselesiyle bir ilgisi yoktur.” Kelime anlamıyla bakıldığında, yasağın koşulsuz olduğu doğrudur ve sadece Türkiye’nin AB’ye kabul edilmesi, otomatik olarak Kıbrıs’ın üyeliği önündeki hukuki engeli kaldırmaz. Bu görüşe verilecek cevap, önceki paragrafta verilen ile aynıdır- feragat etmek. Bir çok kişinin itirazından vazgeçeceğine dair spekülasyon yapmasına rağmen, Türkiye’nin Birliğe kabul edilmesi halinde, Kıbrıs’ın üyeliğine ilişkin itirazından vazgeçmeye niyetli olup olmadığı konusunda bilgi sahibi değilim. Kesin olan şey, Türkiye bu itirazından vazgeçerse, Garanti Andlaşması’nda yer alan yasaklama “daimi” olmayacaktır.34

 

34. Yukarıda yer alan bütün bu sebeplerle, Ortak Mütalaa’da Garanti Andlaşması’nın yorumuna ilişkin görüşümü değiştirmeme yol açacak hiç bir şey bulunmamaktadır. Özellikle, Kıbrıs’ın AB’ne katılımı (hatta katılmak için müracaat etmesi) I. Madde’nin ihlali olacaktır. Ayrıca, Yunanistan ve İngiltere II. Madde uyarınca, Kıbrıs’ın bağımsızlığını I. Madde’de tanımlandığı şekilde garanti etmek ve “kendilerini ilgilendirdiği ölçüde” doğrudan ya da dolaylı olarak bu yasak birleşmeyi teşvik etmeyi amaçlayan bir faaliyeti engellemek yükümlülüğü altındadırlar. Bu yükümlülüğün, Yunanistan ve İngiltere’nin üyelik için başvuruyu herhangi bir şekilde teşvik etmekten kaçınmalarını gerektirdiği hususu son derece tartışmalı olsa da, AB içinde kullanacakları basit bir veto yoluyla üyeliği engelleme imkanına sahip oldukları kesindir.

 

KIBRIS ANAYASASI: BAZI İLAVE NOKTALAR

 

35. Şimdi Ortak Mütalaa’da vurgulanan başka iki konuya değineceğim: Kıbrıs Anayasası’nın 50. Maddesi ve “en ziyade müsaadeye mazhar devlet” muamelesi.

 

36. Anayasa’nın 50. Maddesi’ni ilk mütalaamın (özellikle) 14, 34,38, 47, 48 ve 109. Paragrafları’nda ve bu mütalaamın 15-20. Paragraflarında ele almıştım. Hatırlanacağı üzere, Anayasa’nın bu hükmü, hem (Kıbrıslı Rum) Cumhurbaşkanına hem de (Kıbrıslı Türk) Cumhurbaşkanı Yardımcısına, uluslararası örgütlere (Yunanistan ve Türkiye birlikte üye olmadıkça) üyelik dahil olmak üzere, dış ilişkiler konusunda veto yetkisi vermiştir. Ortak Mütalaa’nın 28-34. Paragraflarında, 1959’dan beri Cumhurbaşkanı Yardımcılığı için bir seçim yapılmamış olması ve bu görevi üstlenen son kişinin ölmüş bulunması nedeniyle bu hükmün uygulanamayacağı, ancak bu durumun, Kıbrıs’ın uluslararası örgütlere üyelik dahil uluslararası ilişkiler kurmasını engelleyemeyeceği ileri sürülmektedir.

 

37. Bu iddia karşısında gerçekleri ve hukuku ilgilendiren meseleler hakkında pek çok soru ortaya konulabilir. Örneğin, Cumhurbaşkanı Yardımcısının mevcut olmayışının sebebinin tamamen veya büyük ölçüde Kıbrıs Rum çoğunluğunun hatası olması hiçbir fark yaratmayacak mıdır?, Zaruret Hali Doktrini, Anglosakson hukuk sisteminin uygulandığı ülkelerin anayasa hukuklarında geçerli bir yere (son derece tartışmalı bir konudur) sahip midir? Ancak daha temel bir biçimde, Ortak Mütalaa iki önemli noktayı gözden kaçırmaktadır. Birincisi, 50. Madde, Kıbrıs Anayasası öngörülen sonuçlarından ayrı olarak, Garanti Andlaşması’daki doğrudan ya da dolaylı olarak herhangi bir devletle, tamamen ya da kısmen, ekonomik veya siyasi bir birliğe yol açabilecek fiillerin yasaklanması konusunu açıklığa kavuşturmaktadır. Daha önce (yukarıda, özellikle 19. Paragrafta) belirttiğim üzere, her iki toplumun temsilcilerine uluslararası örgütlere üyelik konusunda veto hakkı verilmesi ve sonra Yunanistan ve Türkiye’nin halihazırda birlikte üye oldukları uluslararası kuruluşların bu vetonun kapsamından çıkarılması, uluslararası örgütlere üyeliğin, (bu garantiler olmaksızın) siyasi ve ekonomik bağımsızlığı tehlikeye düşürme potansiyeline sahip olduğunun düşünüldüğünü göstermektedir. Uluslararası örgütlere üyelik konusunda veto hakkı verilmesinin (ve buna istisna getirilmesinin) Garanti Andlaşması’nın yazımı aşamasında, I(2). Madde çerçevesinde, tartışılmış olması gerçeği, bunu teyit etmektedir. Ayrıca, bu sadece Anayasa ve Garanti Andlaşması gibi iki ayrı belgenin tesadüfen bir araya gelmesi de değildir. Bu belgelerden ilki, sıradan bir anayasa değil, son derece alışılmadık bir şekilde, Garanti Andlaşması gibi uluslararası bir anlaşmayla garanti altına alınmış bir anayasadır. Garanti Andlaşması’nın I. Maddesi uyarınca, Kıbrıs Cumhuriyeti, diğer şeyler meyanında “Anayasası’na saygı gösterilmesini” sağlama taahhüdü üstlenirken, diğer üç Devlet (garantör devletler) II. Madde uyarınca, diğer şeyler meyanında, Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’nın Temel Maddeleri ile kurulan düzeni (state of affairs) “tanımayı ve garanti etmeyi” taahhüt etmişlerdir.

 

38. Ortak Mütalaa’da gözardı edilen ikinci önemli husus şudur: Hatırlanacağı üzere (yukarıdaki 17. Paragrafa bakınız) 50. Madde, Anayasa’nın açık bir şekilde değiştirilemez hale getirilen “ Temel Maddelerinden” birisidir. Kıbrıs Rum yönetimi Anayasa’nın bazı bölümlerini “etkisiz” ilan etmesine rağmen, esasen Anayasa’yı bilfiil değiştirme iddiasında olmamıştır. Ancak, böyle davranmış olsaydı bile, Kıbrıs’ın uluslararası yükümlülükler çerçevesinde saygı göstermesi gereken, orijinal “Anayasa” ve temel özelliği, diğer üç devlet tarafından garanti altına alınan yetki paylaşımını da içeren, “(orijinal)Temel Maddeler tarafından kurulan Düzen (state of affairs)”dir. ( Garanti Andlaşmasının II.(1) Madde’sine bakınız). Bu, Garanti Anlaşması’nın lafzı, yazım süreci (Bu hususa, özellikle ilk mütalaamda değinilmiştir.) ve giriş bölümüyle yeterince açık hale getirilmiştir. Giriş bölümü, “Dört devlet;

 

a) Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığının, toprak bütünlüğünün ve güvenliğinin Anayasa’nın Temel Maddeleri tarafından tesis edildiği ve düzenlendiği biçimde muhafazasının kabul edilmesinin ortak çıkarları olduğunu gözönünde tutarak,

 

b) Anayasa tarafından kurulan düzene saygı gösterilmesini sağlamak için işbirliğini arzu ederek,

 

şu konularda mutabık kalmışlardır:” şeklindedir.

 

Böylece, uluslararası hukuk bakımından devletlerin çoğu anayasalarını, mevcut iç hukuklarına uyarak veya uymaksızın35, istedikleri biçimde değiştirebilirken, bu özel temel yasa farklıdır. Kıbrıs, Andlaşma ile Anayasası’na saygı göstermeyi kabul etmiş, diğer üç devlet de Temel Maddeler tarafından tesis edilen düzeni (state of affairs) tanımış ve garanti etmişlerdir. Bu, garantörlerin sadece vazifesi değildir. Bunun yanısıra, Kıbrıs’ın bu Andlaşma’ya uymasında garantörlerin birlikte veya ayrı ayrı, uluslararası yasal çıkarları mevcuttur. Bu normal bir durum değildir. Böylece, büyük ölçüde standart bir durum üzerine odaklanarak Ortak Mütalaa, bu konunun özelliklerine adil bir şekilde yaklaşmakta başarısız kalmıştır.

 

39. İlk Mütalaamın 109. Paragrafının bir bölümünde, Anayasanın 170.(1) Maddesi’ndeki en ziyade müsaadeye mazhar devlet muamelesine ilişkin hüküm hakkında ilave bir açıklama yapmıştım. Ortak Mütalaa’nın 35-37. paragrafları bu konuya ayrılmıştır. Ortak Mütalaa’nın yazarları, değinmediğim konulara ya da bahsettiğim, ancak en azından bir ölçüde yanlış anladıkları hususlara saldırmışlardır. Madde 170(1), “Cumhuriyet, mahiyetleri ne olursa olsun, bütün anlaşmalar bakımından, Yunanistan Krallığına, Türkiye Cumhuriyetine ve Büyük Britanya ve Kuzey İrlanda Birleşik Krallığına, uygun koşullar içeren anlaşmayla, en ziyade müsaadeye mazhar devlet muamelesi uygular” hükmünü getirmiştir. Madde 182 ve EK:III’den de görüleceği üzere, bu Anayasa’nın değiştirilemez Temel Maddelerinden birisidir. Dört taraf devlet arasındaki Kuruluş Andlaşması’nın F Ekinin İkinci Bölümü’nde de bu durum, neredeyse aynı terimlerle ifade bulmuştur. Bunun Türkiye’ye (veya diğer iki garantör devlete) müktesep bir hak verdiğini söylemedim; kullanılan ifadenin (“anlaşmayla” ve “uygun şartlarda”), bu muamelenin ileriye yönelik bir taahhüt (pactum de contrahendo) olduğunu açıklığa kavuşturduğuna katılıyorum. Sonuç olarak, Kıbrıs’ın Türkiye olmadan AB’ye girişinin, en ziyade müsaadeye mazhar devlet olma konusunda Türkiye’nin mevcut bir hakkını ihlal edeceğini iddia etmedim. Aksine, Ortak Mütalaa’nın vurguladığım iki hususu layıkıyla ele almamış olduğu düşüncesindeyim.

 

40. İlk olarak Madde 170(1), 1959’da mutabık kalınan Temel Yapı’nın 23.(1) Maddesini kelime kelime tekrarlamaktadır. 12 Şubat 1959’da üç Dışişleri Bakanı’nın36 Londra’daki Toplantısı’nda bunun yorumunun tartışıldığını vurgulamıştım. Lord Perth’in sorusuna cevaben Türkiye ve Yunanistan Dışişleri Bakanları, “Amacın Kıbrıs ile üç (garantör) devlet dışındaki ülkelerin daha elverişli ikili anlaşmalar yapmasını engellemek” ve ayrıca ne Yunanistan’ın ne de Türkiye’nin Kıbrıs’ta birbirlerinden daha elverişli bir konum elde etmeleri ihtimaliden kaçınmak -örneğin, Yunanistan’ın bir çeşit ekonomik enosis kurması” (vurgu eklenmiştir) olduğunu belirtmişlerdir. Ortak Mütalaa,37 vurgunun Yunanistan ya da üçüncü devletler ile yapılacak ikili anlaşmalar üzerinde olduğunu iddia etmektedir. Ancak, Madde 170(1)ve daha önce kabul edilen Temel Yapı’nın çerçevesi ikili anlaşmalarla sınırlandırılmamıştır ve en geniş şekilde “mahiyeti ne olursa olsun bütün anlaşmaları” kapsayacak şekilde kaleme alınmıştır. Amaç, a) Üç garantörün herhangi bir diğer devletten daha az elverişli muameleye tabi olmamalarının sağlanması; ve en az onun kadar önemli, b) Kıbrıs’ın, Yunanistan’a veya Türkiye’ye, burada Türkiye’yi de söylemek lazım, özel ekonomik avantajlar sağlayarak, tarafların önlenmesi konusunda çok istekli oldukları, ekonomik birlik (tam veya kısmi, doğrudan ya da dolaylı) sonucunu yaratabilecek veya ekonomik birliğe doğru gidebilecek bir durumdan kaçınılmasıdır. Ortak Mütalaa’nın inkar etmediği ve edemeyeceği şey, Kıbrıs’ın Ortak Pazar’a Türkiye üye olmadan girmesinin, bu ülkenin Yunanistan’a Türkiye’ye göre daha elverişli muamele etmesine imkan tanıyacak olması ve aslında bunu zorunlu kılmasıdır. Bu durumun tam tersi de geçerlidir. Bu ise, Garanti Anlaşması’nın ihtiyatlı bir şekilde engel olmaya çalıştığı ekonomik birliği (“tam veya kısmi”) teşvik (“doğrudan veya dolaylı”) edebilecek ve böylece Garanti Anlaşması’nın en önemli amaçlarından birine aykırı olacaktır. İkinci olarak, yasaklanmış birliğe yönelik adımlar konusunu bir kenara bıraksak bile, Kıbrıs’ın Türkiye olmadan AB’ye katılması halinde, Türkiye’nin bu ülkeyle ilişkilerinde en ziyade müsaadeye mazhar devlet statüsüne sahip olamayacağı oldukça açıktır. Bu husus Ortak Mütalaanın yazarları tarafından da inkar edilmemektedir. Aslında, farklı bir amaçla olsa bile, onlar da bu hususu vurgulamaktadırlar. Gümrükler ve Tarifeler Genel Anlaşması’nda ve diğer belgelerde istisna getirilen “gümrük birliği” uygulaması yüzünden, yapılması öngörülen en ziyade müsaadeye mazhar devlet anlaşması imzalanmış olsaydı bile, eşitsiz bir muamelenin ortaya çıkması ihtimali bulunabileceği doğru olabilir. Ancak bu, böyle bir anlaşmanın içeriğiyle ilgili spekülasyon yapmak olacaktır.38

 

DİĞER HUSUSLAR:

 

41.Ortak Mütalaa’nın 37. Paragrafı ayrıca şunu ileri sürmektedir. “Kıbrıs ile Türkiye arasındaki 1963 tarihli Ticaret Anlaşması’nın 1. Maddesi’nin, açık bir şekilde, Kıbrıs’ın AET gibi bir ekonomik topluluğa gireceğini veya girebileceğini öngördüğü unutulmamalıdır. Bu durum, Garanti Andlaşması’nın I. Madde’sinin 2. Paragrafı'nın böyle bir katılımı daimi olarak engellediği tezi ile çelişmektedir” Ancak, Ortak Mütalaa’da atıfta bulunan hüküm şu şekildedir:

 

“Yukarıda bahsolunan en ziyade müsaadeye mazhar devlet muamelesi;

 

(c) Taraflardan her birinin, gümrük birliği, serbest ticaret bölgesi veya bir ekonomik topluluğa şimdiki veya gelecekteki katılımı, girişi veya ortaklığı çerçevesinde, diğer ülkelere verdiği veya gelecekte vereceği ayrıcalıklara, vergi(ücret) muafiyetine, tercihlere veya imtiyazlara uygulanamaz.”

 

İfadenin son derece genel ve hatta kuramsal olduğuna dikkat edilecektir. Bu ifade kesinlikle, Türkiye’nin Garanti Andlaşması dolayısıyla sahip olduğu AB üyeliğine itiraz etme hakkından feragat etmesi ile aynı manaya gelmez. Zaten bu konuya da değinmiyor ve sadece Kıbrıs’ın hukuka uygun bir şekilde bu tür ekonomik gruplardan birine katılımı veya ortaklığı halinde en ziyade müsaadeye mazhar ülke statüsünün sonuçlarının ne olacağını ele alıyor.39 Ortak Mütalaa’nın bu paragrafı da, mütalaanın yazarlarının, söylemediğim sözleri söylemişim gibi sunmalarına bir başka örnektir. Garanti Andlaşmasının I(2) Maddesi’nin AB’ye girişi daimi bir şekilde yasakladığını söylemedim, gerek bu mütalaamda, gerek ilk mütalaamda tekrar tekrar ifade ettiğim gibi, Garanti Andlaşması’nın bütün tarafları üyelik konusunda mutabık kaldıkları takdirde, ortada bir engel bulunmamaktadır.40

 

42. Mütalaamın 112-119. Paragraflarında, Komisyon’un ve Avrupa Adalet Divanı’nın da kabul ettiği gibi, Kıbrıs Rum yönetimi Ada’nın KKTC tarafından kontrol edilen kesiminde etkin bir otorite kurmaya muktedir olmadıkça, AB hukukunun Kıbrıs’ın tamamında uygulanmasının pratik zorluğuna dikkat çekmiştim. Bu durum Kıbrıs Cumhuriyeti adına aktedilen yükümlülüklerin diğer üyelere karşı tam olarak yerine getirilmesine ve diğer üyelerin Kıbrıs’a karşı yükümlülüklerine bir engel teşkil edecektir. Bu hususa Ortak Mütalaa’da değinilmemektedir. Muhtemelen başvurunun görüşülmesine teknik bir engel teşkil etmeyecek olan bu gerçek, katılım gerçekleşirse, örneği görülmemiş bir temel pratik sorun olacaktır. AB, Kıbrıs’taki çatışan toplumlara bir çözüme ulaşmaları konusunda baskı yapmak için bu hususu görmezlikten gelmeye karar vermiştir. Ancak böyle bir çözüme gerçekten ulaşılmadıkça, fiiliyattaki sorunlar var olmaya devam edecektir.

 

43. İlk Mütalaamın 78-94. Paragraflarında, sözkonusu Andlaşmaların, ve özellikle Garanti Andlaşması’nın, geçerli olup olmadığını ve geçerli iseler sona erdirilip erdirilmediklerini değerlendirmiştim. Bu konuda, özellikle taraflar Andlaşmaların yürürlükte olduğu konusunda mutabık gözüktüklerinden, bir sıkıntı bulunmadığı sonucuna varmıştım. Ortak Mütalaa bunu reddetmiyor,41 ancak, bu mütalaada değinmemem gereken bir ifade kullanılmıştır. 38. Paragrafta şöyle denilmektedir:

 

“Bu Mütalaada, Garanti Andlaşması’nın I. Maddesi, veya Anayasa’nın 50. veya 170 Maddelerinin, Kıbrıs’ın AB’ye katılımını engelleyeceği şeklinde yorumlanması halinde ortaya çıkabilecek meseleleri ele almak gerekli görülmemiştir. Bu varsayımda bile, Türkiye’nin Garanti Andlaşması’na yönelik kendi ihlallerinden dolayı, herhangi bir itirazda bulunabileceği son derece şüpheli olacaktı. Ancak bizim düşüncemize göre, bu üç maddenin manası çok açıktır. Böylece, bir tarafın kendi hareketlerinin teşkil ettiği hukuki mani (estoppel), veya ihlal ettiği bir Andlaşmanın hükümlerine kendisinin dayanamayacağı ilkesinin uygulanması hususu sözkonusu olmayacaktır.”

 

Ortak Mütalaa’nın yazarları Türkiye’nin ihlal ettiğini iddia ettikleri Garanti Andlaşmasına dayanamayacağı savlarına herhangi bir sebep göstermemektedirler. Böyle bir şeye teşebbüs etmiş olsalardı, vakıa ve hukuka ilişkin sayısız meseleyle uğraşmak zorunda olacaklardı. Bu hususlar arasında aşağıdakiler de yer almaktadır: 1960’larda toplumlararası ilişkilerin bozulmasının ardındaki gerçekler nelerdi, kim suçluydu, ve hukuki sonuçları nelerdi? Zaruret hali doktrini veya bir başka doktrin değiştirilemez ve yerleşmiş anayasal hükümlere uymamayı meşrulaştırır mı? Yunan cuntasının destekleyicileri tarafından yapılan 1974 askeri darbesinde tam olarak ne oldu, kimler sorumluydu ve ne tür hukuki etkileri oldu? Bu darbe Türkiye’nin müdahalesini haklı kıldı mı? IV. Maddedeki müdahale hakkı daha önceden var olan kurallar ya da daha sonra ortaya çıkan uluslararası hukukun buyruk kuralı (ius cogens) veya BM Şartının 103. Maddesi ile geçersiz mi olmuştur? Müdahale hukuka uygun ise, Türkiye’ye Kıbrıs’ta kalma hakkını verdi mi, öyle ise hangi şartlar altında? KKTC’nin kuruluşunun hukuki sonuçları neydi? Güvenlik Konseyi’nin konuya ilişkin çeşitli kararlarının anlamı ve etkisi nedir? gibi. Bu sorular ilk mütalaamın kapsamı dışındaydı ve özellikle Ortak Mütalaa’nın yazarları hiç bir ayrıntılı sebep göstermeyip sadece desteksiz iddialarda bulundukları için, bu konuları burada da incelemek gereksiz görünmektedir. Keza, hem Viyana Andlaşmalar Hukuku Sözleşmesi, hem de uluslararası örfi hukuk uyarınca, Andlaşmanın askıya alınmasını veya bir Andlaşmayı uygulamayı reddetme hakkını ileri süren tarafın, Andlaşma yükümlülüğünü üstlenmiş olmanın yasal sonuçlarını gözardı etme yönündeki talebini ortaya atması ve yerine getirmesi gerekir.

 

SONUÇ:

 

44. Bu nedenlere, sonuç olarak ilk mütalaamda belirtmiş olduğum görüşlerimi muhafaza etmekteyim. Bu çerçevede bilhassa, (1) AB’ye katılma müracaatında bulunmanın ya da katılmanın, Kıbrıs’ın uluslararası yasal yükümlülüklerinin ve özellikle Garanti Andlaşması’nın I. Maddesi ile uluslararası garanti altına alınmış Anayasası’nın ihlali olacağı; (2) Bu başvuruya destek olan Garantörlerden her birinin, birbirlerine karşı ve bir bütün olarak Kıbrıs’ta yaşayanlara karşı uluslararası yasal yükümlülüklerini ihlal etmiş olacağı; (3) Yunanistan ve İngiltere’nin bu tür girişimleri engellemek üzere, Garanti Andlaşması’nın özellikle II. Maddesi uyarınca, sahip oldukları yasal gücü kullanmak ve katılımı özellikle veto etmekle yükümlü bulundukları; (4) Eğer Kıbrıs, siyasi sorun çözülmeden AB’ye kabul edilecekse, bunun fiiliyattaki etkilerinin, Birliğe kabul edilen varlığın, diğer üyelere karşı tüm yükümlülüklerini gerçekleştirememesi ve muhtemelen diğer üyelerin de, Kıbrıs’ın bütününe ve Ada’da yaşayanlara olan sorumluluklarını tam olarak yerine getirememesi olacağı görüşündeyim.

 

 

 

Maurice Mendelson, QC Blackstone Chambers

 

 

 

12 Eylül 2001 Temple,

 

 

 

Londra, EC4Y 9BW

 

 

 

 

 

EK- I

 

 

 

KIBRIS CUMHURİYETİNİN AVRUPA BİRLİĞİNE KATILMAK İÇİN YAPTIĞI MÜRACAAT HAKKINDA PROF. M.H. MENDELSON’UN, Q.C. MÜTALAASI

 

 

 

(6/6/1997)

 

 

 

1. Kıbrıs’taki Kıbrıs Rum makamlarının Avrupa Birliğine üyelik için yaptıkları müracaatla ilgili olarak mütalaam istenmiştir.

 

2. Özetle, mevcut anlaşmalar ve ilgili belgeler uygun olarak yorumlandığında, Kıbrıs Rum Yönetiminin uluslararası hukuk bakımından Türkiye’nin üyesi olmadığı Avrupa Birliğine katılmak için müracaat etmeye veya başvuruda bulunmuşsa katılmaya hakkı bulunmadığı görüşündeyim. Ayrıca, AB üyesi ve sözkonusu Anlaşmalara taraf olarak Yunanistan ve İngiltere bu katılımı engellemekle yükümlü bulunmaktadırlar. Binaenaleyh, Avrupa Birliği hukuku açısından da bu katılımla ilgili ciddi yasal engeller bulunmaktadır.

 

DURUM-VAK’ALAR

 

3. Daha sonra belirgin hale gelecek sebeplerden dolayı, gerçeklerin biraz ayrıntılı olarak ortaya konulması arzu edilmektedir.

 

4. 5 Şubat 1959 tarihinde Kıbrıs sorununa bir çözüm bulunması amacıyla Yunan ve Türk Hükümetleri arasında Zürih’te müzakerelere başlandı.1 Gördüğüm belgelerin metinlerinde yer almamasına rağmen, Kıbrıs Rum ve Türk toplumlarının liderleri arasında da istişareler de bulunulduğu anlaşılmaktadır.2 Bağımsız bir devletin kurulması hususunda 11 Şubat 1959 tarihinde anlaşmaya varıldı. Başbakanlar Karamanlis ve Menderes “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Temel Yapısı”’nın taslağını, bir tarafta Kıbrıs Cumhuriyeti ile diğer tarafta Türkiye, Yunanistan ve İngiltere arasındaki Garanti Andlaşması taslağını ve Kıbrıs, Türkiye ve Yunanistan arasındaki İttifak Andlaşması taslağını parafe ettiler. Bu belgeler Fransızca olarak hazırlandı ve “Zürih Anlaşması” olarak tanındı. Zürih Anlaşması Yunanistan ile birlik veya “enosis” için baskı yapan Kıbrıs Rum toplumu ile Ada’nın paylaşılması için (“taksim”) bastıran Kıbrıs Türk tarafı arasında bir uzlaşmayı temsil etti.3

 

5. 11 Şubat 1959 tarihinde ayrıca, Yunanistan Dışişleri Bakanı Averoff ve Türkiye Dışişleri Bakanı Zorlu, İngiltere Dışişleri Bakanı ile istişarelerde bulunmak üzere Londra’ya gittiler. Bu istişareler sırasında Kıbrıs’ın belirli bölgelerinin İngiltere’nin egemenliği altında bırakılacağı hususunda görüş birliğine varıldı.12 Şubat 1959 tarihinde İngiltere, Türkiye ve Yunanistan Dışişleri Bakanlarının İngiltere Dışişleri Bakanlığında yaptıkları toplantının tutanaklarına başvurdum. İngiltere Dışişleri Bakanının üç ülke arasında anlaşmaya varılacak olması halinde Kıbrıs Rum ve Türk heyetlerinin konferans için Londra’ya davet edilebileceklerini belirttiği bu tutanaklarda yer almaktadır. Averoff, Başbakanının Zürih Anlaşmasını Başpiskopos Makarios’a açıkladığı, Makarios’un tepkisinin olumlu olduğu ve asıl belgeleri o akşam göreceği, Kıbrıs Rum toplumunun Başpiskopos’un mutabık kalacağı herhangi bir şeyi kabul edeceği bilgisini vermiştir.

 

6. İngiltere Dışişleri Bakanı ardından Zürih Anlaşması’nın belgeleriyle ilgili bazı sorular sormuştur. İlk soru Garanti Anlaşmasının birinci maddesinin ikinci paragrafı hakkındadır. Birinci madde şöyledir;

 

“Kıbrıs Cumhuriyeti, kendi bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü ve güvenliğini muhafazayı ve anayasasına saygıyı güven altına almayı taahhüt eder.

 

Kıbrıs Cumhuriyeti herhangi bir devletle herhangi bir şekilde kısmen veya bir bütün olarak siyasi ve ekonomik birliğe girmeyeceğini taahhüt eder. Kıbrıs Cumhuriyeti, bu amaçla, adanın gerek birleşmesini, gerekse taksimini doğrudan veya dolaylı olarak gerçekleştirmeyi teşvik etmeye vesile olan her türlü hareketi yasaklar.”4

 

7. İkinci paragrafla, Kıbrıs’ın, örneğin (şayet kurulduğu takdirde) (Avrupa) Serbest Ticaret Bölgesi gibi, tüm uluslararası birliklere mi üyeliğinin engellemesinin kastedildiği sorusu da görüşmede sorulmuştu. Zorlu, paragrafın “taksimin ve (Yunanistan ile veya bir başka ülkeyle) Enosis’in yasaklanmasını kastettiğini” açıkladı. Averoff mutabık kaldı – “ yazım özellikle Enosis yönündeki, örneğin Kıbrıs ve Yunanistan’ın Yunan Hükümdarlığı altında birleşmesi gibi, muhtemel Yunan tertiplerinin engellemesi amacıyla belirlendi.” “Zorlu ve Averoff, örneğin Dünya Posta Birliği veya herhangi bir Serbest Ticaret Sahası gibi Türkiye ve Yunanistan’ın her ikisinin üyesi oldukları uluslararası kuruluşlara Kıbrıs’ın üyeliğine herhangi bir itirazın olmayacağını açıklıkla kaydetmişlerdir.”

 

8. Temel Yapının 23’üncü maddesiyle ilgili olarak da bir soru gündeme geldi. Sözkonusu madde şunu öngörmekteydi.

 

Kıbrıs Cumhuriyeti, İngiltere, Yunanistan ve Türkiye’ye, niteliği ne olursa olsun, yapacağı her türlü anlaşma için en ziyade müsaadeye mazhar ülke koşulunu tanıyacaktır.

 

Bu hüküm, İngiltere’ye tanınacak askeri üs ve kolaylıklarla ilgili olarak Kıbrıs Cumhuriyeti ile İngiltere arasında imzalanan Andlaşma uygulanmayacaktır.

 

Lord Perth, bunun kaleme alındığı hali ile Kıbrıs’a ekonomik zararları olabileceğini belirtti. Türkiye ve Yunanistan Dışişleri Bakanları, buna, İngiliz Uluslar Topluluğu (Commonwealth) tercihinin muhafazasına engel olunmayacağı ve “Amacın Kıbrıs ile üç ülkenin dışındaki ülkeler arasında daha elverişli ikili anlaşmalar yapılmasının engellenmesi ve ayrıca, Yunanistan veya Türkiye’nin Kıbrıs’ta diğerine karşı ekonomik açıdan daha elverişli bir konumu, Yunanistan için örneğin bir ekonomik enosis tesis edilmesi gibi, elde etmesinin önlenmesi”(italikle yazılanlar bana aittir) olduğu cevabını verdiler.

 

9. 17 Şubat 1959 tarihinde, İngiltere Hükümeti Zürih Anlaşmasını incelediğini ve “Yunanistan, Türkiye ve İngiltere Dışişleri Bakanları arasında 11-16 Şubat 1959 tarihleri arasında gerçekleştirilen istişareleri dikkate alarak”, özellikle iki egemen üs bölgesinin İngiltere’nin elinde tutulması ve “Kıbrıs’taki çeşitli toplumların temel insan haklarının korunması” amacıyla anlaşmaya varılacak olması hükmü saklı kalmak şartıyla bu belgeleri Kıbrıs sorununun nihai çözümü için üzerinde mutabakata varılmış temel olarak kabul ettiğini açıkladı.5

 

10. 17 ve 19 Şubat 1959 tarihlerinde, Londra’da “Lancaster House”’da İngiltere, Türkiye ve Yunanistan Başbakanları tarafından bir muhtıra imzalandı.6 Bu muhtıra’da; Başbakanlar 1) Kıbrıs Rum ve Kıbrıs Türk toplumlarının temsilcilerinin Zapta ekli belgeleri “Kıbrıs sorununun nihai çözümü için üzerinde mutabakata varılmış bir temel” olarak kabul ettiklerini belirten beyanlarının not edildiğini; 2) buna bağlı olarak, sözkonusu belgelerin üzerinde mutabakata varılmış temel olduklarının kabul edildiğini belirttiler. Buna uygun olarak, aşağıda incelenen tüm belgelerin sadece üç ülkenin değil, sırasıyla Kıbrıs Rum ve Kıbrıs Türk toplumunun temsilcileri tarafından da imzalandığının veya parafe edildiğinin belirtilmesi gerekmektedir.

 

11. Muhtıra ekli belgeler şöyle sıralanmaktadır;

 

Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Temel Yapısı

 

Kıbrıs Cumhuriyeti ile Yunanistan, İngiltere ve Türkiye arasında Garanti Andlaşması

 

Kıbrıs Cumhuriyeti, Yunanistan ve Türkiye arasında İttifak Andlaşması

 

- Bu üç belge temel Zürih Anlaşması belgeleridir –

 

İngiltere Hükümeti tarafından 17 Şubat 1959 tarihinde yapılan Beyan (yukarıda 9 uncu paragrafta belirtilen)

 

Garanti Andlaşmasına konulacak Ek İlave Madde

 

Yunan ve Türk Dışişleri Bakanları tarafından 17 Şubat 1959 tarihinde yapılan Beyan

 

Kıbrıs Rum Toplumu temsilcisi tarafından 19 Şubat 1959 tarihinde yapılan Beyan

 

Kıbrıs Türk Toplumu temsilcisi tarafından 19 Şubat 1959 tarihinde yapılan Beyan

 

Kıbrıs’ta yeni düzenlemelerin hazırlanması için üzerinde Mutabık Kalınan Tedbirler

 

12. Tüm bu belgeler duruma göre, İngiltere, Türkiye ve Yunanistan temsilcileri ile iki toplumun temsilcileri tarafından imzalandı veya parafe edildiler. Mutabık Kalınan Tedbirler ise sadece üç garantör devlet temsilcisi tarafından parafe edildi. Bu belgeleri daha ayrıntılı olarak aşağıda incelemekteyim.7

 

A- KIBRIS CUMHURİYETİ’NİN TEMEL YAPISI

 

13. Bu belge, müstakbel Kıbrıs Cumhuriyeti’nin (KC) gelecekteki anayasasının çerçevesini öngörmektedir. Birinci madde, Cumhurbaşkanının Rum, Cumhurbaşkanı Yardımcısının Türk olmasını ve her birinin genel oy hakkı yöntemiyle kendi toplumları tarafından seçilmesini şart koşmaktadır.

 

14. Sekizinci madde “Cumhurbaşkanı ve Yardımcısı, gerek ayrı ayrı ve gerek birlikte, Türkiye ile Yunanistan’ın birlikte katıldığı ittifaklara ve uluslararası kuruluşlara Kıbrıs Cumhuriyeti’nin de katılması hariç, dış işleri veya Ek 1 ‘de tanımlanan savunma ve güvenlik konularına ilişkin herhangi bir kanunu veya kararı nihai veto hakkına sahip olacaklardır” hükmünü içermektedir. Bu maddenin İngilizce gramatikal yapısı tam olarak alışılmamış olup, Zürih Anlaşmasındaki taslak Temel Yapının Fransızca metni ile karşılaştırılması halinde, biraz açıklığa kavuşturulabilecektir: “Cumhurbaşkanı ve Yardımcısı ayrı ayrı ve birlikte, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Ek I’de tanımlanan ve Yunanistan ile Türkiye’nin taraf olduğu savunma ve güvenlikle ilgili uluslararası kuruluşlara ve ittifaklara katılması hariç, dışişlerine ilişkin her türlü yasa ve karara karşı nihai veto hakkına sahip olacaklardır.” Bu, Cumhurbaşkanı Yardımcısının (Cumhurbaşkanı ile birlikte) Kıbrıs’in Türkiye ile Yunanistan’ın her ikisinin de üye oldukları uluslararası kuruluşlara katılımı hariç dışişleri ile ilgili tüm kararları veto etme hakkı bulunduğunu teyit etmektedir. Bir başka ifadeyle, Cumhurbaşkanı Yardımcısı, iki ülkeden birinin üye olduğu bir kuruluşa, hiç şüphesiz Avrupa Birliği de dahil, üyeliği veto etme hakkına sahiptir.

 

15. Madde 21 şunu öngörmektedir:

 

Kıbrıs Cumhuriyeti, Yunanistan, İngiltere ve Türkiye arasında yeni Kıbrıs Devletinin bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü ve anayasasını garanti altına alan bir andlaşma yapılacaktır. Kıbrıs Cumhuriyeti, Yunanistan ve Türkiye arasında bir askeri ittifak andlaşması da akdedilecektir.

 

Bu iki belge anayasa hükmünde olacaktır. (Bu sonuncu fıkra anayasaya temel maddelerden biri olarak geçirilecektir.)

 

16. Madde 22 ise şöyledir: “Kıbrıs’ın herhangi bir devlet ile tamamen veya kısmen birleşmesinin veya Kıbrıs için ayrıklıkçı bir bağımsızlığın (örneğin Kıbrıs’ın iki ayrı devlet olarak taksiminin) yasaklanacağı kabul edilmektedir.”

 

17. Madde 23 şunu belirlemektedir:

 

Kıbrıs Cumhuriyeti, İngiltere, Yunanistan ve Türkiye’ye niteliği ne olursa olsun, her türlü anlaşma için en ziyade müsaadeye mazhar ülke statüsü tanıyacaktır.

 

Bu hüküm, İngiltere’ye tanınacak askeri üs ve kolaylıklarla ilgili olarak Kıbrıs Cumhuriyeti ile İngiltere arasında imzalanan Andlaşmalara uygulanmayacaktır.

 

18. Madde 27 Temel Yapıdaki tüm maddelerin “ Kıbrıs Anayasasının temel maddeleri olacağını” öngörmektedir.

 

B- GARANTİ ANDLAŞMASI

 

19. 1959 Londra Konferansında şartları üzerinde mutabakata varılan ikinci belge bir tarafını Kıbrıs Cumhuriyetinin, diğer tarafını Yunanistan, İngiltere ve Türkiye’nin oluşturduğu Garanti Andlaşması idi. Ayrıca, asıl Andlaşmanın Lefkoşa’da imzalandığının ve bağımsızlık günü olan 16 Ağustos 1960 tarihinde yürürlüğe girdiğinin de belirtilmesi gerekmektedir.8 Andlaşma, Fransızca ve İngilizce düzenlenmiş olup, her iki metin de aynı şekilde geçerlidir. Bazı açılardan, Fransızca metin İngilizce metnin anlaşılmasına yardımcı olduğundan, bu durumlarda her iki metne de atıfta bulunacağım.

 

20. Madde I

 

Kıbrıs Cumhuriyeti, kendi bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü ve güvenliğini muhafazayı ve anayasasına saygıyı güven altına almayı taahhüt eder.

 

Kıbrıs Cumhuriyeti herhangi bir devletle hiçbir şekilde kısmen veya bir bütün olarak siyasi ve ekonomik birliğe girmemeyi taahhüt eder. Kıbrıs Cumhuriyeti, bununla bağlantılı olarak adanın gerek herhangi bir diğer devletle9 birleşmesini gerekse taksimini doğrudan veya dolaylı olarak gerçekleştirebilecek10 her türlü faaliyeti yasaklar.11 (Fransızca’dan tercümesi şöyledir: Hangi devletle birlikte olursa olsun, hiçbir siyasi veya ekonomik birliğe tamamen veya kısmen üye olmama yükümlülüğünü taahhüt eder. Bu doğrultuda, doğrudan veya dolaylı olarak başka herhangi bir devletle birliği veya Ada’nın taksimine yol açabilecek her türlü faaliyeti yasaklar.)

 

21. Madde II

 

Yunanistan, Türkiye ve İngiltere, Kıbrıs Cumhuriyetinin işbu andlaşmanın birinci maddesinde belirtilen taahhütlerini dikkate alarak, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü ve güvenliğini ve aynı zamanda Anayasasının temel maddeleri ile oluşan düzeni (state of affairs) tanırlar ve garanti ederler. 12

 

Yunanistan, Türkiye ve İngiltere, aynı şekilde, kendileriyle ilgili olduğu ölçüde13 doğrudan veya dolaylı olarak Kıbrıs’ın bir diğer devletle birleşmesini veya adanın taksimini amaçlayan her türlü hareketi yasaklamayı taahhüt ederler.

 

22. Garanti Andlaşmasının orijinal Zürih metninde yer almayan, ancak 1960 yılında kabul edilen nihai metninde yer alan üçüncü madde ise Kıbrıs Cumhuriyeti, Yunanistan ve Türkiye’nin İngiltere’nin egemen olduğu üs sahalarına saygı göstermeleri taahhüdünü ve bir tarafını İngiltere’nin, diğer tarafını Kıbrıs Cumhuriyeti, Yunanistan ve Türkiye’nin oluşturduğu taraflar arasında aynı tarihte imzalanan Kuruluş Andlaşması ile güvence altına alınan hakların İngiltere tarafından kullanılmasını garanti ettikleri hükmünü içermektedir.14

 

23. Garanti Andlaşmasının dördüncü maddesi şunu öngörmektedir:

 

İşbu andlaşma hükümlerinin ihlali halinde, Yunanistan, Türkiye ve İngiltere bu hükümlere uyulmasını sağlamak için gerekli girişimlerin yapılması veya tedbirlerin alınması için istişarelerde bulunmayı taahhüt ederler.

 

Ortak veya birlikte bir eylem mümkün olmadığı takdirde, üç garantör devletten her biri bu Andlaşma ile kurulan düzeni (state of affairs) tekrar kurmak amacı ile hareket etmek hakkını saklı tutarlar.15

 

C- İTTİFAK ANDLAŞMASI

 

24. Kıbrıs Cumhuriyeti, Türkiye ve Yunanistan arasındaki bu anlaşma mevcut sorunla çok yakından alakadar görünmemektedir. Bununla birlikte, ikinci maddede, tarafların “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne karşı yöneltilecek doğrudan veya dolaylı her türlü saldırı veya tecavüze karşı koymayı taahhüt ettikleri” belirtilebilir.

 

D- İNGİLİZ HÜKÜMETİNİN BEYANI

 

25. Bu beyan, özellikle İngiltere’nin egemen olduğu üs sahalarının ve diğer belirli hususların elde tutulması ile ilgili olup, esasen yukarıdaki 9 uncu fıkrada ana hatları izah edilmiştir.

 

E- GARANTİ ANDLAŞMASINA KONULACAK EK MADDE

 

26. Bu madde İngiltere’nin egemenliği altındaki iki üs sahasını elinde tutması ile ilgili olup, esasen Garanti Andlaşması ile bağlantılı olarak incelenmiştir.

 

F- YUNAN VE TÜRK DIŞİŞLERİ BAKANLARI TARAFINDAN YAPILAN BEYAN

 

27. Bu beyan ile, “Kıbrıs sorununun nihai çözümü için üzerinde mutabakata varılan temeli” oluşturan Zürih Anlaşması ile İngiliz Hükümetinin Beyanı (Yukarıdaki D maddesi) kabul edilmektedir.

 

G- KIBRIS RUM TOPLUMU TEMSİLCİSİNİN BEYANI

 

28. Bu beyanla, Başpiskopos Makarios Zürih Anlaşmasını ve üç Garantör Devlet tarafından yapılan 17 Şubat 1959 tarihli beyanları incelediğini ifade etmekte ve bu belgeleri Kıbrıs sorununun çözümü için üzerinde mutabık kalınan temel olarak kabul etmektedir. Bu belge üç Garantör Devletin temsilcileri ve Kıbrıs Türk toplumu adına Dr. Küçük tarafından parafe edilmiştir

 

H- KIBRIS TÜRK TOPLUMU TEMSİLCİSİNİN BEYANI

 

29. Teferruat halin icabına göre değiştirildikten sonra, (Mutatis mutandis), yukarıdaki G maddesi ile benzerdir.

 

I-KIBRIS’TA YENİ DÜZENLEMELERİN HAZIRLANMASI İÇİN ÜZERİNDE MUTABIK KALINAN ÖNLEMLER

 

30. Bu önlemler belirli geçiş dönemi önlemlerinin yanısıra, Zürih Konferansında üzerinde mutabakata varılan Temel Yapının derc edildiği ve genel olarak Zürih Anlaşmalarını “titizlikle gözeten” bir anayasa taslağının sonuçlandırılması için Kıbrıs’ta bir Ortak Komisyon kurulmasını içermekteydi. (Bu Komisyon Kıbrıs’taki her iki toplumdan birer temsilci ve Yunanistan ile Türkiye’den birer temsilciden oluşacaktı.)

 

* * *

 

31. 1960 yılının Temmuz ayında, ilgili İngiliz Bakanları Londra Konferansının sonuçlarının uygulanması için alınan önlemlerin gelişimi hakkında Parlamentoya bir raporla bilgi verdiler.16 Ortak Komisyonun taslak Anayasanın Lefkoşa’da imzalandığı tarih olan 6 Nisan 1960 tarihinde çalışmalarını tamamladığını, İngiliz Hükümeti Komisyonda temsil edilmese dahi taslağın görüldüğünü ve herhangi bir görüş bildirilmediğini belirttiler. İngiliz Hükümetinin, taslağı raporun ekinde sunulan Anayasanın Temel Maddelerinin garantörü olduğuna dikkat çektiler. Seçimlerin 1959 yılı Aralık ayında gerçekleştirildiğini ve Başpiskopos Makarios ile Dr. Küçük’ün Cumhuriyetin Cumhurbaşkanı ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı olarak seçildiklerini eklediler. Ayrıca, Ortak Komitenin, Kıbrıs ve Londra’daki oldukça kapsamlı müzakerelerin ardından, 1 Temmuz 1960 tarihinde ilgili Andlaşmaların yazımı hususunda mutabakata vardıklarını belirttiler. Üzerinde mutabakata varılan taslak Andlaşmalar raporun ekinde yer almaktadır.

 

32. Ardından İngiliz Parlamentosu, Cumhuriyete bağımsızlık verilmesini sağlayan Kıbrıs Yasasını kabul etti. Bu yasa uyarınca, Kıbrıs Cumhuriyeti Konsey Kararı (Order in Council) 10 Ağustos 1960 tarihinde yürürlüğe girdi.17 Bununla, Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasının Rumca ve Türkçe metinleri olarak, beş tarafın temsilcilerinin 28 Temmuz 1960 tarihinde Ankara’da parafe ettikleri Rumca ve Türkçe dillerindeki belgelerde belirlenen yapının 16 Ağustos 1960 tarihinde yürürlüğe girmesi gerektiği öngörülmekteydi.

 

33. 16 Ağustos 1960 tarihinde Lefkoşa’da Garanti, İttifak ve Kuruluş Andlaşmaları taraflarca imzalandı ve bağımsızlık ilan edildi. İlk iki anlaşma hakkında esasen izahatta bulunulmuştur. Kuruluş Andlaşması ise,18 Londra Konferansı sırasında İngiliz Hükümeti tarafından yapılan beyanın ve diğer dört tarafın bunun ardından yaptıkları beyanların (yukarıdaki D, F, G ve H) uygulanması ile ilgili olarak bir tarafta Kıbrıs Cumhuriyeti ile diğer tarafta üç Garantör Devlet arasında tanzim edilmiştir. Esas itibarıyla İngiltere egemenliğindeki üs sahaları, devletin halefiyeti ve benzeri hususlarla ilgilidir.19

 

ANAYASA20

 

34. Tanzim edilen Anayasa, Zürih ve Londra Anlaşmalarını ve özellikle Temel Yapıyı yansıtmakta ve genişletmektedir. Birinci Madde,Cumhurbaşkanın Rum tarafından, Cumhurbaşkanı Yardımcısının Türk tarafından olacağını öngörerek, Temel Yapıdaki mukabil maddeyi yansıtmakta, aynı zamanda 50’inci madde (ilgili bölümlerinde) “Cumhurbaşkanı ve Cumhurbaşkanı Yardımcısının, Temsilciler Meclisinin aşağıdaki konulara ilişkin herhangi bir yasa ve kararına veya bunların ilgili herhangi bir kısmına karşı nihai veto hakkına ayrı ayrı veya birlikte sahiptirler; a) Yunanistan Krallığı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ikisinin birden katıldığı uluslararası kurumlar ve ittifak anlaşmalarına Cumhuriyetin katılması haricindeki dışişleri”21 hükmü ile Temel Yapıdaki 8 inci maddenin gereğini yerine getirmektedir. Bu durum, Bakanlar Kurulunun (bazı durumlarda Temsilciler Meclisinin mutabakatına bağlı olmak üzere) uluslararası anlaşmalar yapmakla sorumlu olduğunu öngören 269’uncu madde ile tamamlanmaktadır. Ancak, Bakanlar Kurulunun herhangi bir kararı 50 inci maddede belirtilen türden ise, Cumhurbaşkanı ve/veya Cumhurbaşkanı Yardımcısının, kararın kendilerine iletilmesinden itibaren dört gün içerisinde kullanılmak üzere veto haklarının olduğunu öngören 57’inci maddenin üçüncü fıkrası ile buna sınırlama getirilmektedir.

 

35. 170 inci madde Temel Yapının 23 üncü maddesini uygulamaktadır. İlgili bölümü şöyledir. “ (1) Cumhuriyet, mahiyetleri ne olursa olsun, bütün anlaşmalar bakımından, Yunanistan Krallığına, Türkiye Cumhuriyetine ve Büyük Britanya ve Kuzey İrlanda Birleşik Krallığına, uygun koşullar içeren anlaşmalarla, en ziyade müsaadeye mazhar ülke statüsü tanıyacaktır.”

 

36. 179 uncu madde Anayasanın Cumhuriyetin en üstün yasası olduğunu ve Temsilciler Meclisinin, Cemaat Meclislerinin veya herhangi bir makamın hiçbir yasa ve kararının bu anayasa hükümlerinden herhangi birine aykırı veya onunla uyumsuz olamayacağını öngörmekte olup, 180 inci madde de Yüksek Anayasa Mahkemesi tarafından anayasal sorunların hükme bağlanmasını düzenlemektedir. 180’nci madde, her iki resmi dildeki metinler arasındaki ihtilafların çözümü ile ilgili olarak, şunu öngörmektedir: “Belirsizlik halinde, Anayasanın yorumu Yüksek Anayasa Mahkemesi tarafından Zürih Anlaşması ve Londra Anlaşmasının lafzı ve ruhu önemle dikkate alınarak yapılacaktır.”

 

37. 181’inci madde, Garanti ve İttifak Andlaşmalarının anayasal güce sahip olacağını belirterek Temel Yapının 21 inci maddesini uygulamaktadır.

 

38. 182’inci maddenin 2 ve 3’üncü fıkraları, Rum toplumuna mensup temsilcilerin sayısı toplamının en az üçte ikisi ve Türk toplumuna mensup temsilcilerinin de benzer sayıda çoğunluk oyu ile (esasen bu başlı başına değişiklik için önemli bir engeldir) Anayasanın birçok hükmünün değiştirilebileceğini veya iptal edilebileceğini öngörmekte ise de, aynı maddenin 1 inci fıkrası ile önemli bir istisna getirilmektedir. Bu madde, Temel Yapının 7 inci maddesini uygulamakta ve (Anayasanın Üçüncü Ekinde belirtilen) “Zürih Anlaşmasından derc edilmiş olan temel maddelerin bu Anayasanın temel maddeleri olduğunu, hiçbir suretle değiştirme, ekleme veya iptal etme yöntemi ile tadil edilemeyeceğini öngörmektedir”. 169 ve 179 uncu maddeler haricinde, Anayasanın bu mülahazasında belirtilen tüm maddeler anılan Ekte yer almaktadır.

 

39. 185’inci madde, Cumhuriyetin topraklarının “bütün ve bölünmez” olduğunu belirtmekte ve ikinci fıkrada “Kıbrıs’ın tamamen veya kısmen bir diğer devletle birleşmesi veya ayrılıkçı bir bağımsızlık sözkonusu olamaz” ifadesini içermektedir. Bu madde, Temel Yapının “ayrılıkçı bağımsızlığı” “Kıbrıs’ın iki bağımsız devlete ayrılması” olarak tanımlayan 22’inci maddesinin gereğini yerine getirmektedir.

 

* * *

 

40. Kıbrıs Türk toplumunun Cumhuriyetin her alanında yetki paylaşımını ayrıntılı bir şekilde düzenleyen Anayasayı kabul etmesine rağmen, Kıbrıslı Rumlar, böyle bir yetki paylaşımına karşı olduklarından, daha önce kabul ettikleri Anayasaya karşı çıktılar. Her iki toplum arasında önemli anayasal farklılıklar ortaya çıktı. Rumlar karma, Türkler ise ayrı birer birim istediklerinden, ordunun kurulması hususunda mutabakata varılamadı. Ayrı belediyelerin kurulması hususunda da mutabık kalınamadı. Türkler ayrıca, kamu hizmetlerinin yüzde 30’unun Kıbrıslı Türklere verilmesi yönündeki anayasal yükümlülüğe uyulmadığı yönünde şikayette bulundular. 1961 yılının Aralık ayında, Temsilciler Meclisindeki Kıbrıslı Türkler, Hükümetin Anayasanın uygulanmasında gösterdiği başarısızlık nedeniyle, vergi kanunun yasalaşmasını desteklemeyi reddettiler.22

 

41. Yüksek Anayasa Mahkemesi, bağımsız bir Başkan olan Heidelberg Üniversitesinden Profesör Ernst Forsthoff ile Kıbrıs Türk ve Rum toplumlarından iki hakimden oluşmakta idi. Mahkeme Başkanı, Başpiskopos Makarios’un Yüksek Anayasa Mahkemesinin belediyelerle ilgili kararına uymayacağını açıklaması üzerine 15 Temmuz 1963 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere istifa etti.23

 

42. 12 Eylül 1963 tarihinde, Türkiye ve Avrupa Birliği 1 Aralık 1964 tarihinde yürürlüğe giren bir ortaklık anlaşması imzaladılar.

 

43. 3 Aralık 1963 tarihinde, anayasal düzenlemelerle ilgili olarak memnuniyetsizliğini sık sık beyan eden (bu düzenlemelere taraf olmasına rağmen) Başpiskopos Makarios, 13 maddelik anayasa değişikliği teklifini kamuoyuna açıkladı ve teklif hakkında Garantör Devletlere bilgi verdi. Bu tekliflerin bazıları, örneğin veto hakkının kaldırılması gibi, Anayasanın değiştirilemez maddelerini değiştirecekti. Türkiye ve Kıbrıslı Türkler Başpiskoposun teklifini 16 Aralık 1963 tarihinde reddettiler. 21 Aralık 1963 tarihinde toplumlar arası şiddet başladı.24

 

44. İngiliz Avam Kamarası Dışişleri Komitesi, 1987 tarihli Raporunda şu hususları belirtmektedir; “ Kıbrıslı Türklerin 103 köyün kısmen veya tamamen yıkılmasına ve Kıbrıs Türk nüfusunun yaklaşık dörtte birinin yerlerinden edilmesine neden olduğunu iddia ettikleri şiddetin büyük ölçüde, Kıbrıs Rum liderliği tarafından doğrudan telkin edildiği veya kesinlikle bana göz yumulduğu hususunda çok az şüphe bulunmaktadır.”25 Komite ayrıca şu yorumda bulunmaktadır:

 

Özetle, 1963 krizinin sonucu 1960 çözümü ile tesis edilen hükümet sisteminin çöküşü olmuştur. Kıbrıs Hükümetinin, şimdi “şartların gerektirdiği ölçüde değiştirilmiş 1960 Anayasasını yürütmeyi” amaçladığını iddia etmesine rağmen, bu iddia, 1963 Aralık olayları öncesi ve sonrasında Cumhurbaşkanı Makarios Hükümetinin Enosis hedefini savunmaya devam ettiğini ve bu nihai amaca ulaşmayı kolaylaştırmak için Anayasayı ve ilgili Andlaşmaları değiştirmeye aktif olarak gayret gösterdiği gerçeğini göz ardı etmektedir.26

 

45. 25 Aralık 1963 tarihinde Türk savaş uçakları ada üzerinde uçtular. Bu, İttifak Andlaşması hükümleri uyarınca yerleştirilmiş Türk ordu birliklerinin Lefkoşa-Girne yolundaki Yunan birliklerinden uzakta bir kampa nakledilmelerine imkan sağladı. 1 Ocak 1964 tarihinde Başpiskopos Makarios’un Garanti ve İttifak Andlaşmalarının feshine ilişkin kararını açıkladığı, ancak İngiliz temsilcilerle müzakerelerin ardından, yeni bir açıklama yaparak Hükümetinin sadece “sözkonusu Andlaşmaların uygun yöntemlerle feshini sağlamayı” amaçladığını belirttiği anlaşılmaktadır.27

 

46. 1964 yılı Mart ayında, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi adaya barış gücü gönderilmesine karar vermiştir.28 (Cumhuriyet Eylül 1960 ayında Birleşmiş Milletlere katılmıştı.)

 

47. Toplumlararası şiddetin başlamasının ardından, Kıbrıs Türk Cumhurbaşkanı Yardımcısı ve Bakanlar ile Temsilciler Meclisinin Kıbrıs Türk üyelerinin Bakanlıklara girişi ve toplantılara katılımı engellendi. Kıbrıs Rum Hükümeti Dr. Küçük’ü artık Cumhurbaşkanı Yardımcısı olarak tanımadığını ilan etti. Birleşmiş Milletler Barış Gücü Kıbrıs Türk üyelerin Meclise dönme talebini Rum tarafına ilettiler ve onların yokluğunda Rum üyeler tarafından gerçekleştirilen anayasal değişikliklerin Türk üyelerce kabul edilmesi halinde geri dönüşlerine izin verilebileceği yanıtını aldı.29 Kıbrıslı Türk hakimlerin Rum kontrolünde bulunan bölgelerdeki mahkemelere, mahkemelerin yakınlarında kurulan kontrol noktalarında durduruldukları ve duruşmalara katılımlarının engellendiği tarih olan 2 Haziran 1966 tarihine kadar iştirak ettikleri anlaşılmaktadır.30

 

48. Temel Maddeleri de kapsayacak şekilde Anayasa’yı tadil etmek üzere bir dizi yasa geçirilmiştir. Örneğin, 1965 sayılı Seçim Kanunu (Geçici Hükümler) Anayasa’nın 1. Maddesini ( Temel Madde’dir) ve 63. Madde’yi ihlal edecek şekilde, Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rumların ayrı seçim listeleri düzenlemelerini iptal etmiştir. Diğer sonuçlarının yanısıra, bu durum Türk toplumunun bir Türk Cumhurbaşkanı Yardımcısı seçmesini engellemiştir. Garantör devletlerden Türkiye ve İngiltere’nin protesto Notalarının konusu budur.31

 

49. 1963 ve sonrasında, iki yönetim ortaya çıkmıştır; Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümeti adı altında işleyen Kıbrıs Rum Yönetimi ve zaman içerisinde “Geçici Kıbrıs Türk Yönetimi” adını alan bir Kıbrıs Türk idaresi.

 

50. 1968-1974 yılları arasında toplumlararası görüşmeler yapılmış, ancak bu görüşmeler sorunun çözümünü sağlamamıştır.

 

51. 21 Mayıs 1973’de Avrupa Toplulukları ve Kıbrıs Cumhuriyeti arasında bir ortaklık anlaşması imzalanmıştır.

 

52. 2 Temmuz 1974’te Başpiskopos Makarios Yunanistan Cumhurbaşkanına yazarak, kendisini öldürmeyi ve Cumhuriyeti ilga ederek Enosis’i gerçekleştirmeyi hedefledikleri konusunda deliller ele geçirdiği askeri cunta subaylarını Kıbrıs’tan çekmesini istemiştir.32

 

53. 15 Temmuz 1974’te Ulusal Muhafız Ordusu’nun Yunan subayları tarafından anavatan Yunanistan’daki cuntanın işbirliğiyle, Makarios’u devirmek ve Ada’nın bir kısmının Türkiye’ye verilmesi suretiyle Kıbrıs’ı Yunanistan’la birleştirecek bir Hükümet kurmak niyetiyle Başpiskopos Makarios Hükümeti’ne karşı bir darbe gerçekleştirilmiştir. Eski bir EOKA üyesi olan Nicos Sampson kasıtlı olarak Cumhurbaşkanlığı makamına getirilmiştir. Bununla beraber, Başpiskopos Ada’dan kaçmış ve direniş çağrısında bulunmuştur. Cumhurbaşkanlığı sarayı harabe haline gelmiş, sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş ve katliamlar yapıldığı haberleri duyulmuştur. Başpiskopos Londra’ya gitmiş ve her iki toplumun da darbe nedeniyle acı çektiklerini kaydetmiştir.33 Makarios, 18 Temmuz’da Güvenlik Konseyi’nde yeniden Yunan işgali hakkında ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenliğinin ve bağımsızlığının ihlal edildiği yönünde şikayette bulunmuştur.34

 

54. 17 Temmuz 1974’te Türkiye Başbakanı, Garanti Andlaşması çerçevesinde İngiltere’yle ortak hareket konusunu istişare etmek üzere Londra’ya gitmiş, İngiltere harekete geçmeyi reddetmiştir.35

 

55. 20 Temmuz 1974’te Türkiye, Garantör ülke olarak, Kıbrıs’ın bağımsızlığını ve anayasal düzenini yeniden oluşturmak ve saldırıya son vermek niyetini beyan ederek Kıbrıs’a havadan ve denizden askeri müdahalede bulunmuştur. 36

 

56. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, aynı gün aldığı 353 sayılı Kararda, “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin uluslararası anlaşmayla kurulan ve garanti altına alınan Anayasal düzeninin yeniden tesis edilmesi ihtiyacını” belirterek uluslararası anlaşma çerçevesinde bulunanlar dışındaki tüm askeri personelin çekilmesi çağrısında bulunmuş ve Garantör ülkeleri “...bölgedeki barışın ve Anayasal Hükümetin yeniden tesisi için gecikmeksizin görüşmelere başlamaya...” çağırmıştır.

 

57. 23 Temmuz 1974’te Yunan askeri cuntası ateşkes çağrısında bulunmuş ve ertesi gün yönetimi sivil hükümete devretmiştir.37

 

58. Bu sıralarda, yabancı gazeteler Türk köylerinin yıkıldığı, Kıbrıslı Türklerin katliama uğradıkları ve her iki taraftan ölümler olduğu haberlerini vermişlerdir. Herald Tribune 1750 Türk erkeğinin bir futbol stadyumunda dikenli teller arkasında tutulduklarını bildirmiştir. Gazimagosa havan topu kuşatması altında kalmıştır.38

 

59.30 Temmuz 1974’te Garantör ülkelerin Dışişleri Bakanları Cenevre Deklarasyonu’nu yayınlamışlar39 ve Kıbrıs’ta Anayasal Hükümetin yeniden tesis edilmesi gerektiği konusunda anlaşmışlardır. “Anayasal meşruiyete derhal dönüş, Cumhurbaşkanı Yardımcısının 1960 Anayasasıyla sağlanan görevlerini üstlenmesi”-ki bu 1963’ten beri mevcut olan düzenin Anayasal olmadığının kabul edilmesidir- tartışılacak konular arasında olmalıdır. Bakanlar, “Kıbrıs Cumhuriyeti’nde fiilen Kıbrıs Türkleri ve Kıbrıs Rumlarına ait iki otonom idarenin varlığını” da kaydetmişlerdir. Bakanlar ayrıca, imzaladıkları bir “Özet Bildiri”yle sözkonusu Deklarasyona bağlılıklarının “hiçbir şekilde 1960 Garanti Andlaşması’nın yorumuna ve uygulanmasına ilişkin kendi görüşlerine ve bu Andlaşma çerçevesindeki hak ve yükümlülüklerine halel getirmeyeceğini” açıklığa kavuşturmuşlardır Sonraki görüşmelerin 8 Ağustos 1974 tarihinde başlaması konusunda mutabık kalınmıştır, ancak bu görüşmeler 14 Ağustos 1974’te kesilmiştir.

 

60. Görüşmelerin kesilmesinin ardından yapılan askeri harekat Ada’nın Kuzeyindeki toprakların Kıbrıs Türklerinin yönetimi altına alınması sonucunu getirmiştir.

 

61. Aralık 1974’te, Başpiskopos Makarios Kıbrıs’a dönerek Cumhurbaşkanlığı görevine yeniden başlamıştır.

 

62. 12 Ocak 1975’te, Yunanistan Avrupa Topluluğu’na tam üyelik başvurusunda bulunmuştur.40

 

63. 13 Şubat 1975’te, Kıbrıs Türk Federe Devleti ilan edilmiştir. Güvenlik Konseyi 12 Mart tarihinde aldığı 367 sayılı kararla, diğer şeyler meyanında, bütün devletleri ve ilgili tarafları “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenliğine, bağımsızlığına, toprak bütünlüğüne ve bağlantısızlık statüsüne halel getirecek her türlü hareketten, ayrıca adanın bölünmesine veya bir başka devletle birleşmesine yönelik her türlü girişimden kaçınmaya” çağırmış; devlet ilanını esefle karşılamakla beraber, bu ilanın Kıbrıs sorununun nihai siyasi çözümüne engel olmadığını teyit etmiş ve ilanın bu niyetle yapılmadığını kaydetmiştir.

 

64. Ağustos 1975’te, her iki taraf Viyana’da yapılan toplumlararası görüşmelerde, Kıbrıs Türklerinin Ada’nın kuzeyinde, Kıbrıs Rumlarının da Ada’nın güneyinde gönüllü olarak toplanmaları hususunda mutabık kalmışlardır.41

 

65. 3 Ağustos 1977’de, Başpiskopos Makarios vefat etmiştir.

 

66. 1981’de, Yunanistan Avrupa Topluluğu’na katılmıştır. Daha önce, 5 Şubat 1980’de, Avrupa Topululuğu Yunanistan’ın üyeliğinin Topluluğun Türkiye ile ilişkilerini etkilemeyeceği hususunda Türkiye’ye teminat vermiştir.42 Ancak, gerçekte, Yunanistan Türkiye’nin şimdi Avrupa Birliği olan Topluluğa girme çabalarını bloke etmiştir.43

 

67. 15 Kasım 1983’te, Kıbrıs Türk Federe Devleti Yasama Meclisi tarafından bağımsız Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (“KKTC”) ilan edilmiştir. Türkiye KKTC’yi aynı gün tanımıştır. Bu devlet şimdiye kadar Türkiye dışında başka bir devlet tarafından tanınmamıştır.

 

68. 18 Kasım 1983’te, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 541 sayılı kararı kabul etmiştir. Güvenlik Konseyi bu kararda “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşuna ilişkin 1960 Andlaşması ve 1960 tarihli Garanti Andlaşması’na” aykırı ve geçersiz olduğu değerlendirilen devlet ilanını “kınamıştır”. Ayrıca, bütün devletleri “Kıbrıs Cumhuriyeti dışında hiçbir Kıbrıs devletini tanımamaya” davet etmiştir.

 

69. 7 Mayıs 1985’te ,KKTC Anayasası yürürlüğe girmiştir.

 

70. 4 Temmuz 1990’da, Lefkoşa yönetimi AET Andlaşması’nın 237., Euratom Andlaşması’nın 205. ve Avrupa Kömür ve Çelik Birliği Andlaşması’nın 98. maddeleri uyarınca Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Avrupa Topluluklarına üyeliği için başvuruda bulunmuştur.

 

71. 12 Temmuz 1990’da, KKTC Cumhurbaşkanı Bakanlar Konseyi’ne, Lefkoşa yönetimi tarafından yapılan üyelik müracaatına ilişkin itirazlarını ortaya koyan ve sorunun çözümüyle iki toplumun üyeliğinden memnuniyet duyulacağını bildiren bir memorandum göndermiştir. Bu memoranduma 3 Eylül 1990 tarihli Ek Nota ilave edilmiştir.

 

72. 30 Haziran 1993’te, AB Komisyonu Lefkoşa’nın müracaatına ilişkin olumlu görüş vermiştir.44 Komisyonun kısmen, bu sürecin hızlandırılmasının Kıbrıs sorununa siyasi bir çözüm bulmaya yardımcı olacağı inancıyla bu kararı almaya teşvik edildiği açıktır. 4 Ekim 1993’te, AB Konseyi Komisyonun yaklaşımını desteklediğini bildirmiştir.

 

73. 19 Aralık 1994’te, Yunanistan Türkiye’yle Gümrük Birliği’ni veto etmiştir.45

 

74. 6 Mart 1995’te, Avrupa Birliği Genel İşler Konseyi, Kıbrıs’la ilişkilerin geliştirilmesi için genel siyaset çerçevesi üzerinde anlaşmıştır. 16 Temmuz 1996’da, Avrupa Birliği Ortaklık Konseyi, Kıbrıs’ın Avrupa Birliği’ne katılımı konusunu görüşmek üzere toplanmıştır. 12 Temmuz 1995’te, Avrupa Parlamentosu Komisyonun görüşünü ve Konsey’in kararını onaylayan bir karar benimsemiştir. 17 Temmuz 1995’te Konsey, Kıbrıs’ı Avrupa Birliği’ne daha da yakınlaştıracak yapısal diyalog kararı almış ve 21 Kasım 1995’te Konsey ve Lefkoşa’daki yetkililer Mali ve Teknik İşbirliği Protokolü’nü imzalamışlardır. Üyelikle ilgili ayrıntılı müzakereler AB Hükümetlerarası Konferansı’nın sonuçlanmasının ardından başlayacaktır.

 

75. 13 Aralık 1995’te, Avrupa Parlamentosu, Türkiye’nin Avrupa Birliği ile Gümrük Birliği’ne katılmasını onaylamıştır.46

 

76. 26 Kasım 1996’da, İngiltere Dışişleri Bakanı Malcom Rifkind Avam Kamarası’nda bölünmüş bir Kıbrıs’ın AB’ye kabul edilmesinin “çok zor” olacağını bildirmiştir.47 Yeni İşçi Partisi Hükümeti’nin resmi tutumu ise hala bilinmemektedir.

 

***

 

HUKUK

 

İlgili Uluslararası ve Ulusal Hukuk

 

77. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ve Garantör Devletlerin yükümlülükleri, Kıbrıs Anayasası’yla (orijinal hali) beraber Londra Anlaşmaları’nın (Londra Anlaşmaları deyimine, Şubat 1959’da Londra mutabakatını temel alarak-ki bu da büyük ölçüde Zürih Anlaşmalarını temel alır- Lefkoşa’da resmi olarak imzalanan Andlaşmaları dahil ediyorum) tam anlamıyla yorumunu kapsar. Anlaşmaların tek tek maddelerine atıfta bulunmadan önce, bu Anlaşmaların başlangıçtaki geçerlilikleri ve yürürlüklerinin daha sonra sona erme ihtimalleriyle ilgili bir dizi ön sorunun incelenmesi gereklidir.

 

Andlaşmalar uluslararası hukukta geçerli midir?

 

78. Kıbrıs Rumlarının görüşlerine yakın bazı yorumcular, Zürih-Londra Anlaşmalarının ve 1960 Andlaşmalarının uluslararası hukuk bakımından geçerli olmayabileceklerini, çünkü kendi temsilcilerinin müzakere etme şansı bulamadığı bu Andlaşmaların Ada’da yaşayanlara empoze edildiğini öne sürmektedirler.48

 

79. Bununla birlikte, yukarıda belirtilen olaylar Kıbrıs Rum tarafının Zürih Anlaşması’nın detayları hakkında başlangıçtan itibaren bilgilendirildiklerini ve daha önemlisi Londra Anlaşması ve 1960 Andlaşmalarının müzakerelerine dahil olduklarını göstermektedir. Örneğin, Dışişleri Bakanlığı toplantısı tutanaklarında, Yunanistan Dışişleri Bakanının Başpiskopos Makarios’un Zürih Anlaşması hakkında bilgilendirilmiş olduğunu, ayrıca Başpiskopos’un Zürih Anlaşması’nı 12 Şubat akşamı gözden geçirme imkanına sahip olduğu şeklinde bilgi verdiği kayıtlıdır. Makarios’un ya Zürih Anlaşmasının imzalandığı gün ya da ertesi gün bilgilendirildiği anlaşılmaktadır.

 

80. 17 Şubat 1959 tarihinde toplanan Londra Konferansı’na Kıbrıslı Rumları temsilen Başpiskopos Makarios, Kıbrıslı Türkleri temsilen ise Dr. Fazıl Küçük katıldılar. Ayrıca, Londra Anlaşması, “Kıbrıs Rum Toplumu Temsilcisinin 19 Şubat 1959 tarihli Beyanı”nı da içeren bir dizi belgeyi kapsamaktadır. Yukarıda da belirtildiği üzere, Başpiskopos Makarios bu beyanıyla Zürih Anlaşması’nı ve 17 Şubat 1959 Beyanlarını incelediğini ve bunları Kıbrıs sorununun nihai çözümü için mutabık kalınmış temeller olarak kabul ettiğini açıklamıştır. Başpiskopos Makarios ayrıca, İttifak ve Garanti Andlaşması dahil olmak üzere Londra Anlaşmasını oluşturan bütün belgeleri, Konferans Zaptı ( Yalnızca Garantör Ülkelerin Başbakanları tarafından imzalanmıştır) ve Mutabık Kalınan Önlemler (Yalnızca Garantör Ülkelerin Dışişleri Bakanları tarafından parafe edilmiştir) dışında imzalamış veya parafe etmiştir.

 

81. Mutabık kalınan önlemlere göre, “Londra Konferansı’nın sonuçlarına hayatiyet kazandırmak” üzere Londra’da bir Ortak Komite nihai Andlaşmaları hazırlayacaktı. Bu Komite, Kıbrıs Rum toplumu da dahil olmak üzere tüm tarafların birer temsilcisinden oluşacaktı (Kıbrıs Türk toplumunun bir temsilcisi de yer alacaktı). Londra’da ve Kıbrıs’ta bir araya gelen Ortak Komite müzakereleri on beş ayda tamamlandı. Bu, Kıbrıs Rum tarafının bu Andlaşmaları tam anlamıyla müzakere etme imkanına sahip olduğunu kuvvetli bir şekilde göstermektedir. Sonuçta, Garanti ve İttifak Andlaşmaları’nda kullanılan ifadelerde küçük değişiklikler yapıldı (Kuruluş Andlaşması’nın önceden mevcut bir taslağı bulunmamaktaydı).

 

82. 16 Ağustos 1960’da Garanti ve İttifak ile Kuruluş Andlaşmaları Lefkoşa’da imzalandı; bu tarihten önce Cumhurbaşkanı olarak seçilmiş bulunan Başpiskopos Makarios da imzacılar arasında bulunuyordu.

 

83. Bana göre yukarıdaki bilgiler, Andlaşmaların Kıbrıs Rumlarına, rızaları olmaksızın empoze edildiği görüşünün savunulabilir olmadığını göstermektedir. İtiraf etmek gerekir ki, bu rıza gönülsüzce verilmiş olabilir, çünkü Başpiskopos Makarios o zamanlar güçlü bir şekilde “Enosis” yanlısıydı. Kıbrıs Rum Basın ve Enformasyon Dairesi’ne göre, “Kıbrıs halkının temsilcilerinin bu Andlaşmaları imzalamalarının sebebi yalnızca, tek alternatifinin bağımsızlık ve özgürlüğün inkar edilmeye devam edilmesi, kan dökülmesinin sürmesi ve muhtemelen Kıbrıs’ın zorla bölünmesiydi.”49 Fakat, Rum toplumunun arzu ettiğinden daha azına razı olması, Rum toplumu veya temsilcilerinin, örneğin Viyana Andlaşmalar Hukuku Sözleşmesi’nin 51. ve 52. maddelerinde yer aldığı gibi, baskı kelimesinin dar anlamıyla baskı gördükleri anlamına gelmez. Bildiğim kadarıyla, şimdiye kadar Başpiskopos Makarios’un şahsına yönelik herhangi bir hareket veya tehdidin olduğu, ya da Kıbrıs Cumhuriyeti’ne karşı güç kullanma tehdidi bulunduğuna dair herhangi bir şey öne sürülmemiştir. Pazarlık güçlerinin eşitsizliği baskı anlamına gelmez.

 

84. Kıbrıs’ta statükoyu korumak için tek taraflı güç kullanımına izin veren IV. Madde’nin ius cogens kuralıyla (uluslararası hukukta mutlak bir norm) çatışması nedeniyle Garanti Andlaşması’nın geçersiz olduğu da tartışılmaktadır. Bu, uluslararası topluluğu oluşturan devletlerin tümü tarafından, hiç bir şekilde taviz verilmeyecek bir ilke olarak kabul edilen ve benimsenen bir normdur. Burada, uluslararası toplum içinde hangi normların bu kategoriye dahil edileceği konusunda ciddi bir tartışma olduğunu belirtmek gerekir. Ancak, bir devletin toprak bütünlüğüne ya da siyasi bağımsızlığına karşı güç kullanımının yasaklanmasının kesinlikle bu kategoride yer alan bir kural olduğunun kabul edilmesi gerekir. 50

 

85. Fakat Viyana Sözleşmesi geriye dönük değildir51 ve uluslararası hukukta 1969’dan önce ius cogens’in varlığı konusu çok fazla tartışmalıdır. Bu nedenle, müdahaleye izin veren hükümlerin bugünkü hukuk çerçevesinde bir ius cogens normuyla çatıştığını kabul etsek bile, bu hiçbir şekilde Andlaşmanın IV. Maddesinin- hele tümünün- ab initio geçersiz olduğu anlamında değildir. Viyana Sözleşmesi’nin 64. Maddesi’nin “ genel uluslararası hukukta yeni bir mutlak normun ortaya çıkması halinde, bu normla çelişen mevcut herhangi bir anlaşma geçersiz hale gelir ve sona erer” hükmünü getirdiği doğrudur. Fakat ilk olarak, bu hüküm, anlaşmanın geriye doğru geçerliliğini etkilemez; ikinci olarak, Garanti Andlaşması’nın IV. Maddesi, yeni bir ius cogens kuralı neticesinde geçersiz hale gelse bile, bu Madde’nin Andlaşma’nın geri kalanından ayrılması pekala mümkündür, ayrıca burada esasen Andlaşma’nın I. ve II. Maddeleri konu edilmektedir.52

 

86. Çok önemli bir başka husus da, Viyana Sözleşmesi’nin53 Andlaşmanın taraflarından birinin bu Andlaşmanın geçerliliğini sorgulayacak bir gerekçeye dayanması halinde izlenecek resmi usulü belirlemesidir. Bu usul, Andlaşmanın diğer taraflarına yazılı resmi bildirimde bulunulmasını gerektirir. Kıbrıs Rum yönetimi zaman zaman Londra Anlaşmalarına özellikle de Garanti Andlaşması’na suçlamalar getirse de, bilebildiğim kadarıyla, hiçbir taraf bu resmi usule ya da diğer resmi yöntemlere başvurmamıştır. Gerçekten de, Avrupa İnsan Hakları Komisyonu’nda görülen Kıbrıs v. Türkiye davasında, Kıbrıs Rum yönetimi Türkiye’nin 1974 müdahalesinin Garanti Andlaşması’na aykırı olduğunu iddia ederken bu Andlaşma’nın geçerliliğini olduğu gibi kabul etmiş gözükmektedir.54 Rum yönetiminin Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin kuruluşunun “Kıbrıs Anayasası’nın öngördüğü şekilde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin anayasal yapısına uymadığı ve Kuruluş ve Garanti Andlaşmalarına aykırı olduğu...” iddiası da bu görüşü doğrulamaktadır.55 Kıbrıs Türk Parlamentosu tarafından 15 Kasım 1983 tarihinde benimsenen Beyanname açık bir şekilde KKTC’nin “Kuruluş, Garanti ve İttifak Andlaşmalarına bağlı kalmaya devam edeceğini” bildirmektedir.56

 

87. Garantör Devletlerin kendileri de hiçbir şekilde Londra Anlaşmalarını geçersiz kabul etmiş görünmemektedirler. Türkiye kesinlikle bu Anlaşmaları geçersiz kabul etmemektedir ve 1974 müdahalesini haklı kılmak için Garanti Andlaşması’na dayanmaktadır. Yunanistan’a bakıldığında, Anayasa’nın çalışamaz hale geldiğini iddia etmesine rağmen, bildiğim kadarıyla, Londra Anlaşmalarının geçersiz olduklarına ya da yürürlükte olmadıklarına dair bir tutum benimsememiştir. Gerçekte, KKTC’nin kuruluşunun 1960 Anlaşmalarını ihlal ettiğini ileri sürmekle ve “garantör bir devlet olarak Kıbrıs Cumhuriyeti’ne yönelik özel yasal sorumluluğu olduğunu” vurgulamakla Yunanistan açık bir şekilde bu Anlaşmalara dayanmaktadır.57

 

88. Görünüşe göre İngiltere de Andlaşmaların geçerliliğini sorgulamamaktadır. 1979’da Hükümet Sözcüsü Kıbrıs’ta neden sadece bir Hükümetin tanındığını açıklarken, açıkça 1960 anlaşmalarına dayanmıştır.58 1987’de Dışişleri Bakanlığında Bakan Barones Young, “Garantör Devlet olarak yer aldığımız ve bu rolü oynamaya devam edeceğimiz 1960 Garanti Andlaşması’nın hala geçerli olduğuna inanıyoruz...”59 diyerek Avam Kamarası Dış İlişkiler Komitesi’ne bu durumu teyit etmiştir. Daha yakın geçmişte, Dışişleri Bakanlığı Güneydoğu Avrupa Bölümü Başkan Vekili, R.v. The Commissioners for the Inland Revenue, ex parte Reşat Çağlar davasında 25 Nisan 1994’te verdiği yeminli yazılı ifadesinde, mahkemeden “İngiltere’nin Garanti Andlaşması çerçevesindeki yükümlülüklerini” gözönüne almasını istemiştir.60

 

89. Güvenlik Konseyi de bu anlaşmaların geçerliliğini birçok defa kabul etmiştir. Örneğin, 353(1974) sayılı Kararla “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin uluslararası anlaşmalarla kurulan ve garanti altına alınan anayasal yapısının yeniden tesis edilmesi ihtiyacını” dile getirmiş, 541 (1983) sayılı Kararla KKTC’nin bağımsızlık ilanının “ Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla ilgili 1960 Andlaşması’na ve 1960 Garanti Andlaşması’na aykırı olduğunu” söylemiştir. 61 Güvenlik Konseyi 26 Ağustos 1992 tarihli 774 sayılı Kararıyla, Genel Sekreterin diğer şeyler yanında 1960 Garanti ve İttifak Andlaşmalarının yürürlükte kalmaya devam edeceğini teyit eden, “Kıbrıs’ta Kapsamlı bir Çerçeve Anlaşma Konusunda Fikirler Dizisi”ni “kapsamlı bir anlaşmaya ulaşmak için temel” olarak uygun bulmuştur.62

 

90. Sonuç olarak, Londra Anlaşmalarının ve Garanti ve İttifak Andlaşmalarının, bunlardan kaynaklanan bir şekilde, geçersiz olduklarına dayanan bir görüşün temelsiz olduğu ortaya çıkmaktadır.

 

Bu Anlaşmalar sona erdi mi?

 

91. Andlaşmalar tarafların rızası ya da Andlaşmaların sona ermesine izin veren bir hukuk kuralı yoluyla sona erebilir.63 Sözkonusu Anlaşmaların sona erdirilmesi konusunda bütün tarafların mutabakatı sözkonusu olmadığından, olabilecek tek soru böyle bir sona ermeye izin veren bir hukuk kuralı bulunup bulunmadığıdır.

 

92. Sona erdirme ile ilgili üç gerekçenin teorik olarak incelenmesi mümkündür : (1) taraflardan birinin maddi ihlali; (2) uygulamanın imkansızlığının ortaya çıkması; (3) koşulların köklü değişimi.64 Ancak, ele aldığımız meselenin koşullarında bu gerekçelerden herhangi birinin mevcudiyetinin daha fazla araştırılması gereksiz görünmektedir. Zira, Andlaşmaların sözde başlangıçtaki geçersizliklerine ilişkin olarak belirtildiği üzere, taraflardan hiçbiri, Kıbrıs Rum yönetimi bile, bu Andlaşmaları sona erdirmeyi ya da bu gerekçelerden herhangi birine dayanarak Andlaşmalardan çekilmeyi resmen istememiştir. 65 Kıbrıs Rum Yönetiminin tutumu hakkında yanılıyor olsam bile, üç Garantör Devlet bu tutumu sergilememiş ve fakat gördüğümüz üzere, değişik nedenlerle Anlaşmalara dayanmaya devam etmişlerdir. Aynı şey Güvenlik Konseyi için de doğrudur.

 

93. İngiltere gözönüne alındığında ise şimdiye kadar resmi tutum yukarıda tanımladığım gibi kalmıştır. Gerçekten, hukuki mülahazalar dışında, İngiltere Hükümetinin bu yaklaşımını değiştirmesinin, bir politika meselesi olsa bile, en azından Avam Kamarası Dışilişkiler Komitesi’nde 1987 yılında açıklanan nedenlerle, çıkarına olacağını değerlendirmesi çok şaşırtıcı olacaktır:

 

Kıbrıs Cumhuriyeti kurucu Andlaşmalarının birbirine bağlı tabiatı nedeniyle bütün bir yapının çökmesi sözkonusu olduğundan (İngiliz Egemen Üsler Bölgesindeki İngiliz egemenliği dahil olmak üzere)66, bu durum İngiltere Hükümetini Garanti Andlaşması’na bağlı kalmaya etkin bir biçimde mecbur etmektedir. Kıbrıs Rum Yönetimi Dışişleri Bakanı’nın pek güzel bir şekilde ifade ettiği gibi ‘İngiltere’nin yapamayacağı tek şey, Andlaşmaların yalnızca bazı kısımlarını a la carte uygulatmaktır’. 67

 

1960 Anayasası

 

94. Kıbrıs’ın gelecekteki anayasasının ana hatları, 1959 Londra Konferansı’nda yapılan ilavelerle Zürih’te mutabık kalınan Temel Yapı’yı içermektedir.68 Evvelce belirtildiği üzere, sözkonusu Konferans ayrıca “ Mutabık Kalınan Önlemler”i kabul etmiştir. Bu belge, (diğer şeyler yanında) bu maddeleri ve Zürih ve Londra’da yapılan diğer anlaşmaların ilgili hükümlerini içeren bir Anayasa taslağının Ortak Komisyon tarafından sonuçlandırılmasını da öngörmektedir. Ortak Komisyon Londra Anlaşması’nın taraflarından her birinin (İngiltere dışında) birer temsilcisinden oluşacaktı. Ortak Komite taslak Anayasayı on dört ayda müzakere etti ve Londra Konferansı’nda mutabık kalınan hususlara bazı değişikler getirdi. Taslak metin 6 Nisan 1960’da Lefkoşa’da imzalandı.

 

95. Anayasa, Kıbrıs Rum temsilcisi Başpiskopos Makarios’un “Kıbrıs sorununa nihai çözümü için mutabık kalınan temel” olarak kabul ettiğini bildirdiği Zürih ve Londra Anlaşmaları ve özellikle Garanti Andlaşmasıyla uluslararası nitelik kazanmıştır. Gelecek bölümde ilgili Andlaşma hükümlerini inceliyorum ancak önce, Anayasa’nın kendisinin, kurduğu düzen için ne garanti ettiğini ele alıyorum.

 

96. Anayasa, Kıbrıs Rumlarının sayısal üstünlüğüne bakmaksızın, iki toplum arasında siyasi eşitlik öngörür. Aynı şekilde, bu status quo’yu korumak için pek çok kontrol ve denge mekanizmaları içerir ve yeni bağımsız devletlerin anayasalarından daha karmaşık ve ayrıntılıdır. Gördüğümüz üzere 1963’te Başpiskopos Makarios Anayasa’yı değiştirmeye çalışmış, Türk toplumu (gerekli olan) onayını vermediğinde, Makarios yine de Anayasa ile açıkça çelişen ve Anayasa’nın değiştirilemez hükümlerini de içeren bazı kanunları geçirmiştir.

 

97. Ulusal anayasalar sık sık yalnızca anayasaların öngördüğü kurallar çerçevesinde tadil edilmez, aynı zamanda kansız veya kanlı darbelerle de değiştirilebilir. Bir darbe sonucu değiştirilirlerse “eski” anayasa çerçevesindeki meşruiyet ne olursa olsun, eğer darbe başarılı ise uygulamada yeni anayasa yürürlüğe girer. Uluslararası hukuk da genellikle böyle hareketleri yasaklamaz.69 Ancak Kıbrıs’ta durum farklıdır. Gördüğümüz üzere, anayasanın temel yapısı Garanti Andlaşması’nda ve özellikle Mutabık Kalınan Önlemler belgesinde garanti altına alınmıştır. (Yalnızca üç garantör devlet tarafından değil, Kıbrıs Cumhuriyeti tarafından da ) Ayrıca, Anayasanın 182. maddesi ve III. Ek’i iki toplumlu düzenlemeleri korumaya alan, Garanti ve İttifak Andlaşmalarına70 anayasal güç veren belirli maddeleri değiştirilemez “Temel Maddeler”71 haline getirmiştir. Kısaca, Kıbrıs’ın iki toplumlu yapısı “özel” uluslararası hukuk tarafından, çeşitli tarafları bağlayarak dokunulmaz kılınmıştır. Ancak, bu düzenlemelerin genel uluslararası hukukun parçası haline geldiği tartışılabilir. Burada sürekli tarafsızlığı “Avrupa Kamu Hukuku”72 nun genel bir parçası olarak uzun zamandır kabul edilen İsviçre’nin statüsüyle benzerlikler de olabilir. Gerçekten de, benzerlik sadece başlangıçta bu statünün sınırlı sayıdaki Avrupa devletlerinin Andlaşmasıyla garanti edilmesi değildir; sürekli tarafsızlığın nedenine kadar gider ki; bu büyük ölçüde, değişik kantonların farklı etnik yapıları nedeniyledir, eğer İsviçre Konfedarasyonu, Fransa, İngiltere ya da Almanya arasındaki veya bu ülkelerin dahil olduğu savaşlarda tarafsızlığını korumasaydı, Konfederasyonun dağılması riski ortaya çıkardı.

 

98. 1963 Anayasa krizine ilişkin olarak Kıbrıs Rum yönetiminin resmi tutumu, Anayasa’nın “hükümlerinin pek çoğunun çalışamaz olduğunun ispat edildiği ve bu durumun Anayasa’nın rahatlıkla uygulanmasını imkansız hale getirdiği” şeklindedir.73 1960 Anayasa’sını, zaruret hali doktrini çerçevesinde uyguladıkları iddiasını sürdürmektedirler. Cyprus-v-Turkey74 davasında bu konuyu şöyle ortaya koymuşlardır: “Cumhuriyetin Anayasası yürürlüktedir ve Kıbrıs Hükümeti tarafından, kesin bir şekilde tanımlanmış olan zaruret hali doktrinine göre uygulanır. Yani, Kıbrıs Türklerinin katılımını öngören bazı hükümlerine uymanın mümkün olmadığı durumlarda, Hükümet Anayasanın lafzına dar anlamıyla uygun olmamasına rağmen, normal koşullara dönülünceye kadar devletin temel görevlerini yerine getirebilmesi ve devletin çöküşünün önlenmesi için gerekli olan istisnai tedbirleri almak zorundadır.”

 

99. Ancak bu açıklama sorulara açıktır. İlk önce, zaruret hali büyük ölçüde sübjektif bir değerlendirme gibi gözükmektedir.. İkinci olarak, Anayasa hukuku meselesi olarak Anglosakson hukuk sisteminin uygulandığı ülkelerde, zaruret halinin anayasanın hükümlerinin ihlali için gerçekte haklı bir sebep olup olmadığı çok tartışmalıdır. Ayrıca, bu sadece bir iç hukuk sorunu değildir, görüldüğü üzere, Kıbrıs’taki anayasal düzenleme geçerli ve mevcut uluslararası taahhütlerle desteklenmiştir.

 

Andlaşmaların ve Anayasanın İlgili Hükümlerinin Uygulanması

 

100. 4 Temmuz 1990’da Lefkoşa yönetimi (o zamanki) Avrupa Topluluklarına katılım müracaatında bulunmuştur. KKTC, Bakanlar Konseyi’ne 12 Temmuz 1990’da bir Memorandum ve 3 Eylül 1990 tarihinde Tamamlayıcı Nota göndererek bu müracaata ilişkin itirazlarını ortaya koymuştur.

 

101. Avrupa Komisyonu 30 Haziran 1993’te olumlu görüş bildirmiştir. Komisyon raporunda, adanın kuzey kısmındaki “fiili” yönetimin sözkonusu başvuruya itirazına atıfta bulunmuş ve şöyle devam etmiştir:

 

anılan yönetim Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümetinin böyle bir yaklaşımla tüm Kıbrıs adına konuşma hakkına itiraz etmiştir. Pozisyonunu, Garanti Andlaşmasına ve dış politika kararları üzerinde ve özellikle Türkiye ve Yunanistan’ın üye bulunmadığı bir uluslararası kuruluş veya ittifaka katılmaya ilişkin kararlar üzerinde Cumhurbaşkanına ve Cumhurbaşkanı Yardımcısına (Kıbrıslı Türk) veto hakkı tanıyan, 1960 Anayasasına dayandırmaktadır. Bu itibarla, mevcut şartlar altında, Avrupa Topluluğunun sözkonusu başvuruyu kabul etmemesi gerektiğine inanmaktadır.

 

Komisyon, “Topluluğun yerleşmiş pozisyonunun, Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümetinin meşruiyeti ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanınmaması mantığına dayandıran Birleşmiş Milletlerin pozisyonu ile tutarlı olduğunu belirterek, sözkonusu argümanları reddetmiş ve başvurunun kabul edilebilir olduğunu” belirtmiştir.75

 

102. KKTC’nin argümanlarının yeterli incelemesi yapılmadığı için, Topluluğun yerleşmiş pozisyonunun ne olduğu açık değildir. Komisyonun bu tutumu, KKTC’nin tanınmaması politikasının benimsenerek, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin tek temsilcisi olarak Rum Yönetiminin tanındığı anlamına geliyordu. Bu dönemde Komisyonun ana endişesi, Kıbrıs’ın üyeliğine bizzat Cumhuriyeti kuran Andlaşmalar veya Cumhuriyetin kendi Anayasası çerçevesinde bir engel bulunup bulunmadığı değil, Kıbrıs’ın Avrupa Topluluğu’na üyeliğin gereklerini yerine getirip getiremeyeceğiydi.

 

103. Sözkonusu hukuki argümanlara, ne Komisyonun görüşünü destekleyen 4 Ekim 1993 tarihli Konsey Sonuçlarında ne de Komisyon görüşünü ve Konsey Sonuçlarını onaylayan 12 Temmuz 1995 tarihli Avrupa Parlamentosu kararında başka bir atıfta bulunulmamıştır.

 

104. Bununla birlikte, Avrupa Birliği’ne katılım başvurusuna ilişkin Londra, Zürih ve Lefkoşa Anlaşmalarına dayanan şimdi bahsedeceğim geçerli itirazlar bulunmaktadır.

 

105. Bu çerçevede çok önemli bir madde Garanti Andlaşmasının I(2). maddesidir. Bu maddeyi kabul etmekle “[Kıbrıs Cumhuriyeti], kısmen veya bir bütün olarak herhangi bir devlet ile siyasi veya ekonomik bir birliğe katılmayacağı yükümlülüğünü üstlenmiştir. Bu itibarla, adanın doğrudan veya dolaylı olarak bir başka devletle birleşmesi veya taksimine yol açan tüm faaliyetler yasaklanmıştır.” Bu lisan kesinlikle Kıbrıs Cumhuriyeti’nin AB’ne katılmasını da kapsayacak kadar geniştir.

 

Üyelik ekonomik birliğe bir bütün olarak katılmak anlamındadır.76

AB’nin aynı zamanda siyasi birlik de oluşturması üstlenilen yükümlülüğün ihlalidir.

Üyelik muhtemelen “doğrudan ya da dolaylı olarak Yunanistan’la birleşmeye” yol açacaktır. Avrupa Birliği ismi de üyeler arasında böyle bir birleşmeyi teyit etmektedir.

106. Metnin iki yerde “herhangi bir devlet”ten bahsetmesine karşılık, sözkonusu birliğin devletlerle olabileceği öne sürülerek itirazda bulunulabilir. Ancak, bu itiraz temelsizdir. Malum olduğu üzere, metnin çerçevesini çizenler özellikle Yunanistan veya Türkiye ile yani bir devlet ile birlikten endişe etmişlerdir. Bununla birlikte, bir taslak metnin hazırlanmasında ve İngilizce’nin (ve Fransızca’nın) günlük kullanımında tekil kelimeler çoğul anlamları da içerir ve “herhangi bir devlet”77 kelimesi “devletler” anlamını kapsayacak kadar geniştir. Bu yorum aklıselim ile de uyuşmaktadır. Farzedelim ki Kıbrıs Yunanistan ve Malta ile siyasi veya ekonomik birliğe girdi. Bunun enosise yol açmayacağına inanmak oldukça güçtür. Metni hazırlayanlar böyle bir durumu yasaklamak niyetini taşımışlardır. Burada sözkonusu olan 15 ülkeyle birleşmektir. Kıbrıs siyasi, askeri, ekonomik, etnik ve coğrafi olarak diğer ülkelere nazaran Yunanistan ile çok yakın bir ilişki içindedir, bu ilişki, hiç şüphesiz, katılım sonrasında da devam edecektir. Üstelik, iyice anlaşılmalıdır ki, Garanti Andlaşmasının I(2). maddesinde KC sadece herhangi bir siyasi veya ekonomik birliğe katılmaktan kaçınma yükümlülüğünü üstlenmemiş, doğrudan veya dolaylı olarak herhangi bir devletle birleşmeye yol açacak faaliyetlerden bile kaçınacağını da taahhüt etmiştir.

 

107. Bu yükümlülükleri üstlenen yalnızca KC değildir. Üç Garantör Devlet de benzer yükümlülükleri üstlenmişlerdir. KC’nin yükümlülüklerini dikkate alarak, Garantör Devletler de kendilerini ilgilendiren (pour ce qui releve d’eux), Kıbrıs’ın doğrudan ya da dolaylı olarak …herhangi bir devletle birleşmesine yol açacak faaliyetleri yasaklamayı üstlenmişlerdir. Görüşüme göre, İngiltere ve Yunanistan, iki garantör devlet olarak Kıbrıs’ın AB üyeliğini desteklememek yükümlülüğü altındadır ve bunu önlemek için veto haklarını kullanmalıdırlar.

 

108. Kıbrıs Anayasasının çeşitli maddeleri bu yorumu teyit etmektedir.78 Hatırlanacağı gibi, Garanti Andlaşmasının I. maddesinde KC Anayasaya saygı gösterilmesini sağlamayı üstlenmiş ve II.maddede ise üç garantör devlet Anayasanın temel maddeleri çerçevesinde kurulmuş “düzen”i garanti etmişlerdir. Bu maddeler büyük ölçüde KC’nin, üç garantör devletin ve Kıbrıs’taki iki toplumun Londra ve Zürih’te kabul ettiği Temel Yapının sonucudur.

 

· Madde 185 (2)’ye göre “Kıbrıs’ın herhangi bir devletle bütünsel veya kısmi olarak birleşmesi engellenmiştir.”

 

Madde 170’e göre “KC Yunanistan, Türkiye ve İngiltere’ye içeriği ne olursa olsun akdettiği tüm anlaşmalar için en fazla müsaadeye mazhar ulus muamelesi gösterecektir.” Bu Temel Yapının 23. Maddesine göre uygulanır. Hatırlanacağı üzere, üç Dışişleri Bakanının katılımıyla yapılan 12 Şubat 1959 toplantısında bunun anlamı tartışılmıştı.79 Lord Perth’in sorusuna cevaben Türkiye ve Yunanistan Dışişleri Bakanları, burada niyetin Kıbrıs’ın üç garantör devlet dışındaki ülkelerle ikili en fazla müsaadeye mazhar ulus anlaşması yapmasının önlenmesi, örneğin Yunanistan’ın ekonomik enosis kurması gibi, Türkiye ve Yunanistan’ın bir diğerine nazaran adada daha avantajlı bir konuma sahip olması olasılığının bertaraf edilmesi olduğunu belirtmişlerdi. KC’nin AB’ne girişi şüphesiz bu maddenin sözüne ve ruhuna bir ihlal teşkil edecektir. Bu, evvelemirde, Londra ve Zürih Anlaşmalarını yapanların yasaklamak istedikleri, Yunanistan ile ekonomik enosis benzeri bir gelişmeye yol açabilecektir. İkinci olarak, Kıbrıs’ın AB’ye katılması, şüphe yoktur ki, AB üyesi olmayan Türkiye’ye göre, Yunanistan ve İngiltere için Kıbrıs’ta daha avantajlı bir durum yaratacaktır.

· 50. madde Temel Yapının 8. Maddesini hayata geçirir. Buna göre, “KC’nin Cumhurbaşkanı ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı, birlikte veya ayrı ayrı, Türkiye ve Yunanistan’ın birlikte üye olduğu ittifak anlaşmaları ve uluslararası kuruluşlara üyelikle ilgili olanlar hariç, dış ilişkilerde, Temsilciler Meclisinin kabul ettiği yasaları ve kararları veto etme hakkına sahip olacaktır.”80 Bu mesele, o aşamada Garanti Andlaşmasının önerilen I(2). maddesiyle ilişkili olarak, 12 Şubat 1959 tarihli Dışişleri Bakanları toplantısında gündeme gelmiştir.81 İngiliz Dışişleri Bakanının bu maddenin Avrupa Serbest Ticaret Bölgesi gibi hükümetlerarası ve uluslararası kuruluşlara üyeliği engelleyip engellemeyeceği sorusuna cevaben Zorlu ve Averof, Kıbrıs’ın Türkiye ve Yunanistan’ın üye olduğu Posta Birliği ve Serbest Ticaret Bölgeleri gibi uluslararası kuruluşlara üye olmasına itirazları olmayacağını açıklamışlardır. Bunun doğal sonucu olarak, KC’nin sözkonusu iki ülkeden birinin üye olduğu bir kuruluşa üyeliğine haklı olarak itiraz edilebilir.

 

KC’nin sözkonusu üyeliğini engellemek için öngörülen daha ileri bir mekanizmanın ise Cumhurbaşkanı Yardımcısının (Türk) vetosu olduğu, ancak bir Cumhurbaşkanı Yardımcısı bulunmadığı cihetle bu maddenin geçersiz bulunduğu yolunda bir itiraz gelebilir. Ancak görüşüme göre, böyle bir itiraz geçerli değildir. Cumhurbaşkanı Yardımcısının bulunmamasının ardında yatan ana sebebin, 1963/64 yıllarından itibaren bu görevi ifa etmesinin Kıbrıslı Rumlarca engellenmesi olduğu anlaşılmaktadır. Her hal ve karda, Cumhurbaşkanı Yardımcısının vetosu, Türk toplumu açısından, Yunanistan’ın tek başına üye olduğu veya Türkiye’nin tek başına üye olduğu bir kuruluşa KC’nin katılamamasını garanti altına alan bir mekanizmaydı. Diğer bir değişle, niyet, açıkça, iki toplum da kabul etmedikçe böyle bir kısmi üyeliği engellemekti. AB’ne muhatap mezkur KKTC Memorandumundan ve ekli nottan da açıklıkla anlaşılacağı gibi, Türk toplumu gerçekten itiraz etmiştir.

Dışişleri toplantısındaki görüş alışverişi, Garanti Andlaşmasını yapanların ”herhangi bir devletle birlik” ibaresini, devletleri (çoğul) kapsayacak şekilde, özellikle bu çerçevede çok iyi bir örnek oluşturan AB gibi uluslararası kuruluşları içerecek şekilde algıladıklarına açık bir kanıttır. Sözkonusu fikir teatisinin Garanti Andlaşmasının önerilen I(2). maddesi çerçevesinde yapıldığı not edilmelidir.

109. Bu itibarla, sonuç olarak, Kıbrıs Rum Yönetiminin AB’ne üyelik başvurusu Andlaşma yükümlülüklerinin ihlalidir, iç hukuki yükümlülüklerin öne sürülmesi kabul edilemez, ayrıca, sözkonusu başvurunun Yunanistan veya İngiltere tarafından desteklenmesi ya da bu devletlerin başvuruyu engellemek için veto veya diğer gerekli araçları kullanmaması, anılan iki devletin birbirine, Türkiye’ye ve bir bütün olarak Kıbrıs halkına karşı Andlaşma yükümlülüklerini ihlal ettikleri anlamını taşımaktadır.

 

Avrupa Birliği Anayasası benzer başvuruları öngörebilir veya kabul edebilir mi?

 

110. Avrupa Birliği Andlaşmasının ilgili maddesi (madde O) şöyledir:

 

Her Avrupalı Devlet Birliğe üye olmak için başvurabilir. İlgili ülke başvurusunu Konseye yapar, Konsey Komisyona danışarak ve üyelerinin mutlak çoğunluğuyla hareket eden Avrupa Parlamentosunun onayını alarak oybirliğiyle karar verir.

 

Kabul edilmenin gerektirdiği koşullar ve Birliği kuran Andlaşmalara uyum üye devletlerle başvuran devlet arasındaki anlaşmaya tabi olacaktır. Bu anlaşma, tüm üye devletlerce kendi anayasa usullerine göre onaya tabi tutulacaktır.

 

111. “Avrupalı” kelimesi Avrupa Birliği’nin sınırlarını kısıtlamamak için kasten tanımlanmamıştır.82 Komisyon, görüşünde, Kıbrıs’ın her türlü şüphenin ötesinde Avrupalı kimliğe ve karaktere sahip olduğunu belirtmiştir. Lefkoşa yönetiminin tüm Kıbrıs halkı ve Kıbrıs Devleti adına hareket etmesi ve onlar adına yükümlülükleri üstlenmesi pek fazla ikna edici değildir. Komisyon bir taraftan, Kıbrıs halkını temsil eden tek meşru hükümet olarak Lefkoşa Hükümetinin tanınmasını AB üyesi devletlere tavsiye ederken, diğer taraftan, adanın fiili bölünmesini ve toplumların ayrılmasını kabul etmiştir. Bunun sonucu olarak:

 

Andlaşma tarafından getirilen temel özgürlükler, özellikle sermayenin, kişilerin, malların ve hizmetin serbest dolaşımı, yerleşme hakkı, uluslararası olarak tanınan siyasi, ekonomik, toplumsal ve kültürel haklar tüm ada üzerinde uygulanamamaktadır. Bu özgürlükler, tüm Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kapsayan anayasal düzenlemeleri yeniden hayata geçiren kapsamlı bir çözümün parçası olarak garanti edilmelidir.83

 

112. Avrupa Adalet Divanı Komisyonun atıfta bulunduğu ilkelere ilişkin mevcut fiili zorlukların altını çizmiştir. R.v. Minister of Agriculture, Fisheries & Food Ex Parte S. P. Anastassiou (Pissouri) Ltd. 84 İngiliz Yüksek Mahkemesinden ön karar talebi üzerine ortaya çıkmıştır. Bu konu AET-Kıbrıs Ortaklık Anlaşması çerçevesinde Kıbrıs tarımsal ürünlerinin sertifikasyonu ile ilgilidir. Sözkonusu mallar KKTC menşeli mallardır, İngiltere ve Komisyon, Kuzey Kıbrıs’ta hüküm süren koşullar altında, Kıbrıs şirketleri ve vatandaşları arasında ayrımcılığı önlemek için, Üye Devletlerce, fiili yönetim tarafından verilen menşe ve sağlık sertifikalarının kabul edilmesi gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Divan fiili zorlukları kabul etmiş, ancak Kararında85, bunun, toplum ve üyelerinin ve Lefkoşa yönetiminin KKTC’yi tanımadığı sürece, malların menşei ve idari işbirliği konusundaki 1977 Protokolünün açık hükümlerinin ihlalini haklı çıkarmayacağına karar vermiştir.

 

113. KKTC Kıbrıs Rum Hükümeti’nin tüm adayı ya da adanın Kuzeyini temsil etme yetkisi bulunmadığını ileri sürmüştür. Fakat her şeyin ötesinde, Anastassiou davası KC’nin AB’ye kabul edilmesi halinde ortaya çıkabilecek fiili ve hukuki sorunlar açısından belirleyici olmuştur. Lefkoşa Hükümeti bir çok açıdan diğer üyelere karşı yükümlülüklerini karşılayamayacaktır; diğer üyeler de bir bütün olarak Kıbrıs’a karşı yükümlülüklerini yerine getirmekte önemli fiili zorluklarla karşılaşabilecektir.86

 

Üstelik, AB sadece Devletlerin karşılıklı hak ve görevleriyle ilgili değil, aynı zamanda Birlik vatandaşlarının bireysel haklarıyla da ilgilidir. Bu açıdan çok ciddi sorunlar ortaya çıkabilir.

 

114. Şimdiye kadar ülkesi üzerinde tamamıyla otorite kuramayan hiç bir ülke AB’ne kabul edilmemiştir. Ancak Kıbrıs Rum Yönetimi temsil ettiğini ileri sürdüğü ülkesinin üçte biri üzerinde otorite kuramamaktadır. Bu durum Birlik tarihinde rastlanmayan zorluklara yol açabilecektir.

 

115. Komisyon görüşünde samimiyetle bu zorlukları kabul etmiş,87 ancak öngördüğü çözüm bu sorunu gözardı etmek şeklinde tecelli etmiştir. Aynı zamanda, Kıbrıs Rum Yönetiminin üye olabileceğini belirterek, Güvenlik Konseyine yardım edeceğini ya da Kıbrıs sorununun siyasi çözümüne katkıda bulunacağını ümit eder gibi gözükmektedir. AB’nin izlediği tutumun soruna olumlu bir katkı sağlayıp sağlamayacağına ilişkin görüşler farklılık arzetmektedir. Ancak sonuçta bu tutumun olumsuz katkı yapabileceği de ihtimal dahilindedir. Fakat bizim için önemli olan sorunun hukuki boyutudur. Kesin olan husus şudur ki, AB, siyasi çözüme ulaşılmasından önce KC’ni üyeliğe kabul ederse gerçekten önemli teknik zorluklarla karşılaşacaktır.

 

ÖZET VE SONUÇLAR

 

116. 1960 tarihli Garanti Andlaşması, ilgili mekanizmalarıyla birlikte, Kıbrıs’ta iki toplumun çıkarları ve hatta Kıbrıs’a özel ilgi duyan üç devlet, yani Yunanistan, Türkiye ve İngiltere arasında dikkatli bir denge kurmuştur. Bu Kıbrıs’ın bağımsızlığının, Garantör Devletlerin özel hak ve sorumluluklarının ve adada devam eden İngiliz askeri varlığının temelini oluşturur. Yukarıda belirtildiği gibi88, Andlaşmanın ilgili hükümlerinin başlangıçtaki geçerliliğini ya da yürürlüğünü tekzip eden ikna edici bir zemin bulunmamaktadır. Garantörler, İngiltere, Türkiye ve görüldüğü kadarıyla Yunanistan Andlaşmanın geçerliliğini tanımaya devam etmektedir. BM Güvenlik Konseyinin tutumu da bu yöndedir.

 

117. Tekrar konuya dönersek, görüyoruz ki89, Garanti Andlaşmasının I(2). maddesiyle KC “bir bütün olarak ya da kısmen, herhangi bir devlet ile siyasi veya ekonomik birliğe girmemeyi taahhüt eder.” AB’ne üyelik bütün ya da kısmi olarak bir ekonomik birliğe ve en azından kısmi olarak bir siyasi birliğe girmek anlamını taşır. Buradan çıkan sonuç, bunun Garanti Andlaşmasının bir ihlali olduğudur. Andlaşmanın devletlerle değil, bir devletle birleşmeyi yasakladığını ileri sürerek bu sonuçtan kurtulmaya çalışmak, sadece kelimelerin olağan kullanımını, içeriğini ve amacını ihlal etmekle kalmaz, aynı zamanda bu hükmü getiren Hükümetlerin açık niyetleri ile ters düşer. Çünkü görüldüğü üzere90, anılan Hükümetler uluslararası ekonomik ve siyasi kuruluşlara üyeliği özellikle Andlaşmanın bu hükümleri bağlamında gözönüne almışlardır. Tanım olarak, böyle kuruluşlar çoğul olarak diğer devletleri içermektedir. Andlaşmayı hazırlayanlar sadece Türkiye ve Yunanistan’ın birlikte yer aldığı bir kuruluş sözkonusu olduğunda bu yasağı kaldırmaya hazırdılar, fakat bu AB ile ilgili duruma uygun değildir. Üstelik, I(2). madde bütün ya da kısmi olarak bir ekonomik veya siyasi birliğe girmeyi yasaklamakla kalmayıp, herhangi bir devletle doğrudan veya dolaylı birliğe yol açabilecek tüm faaliyetleri de yasaklamaktadır. Kıbrıs’ın AB üyeliğinin doğrudan ya da dolaylı olarak diğer Devletlerle ve özellikle Yunanistan’la birliğe yol açacağı inkar edilemez.

 

118. Bu Kıbrıs’ın tek yükümlülüğü değildir. Kıbrıs aynı maddenin 1. paragrafıyla “Anayasaya saygı gösterilmesi olduğu kadar, bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü ve güvenliğini idame ettirmeyi de taahhüt eder.” Ayrıca görmekteyiz ki91, Anayasa sadece Andlaşmanın I. maddesindeki kelimeleri yansıtan hükümleri değil, fakat konuyla doğrudan ilgili hususları da kapsamaktadır. 170. madde her Garantör Devlete en fazla müsaadeye mazhar ulus muamelesi yapılmasını teminat altına alır, oysa, Kıbrıs AB üyesi olduğu takdirde, Yunanistan ve İngiltere kaçınılmaz olarak Türkiye’ye göre daha avantajlı bir muamele görüyor olacaklardır. Üstelik, Anayasanın 50. maddesi, toplumunun temsilcisi olarak Türk Cumhurbaşkanı Yardımcısına, Türkiye ve Yunanistan birlikte üye olmadıkça Kıbrıs’ın herhangi bir uluslararası kuruluşa üyeliğini veto etme hakkını vermiştir. Bu sayılan hükümler, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Garanti Andlaşmasında uymayı taahhüt ettiği, Anayasanın değiştirilmesi mümkün olmayan “Temel Maddeleri” arasındadır.92 Bütün bu nedenlerden dolayı, AB üyesi olmaya çalışmakla ya da bu üyeliği kabul etmekle Lefkoşa’nın Andlaşma yükümlülüklerini ihlal edeceği açıktır.

 

119. Garantör Devletler de kendi adlarına önemli hukuki yükümlülükler üstlenmiştir. Sözkonusu üç Devlet, aynı Andlaşmanın II(1). maddesiyle “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin I.maddedeki yükümlülüklerini not etmişler ve diğerleri yanında, Anayasanın Temel Maddeleriyle kurulmuş bulunan düzeni tanımış ve garanti altına almışlardır. Ayrıca bu Devletler, I(2). maddenin KC’nin ilgili yükümlülüğünü yansıtan (2). paragrafında, Kıbrıs’ın doğrudan ya da dolaylı olarak herhangi bir devletle birleşmesine yönelik faaliyetleri kendilerini ilgilendirdiği kadarıyla, aynı şekilde, yasaklamayı taahhüt ederler. İtiraf edilmelidir ki, bu kayıtsız şartsız bir garanti değildir, sadece “bu Devletleri ilgilendirdiği kadarıyla”, ya da orijinal haliyle93 “bu devletlerin yetkileri dahilinde olduğu kadarıyla” uygulanır. Ancak, veto haklarını uygulayarak Andlaşma ihlalini önlemek İngiltere’nin (ve tabii Yunanistan’ın) yetkileri dahilindedir.

 

120. Bundan başka, fiili olarak Lefkoşa’nın iradesinin bütün Kıbrıs’ta geçerli olmaması nedeniyle, bu ülke AB’ne girecek olursa, Lefkoşa’nın tüm ada itibarıyla diğer üyelere karşı üstlenmesi gereken yükümlülüklerin uygulanmasında önemli fiili ve hukuki engeller ortaya çıkacaktır. Diğer üyeler, kendi adlarına, bir bütün olarak Kıbrıs’a ilişkin hukuki yükümlülüklerini uygulamada, imkansızlıklar olmasa dahi, büyük fiili zorluklarla karşılaşacaklardır. İngiltere Hükümetinin yanısıra, AB Komisyonu ve Mahkemesi de bu zorlukların94 bilincindedir, ancak şimdiye kadar bu zorluklara çözüm bulmakta başarılı olamamışlardır.

 

121. KC’nin ve üç Garantör Devletin yükümlülükleri sadece siyasi beyanlar değildir. Bunlar resmi bir Andlaşmada yer alan ciddi hukuki vaatlerdir. Ve bu Andlaşmada sözkonusu olan, hukukta bilinen en ciddi vaat olan garantidir.95 Her dört Devlet de Garanti Andlaşmasından yarar sağlamıştır; ancak bu yararlar beraberinde yükümlülükleri de getirmiştir. İngiltere’nin ve diğer AB üyelerinin çok önem verdiği uluslararası hukuk bu yükümlülüklerin yerine getirilmesini talep etmektedir.

 

 

 

Maurice Mendelson, QC 2 Hare Court,

 

 

 

Temple,

 

 

 

6 Haziran 1997 London, EC4Y 7BH.

 

 

 

 

 

Ek II

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

 

 

 

İLGİ: KIBRIS CUMHURİYETİ’NİN AVRUPA BİRLİĞİ’NE ÜYELİK BAŞVURUSU

 

AVUSTURYA’NIN AVRUPA BİRLİĞİ’NE KATILIMI HAKKINDA NOT

 

 

 

Bazı Avrupa Birliği üyelerinin Avusturya örneğinin Kıbrıs’ın üyeliğini destekleyici bir emsal oluşturduğu iddialarını Londra’daki Türk Büyükelçisinden öğrendim. Benden bu iddia konusunda kısa bir not hazırlamam rica edildi.

 

Almanya 1938 yılında Avusturya’yı ilhak etmiştir. Bu anschluss olarak bilinir. Bu kelime Almanca’da hem ilhak, hem birliğe katılım anlamını taşır. Almanya II. Dünya Savaşı sonunda yenildiğinde, Avusturya müttefiklerce işgal edilmiş ve ortak Müttefik Kontrol Konseyinin (Sovyetler Birliği, ABD, Fransa ve İngiltere temsilcilerini kapsar) yönetimine girmiştir. 1955’te Sovyetler Birliği Avusturya’nın egemenliğinin yeniden tesisine hazır olduğunu belirtmiş, ancak buna karşılık, Avusturya, diğer hususlar meyanında, daimi tarafsızlığı kabul etmiştir. Bu, iki ülke arasında Nisan 1955’te aktedilen Moskova Memorandumu ile sağlanmıştır. Avusturya daimi tarafsızlığını teyit edecek şekilde bir deklarasyonda bulunmayı taahhüt etmiş ve bu, kısa bir süre sonra Anayasal Federal Statüsünde yer almıştır. Avusturya 15 Mayıs 1955 tarihinde Sovyetler Birliği ve diğer üç işgalci Devletle birlikte Bağımsız ve Demokratik Avusturya’nın Yeniden Oluşturulması Devlet Andlaşmasına katılmıştır.1 Bu Andlaşmanın kendisi tarafsızlık konusunda açık hükümler taşımamakta, ancak tanınma, bağımsızlığın idamesi, insan hakları, Nazileştirmeden arınma, tazminat vb. gibi hususlara ilişkin bir çok madde içermektedir.

 

“Anschluss’un Yasaklanması” başlıklı 4. maddede şu hükümler yer almaktadır:

 

1. Müttefik Devletler ve Ortakları Avusturya ve Almanya arasında siyasi veya ekonomik birlik kurulmasının yasaklandığını beyan ederler. Avusturya bu çerçevedeki sorumluluklarını tamamıyla kabul ederek, ne şekilde olursa olsun Almanya ile siyasi veya ekonomik birliğe girmekten kaçınacaktır.

 

2. Böyle bir birleşmeyi önlemek için Avusturya, doğrudan veya dolaylı da olsa, siyasi ve ekonomik bağımsızlığını veya toprak bütünlüğünü zedeleyebilecek ya da Almanya ile siyasi veya ekonomik birliğe yol açabilecek hiçbir anlaşma imzalamayacak, faaliyet göstermeyecek veya tedbir almayacaktır. Avusturya ayrıca, topraklarında, böyle bir birliğe doğrudan ya da dolaylı olarak yol açabilecek her türlü faaliyeti engelleyecek ve Almanya ile siyasi veya ekonomik birliği amaçlayan her türlü örgütün kurulmasına, faaliyet göstermesine ve Almanya ile birleşme lehinde propaganda yapılmasına mani olacaktır.

 

AB, bununla birlikte, Avusturya’nın üyelik başvurusunu kabul etmiş ve Avusturya 1995 yılında tam üye olmuştur.2 Görünüşte 4. madde ile Kıbrıs Cumhuriyeti, Yunanistan, Türkiye ve İngiltere arasındaki Garanti Andlaşmasının I. ve II. maddelerinin ilgili kısımları arasında benzerlikler bulunmaktadır ve tahminen Avusturya konusunun emsal oluşturduğu tartışmasının temeli budur. Ancak aşağıdaki nedenlerden dolayı durum göründüğü gibi değildir:

 

1. Andlaşmanın diğer tarafları böyle bir üyeliğe itiraz etmemiştir. 4. maddedeki yükümlülükler Avusturya tarafından diğer dört devlete karşı üstlenilmiştir. Ne AB üyesi olan İngiltere ve Fransa ne de ABD bu üyeliğe karşıydı. Başlangıçta Sovyetler Birliği AB üyeliğinin Avusturya’nın daimi tarafsızlığına uygunluğu konusunda tereddüt belirtmiş, ancak Ekim 1988 tarihindeki Moskova’ya resmi ziyaretinden sonra Şansölye Vranitsky, Sovyetler Birliği’nin Avusturya’nın AB üyeliğini engellemeyeceğini belirtmiştir.3 Bir Andlaşmanın taraflarının (tüm tarafları) eğer isterlerse Andlaşma hükümlerinin uygulanmasından vazgeçebilecekleri uluslararası hukukun yerleşmiş bir ilkesidir ve Avusturya konusundaki durum da açıkça böyledir. Garanti Andlaşmasının taraflarından biri olan Türkiye, Kıbrıs’ın, Andlaşmanın hiçbir maddesini ihlal etmesine izin vermediğini açıkça beyan ettiği için, bu durum Avusturya konusundan tamamıyla farklıdır.

 

Bu husus, Avusturya örneğinin Kıbrıs konusuyla ilgisi bulunmadığına ilişkin yeterli bir neden teşkil etmektedir. Görüşümde Avusturya örneğine yer vermememin gerekçesi aşikardır, bu itibarla bu tartışmayı daha da uzatmayı gereksiz görüyorum. Ancak, bütünlüğü sağlamak için biraz daha inceleyeceğim.

 

2. 4. maddenin içeriği Garanti Andlaşmasının I. ve II. maddelerinin içeriğinden farklıdır. Birincisi sadece ve özellikle Almanya’ya atıfta bulunurken, ikincisi “herhangi bir Devletle siyasi ve ekonomik birlik”ten söz etmektedir. Üstelik, tarih, “Anschluss’un Yasaklanması” başlığı ve Almanya lehinde propaganda yapılmamasına ilişkin atıflar, Andlaşmayı hazırlayanların aklında Almanya ile hukuki ya da fiili bir birlik (veya Almanya’ya katılma) gibi hususların bulunduğunu açıklıkla göstermektedir. Bu da bir farklılığa işaret etmektedir. Dahası, Garanti Andlaşmasını ve eklerini hazırlayanlar Kıbrıs’ın, Türkiye ve Yunanistan’ın üye olmadığı bir uluslararası kuruluş üyeliğinin dışında tutulmasını açıklıkla isterken, Avusturya Devlet Andlaşmasında böyle bir hüküm yer almamış ve gerçekten Avusturya, ilgili dört devletten üçünün üye olmadığı Avrupa Serbest Ticaret Bölgesi gibi kuruluşlara en başından beri hiçbir itiraza maruz kalmaksızın üye olabilmiştir.

 

3. 1955 yılından itibaren Avusturya vakıasına ilişkin şartlarda temel değişiklikler meydana geldiği ileri sürülebilir. Burada, daha önce bahsettiğim, AB’deki rebus sic stantibus doktrinine başvurmayı haklı gösterecek niteliği bulunmayan gelişmelere atıfta bulunmuyorum, ancak, Doğu ve Orta Avrupa’da uluslararası ilişkilerin temel yapısındaki değişiklerden bahsediyorum. Avusturya Devlet Andlaşması Avrupa’nın, hatta Almanya’nın iki düşman bloğa bölündüğü, Almanya’nın öç alma duygusuna ilişkin endişelerin ve hatıraların hala güçlü olduğu Soğuk Savaş döneminde aktedilmiştir. Bu şartlarda daimi tarafsızlık ve Almanya ile birleşmeme hususlarında ısrar edilmesi kolaylıkla anlaşılabilir. Fakat, Avusturya’nın AB’ne üye olduğu dönemde dünya oldukça değişmişti. Almanya birleşmiş ve demokratik bir devlet olmuştu. Soğuk Savaş bitmiş, Avrupa’nın bölünmüşlüğü sona ermiş ve hatta Sovyetler Birliği ortadan kalkmıştı. Şartlardaki köklü değişiklikler sonucu, Avusturya’nın mezkur yükümlülükleriyle bağlı bulunmadığını ileri sürmek her hal ve karda mümkündür. Yukarıda 1. paragrafta bahsedilen, Devlet Andlaşmasına taraf Devletlerin böyle bir gelişmeye onay vermesi nedeniyle bu konuyu daha fazla tartışmak gereksizdir. Avusturya konusunda bahsedilen sözkonusu değişikliklerin Kıbrıs konusuyla hiç bir ilgisi bulunmamaktadır.

 

4. Sonuçta iki yanlış bir doğru etmez. Neyin doğru göründüğünü, Avusturya konusunun Kıbrıs konusundan neden farklı olduğunu ve Avusturya’nın AB üyeliğinin onun (yada Devlet Andlaşmasına taraf olan AB üyesi İngiltere ve Fransa’nın) uluslararası yükümlülüklerini neden ihlal etmediğini yukarıda açıkladım. Ancak bu gerekçe herhangi bir nedenle doğru bulunmaz ve Avusturya’nın AB üyeliği Devlet Andlaşmasının 4. maddesine ya da onun daimi tarafsızlık yükümlülüğüne aykırı görülse bile, Kıbrıs konusunda benzer bir ihlali haklı kılmaz. Tekrar ediyorum iki yanlış bir doğru etmez; ve AB üyesi olmayan ve Avusturya Devlet Andlaşmasına taraf olmayan Türkiye böyle bir ihlali ne görmezden gelmiş, ne de onay vermiştir. Bu itibarla Türkiye’nin bu konudaki itirazları gözardı edilemez.

 

Bununla birlikte, daha önce belirttiğim gibi 2, 3 ve 4. paragraflardaki noktalar tali hususlardır ve bütünlük sağlanması amacıyla bahsedilmektedir; farklılığın temel nedeni, yani, Avusturya Devlet Andlaşmasına tarafların rızası 1. paragrafta açıklanmıştır. Bu, Avusturya örneğinin Kıbrıs konusundan temel farkını oluşturmaktadır.

 

Profesör M.H. Mendelson, Q.C. 2 Hare Court

 

 

 

Temple

 

 

 

21 Temmuz 1997 London EC4Y 7BH

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Türkiye’nin talebi üzerine, 25 Temmuz 1997 tarihinde, A/51/951-S/1997/585 simgeli BM belgesi olarak dağıtılmıştır. Bu Mütalaa İlave Mütalaa’nın Ek-1’inde yeniden yayınlanmaktadır.

[2] Ek-2’de yer almaktadır. Bundan sonra, metinde aksi belirtilmedikçe, “Mütalaam” ifadesi Tamamlayıcı Mütalaayı da içerecektir.

[3] 17 Ekim 1997, A/52/481-S/1997/805 simgeli BM belgesi

[4] İlk Mütalaamın ilk kısmı (3-76. paragraflar), sunumda yararlı veya gerekli olduğunu düşündüğüm geçmişe ilişkin bilgilerden oluşmaktadır. Ortak Mütalaa’nın 8. dipnotunda yazarlar, benim birçok iddiamın, “yazarının ‘Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Başsavcısı’ olmasından dolayı tarafsızlığı şüpheli” bir yayın olarak tanımladıkları, Z.M. Necatigil’in [Ortak Mütalaa’da yanlış yazılmıştır.] The Cyprus Question and the Turkish Position in International Law (2. baskı, 1996) adlı eserine dayandığını belirtmektedirler. Aslında bu kitaptan ilk alıntı yaptığımda (dipnot 21) gözlemlediğim hususlar şunlar olmuştur: “Bu yazar Kıbrıs Türk yönetiminde üst düzey bir bürokrat olmasına rağmen, kendisi parti pris olarak düşünülebileceği gibi, burada alıntı yaptığım ve kendisi tarafından ortaya konulan gerçekler doğru gözükmektedir. Buraya kadar olan hukuki inceleme göz önüne alındığında, yazılarını incelediğim birçok yazar özellikle bir bakış açısını geliştirmeyi çok arzu etmektedirler: Ben kendi adıma kendi bağımsız sonuçlarımı elde etmek için çaba gösterdim.” Ortak Mütalaa’nın benim gerçeklere dayanan değerlendirmemi sorgulanabilir bile bulmayışı şaşırtıcı değildir. Çünkü benim sunmuş olduğum Mütalaa, farklı yasal sistemlerin dahil olduğu tarihi bir sürece ve tarafsız ve ne olduğu apaçık belli olan gerçeklere dayanmaktadır. Şunu belirtmek gerekir ki aslında, buradaki açıklamalar, herhangi bir derecede, kısa bir süre önce Kıbrıslı Rum yazar K. Chrysostomides tarafından yayınlanmış ve partizanca nitelikleri yoğun olmasına rağmen, ayrıntılı bir çalışma olan The Republic of Cyprus: a Study in International Law (2000) adlı kitap tarafından da karşı konulamayacak gibi gözükmektedir. AB’ne katılım konusundaki hukuki değerlendirmesine göre ve özellikle Mütalaam’da ele alınan konularda ortaya koyduğum gerekçeleri, gereğinden fazla kullanarak yalanlamakta ve daha sonra Ortak Mütalaa’nın özünü tekrar vurgulamakla yetinmektedir.

[5] Kıbrıs Rum makamları ve onların tutumunu benimseyen diğer çevreler genellikle, “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti”nin adını, kendi görüşlerine göre bu varlığın yasal olarak sahte olduğunu göstermek amacıyla tırnak içinde yazmaktadırlar. Benzer bir şekilde, KKTC makamları ile onların tutumuna sempatiyle bakan bazı yazarlar, “Kıbrıs Cumhuriyeti” ifadesini, kendi görüşlerine göre, Güney Kıbrıs’taki mevcut rejimin tüm adayı temsilen konuşma hakkına sahip olmadığını anlatmak için, tırnak işaretleri arasında kullanmaktadırlar. Fakat bu tartışma hiçbir şekilde, tarafların tutumları ne olursa olsun, Garanti Anlaşması’nın orijinal imzacıları için geçerli olamaz. İşte bu tezimden dolayı, her iki otoriteyi işaret ederken tırnak işaretleri içerisine almadım.

[6] Londra taslağının ayrıntıları için bkz. Önceki Mütalaam, para. 19-33.

[7] UK Treaty Series No 5 (1961), Cmnd. 1253

[8] İngiltere Hükümeti bu hususu açıklıkla kabul etmiştir. Bkz. Parlamento Yazılı Yanıtları, 30 Temmuz 1997 (www.open.gov.uk, Yazılı Yanıtlar, 30 Temmuz 1997, sütun WA 37). Lord Monson Majesteleri’nin Hükümetine, “Kendilerinin ve (bilgilerine göre) Birleşmiş Milletler’in (1) 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Kuruluş Anlaşması’nı (Cmnd 1252). (2) 1960 Kıbrıs Garanti Anlaşması (Cmnd 1253) ile bunlarla garanti altına alınan Kıbrıs Anayasası’nın Temel Maddeleri’ni hala geçerli ve Yüksek Akit Taraflar açısından bağlayıcı kabul edip etmediğini” sormuştur. Barones Symons Vernham şu şekilde cevap vermiştir: “Her iki anlaşmayı da yürürlükte telakki ediyoruz. BM’nin de bu görüşte olduğuna inanıyoruz.” Anlayışım odur ki, BM Güvenlik Konseyi gibi organlar dahil, Garanti Anlaşması’nın diğer tüm tarafları da aynı görüşü paylaşmaktadır. İlave bilgi için bkz. Mütalaam’ın 78-93. paragrafları.

[9] Anlaşmanın aynı derecede geçeli olan Fransızca metni, aksi belirtilmediği sürece, herhangi ilgili bir bağlamda İngilizce metinden farklılık göstermemekte veya bu metin üzerinde ilave bir açıklık getirmemektedir.

[10] Bkz. Mütalaam, para. 7

[11] 1978 İngiliz Yorum Kanunu (c.30), s.6, örneğin “Herhangi bir Kanun’da, aksi yönde bir niyet görülmediği takdirde – (c) tekil olarak kullanılan kelimeler çoğulunu da kapsar ve çoğul olarak kullanılan kelimeler tekilini de kapsar” hükmünü getirir. Benzer şekilde, Amerika Birleşik Devletleri’nde, Yasaların Kanunu: 1 USC, bölüm 1 (1982): “tekil sayı içeren kelimeler genişletilerek birden çok sayıda şey veya kişi için geçerli olabilir (ve) çoğul sayı içeren kelimeler tekilini de kapsayabilir.” Ayrıca bkz. ABD davaları: First Nat. Bank in St.Louis v. Missouri, 263 US 640, 68 L Ed 486, 44 S Ct 213 (1923); Johnson v. Penrod Drilling Co., 803 F.2d 867 (CA, 5’nci cir., 1986). Avustralya’da en temel makam olan Devlet Danışma Meclisi’nin Blue Metal Industries v. Dilley (1969) 117 CLR 651 davasında verdiği karar … 656’da şu hükmü içermektedir: “Bir bölümdeki kelimelerin okunuşunda, çoğula karşı tekile yapılan vurgunun gerektiği saf gerçeği, çoğulu dışlamak için yeterli değildir. Tekil kelimeler aksine bir niyet görülmediği sürece, çoğulunu da içerir.” Medeni hukuk sistemlerinde de, hakimim yorum konusunda daha serbest olması nedeniyle teknik farklı olmasına rağmen, sonucun benzer olduğuna anlamaktayım.

12 34,38,98 ve 109. paragraflar

13 Ortak Mütalaa’nın 31. Dipnotu, bana ilgisiz görünen bu noktayı veya belki de “sözde iddialarından birini ele almaktadır. Yazarlar bahsekonu bölümde, Kıbrıs’ın ileride üye olması muhtemel kuruluşlar olarak isimleri geçen Commonwealth veya Sterlin Bölgesine gerek Yunanistan’ın gerekse Türkiye’nin üye olmadığından hareketle bu iki ülkenin üye olmadıkları kuruluşlara yapılan atfın dışlayıcı değil, açıklayıcı olduğuna işaret etmektedirler. Bu tez tartışmaya yenilik getirmemektedir, çünkü bu dipnotun yer aldığı metinde belirtildiği gibi, Garanti Andlaşmasında getirilen yasağın iki istisnası bulunduğu görüşü aramızdaki ortak zemini oluşturmaktadır.

14 12 Şubat 1959 tarih ve saat 16.00’da, Dışişleri Bakanlığında yapılan toplantının tutanağı (İngiltere Kamu Arşiv Bürosu, belge FO/371/14460) İlgili bölüm Ortak Mütalaa’nın 18. paragrafında aynen yer almaktadır.

15 Vurgu eklenmiştir

16 Kamu Arşiv Bürosu, belge BT 241/423, 52. paragraf. Aynı büro kayıtlarında yer alan “Kıbrıs Komitesi başlıklı, 8 Nisan 1959 tarihli bir başka not da aynı hususları taşımaktadır.

17 KAB belge FO 371/144653

18 Verdiğim bir örnek

19 Amsterdam Andlaşmasıyla değiştirildiği şekliyle, Avrupa Birliği Andlaşması, madde A: italik olarak eklenmiştir. AET ile ilgilendirdiği kadarıyla, Avrupa Adalet Divanı’nın 1/91 sayılı görüşünde, Avrupa Topluluklarının yeni yasal düzeninin diğer uluslararası kuruluşlardan nasıl farklılaştığını vurgulamaktadır: Avrupa Ekonomik Bölgesi Anlaşması taslağı, [1991] ECR 6079, 21. paragraf Avrupa Toplulukları Andlaşmasının hükümleri, sadece AT’nın amacına ulaşması ve “Avrupa birlgine doğru somut bir ilerleme sağlanması” için belirli yolları ortaya koyar: age, 17. paragraf . Tek Avrupa para biriminin yürürlüğe konulması da bu ekonomik bütünleşmeyi her düzeyde süratlendirme eğilimini taşımaktadır.

20 AB’nin nispeten daha az olan üyesi bulunması da burada konumuza uygun düşen bir başka unsurdur.

21 Ortak Mütalaa, 16. paragraf . Bununla birlikte şunu ifade etmek gerekir ki, son zamanlarda ,imzalanan Nice Anlaşması çoğunluk sistemini daha önceden oybirliğiyle karar verilen 30 yeni alana daha yaymıştır. Kıbrıs’ın Konsey’deki etkisi asgari olacaktır. (İngiltere’nin 29, Yunanistan’ın 12 oyu ile karşılaştırıldığında Kıbrıs’ın ağırlıklı oyu 4 olacaktır.) bu durumda Kıbrıs’ın pekçok alandaki karar alma mekanizmasında kendi kaderi üzerindeki etkisi küçük olacaktır.

22 16. paragraf

23 Şunu da not etmek gerekir ki, 88. maddeyi yazanların kafasında yalnızca Almanya’ya bağımsızlığın kaybedilmesi konusunun bulunması ve bir ülkeler grubunun bağımsızlığından feragat etmesi konusuna açık bir referans yapılmamış olmasına rağmen, Mahkeme bunun da kapsam dahilinde bulunduğunu belirtmiştir. Age, s.46

24 (1927) DUAD Ser.A/10, p.23

25 Farklı bir nedenle itiraz edilse bile sonuç aynı olacaktır. Burada imtina etmek ileride itiraz etme hakkının ortadan kalktığı (estoppel) anlamına gelmez.

26 72.paragraf

27 Ortak Mütalaa’nın “Komisyon geniş kapsamlı bir sonuca varmak için olası bir katılıma ilişkin ekonomik ve diğer konularla ilgilenmeye devam etti” diyen görüşü ekonomiktir. Aslında, üye ülkelerin de mutabık kaldıkları üzere Komisyonun görüşü, katılım müzakerelerinin iki toplum arasındaki sorun çözülene kadar ertelenmesi gerektiği şeklindeydi. (Bununla birlikte AB’nin bu pozisyonunu siyasi nedenlerle değiştirdiği de bir gerçektir)

28 Veya bir üçüncü tarafın önceki anlaşmayı bir dava konusu yapmış olması ki, burada durum böyle olmamıştır.

29 Sonuç olarak Ortak Mütalaa’nın (38 nolu dipnot) Viyana Sözleşmesi’nin Madde 30(4)’ünü (birbiriyle örtüşen anlaşmalar hakkında) referans göstermesi bu konunun dışındadır.

30 Uluslararası Hukuk Komisyonu’nun 17. Toplantısı’nın ikinci bölümü ve 18. toplantısı , BM Genel Kurulu resmi kayıtları, 21. Toplantı, Belge No: 9(A/6309/Rev.1), s.52-53, paragraf 15.

31 Ortak Mütalaa, 23. paragraph.

32 Sovyetler Birliği’nin temel endişesinin, Avusturya Devlet Andlaşması’nda ele alınmamakla birlikte Avusturya’nın tarafsızlık statüsünü terketmesi olasılığı olduğu doğru olabilir. Ancak Keesings Report of World Events(1989), s.36431’den alıntı yaptığım bu pasajda, Sovyetler Birliği Başkanı Gorbaçov ve Başbakan Ryzkov’un “Avrupa’ya entegrasyon süreci ve ortak pazarın etkilerinin ciddi bir çalışmaya ihtiyaç duyduğunu ve bu ekonomik uluslararasılaşmanın siyasi bağımsızlıkla birleştirilmesinin büyük bir sorun oldğunu ileri sürmüşlerdir.” Burada Avusturya Devlet Anlaşması’nınn (State Treaty) 4. maddesine referans yapılmış gibi görünmektedir. Ancak Sovyetlerin sahip olmuş olabilecekleri her türlü haktan feragat etmeleri, bu meseleyi daha fazla incelemeyi gereksiz kılmaktadır.

Aynı nedenle, iki Anlaşma arasındaki farkları ya da Avusturya tarafından (doğal olarak)benimsenen tutumun hukuki temellerini ve bu konuda AT üyeliğinin Avusturya Devlet Andlaşması’ndaki yükümlülükleri ile uyumlu olacağını söyleyen Avusturya’nın siyasi ve akademik destekçilerini de araştırmak gereksizdir.

33 Paragraf 7.

34 Yunanistan ve İngiltere’nin itiraz etmedikleri açıktır.

1959’da Kıbrıs’ın, Türkiye ve Yunanistan’ın üye oldukları bir örgüte katılmasına herhangi bir itiraz gelmediğini söyleyerek, kendisinin üye olmasıyla Türkiye’nin Kıbrıs’ın üyeliğine itiraz etmesinin engelleneceği ileri sürülebilir. Bununla birlikte bu durum o zamanki şartlara ve özellikle kimin Kıbrıs’ı, hangi otoriteyle temsil ettiğini iddia ettiğine bağlıdır; bu çerçevede bu konu üzerinde daha fazla durmak uygun olmayacaktır.

35 Uluslararası hukukun insane hakları, self determinasyon gibi alanlarda empoze ettiği, konumuzla ilgisi olmayan sınırlamaları bir yana bırakıyoruz.

36 Yukarıda, paragraph 18.

37 Dipnot 60.

38 Türkiye’nin AB’nin genişletilmiş gümrük birliğinin bir parçası olması nedeniyle, Kıbrıs’ın AB’ye üyeliğinin, Türk mallarına uygulanan muamele ile Yunanistan ve İngiliz mallarına yapılan muamele arasındaki eşitsizliği fiilen azaltacağını ileri sürmek benim işaret ettiğim noktaya bir cevap teşkil etmiyor. Madde 170(1), iyileştirilmiş muamele değil, en ziyade müsaadeye mazhar ülke muamelesini öngörmektedir.

39 Ve, tabii ki, 1963’deki Ankara ve Lefkoşa arasındaki ilişkilerin kesilmesi durumu henüz yaşanmamıştı.

40 Ayrıca, yukarıdaki 33. paragrafa da bakınız.

41 Yukarıdaki 6. paragrafa da bakınız.

1 Kyriakides, in Blaustein & Flanz, Constitutions of the Countries of the World:s.v. Cyprus (1972), 7.

2 Necatigil, The Cyprus question and the Turkish position in international law, (2.. baskı., 1996, syf.9. Kıbrıs Türk İdaresinde yüksek düzeyli bir yetkili olan yazar, ilgili taraf (parti pris) olabileceği düşünülebilmesine rağmen, burada belirttiğim değerlendirmesinin doğru olduğu görünmektedir.Hukuki değerlendirme sözkonusu olduğunda , çalışmalarını incelediğim bir çok yazar tek bir bakış açısını geliştirmeye istekli bulunmaktadır. Ben ise, kendi bağımsız sonuçlarıma ulaşmaya çaba gösterdim.

3 Redmond, The Next Mediterranean Enlargement of the European Community: Turkey, Cyprus & Malta? (1993), syf.74.

4 Conference on Cyprus, Cmnd.679. Daha önce belirttiğim gibi, Zürih Anlaşmasının orjinal metni Fransızca’dır, fakat orjinal metin ile resmi İngilizce tercümesi arasında herhangi bir maddi değişiklik bulunmamakla birlikte, aşağıda da belirtiğim üzere bazı durumlarda İngilizce metnin daha iyi anlaşılabilmesi için Fransızca metin yardımcı olmuştur. Ayrıca aşağıda belirteceğim üzere, resmi Garanti Andlaşması esasen İngilizce ve Fransızca olarak yürürlüğe konmuştur.

5 164 British & Foreign State Papers (1959-60), 1.

6 Conference on Cyprus, Cmnd. 679.

7 Aynı gün, Sömürge Bakanı (Alan Lennox-Boyd) (diğer hususların yanısıra) Türk toplumunun Rum toplumu ile birlikte geleceğini belirlemek hususunda eşit haklara sahip olduğunu teyid etti: Parliamentary Debates, House of Commons (1956-7), vol. 562, col. 1268. 26 Haziran 1958 tarihinde Başbakan (Harold Macmillan) Sömürge Bakanının ifadesini bir “taahhüt” olarak tanımladı. Ade., vol. 590, col. 729.

8 UK Treaty Series No.5 (1961), Cmnd.1253.

9 “herhangi bir diğer devletle” ifadesi Londra Konferansı metninde yer almamaktadır.

10 Londra Konferansı metninde “vesile olan” denmektedir.

11 Londra Konferansı metninde “bu amaçla yasaklar” ifadesi yer almaktadır.Ancak bu yazım değişikliğini açıklayacak herhangi bir unsur bulunmamaktadır

12 Londra Konferansı metinlerinde cümlenin sonunda “ayrıca anayasasına saygıyı” ifadesi yer almaktadır.Değişiklik hiç şüphesiz 1959 yılında henüz Anayasanın hazırlanmamış olmasından kaynaklanmaktadır.

13 Londra Konferansındaki asıl metinde burada kullanılan ifade “yetkileri içerisinde kaldığı kadarı ile” dir.

14 Kuruluş Andlaşması için 33 üncü paragrafa bakınız.

15 İmzalanan metin ile Zürih’te üzerinde mutabakata varılan metin arasında bazı küçük farklılıklar bulunmakta ise de, bunlar esasa müteallik gözükmemektedir.

16 Cmnd. 1093.

17 Statutory Instrument No. 1368 of 1960

18 UK Treaty Series No.4 of 1961, Cmnd.1252

19 İngiliz Hükümetinin beyanındaki Kıbrıs’ın insan haklarını garanti altına alacağı yönündeki yükümlülükle ilgili olarak, Kıbrıs Cumhuriyetinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Birinci Protokolde belirlenen haklarla benzer insan haklarını garanti ettiğine işaret edilmesi gerekebilecektir.Birinci madde ilgili bölümlerinde Kıbrıs Cumhuriyetinin topraklarını İngiliz askeri üsleri haricinde Kıbrıs adası ile sahillerinin dışındaki adaların oluşturduğunu düzenlemektedir. Madde 10 ise uyuşmazlık halinde hakemliğe başvurulmasını öngörmektedir.

20 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası Rumca ve Türkçe olarak tanzim edilmiştir. (Madde 180) Ancak, Blausteni ve Flanz’ın Dünya Ülkeleri Anayasaları (1972) isimli eserindeki çeviriye itimat etmek zorundayım.

21 Bu amaçla, madde “dışişlerini” tanımlamak üzere “uluslararası Andlaşma, sözleşme ve anlaşmaların yapılması” olarak devam etmektedir.

22 Bkz. e.g. Kyriakides, op.cit., n.1 yukarıdaki

23 Necatigil, op.cit., n.2 yukarıdaki, syf. 21.

24 Adıgeçen eser syf.24.

25 Avam Kamarası Belgeleri, 1986-87, Nos. 21-24; No.21, 27 inci paragraf

26 Adıgeçen eser, paragraf 31. Esasen, 26 Haziran 1967 tarihinde Kıbrıs Rum Temsilciler Meclisi oybirliği ile niyetlerinin Enosis için mücadele olduğunu belirten kararı kabul etmiştir.

27 Necatigil, syf.46.

28 BMGK Kararı 186 (1964)

29 Dışişleri Komitesinin 1987 tarihli Raporunda (yukarıdaki 25 numara) paragraf 31’de belirtilen BM Genel Sekreterinin 29 Temmuz 1965 tarihli Raporu S/6569, paragraflar 7-11. Cumhurbaşkanı Yardımcısının alenen Kıbrıs Cumhuriyetinin sona erdiğini açıkladığı ve “ Kıbrıslı Türk üç bakanla birlikte, Meclisin Kıbrıslı Türk üyelerinin ve Kıbrıslı Türk kamu görevlilerinin Hükümetten çekildikleri” yönündeki görüşün ancak Yunanistan’ın pozisyonunu yansıttığına işaret etmek isterim. Greece’s International Position 3. The Cyprus Issue (tarihsiz). syf. 3.

30 Necatigil, syf 62-63

31 Hansard, cilt 79, sütun.466f Necatigil’de bahsedildiği şekiliyle, op.cit syf 57,

32 The Times, 21 Temmuz 1974, Necatigil’de bahsedildiği şekliyle, syf 88

33 Necatigil, syf 89

34 Güvenlik Konseyi Tutanakları, 1780. toplantı, syf 3

35 Necatigil, syf 94, Nedeni resmi olarak açıkça belirtilmemiştir. Ancak hukuki olmaktan çok, siyasi bir karar olduğu düşünülmektedir.

36 Ade. Hatırlanacağı üzere Garanti Andlaşması’nın 3. Maddesi’nin İkinci Paragrafı şöyledir: “ Ortak ya da uyumlu hareketlerin gerçekleştirilmesinin mümkün olmadığının ortaya çıkması halinde, üç Garantör ülkeden herbiri, yalnızca bu Andlaşma ile kurulmuş bulunan düzeni (state of affairs) yeniden tesis etmek amacıyla harekete geçme hakkını saklı tutar.”

37 Ade., syf 96

38 Ade., syf 99

39 Ade., syf 424

40 AB Bülteni 1975. No 6, points 1201-12

41 Ade. Pp 106, 154-5

42 Redmond, op.cit.,n 3 syf.40

43 Ade., syf 30,39.

44 Doc. COM/93/313/ final

45 Necatigil, syf 411

46 Türkiye Cumhuriyeti tarafından yapılan basın açıklaması, internet home page, AB’yle ilişkiler, Vaşington DC. 13 Aralık 1995

47 Cyprus News 87’den(1996), syf.3

48 Bkz. Palmer “The TRNC: Should the United States Recognize it as an Independent State?” 4 Boston Üniv. Ulus. Hukuk (1986), syf 425, 431-3’de. Cf. Press&Information Office, KC, “The Cyprus Problem (1995), syf 6-8.

49 The Cyprus Problem( 48 numara) syf 6

50 Cf.. Uluslararası Hukuk Komisyonunun Andlaşmalar Hukuku’nun taslak 50. maddesine ilişkin yorumu, Uluslararası hukuk Komisyonunun 17. dönem toplantısının ikinci bölümü ve 18. dönem toplantısı raporu, GA Off. Raporları, 21. dönem, No.9, syf 76, Nikaraguaya karşı Askeri ve Örgütsel Aktiviteler &, ICJ Rap. 1986, 100-1 syf.

51 Madde 4

52Viyana Sözlemesi’nin 44. Maddesi, sözleşmenin 53. Madde çerçevesinde Andlaşmaların ayrılmasını yasaklar ama 64. madde çerçevesinde değil. Cf ayrıca, Madde 71 (2)(b)

53 65-68. Maddeler

54 AİHK, 13 Kararlar&Raporlar (1978) syf. 116

55 Ade. Syf 119-20

56 Para.23(e)

57 Bkz. Greece’s International Position. 3: The Cyprus Issue, syf 7&11. Ayrıca bkz. 30 Temmuz 1974 tarihli Üç Garantör Devlet tarafından yapılan Cenevre Deklarasyonu, para.60. Konuyu tamamlamak bakımından, Garanti ve İttifak Andlaşmalarının, Temsilciler Meclisi tarafından onaylanmadığı gerekçesiyle Kıbrıs Cumhuriyeti’nin rızasının geçerli olmayacağı görüşüne değinmek istiyorum. (Bkz. The Cyprus Problem yukarıdaki 48. madde, syf.8) Fakat bu arguman in statu nascendi durumundaki bir devlete uygulanabilir değildir, ayrıca her hal ve kada bildiğim kadarıyla Kıbrıs Rum Yönetimi tarafından da resmi olarak geçersizlik zemini olarak müracaat edilmemiştir.

58 Parlamento Tartışmaları (Lordlar), 401. Bl. Col. 2024 (25 Temmuz 1979)

59 1986-87 Dönemi 3. Rapor, 100. soru

60 Uluslararası Hukuk Konusunda İngiltere Belgeleri 1994, 65BYIL(1954) 590

61 Güvenlik Konseyi’nin ve Genel Kurul’un İttifak Andlaşmasının geçerliliği konusunda şüpheleri bulunduğuna dair bir görüş mevcut olabilir. Genel Kurul’un 1978 tarihli 33/15 ve Güvenlik Konseyi’nin 927(1994) sayılı kararları sırasıyla Kıbrıstaki yabancı kuvvetlerin tamamen çekilmesi veya indirime gidilmesi çağrısında bulunmaktadır. Bununla beraber, İttifak Andlaşması bu mütalaa çerçevesinde bir konu olmayacaktır.

62 BM belg.S/244722(21 Ağustos 1992), para. 54

63 Cf. Viyana Andlaşmalar Hukuku Sözleşmesi, 54-72. maddeler. Andlaşmaların askıya alınması burada konu edilmemektedir.

64 Ade. Madde 60-62. Yeni bir ius cogens kuralının ortaya çıkışı halihazırda tartışılmıştı.

65 Kıbrıs Rum tarafının İttifak Andlaşmasına ilişkin tutumu konusunda bu görüşün aksi öne sürülebilir. Cf Tornaritis (Kıbrıs Rum Yönetimi Başsavcısı), Cyprus and its Constitutional and other Legal Problems (2. baskı., 1980) syf 60; fakat İttifak Andlaşması burada konu edilmemektedir.

66 Vurgulama ilave edilmiştir.

67 3.Rapor, 1987-87 dönem, para. 10.

68 Para. 4-30.

69 İnsan hakları sözleşmesi ve teamül hukuku bazı sınırlamalar getirebilir.

70 181. Madde

71 Bkz. 38.paragraf

72 Bkz. E.g. Rousseau, II Droit Intenational Public (1974)308.

73 “Kıbrıs Cumhuriyeti Yayını”, Cyprus: The Way to Full EU Membership (3. baskı, 1995) syf. 5.

74 AİHK, 13 Kararlar ve Raporlar 1978, syf 116.

75 Belge COM/93/313 sonuç, 30 Haziran 1993 sf.4

76 Avusturya-Almanya Gümrük Birliği davasıyla ilgili ilginç paralellikler bulunmaktadır (1931), PCIJ Ser.A/B, no.41, sf.37. Uluslararası Daimi Adalet Divanı, 4 Ekim 1922 tarihli Cenevre Protokolunun hilafına, Avusturya’nın Almanya ile gümrük birliğine girmesinin onun ekonomik bağımsızlığına zarar vereceğine karar vermiştir.

77 İngiltere Yorumlama Yasası 1978 (bölüm.30) sf.6 der ki, “ Herhangi bir yasada, aksi niyet olmadıkça tekil kelimeler çoğul, çoğul kelimeler tekil anlam taşır” ABD Yasa Kuralları 1. Bölümü de aynı konuya işaret eder: 1 USC, bölüm 1, (1982)

78 34-39. paragraflara bakınız

79 8. paragraf

80 34. paragrafa bakınız

81 7. paragraf

82 Broos & Forman, “Genişleme: Hukuki ve Usuli Yönleri”, 32 CML Rev. (1995), pp. 95, 98

83 Komisyon Görüşü, belge COM/93/193 sonuç, paragraflar 8-10

84 [1994] 1 ECR 3087

85 Özellikle 37. paragraf ff.

86 Cf. Booss & Forman, op.cit., sf.101

87 Doğu Almanya ile birleşme öncesi Federal Almanya Cumhuriyeti’nin durumu, ilk bakışta öyle görünse de bir emsal değildir. Federal Cumhuriyet Doğu Almanya adına Andlaşma akdetme yetkisine sahip olduğu iddiasında bulunmamış ve bu yetkiye sahip olmamış ve burada egemenlik iddiasında bulunmamıştır. Cf. Mann, “Almanya’nın Mevcut Hukuki Statüsü”, 1967 ICLQ,760, yeniden basım Uluslararası Hukuk Çalışmaları (1973), sf.660, özellikle sf.702; O’Keefe, “Doğu Almanya’nın Avrupa Birliği Üyeliğinin Hukuki Sonuçları”, 1990-91 Avrupa Bütünleşmesinin Hukuki Hususları, sf.1

88 78-99. paragraflar

89 105-109. paragraflar

90 Paragraflar 7 & 108

91 108. paragraf

92 34.-38. paragraflar

93 n.13

94 112.-115. paragraflar

95 Ya da daha kesin olarak bir dizi garantiler

1 BM Andlaşmalar Serisi 217, sf.224 (No.2949)

2 Komisyon’un Raporu, “Genişleme Tehdidi:Avusturya’nın Üyelik Başvurusuna ilişkin Komisyon Görüşü” Avrupa Toplulukları Bültenindedir, Supp. 4/92. Daimi tarafsız bir devlet olarak Avusturya’nın AB Andlaşmaları altındaki yükümlülüklerini uygulayıp uygulayamayacağı hakkında bir bölüm vardır (pp. 15-18). Sonuçta sorunların var olduğu, ancak bunların üstesinden gelinemeyecek sorunlar olmadığı belirtilmiştir. Burada sözkonusu olan Devlet Andlaşmasının 4. maddesindeki üyeliğin uyumlu olup olmadığı konusuna değinilmemektedir. Bunun muhtemel nedeni kısa zamanda görülecektir.

3 35 Keesings Dünya Olayları Dosyası (1989), sf. 36431

 

BARIŞ ANDLAŞMASI

(Traite de Paix)

Lozan, 24 Temmuz 1923

(Metin)

Britanya İmparatorluğu, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Sırp - Hırvat - Sloven Devletleri,

Ve öte yandan,

Türkiye,

1914 yılından beri Doğunun dirliğini bozan savaş durumuna, birlikte, kesinlikle son vermek isteğiyle,

Ve kendi uluslarının ortak genlik ve mutluluğu için gerekli olan dostluk ve ticaret ilişkilerini aralarında yeniden kurmak amacı ile,

Ve bu ilişkilerin devletlerin bağımsızlık ve egemenliğine saygı ilkesine dayandırılması gereğini düşünerek, bu konuda bir Andlaşma yapmağa karar vermişler ve yetkili Temsilcileri olarak:

Büyük Britanya ve İrlanda Krallığı Birliği, Denizaşırı Britanya ülkeleri yüce Kralı ve Hindistan İmparatoru:

İstanbul'da Yüksek Komiser Soylu Sir Horace George Montagu Rumbold, Baronet G. C. M. G;

Fransız Cumhuriyeti:

Fransa Büyükelçisi, Cumhuriyetin Doğuda Yüksek Komiseri, Lejyon Donör ulusal nişanının Grand Ofisye rütbesine sahip General Mösyö Maurice Pelle;

İtalya Yüce Kralı:

Senatör, İtalya Büyükelçisi, İstanbul'da Yüksek Komiser, Sen Moris ve Lazar ve Kuron Ditali nişanlarının Gran Kruva rütbesine sahip soylu Marki Camille Garroni;

Atina olağanüstü Temsilcisi ve Orta elçisi, Sen Moris ve Lazar nişanlarının Komandör ve Kuron Ditali nişanının Grand Ofisye rütbesine sahip Mösyö Jules Cesar Montagna;

Japonya Yüce İmparatoru:

Soley Levan nişanının birinci rütbesine sahip Roma olağanüstü ve yetkili Büyükelçisi Mösyö Kentaro Otchiai Jusammi;

Yunanlılar Yüce Kralı:

Eski Bakanlar Kurulu Başkanı Sovör nişanının Gran Kruva rütbesine sahip Mösyö Eleftherios K. V enizelos,

Londra olağanüstü Temsilcisi ve Ortaelçisi Sovör nişanının Komandör rütbesine sahip Mösyö Demetre Caclamanos ;

Romanya Yüce Kralı:

Ortaelçi Mösyö Constantin İ. Diamandy,

Ortaelçi Mösyö Constantin Contzesco;

Sırplar - Hırvatlar - Slovenler Yüce Kralı

Bern olağanüstü Temsilcisi ve Ortaelçisi Mösyö Doktor Miloutine Yovanovitch;

Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti:

Dışişleri Bakanı, Edirne Milletvekili İsmet Paşa,

Sağlık ve Sosyal Yardım İşleri Bakanı, Sinop Milletvekili, Doktor Rıza Nur Bey,

Eski Bakan, Trabzon Milletvekili Hasan Bey;

Sayın kişilerini atamışlardır. Adları anılan bu kişiler, yöntemine uygun ve geçerli görülen yetki belgelerini sunduktan sonra, aşağıdaki maddeleri kararlaştırmışlardır:

BÖLÜM: I

SİYASAL HÜKÜMLER

Madde l- İşbu Andlaşmanın yürürlüğe konulması gününden başlayarak, bir yandan Britanya İmparatorluğu, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Sırp · Hırvat - Sloven Devletleri ve öte yandan Türkiye ve onların uyrukları arasında barış durumu kesinlikle yeniden kurulmuş olacaktır.

Taraflar arasında resmi ilişkiler kurulacak ve onların toprakları üzerinde diplomasi ve konsolosluk memurları, yapılacak özel anlaşmalar bozulmaksızın, devletler hukukunun genel ilkeleriyle belirlenmiş haklara sahip olacaklardır.

KESİM: I

1. Topraklara İlişkin Hükümler:

Madde 2- Karadeniz'den Akdeniz'e dek Türkiye'nin sınırı aşağıdaki biçimde saptanmıştır. (Ekli bir numaralı haritaya bakılması) :

Birincisi - Bulgaristan ile:

Rezvaya ağzından Türkiye, Bulgaristan ve Yunanistan sınırlarının Meriç üzerinde kesiştiği noktaya dek;

Bulgaristan'ın bugün çizilmiş olduğu biçimde güney sınırı;

İkincisi - Yunanistan ile:

Oradan Arda ve Meriç ırmaklarının birleştiği noktaya dek;

Meriç yatağı;

Oradan Arda kaynağına doğru bu ırmak üzerinde ve Çörek Köyün hemen çevresinde olmak üzere, toprak üzerinde belirlenecek bir noktaya dek:

Arda yatağı:

Oradan güney - doğu doğrultusunda Bosna Köyün bir kilometre yukarısında Meriç Üzerindeki bir noktaya dek;

Bosna Köyünü Türkiye'de bırakan belirgin ölçüde düz bir çizgi.

Çörek köyü, beşinci Maddede anılan Komisyonca halkın çoğunluğunun Türk ya da Rum olarak belirlenmesine göre, Türkiye'ye, ya da Yunanistan'a verilecektir. 11 Ekim 1922 gününden sonra bu Köye göç etmiş olan halk bu konuda hesaba katılmayacaktır.

Oradan Adalar Denizine dek: Meriç yatağı:

Madde 3- Karadeniz'den İran sınırına dek Türkiye'nin sınırı aşağıdaki biçimde saptanmıştır.

Birincisi - Suriye ile:

20 Ekim 1921 günü yapılan Fransa - Türkiye Andlaşmasının 8. Maddesinde tanımlanmış sınır.

İkincisi - Irak ile:

Türkiye ile Irak arasındaki sınır dokuz ay içinde Türkiye ile Büyük Britanya arasında dostça belirlenecektir.

Belirlenen süre içinde iki hükümet arasında anlaşma olmazsa, uyuşmazlık Milletler Cemiyeti Konseyine sunulacaktır.

Sınır çizgisi konusunda alınacak karara değin, Türkiye ve Britanya Hükümetleri kesin geleceği bu karara bağlı toprakların bugünkü durumuzda her hangi bir değişiklik ortaya koyacak nitelikte askersel ya da başka türlü hiç bir eylemde bulunmamayı karşılıklı olarak yükümlenirler.

Madde 4- İşbu Andlaşmada anılan sınırlar, bu Andlaşmaya bağlı 1/1000000 ölçeğindeki haritalar üzerinde çizilmiştir. Andlaşma metni ile haritalar arasında aykırılık ortaya çıkarsa Andlaşma metni geçerli olacaktır.

Madde 5- İkinci Maddenin İkinci fıkrasında yazılı sınırı topraklar üzerinde çizmekle bir Sınır Çizim Komisyonu görevlendirilecektir.

Bu Komisyon, her Devlet için birer yetkili temsilci olmak üzere, Yunanistan ve Türkiye yetkili temsilcileri ile, bu hükümetlerce bir üçüncü Devletin uyrukların içinden seçilecek bir Başkandan oluşacaktır.

Sözkonusu Komisyon yönetimsel sınırları ve yerel ekonomik çıkarları, olanak bulunduğu ölçüde, gözönünde tutarak, işbu Andlaşmadaki tanımları en yakından izlemeğe her durumda çaba gösterecektir.

Komisyonun kararları oy çoğunluğu ile alınacak ve bu kararlar ilgili taraflar için uyulması zorunlu olacaktır.

Komisyonun harcamaları ilgili Taraflarca eşit biçimde karşılanacaktır.

Madde 6- Bir ırmak ya da akarsuyun, kıyılarıyla değil de, yatağı ile belirlenen sınıra gelince, işbu Andlaşmanın tanımlarında kullanılan (Cours) yatak veya (Chenal) kanal terimleri, bir yandan ulaşıma uygun olmayan ırmaklarda su yatağının ya da başlıca kolunun, öte yandan gidiş gelişe uygun olan ırmaklarda başlıca ulaşım kanalının orta çizgisi anlamına gelir.

Bununla birlikte, yatak ya da kanalın olası değişmelerinde, sınır çizgisinin yukarıda belirtilen biçimdeki çizgiyi mi izleyeceğine, yoksa anılan yatak ya da kanalın işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulduğu andaki durumuna göre kesinlikle mi belirleneceğine karar vermeğe Sınır Çizim Komisyonu yetkili olacaktır.

İşbu Andlaşmada tersine bir hüküm olmadıkça, deniz sınırları kıyıdan üç milden aşağı uzaklıktaki ada ve adacıkları kapsar.

Madde 7- İlgili Devletler Sınır Çizim Komisyonuna görevi için gerekli her türlü belgeleri, özellikle bugünkü ve eski sınırın çizilmesine ilişkin tutanakların onaylı örneklerini, eldeki büyük ölçekli tüm haritaları, uzaklıklara ilişkin bilgileri, düzenlenip yayınlanmamış uzaklık haritalarını ve sınır boyundaki ırmakların yatak değiştirmesi konusundaki bilgileri vermeyi yükümlenirler. Türk makamlarının elinde bulunan haritalar, uzaklığa ilişkin bilgiler ve hatta yayınlanmamış haritalar, işbu Andlaşma yürürlüğe konulur konulmaz, en kısa süre içinde Komisyon Başkanına İstanbul'da verilecektir.

Bundan başka, ilgili Devletler Komisyona tüm belgelerin, özellikle planlar ve kadastroların, tapu defterlerinin verilmesi ve anılan Komisyonun, isteği üzerine, mal ve topraklara ve ekonomik durumlara ilişkin tüm bilgilerin ve yararlı başkaca bilgilerin sunulması için yerel makamlara yönerge vermeği yükümlenirler.

Madde 8- İlgili Devletler Sınır Çizim Komisyonuna, görevlerinin yerine getirilmesi için gerekli ulaştırma, ev, iş kolu ve gereçlere (direkler, sınır işaretleri) ilişkin yardımı gerek doğrudan doğruya, gerek yerel makamlar aracılığı ile yapmayı yükümlenirler.

Özellikle Türkiye Hükümeti, gerektiğinde, görevini yapabilmesi için Sınır Çizim Komisyonuna yardım etmeği, yetenekli teknik personeli vermeyi yükümlenir.

Madde 9- İlgili Devletler Komisyonca konulmuş olan nirengi noktalarını, işaretlerini, direk ya da sınır işaretlerini korumağı yükümlenirler.

Madde 10- Sınır işaretleri birbirinden gözle görülebilecek uzaklıklara yerleştirilecektir. Bunlara numara konulacak, bulundukları yerler ve numaraları bir harita üzerinde belirtilecektir.

Madde 11- Sınırlamaya ilişkin kesin tutanaklar ve ek haritaları ile belgelerin asılları üç örnek olarak düzenlenecektir. Bunlardan ikisi ortak sınıra sahip devletler hükümetlerine verilecek ve üçüncü örneği ise, işbu Andlaşmayı imza eden devletlere onaylanmış birer örneğini sunacak olan, Fransa Cumhuriyeti Hükümetine gönderilecektir.

Madde 12- İmroz ve Bozca Adaları ile Tavşan Adaları dışında, Doğu Akdeniz Adaları ve özellikle Limni, Semendirek, Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya Adaları üzerinde Yunan egemenliğine ilişkin 17/30 Mayıs 1913 günlü Londra Andlaşmasının beşinci ve 1/14 Kasım 1913 günkü Atina Andlaşmasının on beşinci Maddeleri hükümleri uyarınca 13 Şubat 1914 günkü Londra Konferansında alınıp 13 Şubat 1914 günü Yunan Hükümetine bildirilen karar, işbu Andlaşmanın İtalya'nın egemenliği altına konulan ve on beşinci Maddede yazılı olan Adalara ilişkin hükümleri saklı kalmak koşulu ile, doğrulanmıştır. Asya kıyısından üç milden az uzaklıkta bulunan Adalar, işbu Andlaşmada tersine hüküm olmadıkça, Türkiye egemenliği altında kalacaktır.

Madde 13- Barışın korunmasını sağlamak amacı ile, Yunan Hükümeti, Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya Adalarında aşağıdaki önlemlere saygı göstermeği yükümlenirler :

Birincisi: Bu Adalarda hiçbir deniz üssü ve hiçbir istihkam kurulmayacaktır.

İkincisi: Yunan savaş uçakları ve öteki hava araçlarının Anadolu kıyısındaki topraklar üzerinde uçması yasaklanacaktır.

Buna karşılık, Türkiye Hükümeti de savaş uçaklarının ve öteki hava araçlarının sözügeçen Adalar üzerinde uçmasını yasaklayacaktır.

Üçüncüsü: Sözkonusu Adalarda Yunan Silahlı Kuvvetleri, silah altına alınıp yerinde eğitilebilecek olan normal askersel birlikle ve, tüm Yunanistan topraklarındaki jandarma ve polis sayısı ile orantılı olacak, bir jandarma ve polis örgütü ile sınırlı kalacaktır.

Madde 14- Türkiye egemenliği altında kalan İmroz ve Bozca Adaları, yerel yönetim ve kişi ve malların korunması konusunda, yerli elemanlardan oluşan ve müslüman olmayan yerli halka her bakımdan güven verici özel bir yerel yönetimden yararlanacaktır. Bu Adalarda güvenlik ve düzen yukarıda sözügeçen yerel yönetim eliyle yerli halk arasından toplanan ve yerel yönetimin emrinde bulunan bir polis tarafından sağlanacaktır.

Rum ve Türk nüfus mübadelesine ilişkin olarak Yunanistan ile Türkiye arasında yapılmış ya da yapılacak bağıtlar İmroz ve Bozca Adaları halkına uygulanmayacaktır.

Madde 15- Türkiye aşağıda sayılan Adalar üzerindeki tüm hak ve senetlerinden İtalya yararına vazgeçer : Bugün İtalya'nın işgali altında bulunan Astampalya (Astropalia), Rodos (Rhodes), Kalki (Calki), Skarpanto, Kazos (Casso), Piskopis (Tilos), Misiros (Misyros), Kalimnos (Kalymnos), Leros, Patmos, Lipsos (Lipso), Sombeki (Simi) ve İstanköy (Kos) Adaları ile bunlara bağlı olan adacıklar ve Meis (Castelloıizo) Adası (2 numaralı haritaya bakılması).

Madde 16- Türkiye işbu Andlaşmada belirlenen sınırları dışındaki tüm topraklar ile bu topraklardan olup gene bu Andlaşma ile üzerinde kendi egemenlik hakkı tanınmış bulunanlar dışındaki Adalarda – ki bu toprak ve Adaların geleceği ilgililerce saptanmış ya da saptanacaktır - her ne nitelikte olursa olsun, sahip olduğu tüm hak ve senetlerden vazgeçtiğini açıklar.

İşbu Maddenin hükümleri komşuluk nedeniyle Türkiye ile ortak sınırı bulunan ülkeler arasında kararlaştırılmış ya da kararlaştırılacak olan özel hükümleri bozmaz.

Madde 17- Türkiye'nin Mısır ve Sudan üzerindeki tüm hukuk ve senetlerinden vazgeçmesine ilişkin hüküm 5 Kasım 1914 gününden başlayarak geçerlidir.

Madde 18- Mısır'dan alınan vergi karşılık gösterilerek sağlanan Osmanlı istikrazlarına, yani 1855, 1891, 1894 istikrazlarına ilişkin tüm bağlantı ve yükümlerden Türkiye aklanmıştır. İşbu üç istikraz taksitleri için Mısır'ın yaptığı yıllık ödemeler bugün Mısır Borçları taksitlerinin bir parçasını oluşturduğundan, Mısır Osmanlı Genel Borçlanma ilişkin öteki tüm yükümlerden aklanmıştır.

Madde 19- Mısır Devletinin tanınmasından doğan sorunlar, ilgili devletler arasında saptanacak koşullara göre sonradan kararlaştırılacak hükümlerle çözümlenecek ve Türkiye'den ayrılan topraklara ilişkin olan Andlaşma hükümleri Mısır Devletine uygulanmayacaktır.

Madde 20- Türkiye, Britanya Hükümetince Kıbrıs'ın 5 Kasım 1914'te açıklanan ilhakını tanıdığını bildirir.

Madde 21- 5 Kasım 1914 tarihinde Kıbrıs Adasında yerleşmiş olan Türk uyrukları, yerel yasanın belirlediği koşullara göre, İngiltere uyrukluğuna geçecek ve böylece Türk uyrukluğunu yitireceklerdir.

Bununla birlikte, bu Türkler, isterlerse, bu Andlaşmanın yürürlüğe konulmasından başlayarak iki yıllık bir süre içinde, Türk uyrukluğunu seçebileceklerdir. Bu durumda, seçme haklarını kullandıkları günü izleyen on iki ay içinde Kıbrıs Adasından ayrılmak zorunda kalacaklardır.

İşbu Andlaşmanın yürürlüğe konulması günü Kıbrıs Adasında yerleşmiş bulunup da, yerel yasanın belirlediği koşullara uyularak yapılan istem üzerine, o gün İngiltere uyrukluğunu edinmiş ya da edinmek üzere bulunmuş olan Türk uyrukları da bu nedenle Türk uyrukluğunu yitireceklerdir.

Şurası da kararlaştırılmıştır ki, Kıbrıs Hükümeti, Türkiye Hükümetinin izni olmaksızın Türk uyrukluğundan başka bir uyrukluğu edinmiş olan kimselere İngiltere uyrukluğu tanımayı reddetmek yetkisine sahip olacaktır.

Madde 22- Türkiye, 27. Maddenin genel hükümlerini bozmamak koşulu ile, 18 Ekim 1912 günlü Lozan Andlaşması ve ona ilişkin Bağıtlar gereğince, her ne nitelikte olursa olsun, Trablusgarp (Libya) üzerinde sahip olmuş bulunduğu tüm hak ve ayrıcalıkların kesinlikle kaldırılmış olmasını tanıdığını açıklar.

2 . ÖZEL HÜKÜMLER

Madde 23- Bağıtlı Yüksek Taraflar, Boğazlar Rejimine ilişkin bugün yapılmış Sözleşmede açıklandığı üzere, Çanakkale Boğazında, Marmara Denizinde ve Karadeniz Boğazında denizden ve havadan, gerek barış, gerek savaş zamanlarında özgürce geçiş ve gidiş-geliş ilkesini kabul ve açıklama konusunda anlaşmışlardır. Bu Sözleşme, buradaki Yüksek Bağıtlı Taraflar için, işbu Andlaşmada yazılmış olsa idi onun sahip olacağı güç ve değerin tıpkısına sahip olacaktır.

Madde 24- İşbu Andlaşmanın 2. Maddesinde belirtilen sınırın rejimine ilişkin olarak bugün yapılan özel Sözleşme, onun Bağıtlı Yüksek Tarafları için, bu Andlaşmadaki güç ve değerin tıpkısına sahip olacaktır.

Madde 25- Türkiye kendisi ile yanyana savaşmış Devletler ile öteki bağıtlı Devletler arasında yapılan Barış Andlaşmaları ve ona ek Sözleşmelerin geçerliğini tanımağı ve eski Almanya İmparatorluğu, Avusturya, Macaristan ve Bulgaristan toprakları ile ilgili olarak alınmış ya da alınacak kararları kabul etmeği ve böylece belirlenecek sınırları içindeki yeni Devletleri tanımağı yükümlenir.

Madde 26- Türkiye şimdiden Almanya'nın Avusturya'nın, Bulgaristan'ın, Yunanistan'ın, Macaristan'ın, Polonya'nın, Romanya'nın, Sırp - Hırvat - Sloven Devleti ve Çek - Slovakya Devletinin sınırlarını, işbu sınırların 25. Maddede anılan Andlaşmalar ya da ek tüm Sözleşmelerle saptanmış ya da saptanacağı biçimde tanıdığını ve kabul ettiğini açıklar.

Madde 27- Türkiye Hükümeti ya da Türkiye makamlarınca, Türkiye toprakları dışında, işbu Andlaşmayı imzalayan öteki Devletlerin egemenliği altında ya da koruyuculuğunda bulunan toprakların yurttaşları ile Türkiye'den ayrılan toprakların yurttaşları üzerinde siyasal, yasama ya da yönetimsel konularda, her ne nedenle olursa olsun, hiçbir yetki ya da yargı hakkı kullanılmayacaktır.

Şurası da kararlaştırılmıştır ki, İslam dini makamlarının dinsel yetkilerine bir zarar gelmemektedir.

Madde 28- Bağıtlı Yüksek Taraflar Türkiye'de Kapitülasyonların tümü ile kaldırılmasını, her biri kendisi ile ilgili olarak, kabul ettiklerini açıklarlar.

Madde 29- Fransız uyruklu Faslılar ve Tunuslular Türkiye'de öteki Fransız uyruklarına uygulanan rejimin, her bakımdan tıpkısına bağlı olacaklardır.

Trablusgarp ve Bingazi halkı Türkiye'de öteki İtalyan uyruklarına uygulanan rejimin her bakımdan tıpkısına bağlı olacaktır.

Bu Madde, kökeni Tunuslu, Trablusgarplı ve Faslı olup ta Türkiye'de yerleşmiş bulunanların uyrukluğu konusunda bir hüküm ortaya koymaz.

Karşılık olarak, Türk uyrukları da, 1. ve 2. Fıkra hükümlerinden yararlanan halkın yaşadığı ülkelerde, Fransa ve İtalya'daki rejimlerin tıpkısından yararlanacaklardır.

Birinci Fıkradaki hükümlerden halkı yararlanan ülkelerden gelen ya da bu ülkelere yollanan malların Türkiye'de bağlı olacağı rejim ile, buna karşılık Türkiye'den gelen ya da Türkiye'ye yollanan malların sözkonusu ülkelerde bağlı olacağı rejim Fransa Hükümeti ile Türkiye Hükümeti arasında bir anlaşma ile belirlenecektir.

KESİM: II

UYRUKLUK

Madde 30- İşbu Andlaşma hükümleri uyarınca Türkiye' den ayrılan topraklarda yerleşmiş Türk uyrukları kendiliğinden ve yerel yasaların koşulları içinde bu toprakların geçtiği Devletin uyruğu olacaklardır.

Madde 31- 18 yaşını geçmiş olup da 30. Madde hükümleri uyarınca Türk uyrukluğunu yitiren ve kendiliğinden yeni bir uyrukluk kazanan kişiler, işbu Andlaşma yürürlüğe konulduğu günden haşlayarak, iki yıllık süre içinde Türk uyrukluğunu seçmek hakkına sahip olacaklardır.

Madde 32- İşbu Andlaşma gereğince Türkiye' den ayrılan topraklarda yerleşmiş ve hu topraklardaki halkın çoğunluğundan soy bakımından ayrı olan 18 yaşını geçmiş kişiler, hu Andlaşmanın yürürlüğe konulması gününden haşlayarak iki yıllık süre içinde, halkının çoğunluğu kendi soyundan olan Devletlerden birinin uyrukluğunu, o Devletin izni koşulu ile, seçebileceklerdir.

Madde 33 - 31 ve 32. Maddeler hükümleri gereğince seçme haklarını kullanan kişiler bunu izleyen 12 ay içinde konutlarını seçme haklarını lehine kullandıkları devlet topraklarına geçirmek zorundadırlar.

Bu kişiler, seçme haklarını kullanmadan önce oturdukları öteki Devletin topraklarında sahip bulundukları taşınmaz malları elde tutmakta serbest olacaklardır.

Bu kişiler her tür taşınır mallarını birlikte götürebileceklerdir.

Bundan dolayı kendilerine ne çıkarma, ne sokma için hiç bir harç ya da resim yüklenmeyecektir.

Madde 34- İşbu Andlaşma hükümleri gereğince Türkiye' den ayrılan bir yerin yerli halkından 18 yaşını geçmiş olan ve işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulduğu sırada yabancı ülkelerde yerleşmiş bulunan Türk uyrukları, Türkiye'den ayrılan ülkeleri yöneten hükümetler ile kendilerinin yerleşmiş bulundukları ülkelerin hükümetler arasında yapılmasına gerek görülebilecek anlaşmalar saklı tutulmak üzere, soyları bakımından bu topraklar halkının çoğunluğuna ilintili olmaları ve o toprakları yöneten hükümet de buna izin vermesi koşulu ile, asıl halkından bulundukları topraklarda yürürlükte olan uyrukluğu edinmekte seçme hakkına sahiptirler. Bu seçme hakkı, işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulması gününden başlayarak, iki yıllık süre içinde kullanılır.

Madde 35- Bağıtlı Devletler işbu Andlaşmada, ya da Almanya, Avusturya, Bulgaristan ya da Macaristan ile yapılan Barış Andlaşmalarında ya da Türkiye dışındaki Bağıtlı Devletler ile ya da onlardan biri ile Rusya arasında ya da kendi aralarında yapılmış bir Andlaşmada açıklanan ve ilgililere kendileri için edinilmesi olanağı bulunan her hangi bir başka uyrukluğu edinme izni veren seçme hakkının kullanılmasına hiçbir biçimde karşı gelmemeği yükümlenirler.

Madde 36- İşbu Kesim hükümlerinin uygulanmasına ilişkin olan tüm konularda evli kadınlar kocalarının ve 18 yaşından aşağı olan çocuklar da ana babalarının bağlı oldukları koşullara uyacaklardır.

KESİM: III

AZINLIKLARIN KORUNMASI

Madde 37- Türkiye, 38.den 44.e dek Maddelerde belirtilen hükümlerin temel yasalar [Les Lois fondamentales] olarak tanınmasını ve hiç bir yasa, hiç bir yönetmelik ve hiç bir resmi işlemin bu hükümlerle çelişkili ya da onlara aykırı olmamasını ve hiç bir yasanın, hiç bir yönetmeliğin ve hiçbir resmi işlemin sözkonusu hükümlere üstün sayılmamasını yükümlenir.

Madde 38- Türkiye Hükümeti, doğum, milliyet, dil, soy ya da din ayırt etmeksizin, Türk halkının tümünün yaşam ve özgürlüklerini, en geniş biçimde, korumayı yükümlenir.

Türkiye'nin tüm halkı, kamu düzeni ve genel ahlak ile bağdaşmazlık göstermeyen her din, mezhep ya da inanışın gerek genel, gerek özel biçimde özgürce kullanılması hakkına sahip olacaktır. Müslüman olmayan azınlıklar, Türkiye Hükümetince ulusal savunma ya da kamu düzeninin korunması için ülkenin her yerinde ya da bir bölümünde alınan ve tüm Türk yurttaşlarına uygulanan önlemler saklı kalmak koşulu ile, dolaşım ve göç özgürlüğünden bütünü ile yararlanacaklardır.

Madde 39- Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk yurtdaşları Müslümanlarla özdeş medeni ve siyasal haklardan yararlanacaklardır.

Türkiye'nin tüm halkı, din ayırtedilmeksizin, yasa önünde eşit olacaktır.

Din, inanç ya da mezhep farkı hiçbir Türk Yurtdaşının medeni ve siyasal haklardan yararlanmasına ve özellikle genel hizmetlere kabulüne, memurluğa ve yukarı derecelere ulaşmasına, ya da çeşitli meslekleri ve sanatları yapmasına bir engel sayılmayacaktır.

Herhangi bir Türk yurtdaşının gerek özel ya da ticaret ilişkilerinde, gerek din, basın ya da her türlü yayın konusunda ve gerek toplantılarda herhangi bir dili serbestçe kullanmasına karşı hiçbir sınır konulmayacaktır.

Resmi dilin varlığı kuşkusuz olmakla birlikte, Türkçeden başka dil ile konuşan Türk yurttaşlarına yargıçlar önünde kendi dillerini sözlü olarak kullanabilmeleri için gerekli kolaylıklar gösterilecektir.

Madde 40- Müslüman olmayan azınlıklara ilintili olan Türk yurttaşları hukuk bakımından ve fiilen öteki Türk yurttaşlarına uygulanan işlemlerin ve sağlanan güvencelerin tıpkısından yararlanacaklar ve özellikle, harcamaları kendilerince yapılmak üzere, her türlü yardım, dinsel ya da sosyal kurumları, her türlü okul ve benzeri öğretim ve eğitim kurumları kurma, yönetme ve denetleme ve buralarda kendi dillerini özgürce kullanma ve dinsel ayinlerini serbestçe yapma bakımından eşit bir hakka sahip bulunacaklardır.

Madde 41- Genel öğretim konusunda Türk Hükümeti, Müslüman olmayan yurttaşların önemli bir oranda yerleşmiş oldukları kentler ve kasabalarda, hu Türk yurttaşlarının çocuklarının ilk okullarda kendi dilleriyle öğretim görmelerini sağlamak üzere, gerekli kolaylığı gösterecektir.

Bu hüküm Türk Hükümetinin sözkonusu okullarda Türk dilinin öğretilmesini zorunlu kılmasına engel olmayacaktır.

Müslüman olmayan azınlıklara ilintili Türk yurtdaşlarının önemli oranda bulundukları kentlerde ya da kasabalarda, bu azınlıklar Devlet bütçesi Belediye ya da benzeri bütçelerde eğitim, din, ya da yardım amacıyla genel gelirlerden verilecek paralardan yararlanma ve ödenek ayrılması konusunda hakça bir pay alacaklardır. Sözkonusu paralar ilgili kurumların yetkili temsilcilerine ödenecektir.

Madde 42- Türkiye Hükümeti Müslüman olmayan azınlıkların aile ya da kişi statüleri konusunda, hu sorunların sözügeçen azınlıkların törelerine göre çözümlenmesine uygun her türlü hükümleri koymayı kabul eder

İşbu hükümler Türkiye Hükümeti ile ilgili azınlıklardan her birinin eşit sayıda temsilcilerinden oluşan özel Komisyonlarda düzenlenecektir.

Anlaşmazlık olursa, Türkiye Hükümeti ile Milletler Cemiyeti Meclisi, birlikte, Avrupalı hukukçular arasından bir üst hakem atayacaktır.

Türkiye Hükümeti sözkonusu azınlıkların Kiliseleri, Havraları, mezarlıkları ve öteki dinsel kurumlarına her türlü koruyuculuğu göstermeyi yükümlenir. Bu azınlıkların bugün Türkiye'de bulunan Vakıflarına ve dinsel ve yardım kurumlarına her türlü kolaylığı gösterecek ve izinleri verecek ve yeni dinsel ve yardım kurumları kurulması için, benzeri öteki özel kurumlara sağlanmış olan gerekli kolaylıklardan hiçbirini esirgemeyecektir.

Madde 43- Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk yurttaşları, inançlarına aykırı ya da dinsel ayinlerini bozucu herhangi bir işlem yapmaya zorlanamayacakları gibi, hafta tatilleri gününde Mahkemelerde hazır bulunmaktan ya da herhangi bir yasal işlemin yapılmasından kaçınmaları nedeniyle, onların hiç bir hakkı ortadan kalkmayacaktır.

Bununla birlikte, bu hüküm sözkonusu Türk yurttaşlarının, kamu düzeninin korunması bakımından, öteki tüm Türk yurttaşlarının bağlı olduğu yükümlerden bağışık kılmayacaktır.

Madde 44- Türkiye, işbu Kesimin yukarıdaki Maddelerinin, Türkiye'nin Müslüman olmayan azınlıklarına ilişkin bulunduğu ölçüde uluslararası toplumu ilgilendirici nitelikte yükümler getirdiğini ve onların Milletler Cemiyetinin güvencesi altına konulmasını kabul eder. İşbu hükümler Milletler Cemiyeti Meclisinde çoğunlukla alınan bir karar olmaksızın değiştirilemeyecektir. Britanya İmparatorluğu, Fransa, İtalya ve Japonya Milletler Cemiyeti Meclisinde işbu Maddeler konusunda, yöntemine uygun biçimde, çoğunlukla kabul edilecek olan her hangi bir değişikliği reddetmemeyi bu Andlaşma ile yükümlenirler.

Türkiye, Milletler Cemiyeti Meclisi üyelerinden her birinin bu yükümlülüklerden her hangi birine aykırılık olması ya da olma tehlikesi üzerine, buna Meclisin dikkatini çekmeğe yetkili olacağını ve Meclisin, duruma göre, uygun ve etkin sayılacak bir davranışta bulunabileceğini ve yönerge verebileceğini kabul eder.

Bundan başka, Türkiye, işbu Maddelere ilişkin hukuksal ya da edimsel sorunlarda, Türkiye Hükümeti ile bağıtlı öteki devletlerden her hangi biri ya da Milletler Cemiyeti Meclisi üyelerinden her hangi bir devlet arasında görüş ayrılığı ortaya çıkınca bu anlaşmazlığın, Milletler Cemiyeti Andlaşmasının 14. Maddesi uyarınca, uluslararası nitelikte bir anlaşmazlık gibi sayılmasını kabul eder.

Türkiye Hükümeti bu türden olan her hangi bir anlaşmazlığın, öteki Taraf istemde bulunursa, uluslararası Daimi Adalet Divanına götürülmesini kabul eder. Daimi Divan kararı istinaf edilemeyip Milletler Cemiyeti Andlaşmasının 13. Maddesi uyarınca verilmiş bir kararın güç ve hükmünün tıpkısına sahip olacaktır.

Madde 45- İşbu Kesim hükümleri ile Türkiye'nin Müslüman olmayan azınlıkları için tanınan haklar, Yunanistan tarafından da, kendi topraklarında bulunan Müslüman azınlığa tanınmıştır.

BÖLÜM : II

PARASAL HÜKÜMLER

KESİM : I

OSMANLI DEVLET BORÇLARI

[Düyünu Umumiyei Osmaniye]

Madde 46- İşbu Kesime ekli çizelgede gösterilen Osmanlı Devlet Borçları, gene bu Kesimde belirtilen koşullar içinde, Türkiye ile 1912-1913 Balkan Savaşları sırasında yararlarına Osmanlı İmparatorluğundan toprak ayrılmış olan devletler ve işbu Andlaşmanın 12 ve 15. Maddelerinde sözkonusu olan Adaların ve işbu Maddenin son Fıkrasında belirlenen toprakların kendilerine bırakıldığı devletler ve, son olarak, bu Andlaşma uyarınca Osmanlı İmparatorluğu'ndan ayrılarak Asya toprakları üzerinde yeni kurulan devletler arasında bölüşülecektir.

Bundan başka, yukarıda anılan devletlerin tümü, 53. Maddede gösterilen günlerden başlayarak, işbu Kesimde belirtilen koşullar içinde, Osmanlı Borçlarının faizli tutarına ilişkin yıllık yüklemlere de katılacaklardır.

Türkiye, 53. Maddede gösterilen günlerden haşlayarak, öteki devletlere yükletilmiş katılma paylarından artık hiç bir biçimde sorumlu tutulmayacaktır.

1 Ağustos 1914 günü Osmanlı egemenliği altında olup Türkiye'nin işbu Andlaşmanın 2. Maddesinde belirlenen sınırları dışında bulunan Trakya arazisi Osmanlı Devlet Borçlarının bölüşülmesi konusunda bu Andlaşma uyarınca, Osmanlı İmparatorluğundan ayrılmış gibi sayılacaktır.

Madde 47- Osmanlı Devlet Borçları İdare Kurulu [Meclisi] , işbu Kesime ekli çizelgenin (A) Bölümünde gösterilen istikrazlara ilişkin olup ilgili devletlerden her birine düşen yıllık taksitlerin tutarını, bu Andlaşmanın yürürlüğe konulduğu günden başlayarak, 3 ay içinde 50. ve 51. Maddelerde konulan ilkelere göre saptayacak ve bu tutarı sözü geçen devletlere bildirecektir.

 Bu devletler Osmanlı Devlet Borçları İdare Kurulunun bu konudaki çalışmalarını izlemek üzere İstanbul'a yetkili temsilciler gönderebileceklerdir.

İşbu Maddede yazılı ilkelerin uygulanmasına ilişkin olarak ilgili Taraflar arasında çıkabilecek tüm anlaşmazlıklar, 1. Fıkrada belirtilen bildirimin yapılmasından sonra en çok bir ay içinde Milletler Cemiyeti Meclisinin göstereceği bir Hakeme götürülecek ve bu Hakem en çok üç ay içinde kararını verecektir. Hakeme ödenecek ücret Milletler Cemiyeti Meclisince saptanacak ve öteki Hakemlik harcamaları ile birlikte, ilgili Taraflara yüklenecektir. Hakemin kararları kesin olacaktır.

Hakeme başvurma yıllık taksitlerin ödenmelerini geciktirmeyecektir.

Madde 48- İşbu Kesime ekli çizelgenin (A) Bölümünde gösterilen Osmanlı Devlet Borçlarının aralarında bölüşüleceği devletlerden, Türkiye'den başkaları, 47. Maddede sözkonusu olan yıllık taksitlerden kendilerine düşen paylar için, anılan Madde gereğince, onlara yapılacak bildirim gününden haşlayarak üç ay içinde, Osmanlı Devlet Borçları İdare Kurumuna kendi paylarının ödenmesinin güvencesi olarak, yeterli miktarda sağlanca (rehin) göstereceklerdir. Yukarıda yazılı süre içinde anılan sağlancalar gösterilmez, ya da gösterilen sağlancaların uygun olup olmadığı konusunda anlaşmazlık çıkarsa, işbu andlaşmayı imzalayan her hangi bir Devletçe, Milletler Cemiyeti Meclisine başvurulabilecektir.

Milletler Cemiyeti Meclisi, karşılık olarak gösterilen gelirlerin toplanması işini, Türkiye'nin dışında, aralarında devlet borçlarının bölüşüleceği devletlerde mevcut bulunan uluslararası finans örgütlerine bırakılabilecektir. Milletler Cemiyeti Meclisinin kararları kesin olacaktır.

Madde 49- İlgili devletlerden her birine düşen yıllık taksit tutarının 47. Madde hükümlerine göre kesinlikle saptanmasına girişildiği günden başlayarak bir aylık süre içinde, işbu Kesime bağlı çizelgenin (A) Bölümünde gösterilen Osmanlı Devlet Borçlarının nominal anaparasının bölüştürülmesi biçimini saptamak üzere Paris'te bir Komisyon toplanacaktır.

Bu bölüşme, taksitlerin dağılımı için kabul edilmiş olan oranlara göre ve istikraz sözleşmeleri ile işbu Kesimin hükümleri gözönünde tutularak yapılacaktır.

Birinci Fıkrada anılan Komisyon Türkiye Hükümetinin bir temsilcisi ile Osmanlı Devlet Borçları Yönetim Kurulunun bir temsilcisinden ve, Birleştirilmiş Borçlar ile Rumeli Demiryolu Senetleri [Lots Turcs] dışındaki, borçlarla ilgili olanların bir temsilcisinden ve ilgili devletlerden her birinin atayacağı temsilcilerden oluşacaktır. Komisyonda anlaşmaya varılamayan tüm işler 4 7. Maddenin 4. Fıkrasında yazılı Hakeme götürülecektir.

Türkiye kendi payı için yeni borç senetleri çıkarmağa karar verirse, Türkiye Hükümeti temsilcisi ile Osmanlı Devlet Borçları İdare Kurulu temsilcisinden ve Birleştirilmiş Borçlar ile Rumeli Demiryolu tahvilleri dışındaki borçlar temsilcilerinden oluşan bir Komite aracılığı ile, her şeyden önce Türkiye'ye ilişkin olmak üzere, Borçların anapara sının bölüşümü yapılacaktır. Yeniden çıkarılacak borç senetleri Komisyona verilecek ve Komisyon, Türkiye'nin aklanmasını ve Osmanlı Devlet Borçlarından kendilerine birer pay yüklenen öteki devletlere karşı senet sahiplerinin haklarını gösteren koşullar içinde, sözkonusu senetlerin sahiplerine verilmesini sağlayacaktır. Osmanlı Devlet Borçlarından her devletin payını temsil etmek üzere çıkarılacak senetler, Bağıtlı Taraflar ülkelerinde her türlü damga resminden ya da söz konusu senetlerin çıkarılmasından doğacak başkaca vergilerden bağışık tutulacaktır.

İlgili devletlerden her birine düşen yıllık taksitlerin ödenmesi, nominal anaparanın bölüşülmesine ilişkin bu Maddede yazılı bulunan hükümler nedeniyle, ertelenmeyecektir.

Madde 50- 47 nci Maddede yazılı yıllık taksitlerin ve 49. Maddede sözkonusu olan Osmanlı Devlet Borçları nominal anaparasının bölüşülmesi aşağıdaki biçimde yapılacaktır:

Birincisi: 17 Ekim 1912 gününden önceki istikrazlar ile onlara ilişkin yüklemler, 1912-1913 Balkan Savaşları sonucunda bulunduğu durumda, Osmanlı İmparatorluğu ile savaş sonunda Osmanlı Devletinden kendilerine toprak ayrılan Balkan Hükümetleri ve işbu Andlaşmanın 12. ve 15. Maddelerinde sözkonusu Adaların kendilerine verildiği devletler arasında bölüşülecek ve bu savaşlara son veren Andlaşmaların ya da daha sonra yapılmış Andlaşmaların yürürlüğe konulmasından sonra ortaya çıkan toprak değişiklikleri gözönünde tutulacaktır.

İkincisi: Bu ilk bölüşmeden sonra, Osmanlı Devletinin üzerinde kalan istikrazların borç artığı ile onlara ilişkin yıllık taksitler artığına, Osmanlı Devletince 17 Ekim 1912 günü ile 1 Kasım 1914 günü arasında yapılan istikrazlar ve bunlara ilişkin yıllık taksitler eklenince çıkacak toplam Türkiye ve Asya'da yeni kurulmuş olup işbu Andlaşma uyarınca Osmanlı devletinden kendilerine toprak ayrılan devletler ve sözügeçen Andlaşmanın 46. Maddesinin son Fıkrasında belirtilen toprak kendisine bağlanan Devlet arasında bölüşülecektir.

Anaparanın bölüşülmesi, işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulması gününde her istikrazın anaparasının tutarı üzerinden yapılacaktır.

Madde 51- 50. Maddede açıklanan bölüşüm sonucu olarak Osmanlı Devlet Borçlarının yıllık taksitlerinden ilgili devlete düşen pay aşağıdaki gibi saptanacaktır.

Birincisi: 50 Maddenin 1. Fıkrasında açıklanan bölüşüm için, önce 12. ve 15. Maddelerde sözügeçen Adalar ile Balkan savaşları sonucunda Osmanlı Devletinden ayrılan toprakların topuna düşecek pay tutarının saptanmasına girişilecektir.

İşbu payın 50. Maddenin birinci fıkrası hükümleri gereğince bölüşülecek yıllık taksitler toplamına göre tutarı, sözkonusu Adalar ve ayrılan ülkelerin, birlikte olarak, genel gelirleri toplamı ortalamasının, 1907 yılında konulan ek gümrük vergisi gelirleri ile birlikte, 1910-1911 ve 1911-1912 bütçe yılları sırasında Osmanlı Devletinin genel gelirler toplamı ortalamasıyla eş oranda olacaktır.

Böylece saptanacak tutar, kendilerine yukarıdaki fıkrada sözügeçen toprakların verildiği devletler arasında daha sonra bölüşülecek ve, hunun sonucu olarak, sözkonusu devletlerden her birine düşecek payın, aralarında bölüşülecek genel toplama oranla tutan hu devletlerden her birine bağlanan toprakların gelirleri ortalamasının, Balkan Savaşları sonucunda Osmanlı Devletinden ayrılan toprakların ve 12. 15. Maddelerde sözü geçen Adaların toplamının 1910-1911 ve 1911-1912 bütçe yılları içindeki genel gelirleri ortalamasıyla eş oranda olacaktır.

İşbu Fıkrada sözkonusu gelirlerin hesaplanmasında gümrük gelirleri sayılmayacaktır.

İkincisi: 46. Maddenin son fıkrasında sözügeçen topraklarla birlikte, işbu Andlaşma uyarınca Osmanlı Devletinden ayrılan topraklara gelince, ilgili her Devlete düşen payın, 50. Maddenin 2. Fıkrası hükümlerine göre bölüşülecek yıllık taksitlerinin genel toplamına oranı, ayrılan ülkenin ortalama gelirinin, 1910-1911 ve 1911 -1912 bütçe yıllarında (1907 yılında konulan ek gümrük vergileri gelirleri ile birlikte) Osmanlı Devletinin ortalama genel gelirlerinden, 1. Fıkrada sözügeçen topraklar ve Adalar payı çıkarıldıktan sonra bulunacak tutarın oranıyla eş olacaktır.

Madde 52- İşbu Kesime bağlı çizelgenin (B) Bölümünde yazılı avanslar Türkiye ile 46. Maddede anılan öteki devletler arasında aşağıdaki koşullara göre bölünecektir :

Birincisi: Çizelgede belirli olup 17 Ekim 1912 de mevcut bulunan avanslar konusunda işbu andlaşmanın yürürlüğe konulması gününde ödenmemiş anapara var ise, bu anapara ve 53. Maddenin 1. Fıkrasında yazılı günlerden beri toplanmış faizler ile sözkonusu günlerden beri yapılan ödemeler, 50. Maddenin 1. ve 51. Maddenin gene 1. fıkrasında belirtilmiş hükümlere göre bölüşülecektir.

İkincisi: İşbu ilk bölüşme sonucunda Osmanlı Devletine düşen paralar ve çizelgede belirtilmiş olup devletin 17 Ekim 1912 günü ile 1 Kasım 1914 günü arasında anlaşmaya bağladığı avanslar ve işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulması gününde eğer var ise, ödenmemiş olan anapara ile 1 Mart 1920 gününe dek toplanmış faizler ve o günden beri yapılan ödemeler 50. Maddenin 2. ve 51. Maddenin 2. Fıkralarında belirtilen hükümlere göre bölüşülecektir.

Osmanlı Devlet Borçları Yönetim Kurulu sözkonusu avanslardan ilgili devletlerin her birine düşen pay tutarını, işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulmasından başlayarak, 3 aylık süre içinde saptayacak ve bu tutarı sözkonusu devletlere bildirecektir.

Türkiye dışındaki devletlere yüklenen paralar, sözkonusu devletlerce Devlet Borçları Yönetim Kuruluna ödenecek ve bu Kurulca da, ya alacaklılara ya da Türkiye'nin anılan devletler hesabına gerek faiz, gerek anapara akçesi olarak ödemiş bulunduğu paralar tutarını karşılayıncaya dek, Türkiye Hükümeti hesabına gelir yazılacaktır.

Yukarıdaki fıkrada öngörülen ödemeler, işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulmasından başlayarak, eşit 5 yıllık taksit ile yapılacaktır.

Bu ödemelerin Osmanlı Devleti alacaklılarına yapılacak bölümü, avans sözleşmesinde yazılı yıllık faizleri içerecek ve Türkiye Hükümetine düşen bölümü ise faizsiz ödenecektir.

Madde 53- Balkan Savaşları sonunda kendilerine Osmanlı Devletinden toprak ayrılmış olan devletlerin borçlu olup işbu Kesime ekli çizelgenin (A) Bölümünde yazılı Osmanlı Devlet Borçları istikrazlarının yıllık taksitleri, sözkonusu toprakların anılan devletlere geçmelerini açıklayan Andlaşmalann yürürlüğe konulması gününden başlayarak ödenmesi gerekecektir. 12. Maddede belirtilen Adalara gelince, bunların yıllık taksitinin 1/14 Kasım 1913 gününden haşlayarak ve 15. Maddede sözkonusu olan Adaların yıllık taksitinin ise 17 Ekim 1912 gününden başlayarak ödenmesi gerekecektir.

İşbu Andlaşma gereğince Osmanlı Devletinden ayrılan Asya'daki topraklar üzerinde yeni kurulmuş devletlerin ve 46. Maddenin son Fıkrasında yazılı topraklar kendisine bağlanan devletin borçlu oldukları yıllık taksitlerin 1 Mart 1920 gününden başlayarak ödenmesi gerekecektir.

Madde 54- İşbu Kesime ekli çizelgenin (A) Bölümünde sayılan 1911, 1912 ve 1913 Hazine Tahvilleri, Sözleşmelerde saptanan ödeme gününden başlayarak, l0 yıllık bir süre içinde kararlaştırılmış faizleri ile birlikte, ödenecektir.

Madde 55- Türkiye ile birlikte, 46. Maddede anılan devletler, İşbu Kesime bağlı çizelgenin (A) Bölümünde belirtildiği üzere, Osmanlı Devlet Borçlarından kendilerine düşen ve 53 Maddede belirtilen günlerden başlayarak, ödenmesi gerektiği halde ödenmemiş bulunan yıllık taksitler tutarını Osmanlı Devlet Borçları Yönetim Kuruluna ödeyeceklerdir.

Bu ödeme işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulmasından başlayarak, 20 yılda eşit taksitler ile ve faizsiz olarak yapılacaktır.

Türkiye'den başka devletlerce Devlet Borçları İdare Kuruluna ödenen yıllık taksitler hu Kurulca, sözkonusu devletler hesabına Türkiye tarafından ödenmiş olan paraların tutarını karşılayıncaya dek, Türkiye'nin henüz borçlu bulunduğu toplanmış taksitlerden çıkarılacaktır.

Madde 56- Bundan böyle, Osmanlı Devlet Borçları Yönetim Kurulunda Alman, Avusturyalı ve Macar senet sahiplerinin temsilcileri bulunmayacaktır.

Madde 57- Osmanlı Devlet Borçları istikraz ve avanslarına ve, karşılığı Mısır vergisi ile sağlanmış olan, 1855, 1891 ve 1894 Osmanlı istikrazlarına ilişkin faiz kuponlarının sunulması süreleri ile sözkonusu istikrazlardan kurası çıkmış olan senetlerin ödenmesi için sunma süreleri, Bağıtlı Yüksek Tarafların topraklarında 29 Ekim 1914 gününden başlayarak, işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulmasından sonra 3 ayın bitimine dek ertelenmiş sayılacaktır.

KESİM: II

ÇEŞİTLİ HÜKÜMLER

Madde 58- Bir yandan Türkiye, öte yandan (Yunanistan dışında) öteki Bağıtlı Devletler, gerek Türkiye ile bu Devletlerin, gerek, (tüzel kişiler de kapsamı içine girmek üzere) onların uyruklarının l Ağustos 1914 günü ile bugünkü Andlaşmanın yürürlüğe konulması günü arasında geçen süre içinde, gerek savaş eylemleri, gerek istimval, el koyma, kullanım ya da zoralım önlemleri yüzünden doğan, kayıp, zarar ve ziyanlar nedeniyle her türlü para istemlerinden, karşılıklı olarak vazgeçerler.

Bununla birlikte, yukarıdaki hüküm işbu Andlaşmanın III. Bölümünde yazılı hükümleri (Ekonomik hükümler) zedelemeyecektir.

Almanya ile yapılan 28 Haziran 1919 günkü Barış Andlaşmasının 259. Maddesinin (1) Fıkrası ve Avusturya ile yapılan 10 Eylül 1919 günlü Barış Andlaşmasının 2 10. Maddesinin (1). Fıkrası gereğince, Almanya ve Avusturya tarafından devredilmiş olan altın para üzerindeki her türlü haklarından, Türkiye (Yunanistan dışarıda kalmak üzere) öteki Bağıtlı Devletler yararına vazgeçer.

Birinci Tertip Türk Tahvilleri konusunda, gerek 20 Haziran 1331 (3 Temmuz 1915) günkü Sözleşme ile, gerek bu Tahvillerin arkasında yazılı metne göre, Osmanlı Devlet Borçları Yönetim Kuruluna yüklenmiş olan tüm ödeme yükümleri ortadan kaldırılmıştır.

Bunun gibi, Türkiye, Osmanlı Hükümetince İngiltere'ye ısmarlanmış olup Britanya Hükümetince 1914 yılında müsadere edilmiş savaş gemileri için ödenmiş bulunan paraların geri verilmesini, ne Britanya Hükümetinden, ne de onun uyruklarından istememeği kabul ve bu konuda her türlü istemlerinden vazgeçer.

Madde 59- Yunanistan, savaş yasalarına aykırı olarak Anadolu'da Yunan Ordusunun ya da yönetiminin eylemlerinden doğan zararların onarımı yükümünü tanır.

Öte yandan, Türkiye, Yunanistan'ın savaşın uzamasından ve onun sonuçlarından doğan parasal durumunu gözönünde tutarak onarım konusunda Yunan Hükümetine karşı her türlü istemlerinden kesinlikle vazgeçer.

Madde 60- Gerek Balkan Savaşları sonucunda, gerek işbu Andlaşma ile Osmanlı İmparatorluğundan kendilerine toprak verilmiş ya da verilmekte olan Devletler, Osmanlı İmparatorluğunun işbu topraklar üzerindeki tüm taşınır ve taşınmaz mallarına, karşılık ödemeden, sahip olacaklardır.

Şurası kararlaştırılmıştır ki, 26 Ağustos 1324 (8 Eylül 1908) ve 20 Nisan 1325 (2 Mayıs 1909) günlü İradelerin [Padişah'ın Kararları] Hazine-i Hassa'dan [Saray'ın mal ve mülkü] Devlete geçirilmesini emrettiği taşınır ve taşınmaz mallar ile 30 Ekim 1918 de Hazine-i Hassa'ca kamu hizmetleri için yönetilmekte bulunmuş olan taşınır ve taşınmaz mallar, sözkonusu Devletlerin bu mallara ilişkin konularda Osmanlı İmparatorluğu yerine geçmeleri gerekeceğinden, bu mallar üzerinde kurulmuş olan Vakıflar geçerli sayılmak üzere, yukarıdaki fıkrada anılan taşınır ve taşınmaz malların kapsamı içine girecektir.

Gerek Balkan Savaşları sonucunda, gerek daha sonra Yunanistan'a geçmiş olan eski Osmanlı İmparatorluğu toprakları üzerinde bulunup Hazine-i Hassa' dan Devlete geçen taşınır ve taşınmaz mallar konusunda Türkiye Hükümeti ile Yunan Hükümeti arasında çıkan anlaşmazlık, yapılacak bir Hakem anlaşmasıyla ve 1-14 Kasım 1913 günlü Atina Andlaşmasına ekli 2 sayılı Özel Protokol gereğince, La Haye'de bir Hakem Mahkemesine sunulacaktır.

Bu Maddenin hükümleri Hazine-i Hassa adına tescilli ya da onun yönettiği, işbu Maddenin 2. ve 3. Fıkralarında öngörülmeyen, taşınır ve taşınmaz malların hukuksal niteliğini değiştirmiyecektir.

Madde 61- İşbu Andlaşma gereğince Türkiye'den başka bir Devletin uyruğuna geçmiş olup sivil ve askersel emeklilik ve açıkta tutulma, yetim ve dul maaşlarından [Pension] yararlananlar, maaşları nedeniyle Türkiye Hükümetine karşı hiç bir istemde bulunamayacaklardır.

Madde 62- Almanya ile 28 Haziran 1919'da yapılan Versailles Barış Andlaşmasının 261. Maddesi ve 10 Eylül 1919'da Avusturya ile, 27 Kasım 1919'da Bulgaristan ile ve 4 Haziran l 920'de Macaristan ile yapılan Barış Andlaşmalarının koşut Maddeleri uyarınca, Türkiye’den alacaklı bulundukları tüm alacakların öteki Bağıtlı Devletlere geçirilmesini [transfert] Türkiye kabul eder.

Öteki Bağıtlı Devletler, bu konuda Türkiye'ye düşen borçlardan onu aklar.

Türkiye'nin Almanya, Avusturya, Bulgaristan ve Macaristan'dan alacakları da sözügeçen Bağıtlı Devletlere geçirilmiştir.

Madde 63 - Türkiye Hükümeti, öteki Bağıtlı Devletlerle anlaşmış olarak, Savaştan sonra Türkiye'ye satılacak malların semenleri için Alman Hükümetinin Türkiye Hükümetince çıkarılan kâğıt paraları belirli bir kambiyo fiyatı ile kabul edeceği konusunda Savaş sırasında üstlendiği yüklemlerden Alman Hükümetini akladığını açıklar.

BÖLÜM: III

EKONOMİK HÜKÜMLER

Madde 64- Bu Bölümde "Müttefik Devletler" teriminden anlaşılan Türkiye'nin dışındaki Bağıtlı Devletlerdir. "Müttefikler uyrukları" terimi, Türkiye'nin dışındaki, Bağıtlı Devletler uyruklarından olanların ya da bu Devletlerden birinin koruyuculuğu altındaki bir Devlet ya da ülke uyruklarından olan gerçek kişiler, ortaklıklar, dernekler (associations) ve kuruluşları [etablissements] kapsamaktadır.

Bu Bölümün "Müttefikler uyruklarına" ilişkin hükümlerinden, Müttefik Devletler uyruğuna sahip olmamakla birlikte, gerçekte bu Devletlerce korunmakta bulunmaları nedeniyle, Osmanlı makamlarınca Müttefik uyruğu gibi işleme bağlı tutulmuş ve bu yüzden zarar görmüş olan kişiler de yararlanacaktır.

KESİM: I

MALLAR, HAKLAR VE ÇIKARLAR

Madde 65- 29 Ekim 1914 günü Müttefik Devletler uyruğu bulunan kişilerin olup işbu Andlaşmanm yürürlüğe konulduğu gün Türk kalacak topraklar üzerinde kimliği belirlenecek mallar, haklar ve çıkarlar, bulundukları durumda, hak sahiplerine hemen geri verilecektir.

Buna karşılık, Türk uyruklarının olup 29 Ekim 1914 günü Müttefik Devletlerin egemenliği ya da koruyuculuğu altında bulunan, ya da Balkan Savaşları sonunda Osmanlı İmparatorluğundan ayrılarak bugün sözkonusu Devletlerin egemenliği altında tutulan topraklar üzerinde kimliği belirlenebilecek mallar, haklar ve çıkarlar da, bulundukları durumda, hak sahiplerine hemen geri verilecektir.

Bundan başka, bu Andlaşma ile Osmanlı İmparatorluğundan ayrılmış topraklar üzerinde bulunup Türk uyruklarının olan ve Müttefik Devletler makamlarınca arıtımlara ya da başkaca olağanüstü önlemlere konu olmuş bulunan mallar, haklar ve çıkarlar konusunda da özdeş işlem uygulanacaktır.

İşbu Andlaşma ile Osmanlı İmparatorluğundan ayrılan bir ülkede bulunup Osmanlı Hükümetince olağanüstü savaş önlemlerine konu olduktan sonra, o ülkede egemenliğini sürdüren Bağıtlı Devletin bugün elinde bulunan kimliği belirlenebilecek mallar, haklar ve çıkarlar meşru hak sahiplerine, bulundukları durumda, geri verilecektir. Sözkonusu ülke üzerinde egemenliğini sürdüren Bağıtlı Devletçe arıtılmış olan taşınmaz mallara da özdeş işlem uygulanacaktır. Kişiler arasında bunların dışındaki tüm hak istemleri, yetkili yerel mahkemeler önünde ileri sürülecektir.

Üzerinde hak ileri sürülen malların kimliğine ya da geri verilmesine ilişkin tüm anlaşmazlıklar bu Bölümün V. Kesiminde yazılı Karma Hakem Mahkemesine sunulacaktır.

Madde 66- 65. Maddenin birinci ve ikinci Fıkraları hükümlerinin yerine getirilmesi için, Bağıtlı Yüksek Taraflar, hak sahiplerini, en ivedi bir yöntem ile, kendilerinin rızası olmaksızın yüklenmiş olabilecek her türlü yüklem ya da yararlanma haklarından [charges ou eervitudes] arınmış olarak malları, hakları ve çıkarlarına tasarruf edecek duruma koyacaklardır. Sözkonusu mallar, haklar ve çıkarları, geri verme işlemini yapacak olan Hükümetten daha önce doğrudan doğruya ya da dolayısıyla elde etmiş olup da, geri verme yüzünden zarar görmüş bulunacak üçüncü kişilerin zarar giderimi de o Hükümete düşecektir.

İşbu zarar giderim konusunda ortaya çıkabilecek anlaşmazlıkların çözümlenmesi genel mahkemelerin [Tribunaux de droit commun] yetkisi içine girecektir.

Öteki tüm durumlarda, zarar - giderim için ilgili kişilere karşı dava açmak zarar gören üçüncü kişilere düşecektir.

Bu amaçla, düşman malları, hakları ve çıkarları üzerinde Bağıtlı Yüksek Taraflarca girişilen tüm tasarruf işlemleri ve başkaca olağanüstü savaş önlemleri, arıtma işlemi henüz sona ermemiş ise, hemen kaldırılacak ve durdurulacaktır. Sahiplerinin istemleri, sözkonusu mallar, haklar ve çıkarlar, kimliği belirlenir belirlenmez, geri verilmek üzere yerine getirilecektir.

65. Madde ile geri verilmesi öngörülen mallar, haklar ve çıkarlar, işbu Andlaşmanın imzası günü Yüksek Tarafların Hükümetlerinden birinin makamlarınca arıtılmış bulunuyorsa, bu Hükümet, arıtma semenini sahiplerine ödeyerek, sözkonusu mallar, haklar ve çıkarları olduğu gibi geri vermek zorunluğundan kurtulacaktır. Eğer sahibinin isteği üzerine, V. Kesimde öngörülen Karma Hakem Mahkemesi, arıtmanın, değer fiatı sağlayacak koşullar içinde yapılmamış olduğuna karar verirse, bu Mahkeme taraflar arasında bir anlaşmaya varılmadığı durumda, haklı göreceği ölçüde arıtma semenini artırabilecektir. Mal sahibi ile varılacak anlaşma ya da sözügeçen Karma Hakem Mahkemesi kararı gününden başlayarak iki aylık süre içinde ödeme yapılmamış ise, sözkonusu mallar ve çıkarlar geri verilecektir.

Madde 67- Bir yandan Yunanistan, Romanya, Sırp Hırvat Sloven Devleti, öte yandan Türkiye, kendi Orduları v e yönetim makamlarınca Türkiye topraklarında ya da Yunanistan, Romanya ve Sırp Hırvat Sloven Devleti topraklarında bulunan her türlü taşınmaz malların ülkelerinde aranması ve geri verilmesi konusunda hem gerekli yönetimsel önlemler alınması, hem de ilgili tüm belgelerin teslimi yolu ile kolaylık gösterilmesini, karşılıklı olarak, yükümlenirler.

Bu araştırma ve geri verme Alman, Avusturya, Macar ve Bulgar Orduları ve Yönetim makamlarınca Yunan, Romanya ya da Sırp Hırvat Sloven Devleti toprakları üzerinde [saisis ou sequestres] olup da Türkiye'ye ya da onun uyruklarına geçirilmiş bulunan yukarıda sözkonusu eşya ile Yunan, Romanya ya da Sırp Hırvat Sloven Devleti Ordularınca Türk topraklarından alınarak ya da haczedilerek Yunanistan'a, Romanya'ya ya da Sırp Hırvat Sloven Devletine ya da onların uyruklarına geçirilmiş olan eşya için de yerine getirilecektir.

Bu araştırma ve geri vermeğe ilişkin dilekçeler, Andlaşmanın yürürlüğe konulması gününden başlayarak, altı ay içinde sunulacaktır.

Madde 68- Türkiye'nin Yunan Ordusunca işgal edilmiş bulunan bölgelerinde Yunan makamları ya da yönetimi ile Türk uyrukları arasında yapılmış sözleşmelerden doğan borçlar, işbu sözleşmelerde yazılı koşullar içinde, Yunan Hükümetince ödenecektir.

Madde 69- 1 Ağustos 1914'de yararlandıkları rejim gereğince, Müttefik Devletler uyruklarının ve mallarının bağlı olmadığı hiçbir vergi, resim ya da ek resim, 1922-23 Bütçe yılından önceki Bütçe yılları için, sözkonusu uyruklardan ya da onların malları üzerinden alınmayacaktır.

1922-23 Bütçe yılından önceki yıllar için 15 Mayıs 1923 gününden sonra vergi alınmış bulunuyor ise, işbu Andlaşma yürürlüğe konulur konulmaz, bu paralar hak sahiplerine geri verilecektir.

15 Mayıs 1923 gününden önce alınan paralar konusunda hiçbir istemde bulunulamayacaktır.

Madde 70- 65, 66, 68 ve 69. Maddelere dayanan istemler, işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulmasından haşlayarak, 6 aylık süre içinde yetkili makamlar önünde ve, bu yoldan anlaşmaya varılamazsa, gene bu Andlaşmanın yürürlüğe konulması gününden başlayarak 12 aylık bir süre içinde Karma Hakem Mahkemesi önünde ileri sürülecektir.

Madde 71- Britanya İmparatorluğu, Fransa, İtalya, Romanya ve Sırp - Hırvat - Sloven Devleti ya da onların uyrukları, kendi mal, hak ve  çıkarları konusunda 29 Ekim 1914 gününden önce Osmanlı Hükümeti önünde istem ileri sürmüş ya da dava açmış bulunuyorsa, işbu Bölümün hükümleri, sözkonusu istemler ya da davaları hiçbir biçimde zedelemeyecektir.

Britanya, Fransa, İtalya, Romanya ve Sırp Hırvat Sloven Hükümetleri önünde Osmanlı Hükümeti ya da uyruklarınca ileri sürülen istemler ya da açılan davalar konusunda da özdeş işlem yapılacaktır.

Bu istemler ya da davalar Türkiye Hükümeti ve bu Maddede adları geçen öteki Hükümetler önünde, Kapitülasyonların kaldırılmış olması da gözönünde tutularak, özdeş koşullar içinde izlenecektir.

Madde 72- Bugünkü Andlaşma ile Türk kalan topraklar üzerinde Almanya, Avusturya, Macaristan ve Bulgaristan'ın ya da onların uyruklarının olup da işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulmasından önce Müttefik Hükümetlerce alınmış ya da işgal edilmiş bulunan mallar, haklar ve çıkarlar, sözkonusu Hükümetler ile, Almanya, Avusturya, Macaristan ve Bulgaristan Hükümetlcri ya da onların ilgili uyrukları arasında gerekli anlaşmaların [arrangements] yapılmasına dek, Müttefik Hükümetlerin ellerinde kalacaktır. Eğer bu mallar, haklar ve çıkarlar arıtılmış ise, bu arıtma işlemi doğrulanmaktadır.

İşbu Andlaşma ile Türkiye'den ayrılmış olan ülkeleri yöneten [exerçant l'autorite] Hükümetler bu Andlaşmanın yürürlüğe konulması gününden başlayarak bir yıl içinde, o ülkelerde bulunan Almanya, Avusturya, Macaristan ve Bulgaristan ya da onların uyruklarının malları, hakları ve çıkarlarını arıtabileceklerdir.

Şimdiye dek yapılmış olsun, ya da olmasın, arıtmaların semeni, eğer bu mallar Alman, Avusturya, Macar ve Bulgar Devletlerinin ise, ilgili Devlet ile yapılmış olan Barış Andlaşması uyarınca kurulmuş Onarım Komisyonuna [Commission de Reparations] ödenecektir.

Eğer arıtılan mallar özel kişilerin ise, semenleri doğrudan doğruya sahiplerine verilecektir.

Bu maddenin hükümleri Osmanlı Anonim Ortaklıklarına uygulanamaz.

İşbu Maddede öngörülen önlemler nedeniyle Türkiye Hükümeti hiç bir biçimde sorumlu olmayacaktır.

KESİM: II

SÖZLEŞMELER VE SÜRE AŞIMLARI

Madde 73- 82 . Maddede tanımlandığı üzere, sonradan düşman durumuna gelmiş olan Taraflar arasında o Maddede yazılı günden önce yapılmış olup aşağıda gösterilen türlerdeki sözleşmeler, içerdikleri  hükümlere ve işbu Andlaşmanın hükümlerine bağlı bulunmak koşulu ile, yürürlükte kalırlar.

a) Taşınmaz malların satışına ilişkin sözleşmeler (satış işlemi yöntemine uygun biçimde henüz gerçekleştirilmiş olmasa bile, 82. Madde uyarınca Tarafların düşman durumuna geldiği günden önce teslim işlemi fiilen yapılmış ise) ;

b) Özel kişiler arasında yapılmış kira, kira bedeli ve kira vaadi sözleşmeleri [baux, contrats de location et promesses de location] ;

c) Özel kişiler arasında yapılan maden, orman ya da tarını topraklarının işletilmesine ilişkin sözleşmeler;

d) İpotek, sağlanca [gage] ve inanca [nantissement] Sözleşmeleri;

e) Bağlı oldukları yasaya göre ortaklarının kendilerinden başka bir kişiliği bulunmayan kollektif ortaklıklarına (partnerships) uygulanmamak üzere, ortaklık kurucu sözleşmeleri ;

f) Konusu ne olursa olsun, gerçek kişiler ya da Ortaklıklar ile Devlet, İller, Belediye ve benzeri öteki yönetimsel tüzel kişiler arasında yapılan sözleşmeler;

g) Aile hukukuna ilişkin sözleşmeler;

h) Bağışlara ya da, ne nitelikte olursa olsun, kazandırmalara [teberru, liberalites] ilişkin sözleşmeler.

İşbu Madde, sözleşmelere, yapıldıkları sırada kendiliklerinden taşıdıkları değerden başka bir değer verilmesi için ileri sürülemez.

İşbu Madde ·ayrıcalık sözleşmelerine uygulanmayacaktır.

Madde 74- Sigorta Sözleşmeleri için işbu Kesimin Ekinde yazılı hükümler uygulanır.

Madde 75- 73. ve 74. Maddelerde sayılan Sözleşmeler ve ayrıcalık sözleşmeleri dışarıda tutulmak üzere, sonradan birbiriyle düşman durumuna gelen kişiler arasında yapılmış sözleşmeler, tarafların düşman oldukları günden başlayarak kaldırılmış sayılacaktır.

Bununla birlikte, sözleşmenin bağıtlılarından her biri, işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulmasından başlayarak üç ay içinde, gerekiyorsa, öteki tarafa sözleşmenin yapıldığı günkü koşullar ile, onun yürürlükte bırakılması istenildiği günkü koşullar arasındaki farkı karşılayacak bir zarar · giderim ödemek üzere, sözleşmenin uygulanması isteminde bulunabilecektir. Bu zarar - giderim, taraflar arasında bir anlaşmaya varılamazsa, Karma Hakem Mahkemesince saptanacaktır.

Madde 76- İşbu Andlaşmanın yürürlüğe konulmasından önce 73, 74 ve 75. Maddelerde yazılı sözleşmelerin Bağıtlı Devletler uyruklarından olan tarafları arasında ve özellikle bu sözleşmelerin sona erdirilmesi, sürdürülmesi, uygulama biçimi ya da onlarda değişiklik yapılmasıyla ilgili olarak ve, ödenecek paranın türüne ya da kambiyo değerine ilişkin anlaşmalar da hunun kapsamı içine girmek üzere, tüm işlemlerin [transaction) geçerliliği doğrulanmıştır.

Madde 77- 30 Ekim 1918'den sonra Müttefikler uyrukları ile Türk uyrukları arasında yapılmış sözleşmeler geçerli sayılıp genel hukuk hükümlerine bağlı olacaktır.

30 Ekim 1918 gününden sonra, 16 Mart 1920 gününe dek, İstanbul Hükümeti ile, yöntemine uygun biçimde yapılmış sözleşmeler de geçerli sayılıp genel hukuk hükümlerine bağlı olacaktır.

16 Mart 1920'den sonra İstanbul Hükümeti ile, yöntemine uygun biçimde ve bu Hükümetin edimsel yönetimi altındaki ülkelerle ilgili olarak yapılmış tüm sözleşmeler ile anlaşmalar, işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulmasından başlayarak üç aylık bir süre içinde, ilgililerin istemleri üzerine, Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayına sunulacaktır. Bu sözleşmeler gereğince yapılmış olan ödemeler, ödemeyi yapmış olan tarafın kredisine, yöntemine uygun biçimde geçirilecektir.

Onaylanmazsa, ilgili tarafın, eğer gerekiyorsa, doğrudan doğruya ve gerçekten gördüğü zararı karşılayacak ölçüde bir zarar-giderim hakkı olacak ve bu zarar giderim, anlaşma yolu ile bir çözüm bulunamazsa, Karma Hakem Mahkemesince saptanacaktır.

Bu Maddenin hükümleri ne ayrıcalık sözleşmelerine, ne de ayrıcalığın geçirimine uygulanamaz.

Madde 78- Sonradan düşman durumuna gelmiş taraflar arasında, ayrıcalık sözleşmeleriyle ilgili olarak ortaya çıkan ya da yukarıda anılan 6 aylık sürenin sona ermesinden önce ortaya çıkabilecek olan tüm anlaşmazlıklar, Karma Hakem Mahkemesince çözümlenecektir.

Ancak, tarafsız devletlerin yasalarının uygulanması nedeniyle bu devletlerin ulusal Mahkemelerinin yetkisi içine giren anlaşmazlıklar bu hükmün dışında kalacaktır.

Bu son durumda, sözkonusu anlaşmazlıklar, Karma Hakem Mahkemesince değil, bu ulusal mahkemelerce çözümlenecektir.

Bu madde uyarınca Karma Hakem Mahkemesinin yetkisi içine giren anlaşmazlıklara ilişkin şikayetler, bu Mahkemelerin kuruluşu gününden başlayarak 6 aylık bir süre içinde, yapılmış olmalıdır. Bu süre sona erince, Karma Hakem Mahkemesine sunulmamış olan anlaşmazlıklar, genel hukuk hükümlerine göre yetkili mahkemelerce çözümlenecektir.

Bu Maddede hükümleri, ne Savaş sırasında aynı ülkede oturmuş ve kişileri ile mallarına özgürce tasarruf etmiş olan tüm taraflar arasında yapılmış sözleşmelere, ne de Tarafların düşman duruma girdikleri günden önce yetkili bir Mahkemece hükme bağlanmış anlaşmazlıklara uygulanamaz.

Madde 79- Bağıtlı Yüksek Taraflar ülkeleri üzerinde düşmanlar arasındaki ilişkilerde süre aşımı, hakkın yitirimi, ya da yasal sürenin geçişi nedeniyle davaya bakılması konularında, her türlü süreler, ister Savaşın başlamasından önce, ister ondan sonra işlemeğe başlamış olsun, 29 Ekim 1914'den bugünkü Andlaşmanın yürürlüğe konulmasınızleyen üç aylık bir sürenin sona ermesine dek durdurulmuş sayılacaktır.

İşbu hüküm, özellikle faiz ve hisse senedi geliri kuponlarının sunulması sürelerine ve kura çıkıp ödenmesi gereken senetlerin ya da ödenecek başkaca her hangi bir senedin sunulma sürelerine uygulanır.

Romanya'ya ilişkin konularda, yukarıda yazılı süreler 27 Ağustos 1916 gününden başlayarak durdurulmuş sayılacaktır.               

Madde 80- Düşmanlar arasındaki ilişkilerde, savaştan önce düzenlenmiş olan hiç bir ticaret senedi, yalnızca kabul ya da ödeme için gerekli süre içinde sunulmaması, ya da Savaş sırasında çekicilere ve cirantalara kabul edilmemek ya da ödenmemek nedeniyle bildirim yapılmaması, ya da protesto ve her hangi bir işlemin eksik bulunması nedeniyle geçersiz sayılmayacaktır.

Eğer bir ticaret senedinin kabul ya da ödenmesi için sunulması zorunluğu ya da kabul edilmemesi ya da ödenmemesinin çekici ya da cirantalara bildirimi zorunluğu ya da o senedin protesto edilmesi zorunluğu için gerekli süre, Savaş sırasında sona ermiş ve senedi sunma ya da protesto etme ya da kabul etmeme ya da ödenmemesini bildirmek durumunda olan taraf bunu Savaş sırasında yapmamış ise, senedi sunmak, kabul etmemek ya da ödenmemesini bildirmek ya da protesto da bulunmak için kendisine işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulmasından başlayarak üç aylık, süre tanınacaktır.

Madde 81- Ödenmesi zamanı gelmiş borçlara karşılık olarak Savaştan önce yapılmış sağlanca ya da ipotekleri paraya çevirmek için Savaş sırasında yapılmış olan satışlar, borçluya haber vermek üzere gerekli işlemler tümüyle yerine getirilmiş olmasa bile, borçlunun her türlü zarar ve ziyanlar konusunda hesapların sonuçlandırılması için alacaklıyı Karma Hakem Mahkemesine çağırabilmesi kesin hakkı saklı kalmak üzere geçerli sayılacaktır.

Mahkeme, taraflar arasındaki hesapları arıtmak, sağlanca ya da ipotek olarak verilen malın verilme koşullarını incelemek ve eğer alacaklı kötü niyetle davranmış ya da malın satışından kaçınmak için ya da bu satışın hakça bir fiyat ile yapılmasını sağlamak için elinde bulunan her olanağa başvurmamış ise, borçlunun satış nedeniyle uğradığı zararı gidermek gereğini alacaklıya yüklemek yetkisine sahip bulunacaktır.

Bu hüküm ancak düşmanlar arasında uygulanacak ve yukarıda yazılı işlemlerden l Mayıs 1923 gününden sonra yapılmış olanları kapsamayacaktır.

Madde 82- Bu Kesimin anlamına göre, bir sözleşmenin taraflarını oluşturan kişiler, aralarında ticaretin fiilen olanaksız bulunduğu ya da bu kişilerden birinin bağlı olduğu, yasalar, Hükümet kararları ya da  yönetmelikler ile ticaret yasaklandığı ya da yasalara aykırı bir nitelik aldığı günden başlayarak düşman sayılacaktır.

Sözleşme yapanlardan biri, Savaş sırasında, onun için düşman olan bir ülkede oturarak kişi ve malları üzerinde özgürce tasarrufta bulunabilmiş olduğu bir durumda, Bağıtlı Yüksek Taraftarlardan birinin ülkesi üzerinde, (Ortaklıklar da kapsamı içine girmek üzere) düşman kişiler ve onların temsilcileri [Agents] arasında yapılmış sözleşmeler 73, 74, 75, 79 ve 80. Maddeler hükümlerinin dışında kalarak genel hükümlere bağlı tutulacaktır.

Madde 83- İşbu Kesimin hükümleri Japonya ile Türkiye arasında uygulanmayacak ve bu hükümlere konu olan sorunlar adı geçen iki ülkenin her birinde yerel yasalar uyarınca çözümlenecektir.

EK

I. YAŞAM SİGORTALARI

(1)

Bir sigortacı ile sonradan düşman olmuş bir kişi arasında yapılmış olan yaşam sigorta sözleşmeleri, savaş durumunun haşlaması ya da o kişinin düşman olması nedeniyle, ortadan kalkmış sayılmayacaktır.

Yukarıdaki Fıkraya göre ortadan kalkmış sayılmayan bir sözleşme hükümleri uyarınca savaş sırasında ödenmesi gerekmiş olan her sigorta edilmiş paranın savaştan sonra ödenmesi gerekecektir. İşbu paraya, ödenmesi gerekti olduğu zamandan ödendiği güne dek, yıllık yüzde beş faiz eklenecektir.

Savaş sırasında sigorta primlerinin ödenmemesinden ya da sözleşme hükümlerinin uygulanmamasından dolayı eğer bir sözleşme hükümsüz ya da etkisiz kalmış ise, sigortalı kişi ya da vekilleri ya da hak sahipleri, işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulması gününden başlayarak on iki ay içinde her zaman poliçenin hükümsüz kaldığı ya da ortadan kalkmış sayıldığı günkü değerini sigortacıdan yıllık yüzde beş faiziyle birlikte isteyebilecektir.

Yaşam sigorta sözleşmeleri, 29 Ekim 1914 gününden önce imza edilip sözleşmelerin hükümlerine göre primlerin ödenmemesinden dolayı, işbu Andlaşmadan önce kaldırılmış ya da miktarı azaltılmış olan Türk uyrukları, işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulması gününden başlayarak üç ay içinde ve eğer o sırada yapıyorlarsa, sigorta edilen sermayenin bütünü için poliçelerini yeniden düzenlemeğe yetkili olacaklar ve bu amaçla, sigorta kumpanyası doktorunun yapacağı ve kumpanyanın uygun göreceği bir sağlık muayenesinden geçtikten sonra toplanmış primleri, yüzde beş toplanmış faizi ile birlikte, ödemek zorunda kalacaklardır.

(2)

Bugün bir Müttefik devlet uyruğu olan Ortaklıklar ile Türkiye uyrukları arasında 1914 yılı 29 Ekiminden önce yapılmış olup Türk Lirasından başka bir para ile ödenmesi öngörülmüş ve primleri 18 Kasım 1915 gününden önce ve sonra ya da yalnızca o günden önce ödenen yaşam sigortası sözleşmeleri aşağıdaki biçimde sonuçlandırılacaktır:

Birincisi: 18 Kasım 1915 gününden önceki zamanlar için sözleşmede yazılı türde para ile ve bu tür parayı çıkaran ülkenin kuruna göre sigorta edilen kişinin haklan poliçenin genel koşullarına uygun olarak saptanacaktır. Örneğin altın Frank, ya da kağıt para Frank olarak belirlenen her para Fransız Frankı ile ödenecektir.

İkincisi: 18 Kasım 1915 gününden sonraki süre için Türk Lirasının değeri Savaştan önceki değerine eşit sayıldığından Türk kağıt parasıyla ödenecektir.

Sözleşmeleri Türk parasından başka bir para ile yapılmış olan Türkiye uyrukları, 18 Kasım 1915'den beri primlerini sözleşmelerde yazılı para ile ödediklerini kanıtlarlarsa, sözkonusu sözleşmeler 18 Kasım 1915'den sonraki zamanlar için bile işbu parayı çıkarmış olan ülkenin kuruna göre ödeyecektir.

Bugün Müttefik bir devletin uyrukluğunu taşıyan Ortaklıklarla 29 Ekim 1914 tarihinden önce Türk parasından başka bir para ile yapılmış ve primlerinin ödenmesi dolayısıyla, şimdiye dek yürürlükte kalmış olan sözleşmelerin sahibi Türkiye uyrukları, işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulması gününden haşlayarak üç ay içinde, bu sözleşmelerde yazılı para ile ve o parayı çıkaran ülkenin kuruna göre, sermayelerini bütünlemesi için poliçelerini yeniden düzenlemek hakkına sahip olacaklardır.

Bunun için, 18 Kasım 1915'den beri süreleri dolmuş olan primleri o para ile ödeyeceklerdir. Buna karşılık, sözü geçen kişilerin o günden sonra Türk parası ile ödedikleri primler kendilerine gene o para ile geri verilecektir.

(3)

Türk Lirası olarak yapılmış olan sigorta sözleşmelerinde ise, ödeme Türk parasıyla olacaktır.

(4)

Sigorta Ortaklığı ile bir özel sözleşme yaparak poliçelerinin değerini ve primlerinin ödeme biçimini önceden düzenlemiş olan sigortalı kişilere ve işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulması gününde poliçeleri kesinlikle ödenmiş olan kişilere 2 . ve 3. Fıkraların hükümleri uygulanmayacaktır.

(5)

Yukarıdaki Fıkraların uygulanmasında, tarafların karşılıklı yükümlerini hesaplarken, kişi ömrü tahminleri ile faiz tutarının karışımına dayanan sigorta sözleşmeleri, yaşam üzerine yapılmış sigorta sözleşmesi hükmünde sayılacaktır.

II. DENİZ SİGORTALARI

(6)

Tarafların düşman durumuna gelmelerinden önce risk haşlamış olması ve sigortacının bağlı olduğu Devlet ya da o Devletin Müttefiklerince girişilmiş savaş eylemleri sonucundaki zararları gidermeye ilişkin bulunmaması koşulu ile, deniz sigorta sözleşmeleri, içerdikleri hükümler geçerli ise, ortadan kaldırılmış sayılmayacaktır.

III. YANGIN SİGORTALARI VE ÖTEKİ SİGORTALAR

(7)

Yukarıdaki Fıkrada yazılı koşullarla, yangın ya da öteki tüm sigorta sözleşmeleri ortadan kaldırılmış sayılmayacaktır.

KESİM: III

BORÇLAR

Madde 84- Bağıtlı Yüksek Taraflar, Savaştan önce yapılmış sözleşmeler gereğince, savaştan önce ya da savaş sırasında ödenmesi zamanı gelmiş olup Savaş nedeniyle ödenmemiş bulunan borçların, sözleşmelerde yazılı koşullar içinde ve üzerinde anlaşılan para ile, o paranın çıkarıldığı ülkedeki kuru üzerinden ödeneceğini kabul ederler.

İşbu Bölümün II inci Kesimi Ekinin hükümlerini bozmamak koşulu ile, şurası kararlaştırılmıştır ki, Savaştan önceki bir sözleşme uyarınca yapılması gereken ödemeler, Savaş sırasında sözkonusu sözleşmede gösterilen paradan başka bir para ile, bir parçası ya da bütünüyle alınmış bulunan paraların karşılığı ise, bu ödemeler gerçekte alınmış olan paralan, alındığı para ile ödeyerek yapılabilecektir. Bu hüküm, işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulmasından önce, ilgililer arasında uzlaşma yolu ile belirlenmiş olan ona aykırı hükümleri bozmayacaktır.

Madde 85- Osmanlı Devlet Borçlarının işbu Kesimin ve işbu Bölümün (Ekonomik Hükümler) öteki Kesimlerinin dışında bırakılmasında anlaşmaya varılmıştır.

KESİM: IV

SINAİ, EDEBİ VE GÜZEL SANATLAR MÜLKİYETİ

Madde 86- İşbu Andlaşma hükümleri saklı tutulmak koşulu ile, sınai, edebi ya da güzel sanatlar mülkiyet haklan, Bağıtlı Devletlerden her birinin yasaları uygulanarak, 1 Ağustos 1914'te sahip bulunmuş oldukları duruma göre, Bağıtlı Yüksek Taraflar topraklarında, işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulması gününden başlayarak, bu haklardan savaş durumunun haşladığı sırada yararlanmış olan kişilerin ya da onların hak sahiplerinin yararına yeniden tanınacak ya da geri verilecektir.

Bunun gibi, eğer Savaş ortaya çıkmasaydı, bir sınai mülkiyetin, bir edebi ya da güzel sanat yapıtının korunması için yasaya uygun biçimde yapılmış bir istem üzerine, Savaş süresince elde edilebilecek haklar da, işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulması gününden başlayarak, sözkonusu haklara sahip bulunan kişiler yararına olarak tanınacak ve geri verilecektir.

Yukarıda yazılı hükümler gereğince, geri verilecek haklan zedelemeksizin Savaş sırasında Müttefik Devletlerden birinin yasama, yürütme ya da yönetim makamınca alınmış olabilecek önlemlere dayanarak, Osmanlı uyruklarına ilişkin sınai, edebi ya da güzel sanatlar mülkiyeti konusunda yapılan tüm işlemler (lisans verilmesi de dahil larak) yürürlükte kalacak ve hükümleri bütünüyle geçerli olacaktır.

Bu hüküm, her hangi bir Müttefik Devlet uyruklarının haklan konusunda Türk Makamlarınca alınmış önlemler için de tıpkısıyla geçerlidir.

Madde 87- 1 Ağustos 1914 gününden önce edinilmiş olan, ya da eğer Savaş çıkmasaydı, Savaştan önce ya da Savaş süresince yapılmış bir istem ile o günden beri edinilmesi olanaklı bulunan sınai mülkiyet haklarını elde etme ya da koruma, ya da bu konuda itiraz ileri sürebilmeleri için, öteki her bir Bağıtlı Devlet ülkesinde Türk uyruklarına ve Türkiye'de sözkonusu Devletlerin uyruklarına, ek resim ve hiç bir tür ceza olmaksızın, her işlemi ve formaliteyi yapmak, her türlü resimleri ödeme ve, genel olarak, her devletin yasalarının gerektirdiği tüm yükümlülükleri yerine getirmek üzere, işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulmasından başlayarak, en az bir yıl süre tanınacaktır.

Kimi işlemlerin yapılmaması ve kimi formalitelerin bütünlenmemesi ya da bir resimin ödenmemesi nedeniyle düşük sayılmış olan sınai mülkiyet haklan - buluş belgeleri ile çizilmiş planlara ilişkin konularda bunların geçersiz görüldüğü süre içinde, onları işleten ya da kullanan üçüncü kişilerin haklarını korumak için, her Devletin hak gözetirce zorunlu sayacağı önlemleri alabilmesi koşulu ile - yeniden geçerli duruma getirilecektir.

Bir buluş belgesinin yürürlüğe konulması, ya da fabrika ya da bir ticaret markasının, ya da bir çizilmiş planının kullanılması için verilen sürede, 1 Ağustos 1914 ile işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulması günü arasındaki zaman hesaba katılmayacak ve, ayrıca, 1 Ağustos 1914 gününde geçerli olan hiç bir buluş belgesinin ve fabrika ya da ticaret markasının ya da çizilmiş planın, işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulması gününden başlayarak, iki yıl geçmedikçe, yalnızca yürürlüğe konulmaması ya da kullanılmaması nedeniyle, düşük ya da iptal edilmiş sayılmaması kararlaştırılmıştır.

Madde 88- Bir yandan Türkiye uyrukları ile Türkiye' de yerleşmiş olan ya da Türkiye'de sanatlarını yapmakta bulunan kişiler, öte yandan Müttefik Devletlerin uyrukları ile Müttefiklerin ülkelerinde yerleşmiş ya da sanatlarını yapan kişiler ve bu kişilerin Savaş sırasında kimi haklarını devretmiş olduğu üçüncü kişiler taraflarından, Savaşın başlaması ile işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulması günü arasında geçen süre içinde, öteki Tarafın ülkesinde ortaya çıkmış olup Savaş sırasında her hangi bir zamanda mevcut bulunmuş olan ya da 86 ıncı Maddeye dayanarak yeniden tanınması gereken sınai, edebi ya da güzel sanatlar mülkiyet haklarını çiğnemiş gibi sayılabilen eylemeler nedeniyle bir dava açılamayacak ve hiç bir istemde bulunulamayacaktır.

Yukarıda sözkonusu eylemler içine, Bağıtlı Yüksek Taraflar Hükümetleri ya da onlar hesabına ya da onların izni ile öteki kişilerce sına!, edebi, ya da güzel sanatlar mülkiyet haklarının kullanılması ve bu haklara ilişkin ürünler, araçlar, gereçler, ya da her türlü eşyanın satışı, satışa çıkarılması ya da kullanılması eylemleri de girmektedir.

Madde 89- Sınai mülkiyet haklarından yararlanma, ya da edebiyat ya da güzel sanatlar alanlarındaki yapıtları çoğaltma konusunda, bir yandan Müttefik Devletler uyrukları ya da onların ülkelerinde oturan ya da orada sanatlarını sürdürmekte olan kişiler ile, öte yandan Osmanlı uyrukları arasında savaş durumundan önce yapılmış olan Lisans Sözleşmeleri, Türkiye ile Müttefik Devletler arasında başlayan savaş durumu gününden sonra ortadan kaldırılmış sayılacaklardır.

Bununla birlikte, her durumda, hu tür bir sözleşmeden yararlanmış olan kimse, işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulduğu günden haşlamak üzere altı ay içinde, hak sahibinden yeni bir lisans isteyebilecek ve bunun koşulları, Taraflar arasında anlaşma yolu ile kararlaştırılmazsa, işbu Bölümün beşinci Kesiminde yazılı Karma Hakem Mahkemesince saptanacaktır. O zaman, Mahkeme, gerekiyorsa, Savaş sırasında haklarının kullanılması nedeniyle, haklı göreceği ödenmesi gereken parayı saptayabilecektir.

Madde 90- İşbu Andlaşma uyarınca Türkiye'den ayrılan ülkeler halkı, gerek hu ayrılışa, gerek onun sonucu olarak doğacak uyrukluk değişikliğine karşın, Osmanlı yasalarına göre, hu değişiklik sırasında sahip oldukları sınai, edebi ve güzel sanatlar mülkiyet haklarından Türkiye'de bütünüyle yararlanmayı sürdüreceklerdir.

Bu andlaşma ile Türkiye'den ayrılan ülkelerde, hu ayrılış sırasında yürürlükte olan ya da 86 ncı Madde gereğince yeniden yerine getirilecek ya da geri verilecek olan sınai, edebi ve güzel sanatlar mülkiyet hakları, sözkonusu toprakların geçeceği Devletçe tanınacak ve Osmanlı yasalarının tanıdığı süre boyunca hu ülkeler üzerinde yürürlükte kalacaktır.

Madde 91- Osmanlı İmparatorluğu Hükümetinin İstanbul' da ya da başka yerlerde 30 Ekim 1918 gününden beri, yöntemine uygun biçimde, vermiş olduğu buluş belgeleri ya da fabrika markaları konusunda yapılan tescil işlemleri ve, bunun gibi, işbu buluş belgeleri ile fabrika markalarının, devir ve teslimine ilişkin her türlü kayıt ya da tescil işlemleri, ilgililerin işbu Andlaşmanın yürürlüğe sokulması gününden başlayarak üç ay içinde, verecekleri dilekçeler üzerine, Türkiye Hükümetine bildirilecek ve bu Hükümetçe tescil edilecektir. İşbu tescilin hükmü, önceki tescil gününden başlayarak geçerlidir.

BÖLÜM : V

KARMA HAKEM MAHKEMESİ

Madde 92- Bir yandan Müttefik Devletlerden her biri, öte yandan Türkiye arasında, hu Andlaşmanın yürürlüğe konulduğu günden başlayarak üç aylık süre içinde, birer Karma Hakem Mahkemesi kurulacaktır.

Bu Mahkemelerden her biri, ikisi ilgili Hükümetlerin her birince atanmak üzere, üç üyeden oluşacaktır. Bu Hükümetler birden fazla kişiyi atamak yetkisine sahip olacaklar ve Mahkemede üye sıfatıyla bulunacak kişiyi, duruma göre, bunlar arasından seçeceklerdir. Başkan ilgili iki Hükümet arasında anlaşılarak atanacaktır.

Bu Andlaşmanın yürürlüğe konulduğu günden başlayarak iki aylık süre içinde bu anlaşma gerçekleştirilemezse, sözkonusu Başkan, ilgili Hükümetlerden birisinin istemi üzerine, Lahey Uluslararası Sürekli Adalet Mahkemesi Başkanınca, Savaş sırasında tarafsız kalmış olan Devletler uyrukluğundaki kişiler arasından atanacaktır.

Eğer bu iki ay içinde ilgili Hükümetlerden biri kendisini Mahkemede temsil edecek üyeyi seçemeyecek olursa, öteki ilgili Hükümetin istemi üzerine, sözkonusu üyenin atanması Milletler Cemiyeti Meclisince yapılacaktır.

Mahkeme üyelerinden biri ölür ya da çekilirse, ya da görevlerini herhangi bir nedenle, yapamayacak bir durumda bulunursa, atama için saptanmış yönteme göre, yerine ötekinin atanması yoluna gidilecektir.

Bu iki aylık süre ölümün, çekilmenin ve görev yapılması olanaksızlığının, yöntemine göre, kanıtlanmış bulunduğu günden başlayacaktır.

Madde 93- Karma Hakem Mahkemelerinin merkezi İstanbul olacaktır. Eğer sorunların nicelik ve niteliği gerekli kılarsa, ilgili Hükümetler her Mahkemede bir ya da birkaç Şube kurmak yetkisine sahip olacaklardır. Bu Şubelerden her birinin toplanması için duruma göre, her hangi bir yer saptanabilecektir. Şubelerden her biri bir ikinci Başkan ile, 92. Maddenin 2 ila 5. Fıkralarında yazılı olduğu üzere atanmış iki üyeden oluşacaktır.

Her Hükümet Mahkeme önünde kendisini temsil etmek için bir ya da bir kaç memur (Ajan) atayacaktır.

Eğer Karma bir Hakem Mahkemesinin ya da Şubelerinden birisinin kuruluşundan haşlayarak iki yıl sonra işbu Mahkeme ya da Şube işlerini bütünlememiş olursa ve o Mahkeme ya da Şubenin toplandığı yerin bulunduğu topraklara sahip olan Devlet istemde bulunursa sözkonusu Hakem Mahkemesi ya da Şubesi bu toprakların dışına taşınacaktır.

Madde 94- 92. ve 93. Maddeler uyarınca kurulan Karma Hakem Mahkemeleri, işbu Andlaşma gereğince kendi yetkilileri içine giren anlaşmazlıklar konusunda hüküm vereceklerdir.

Üyelerinin çoğunluğunun verdiği karar Mahkemenin kararı olacaktır. Bağıtlı Yüksek Taraflar, Karma Hakem Mahkemelerinin kararlarını kesin saydıklarını ve kendi uyrukları için bunların uyulmasını zorunlu kılacaklarını ve Mahkeme kararları kendilerine bildirilir bildirilmez hiç bir uygulama [tenfiz] kararı alınmasına gerek olmaksızın, bunların tüm toprakları üzerinde yerine getirilmesini sağlamayı kabul etmişlerdir.

Bundan başka, Bağıtlı Yüksek Taraflar özellikle Mahkeme kararlarının iletilmesine ve kanıtların toplanmasına ilişkin konularda kendi Mahkeme ve makamlarının Karma Hakem Mahkemelerine ellerinden gelen her türlü yardımı doğrudan doğruya yapmağı üstlenirler.

Madde 95- Karma Hakem Mahkemeleri adalete, hak gözetirliğe ve iyiniyete uygun biçimde çalışacaklardır.

Her Mahkeme, önünde kullanılacak dili saptayacak ve sorunları iyice anlayabilmek üzere, gerekli çevirileri yaptıracak ve izlenecek yargılama yöntem kurallarını ve sürelerini belirleyecektir. Bu kuralların düzenlenmesinde, aşağıdaki ilkelere uyulacaktır.

(1). Yargılama yöntemi, bir tasarı [layiha] ve buna bir karşı tasarı verilmesini öngörecek, ayrıca bir karşı tasarının yanıtı ile onun da yanıtının verilmesi olanağını içerecektir. Eğer taraflardan biri sözlü düşünceler ileri sürmek ya da sürdürmek isteminde bulunursa, öteki tarafa da, böyle bir durumda, aynı biçimde davranma yetkisi tanınması koşulu ile, buna izin verilecektir.

(2). Mahkeme soruşturma yapılmasını, belgeler sunulmasını, bilirkişiye başvurulmasını emretmek; yerinde keşif [expertise] ve incelemede bulunmak, her türlü bilgiyi istemek, tanıkları dinlemek ve taraflardan ya da temsilcilerinden her türlü sözlü açıklama istemek konularında tüm yetkiye sahip olacaktır.

(3). İşbu Andlaşmada yazılı tersine hükümler dışarda tutulmak üzere, Mahkemenin kuruluşu gününden başlayarak altı aylık sürenin bitiminden sonra, sözkonusu Mahkemenin bir kararı ile verilmiş ve uzaklık ya da zorlayıcı nedenlerle, kural - dışı olarak haklı görülmüş bir özel izin bulunamadıkça, hiç bir istem ve sav kabul edilmeyecektir.

(4). Bir yıl içinde, toplantı sekiz haftayı geçmeyecek olan tatil dönemleri dışında, işlerin ivedilikle görülmesini sağlamak üzere, her hafta yeterince toplantı yapmak Mahkemenin görevi olacaktır.

(5). Hükümler, işin Mahkemece görüldüğünü gösteren yargılamanın bitiminden başlayarak en geç iki ay sonra verilmiş olmalıdır.

(6). Konunun gerektirdiği duruşmalar ve, her durumda, hükümlerin okunması açık celsede olacaktır.

(7). Her Karma Hakem Mahkemesi, işlerin iyi biçimde yürütülmesine yararlı görürse, çalışma yeri dışında bir ya da bir kaç toplantı yapmak yetkisine sahip olacaktır.

Madde 96- İlgili Hükümetler her bir Mahkeme için, aralarında anlaşarak, bir genel Sekreter atayacak ve her biri ona bir ya da birkaç Sekreter verecektir. Mahkemenin, ilgili Hükümetlerin onayı ile, yardımlarına gerek göreceği kişileri tutabilmesi bakımından, Genel Sekreter ve Sekreterler onun emri altında bulunacaktır.

Her Mahkeme Sekreterliğinin Büroları İstanbul'da olacaktır. Başka herhangi bir yerde yardımcı Büro kurmak ilgili Hükümetlerin işidir.

Her Mahkeme kendisine verilecek olan işlere ilişkin arşivleri, yazı ve belgeleri kendi Sekreterliğinde saklayacak ve görevinin bitiminde bunları toplantı yerinin bulunduğu Hükümetin Arşiv Dairesine verecektir.

Bu arşivler ilgili Hükümetlere her zaman açık olacaktır.

Madde 97- Her Hükümet atadığı Karma Hakem Mahkemeleri üyeleri ile atayacağı memur ya da Sekreterlerin ücret ve ödeneklerini ödeyecektir.

Başkan ile Genel Sekreterin ücret ve ödenekleri ilgili Hükümetlerce, aralarında anlaşarak, saptanacak ve hu ücret ve ödenekler ile Mahkemenin ortak harcamaları her iki Hükümetçe yarı yarıya ödenecektir.

Madde 98- İşbu Kesim Japonya ile Türkiye arasında ortaya çıkmış olup, bu Andlaşma uyarınca Karma Hakem Mahkemesinin yetkisi içinde bulunması gereken işlere uygulanmayacaktır; bu işler iki Hükümet arasında anlaşma yolu ile çözümlenecektir.

KESİM : VI

ANDLAŞMALAR

Madde 99- İşbu Andlaşmanın yürürlüğe konulmasından sonra ve onun içerdiği hükümler bozulmaksızın, aşağıda sayılan ekonomik ya da teknik nitelikteki çok taraflı Andlaşmalar, Sözleşmeler, Anlaşmalar, Türkiye ile öteki Bağıtlı Devletlerden bunlara taraf olanlar arasında yeniden yürürlüğe gireceklerdir.

(1). Denizaltı kablolarının korunmasına ilişkin 14 Mart 1884, l Aralık 1886 ve 23 Mart 1887 günlü Sözleşmeler ile 7 Temmuz 1887 günlü bütünleyici [de clôture] Protokol;

(2). Gümrük tarifelerinin yayımlanmasına ve gümrük tarifelerinin yayımlanması için uluslararası bir Birlik kurulmasına ilişkin 5 Temmuz 1890 günkü Sözleşme;

(3). Paris'te Uluslararası Sağlık Ofisi kurulmasına ilişkin 9 Aralık 1920 Anlaşması [Arrangement];

(4). Roma'da Uluslararası bir Tarım Enstitüsü kurulmasına ilişkin 7 Haziran 1905 günlü Sözleşme;

(5). Escaut Irmağı üzerinde geçiş resminin satın alınmasına ilişkin 16 Temmuz 1863 günlü Sözleşme;

(6). İşbu Andlaşmanın 19. Maddesindeki özel hükümleri saklı kılmak koşulu altında, Süveyş Kanalının özgürce kullanılmasını güvence altına alacak bir rejim saptanmasına ilişkin 29 Ekim 1888 günlü Sözleşme;

(7). 30 Kasım 1920 günlü Madrit'te imzalanan Sözleşme ve Anlaşmalarla birlikte, Evrensel Posta Birliğine ilişkin Sözleşme ve Anlaşmalar;

(8). 10 - 22 Temmuz 1875 günü Sen - Petersburg [bugünkü Leningrad] da imzalanan Uluslararası Telgraf Sözleşmeleri ve 11 Haziran 1908 de Libzon'da Uluslararası Telgraf Konferansında kararlaştırılan Tüzükler ve Tarifeler;

Madde 100- Türkiye aşağıda sayılan Sözleşnıelere ya da Anlaşmalara katılmağı ve onları onaylamağı yükümlenir.

(1). Otomobillerin uluslararası dolaşımına ilişkin 11 Ekim 1909 günlü Sözleşme;

(2). Gümrük resmine bağlı vagonların kurşunlanarak kapatılmasına ilişkin 15 Mayıs 1886 günlü Anlaşma ve 18 Mayıs 1907 günkü Protokol;

(3). Denizlerde çarpışma, yardım ve kurtarma işlerine ilişkin kimi kuralların birleştirilmesiyle ilgili 23 Eylül 1910 günlü Sözleşme;

(4). Hastahane gemilerinin limanlarda resim ve vergilerden bağışıklığına ilişkin 21 Aralık 1904 günlü Sözleşme;

(5). Kadın ticaretinin yasaklanmasına ilişkin 18 Mayıs 1904, 4 Mayıs 1910 ve 30 Eylül 1921 günlü Sözleşmeler;

(6). Fuhuş ile ilgili yayınların yasaklanmasına ilişkin 4 Mayıs 1910 günlü Sözleşme;

(7). 54, 88 ve 90. Maddelerin saklı kalması koşulu ile, 17 Ocak 1912 günlü Sağlık Sözleşmesi;

(8). Filoksera hastalığına karşı alınacak önlemlere ilişkin 3 Ekim 1881 ve 15 Nisan 1889 günlü Sözleşmeler;

(9). Afyon konusunda 23 Ocak 1912 günü La Haye'de imzalanan Sözleşme ile 1914 Ek Protokolü;

(10). 5 Temmuz 1912 günlü Uluslararası Telsiz Telgraf Sözleşmesi;

(11). Afrika'da alkollü maddelerin bağlı tutulacağı rejime ilişkin Saint - Germain - en - Laye'de imzalanan 10 Eylül 1919 günlü Sözleşme;

(12). 26 Şubat 1885 günlü Berlin Genel Bağıtı ile 2 Temmuz 1890 günlü Brüksel Demeci ve Genel Senedinin yeniden incelenmesi konusunda Saint - Germain - en - Laye'de imzalanan 10 Eylül 1919 günlü Sözleşme;

(13). Eğer Türkiye l Mayıs 1920 günlü Protokol hükümlerinin uygulanmasıyla coğrafya durumunun gerektirdiği değişikliklere kavuştuğunu görürse, Havayolu ile Gezilerin Düzenlenmesine ilişkin 13 Ekim 1919 günkü Sözleşme;

(14). Kibrit yapımında beyaz fosfor kullanılmasının yasaklanmasına ilişkin 26 Eylül 1906 günü Berne'de imzalanan Sözleşme.

Türkiye, bunlardan başka, telli ve telsiz telgraflara ilişkin uluslararası yeni Sözleşmelerin düzenlenmesine katılmağı yükümlenir.

BÖLÜM : IV

ULAŞIM YOLLARI VE SAGLIK İŞLERİ

KESİM : I

ULAŞIM YOLLARI

Madde 101- Türkiye, transitin serbestliğine ilişkin Barselon Konferansınca 14 Nisan 1921 günü kabul edilmiş olan Sözleşme ile Statüye ve uluslararası nitelikte, gidiş - gelişe elverişli su yollarına uygulanacak rejime ilişkin anılan Konferansça 19 Nisan 192 1 günü kabul edilmiş bulunan Sözleşme ve Statü ile Ek Protokole katıldığını açıklar.

Böylece, Türkiye işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulması gününden başlamak üzere, bu Sözleşme, Statü ve Protokoller hükümlerinin yürürlüğe konulmasını yükümlenir.

Madde 102- Türkiye, deniz kıyısı bulunmayan Devletlerin gemi bayrağına sahip olma haklarının tanınmasına ilişkin 20 Nisan 1921 günlü Barselon Deklarasyonuna katıldığını açıklar.

Madde 103 - Türkiye, 20 Nisan 1921 günlü Barselon Konferansının uluslararası rejime bağlı limanlara ilişkin Öğütleme Kararlarına katıldığını açıklar.

Türkiye bu rejim altına konulacak limanları daha sonra bildirecektir.

Madde 104- Türkiye, 20 Nisan 1921 günlü Barselon Konferansının uluslararası demiryollarına ilişkin öğütleme kararlarına katıldığını açıklar. Bu öğütlemeler işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulması gününden başlayarak, Türk Hükümetince, karşılıklı olmak koşulu ile, uygulanacaktır.

Madde 105- Türkiye, işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulmasından sonra, 14 Ekim 1890, 20 Eylül 1893, 16 Temmuz 1895, 16 Haziran 1898 ve 19 Eylül 1906 günlerinde Bern'de imza edilen Demiryolları ile eşya taşınmasına ilişkin Sözleşmelere ve Düzenlemelere [Arrangements] katılmağı yükümlenir.

Madde 106- Yeni sınırların geçeceği yerler nedeniyle, bir ülkenin iki bölümünü birbirine bağlayan bir demiryolu öteki ülkeyi kesiyor ya da bir ülkeden haşlayan bir demiryolu kolu başka bir ülkede son buluyorsa, iki ülke arasındaki ulaşıma ilişkin konularda işletme koşulları, özel olarak kararlaştırılan hükümler saklı kalmak üzere, ilgili Demiryolu Yönetimleri arasında yapılacak bir anlaşma ile düzenlenecektir; bu Yönetimler anlaşma koşulları üzerinde uyuşamazlarsa, bunlar hakem yolu ile belirlenecektir.

Türkiye ve onunla sınırı olan Devletler arasındaki sınır üzerinde tüm tren istasyonlarının kurulması ve bu istasyonlar arasındaki demiryolların işletilmesi özdeş koşullar içeren anlaşmalarla düzenlenecektir.

Madde 107- Geldiği ya da gittiği yer Türkiye ya da Yunanistan olup Yunan - Bulgar sınırı ile, Kuleliburgaz yakınına düşen Yunan-Türk sınırı arasındaki Doğu Demiryollarının üç kesiminden transit olarak yararlanan yolcular ve ticaret eşyasından işbu transit nedeniyle hiç bir resim ya da harç alınmayacak ve hiç bir pasaport ya da gümrük kontrolü işlemi yapılmayacaktır.

İşbu Maddenin uygulanması Milletler Cemiyeti Meclisinin seçeceği bir Komiserce sağlanacaktır.

Yunan ve Türk Hükümetleri hu Komiser katında yukarıda sözü edilen hükümlerin uygulanmasına ilişkin her soruna Komiserin ilgisini çekmekle görevli ve hu görevin yapılması için gerekli tüm kolaylıklardan yararlanacak bir temsilci atamak hakkına sahip olacaklardır. Bu Temsilciler, gereksinim duyacakları alt memurların sayısı ve niteliği konusunda Komiserle anlaşacaklardır.

Sözkonusu hükümlerin uygulanmasına ilişkin olup çözümlemeği başaramadığı her sorunu, Milletler Cemiyeti Meclisinin kararına sunmak bu Komiserin yetkisi içinde bulunacaktır. Yunanistan ve Türkiye Hükümetleri, çoğunlukla karar alacak olan işbu Meclis'in her kararına uymağı yükümlenirler.

Bu Komiserin maaşı ve yapacağı hizmete ilişkin harcamaları Yunan ve Türk Hükümetlerince eşit biçimde karşılanacaktır.

Türkiye daha sonra Edirne'yi Kuleliburgaz ile İstanbul arasındaki demiryoluna bağlayan bir demiryolu yaparsa, işbu Maddenin, Kuleliburgaz ve Bosnaköy yanındaki Yunanistan - Türkiye sınır noktaları arasında, iki yönlü transite ilişkin hükümleri geçersiz kalacaktır.

İlgili Hükümetlerden her biri, bu Andlaşmanın yürürlüğe konulması gününden haşlamak üzere, beş yıllık bir süre sonunda işbu Maddenin 2-5. Fıkralarında öngörülen denetlemeği sürdürmeğe neden olup olmadığı konusunda bir karar vermesi için Milletler Cemiyeti Konseyine başvurmak hakkına sahip olacaklardır. Bununla birlikte, Yunan - Bulgar sınırı ile Bosnaköy arasında bulunan Doğu Demiryollarının iki kesimi üzerindeki transite ilişkin olan 1. Fıkra hükümlerinin yürürlükte kalması kararlaştırılmıştır.

Madde 108- Gerek Osmanlı Hükümetinin ya da özel Ortaklıkların olup işbu Andlaşma uyarınca Osmanlı İmparatorluğundan ayrılan topraklarda bulunan limanlar ile demiryollarının geçirimine ilişkin, gerek Bağıtlı Devletler arasında ayrıcalık hakkı sahiplerine ve memurlarının emeklilik işlerine ilişkin olarak önceden konulmuş ya da konulacak özel hükümler saklı kalmak üzere, demiryollarının geçirimi aşağıdaki koşullara göre yapılacaktır.

1°. Tüm demiryolları için yapılmış yapıt ve tesisler bütünüyle, ve, olanaklı olduğu ölçüde, iyi durumda bırakılacaktır.

2°. Kendisinin yürüyücü gereçleri (materiel roulant) bulunan bir demiryolu ağının tümü devredilmiş bir toprak üzerinde ise, bu gereçler 30 Ekim 1918 günlü son envantere göre bütünü ile bırakılacaktır.

3°. İşbu Andlaşma gereğince yönetimleri ayrılacak demiryollarının yürüyücü gereçlerinin bölüşülmesi, çeşitli parçaları kendilerine verilen Yönetimler arasında dostça anlaşma yolu ile saptanacaktır. Bu anlaşma, 30 Ekim 1918 günlü son envantere göre, sözkonusu demiryolu üzerindeki kayıtlı gereçlerin önemini, servis yolları ile birlikte, demiryollarının uzunluğunu, ulaşımın nitelik ve niceliğini hesaba katacaktır Anlaşmaya varılamazsa, anlaşmazlıklar hakem yolu ile çözümlenecektir.

Hakem kararı, gerekiyorsa, her kesimde bırakılması gereken lokomotifleri, yolcu ve yük vagonlarını gösterecek, bunların devralınması koşullarını belirleyecek ve eldeki atölyelere götürülen gereçlerin, kısa bir süre içinde, bakımını sağlamak için zorunlu görülecek düzenlemeleri ortaya koyacaktır.

4°. Ana maddeler, oturma eşyası ve aletler, yürüyen gereçlerin bağlı tutulduğu koşulların tıpkısına bağlı olacaktır.

Madde 109- Tersine hükümler olmadıkça, eğer yeni bir sınırın çizilmesi yüzünden bir Devletin sularının düzeni (kanallar açılması, su baskınları, sulama, drenaj, ya da onların benzeri işler) öteki bir Devletin toprağında yapılacak işlere bağlı bulunduğu, ya da bir Devletin toprakları üzerinde, Savaştan önceki yapılagelişler gereğince, öteki bir Devletin topraklarından çıkan sular ya da idrolik enerji kullanılıyorsa, ilgili Devletler arasında, her birinin çıkarlarını ve kazanılmış haklarını koruyacak nitelikte, bir anlaşma yapmaları gerekir.

Anlaşma olmazsa sorun hakem yolu ile çözümlenecektir.

Madde 110- Romanya ve Türkiye, Köstence-İstanbul [telgraf] kablosunun işletme koşullarını hakça saptamak üzere, aralarında anlaşacaklardır. Anlaşma olmazsa, sorun hakem yolu ile çözümlenecektir.

Madde 111- Türkiye, gerek kendi, gerek uyrukları adına, artık kendi topraklarına erişmeyen kabloların tümü ya da parçaları üzerinde, ne nitelikte olursa olsun, tüm hak ya da ayrıcalıklardan vazgeçer.

Eğer yukarıdaki Fıkra gereğince geçirimi yapılmış olan kablolar ya da kabloların bir bölümü özel mülkiyetten ise, sahiplerinin zararlarının giderimi, mülkiyetin geçtiği Hükümlerce karşılanacaktır. Zarar giderimin tutarında anlaşma olmazsa, hu tutar hakem yolu ile saptanacaktır.

Madde 112- Türkiye kendi topraklarında en az bir bağlantısı olan kablolar üzerinde daha önce sahip olduğu mülkiyet haklarını koruyacaktır.

Bu kabloların Türk topraklarına giriş haklarının kullanılması ve onların işletilmesi koşulları ilgili Devletlerce, dostça anlaşarak, düzenlenecektir. Anlaşma olmazsa, anlaşmazlık hakem yolu ile çözümlenecektir.

Madde 113- Bağıtlı Yüksek Taraflar, her biri kendisiyle ilgili olarak, Türkiye'de yabancı postahanelerin kaldırılmasını kabul ettiklerini açıklarlar.

KESİM : II

SAGLIK İŞLERİ

Madde 114- İstanbul Sağlık İşleri Yüksek Kurulu (Conseil Superieur de Sante de Constantinople) kaldırılmıştır. Türkiye'nin kıyıları ve sınırlarının sağlık örgütüyle Türk yönetimi görevlidir.

Madde 115- Oranları ve koşulları hakça olacak tek düzen bir sağlık tarifesi, Türk bayrağı ile yabancı bayrakları ayırt etmeksizin, tüm gemilere ve Türkiye uyruklarına uygulanan özdeş koşullarla, yabancı Devlet uyruklarına uygulanacaktır.

Madde 116- Türkiye, açıkta kalmış olan eski sağlık memurlarının, İstanbul Sağlık İşleri Yüksek Kurulunun paralarından ayrılarak verilmek üzere, zarar giderimi haklarına ve işbu Kurulun bugünkü eski memurlarının ve onların yerine geçen hak sahiplerinin kazanılmış öteki tüm haklarına bütünüyle saygı göstermeği üstlenir. İşbu haklara, eski İstanbul Sağlık İşleri Yüksek Kurulu'nun yedek akçesinin ayrılması biçimine ve eski Sağlık Yönetiminin kesin arıtımına ilişkin tüm işler ile onlara benzer ya da bağlı olan öteki tüm sorunlar, özel (ad hoc) bir Komisyonca çözümlenecektir. Bu Komisyon, Almanya, Avusturya ve Macaristan dışındaki İstanbul Sağlık İşleri Yüksek Kuruluna katılmış olan Devletlerden her birinin bir temsilcisinden oluşacaktır. Gerek yukarıda sözüedilen arıtma, gerek bu arıtımdan sonra kalan paraların tahsis yönüne ilişkin olarak, işbu Komisyonun üyeleri arasında anlaşmazlık çıkarsa, Komisyonda temsil edilen Devletlerden her biri, son karan alacak olan Milletler Cemiyeti Meclisine başvurma hakkına sahip bulunacaktır.

Madde 117- Türkiye ile Mekke'de Hac ödevinin, Kudüs ziyaretinin ve Hicaz Demiryollarının korunmasında ilgili bulunan Devletler, uluslararası Sağlık Sözleşmelerinin hükümleri uyarınca, özel önlemler alacaklardır. Uygulamada eksiksiz bir tekdüzen sağlamak amacıyla, hu devletler ile Türkiye, Hac ve ziyaretlere ilişkin sağlık Eşgüdüm Komisyonu kuracaklardır. Bu Komisyon'da Türkiye Sağlık Daireleri ve Mısır Deniz ve Karantina Sağlık Kurulu temsil edilecektir.

Bu Komisyon, topraklan üzerinde toplanacağı Devletin önceden iznini alacaktır.

Madde 118- Hac ve ziyaretlere ilişkin Sağlık İşleri Eşgüdüm Komisyonu'nun çalışmaları konusunda, gerek Milletler Cemiyeti Sağlık Komitesine ve Uluslararası Genel Sağlık Ofisine, gerek Hac ve ziyaretle ilgili her ülkenin istemde bulunacak Hükümetine raporlar gönderilecektir.

Komisyon, kendisine Milletler Cemiyetince, Uluslararası Genel Sağlık Ofisince ya da ilgili Hükümetlerce yöneltilecek tüm sorular üzerine görüşünü bildirecektir.

KESİM : V

ÇEŞİTLİ HÜKÜMLER

SAVAŞ TUTSAKLARI

Madde 119- Bağıtlı Yüksek Taraflar, ellerinde kalmış olan savaş tutsakları ile sivil tutukluları hemen ülkelerine geri yollamağı yükümlenirler

Yunanistan ve Türkiye'nin, her birinin elinde bulunan savaş tutsakları ve sivil tutukluların mübadelesi bu Hükümetler arasında 30 Ocak 1923 günü Lozan'da imza edilmiş olan özel Anlaşmanın konusunu oluşturmaktadır.

Madde 120- Disipline aykırı eylemler nedeniyle cezaya çarptırılması gereken ya da çarptırılmış olan savaş tutsakları ve sivil tutuklular, cezalarının bütünlenmesine ya da onlara ilişkin yasal kavuşturmanın sona ermesine bakılmazsızın, geri yollanacaktır.

Disiplin cürümleri dışındaki eylemeleri nedeniyle cezaya çarptırılması gereken ya da çarptırılmış olanların tutuklulukları sürdürülebilecektir.

Madde 121- Bağıtlı Yüksek Taraflar, kaybolanların aranması ya da geri gönderilmeme isteğinde bulunmuş olan savaş tutsaklar ve sivil tutukluların kimliklerinin belirlenmesi için, her biri kendi toprakları üzerinde, her türlü kolaylığı göstermeği yükümlenirler.

Madde 122- Bağıtlı Yüksek Taraflar, işbu Andlaşma yürürlüğe konulur konulmaz, savaş tutsaklar ve sivil tutukluların olduğu ya da olmuş bulunduğu halde alıkonulmuş tüm eşya, para, hisse senetleri, tahviller, belgeler ya da her türlü kişisel eşyanın geri verilmesini yükümlenir

Madde 123- Bağıtlı Yüksek Taraflar, kendi Ordularınca ele geçirilmiş olan savaş tutsaklarının geçimleri için harcanan paraların ödenmesinden karşılıklı olarak vazgeçtiklerini açıklarlar.

2. MEZARLIKLAR

Madde 124- Aşağıda 126. Maddenin özel hükümleri zedelenmeksizin, Bağıtlı Yüksek Taraflar, içlerinden her birinin 29 Ekim 1914'ten beri savaş alanında, ya da yaralanma, kaza ya da hastalık sonucunda ölen kara ve deniz askerleri ile o günden beri, tutsaklık sırasında ölmüş savaş tutsaklar ve sivil tutukluların, kendi egemenlikleri altında bulunan topraklar üzerindeki mezarlıklarına, mezarlarına, toplu ceset çukurlarına ve adlarına dikilen anıtlara saygı gösterecek ve onların bakımını yapacaklardır.

Bağıtlı Yüksek Taraflar, içlerinden her birinin sözkonusu mezarlıklar, mezarlar ve toplu ceset çukurlarını belirlemek kaydını yapmak, yönetmek ve bunların bulundukları yerlerde uygun anıtlar dikmekle görevlendirecekleri Komisyonlara, kendi toprakları üzerinde görevlerini yapmak için, tüm kolaylıkları gösterme konusunda anlaşacaklardır.

Bağıtlı Taraflar, yukarıda sözügeçen kara ve deniz askerlerinin kemiklerinin yurtlarına geri gönderilmesi konusundaki istemleri yerine getirebilmek için, ulusal yasalar hükümleri ve genel sağlığın gerekleri saklı kalmak koşulu ile, her türlü kolaylığı, karşılıklı olarak, göstermeğe söz verirler.

Madde 125- Bağıtlı Yüksek Taraflar :

Birincisi : Tutsak iken ölen savaş tutsakları ve sivil tutukluların, kimliklerinin belirlenmesi için yararlı tüm bilgilerle birlikte, eksiksiz bir listesini;

İkincisi : Kimlikleri belirlenmeksizin gömülmüş ölülerin, mezarlarının sayısı ve yerleri konusunda her türlü bilgileri, karşılıklı olarak, birbirlerine vermeği yükümlenirler.

Madde 126 - Romanya topraklarında 27 Ağustos 1916'dan beri ölen Türk kara ve deniz askerleri ve savaş tutsaklarının mezarları, toplu ceset çukurları ve adlarına dikilen anıtların bakımı ile sivil tutuklulara ilişkin 124. ve 125. Maddelerden doğan başkaca her hangi bir yükümlülük için Romanya Hükümeti ile Türkiye Hükümeti arasında özel bir Andlaşma yapılacaktır.

Madde 127- 124. ve 125. Maddelerin genel nitelikteki hükümlerini bütünlemek için, bir yandan Britanya İmparatorluğu, Fransa ve İtalya Hükümetleri, öte yandan Türkiye ve Yunanistan Hükümetleri 128.den 136'ya dek olan Maddelerdeki özel hükümleri kararlaştırmışlardır.

Madde 128- Türkiye Hükümeti, Britanya İmparatorluğu, Fransa ve İtalya Hükümetlerine karşı kendi toprakları üzerinde onların savaş alanında ya da yaralama, kaza, ya da hastalık sonucu ölmüş olan kara ve deniz askerleri ile tutsak iken ölen savaş tutsakları ve sivil tutukluların mezarları, mezarlıkları, toplu ceset çukurları ve adlarına dikilmiş anıtlarının üzerinde bulunduğu arsaları o devletlere ayrı ayrı ve süresiz olarak bırakmağı yükümlenir.

Bundan başka sözkonusu mezarlara, mezarlıklara, toplu ceset çukurlarına ve anıtlara serbestçe girilmesine ve, gerekiyorsa, cadde ve yolların yapılmasına izin vermeği yükümlenir.

Yunan Hükümeti, kendi topraklarına ilişkin olarak, özdeş yükümlülükleri üstlenir.

Yukarıdaki hükümler, verilen arsalarda Türk egemenliğini ya da, duruma göre, Yunan egemenliğini zedelemez.

Madde 129- Türkiye Hükümetince verilecek arsalar içinde, özellikle Britanya İmparatorluğu için 3 sayılı haritada gösterilmiş olan Anzak adlı Kesim (Arıburnu) de bulunacaktır.

Britanya İmparatorluğunun yukarıda belirtilen arsalardan yararlanması şu koşullar içinde olacaktır :

(1). Bu arsalar, işbu Andlaşma ile belirlenen kullanma amacından başka bir biçimde kullanılmayacak; böylece hiç bir askersel ya da ticari amaçla ya da verilmesine neden olan yukarıda belirli amaca aykırı, başkaca hiç bir amaçla kullanılmayacaktır.

(2). Türkiye Hükümeti, mezarlıklarla birlikte, sözkonusu arsaları her zaman denetlemek hakkına sahip bulunacaktır.

(3). Mezarlıkların korunmasında sivil bekçilerin sayısı, her mezarlık için bir bekçiyi geçmeyecektir. Mezarlıkların dışındaki arsalar için özel bekçiler olmayacaktır.

(4). Sözkonusu arsalarda, mezarlıkların gerek içinde, gerek dışında, bekçiler için zorunlu konutlardan başka hiç bir konut yapılmayacaktır.

(5). Sözkonusu arsaların deniz kıyısı üzerinde, kişi ve mal indirip bindirmeğe yararlı hiç bir rıhtım, mendirek, ya da iskele yapılmayacaktır.

(6). Gerekli tüm resmi işlemler yalnız Boğazların iç kıyılarında yapılabilecek ve arsalara ancak bu işlemlerin yapılmasından sonra girilebilecektir. Türk Hükümeti, olanaklı bulunduğu ölçüde, kolay olması gereken hu işlemlerin, işbu Maddenin öteki hükümleri zedelenmemek koşulu ile, Türkiye'ye giden başka yabancılar için konulmuş işlemlerden daha zor olmamasını ve her türlü yersiz gecikmeyi önleyici biçimde yapılmasını kabul eder.

(7). Sözkonusu yerleri ziyaret etmek isteyen kişiler silahlı olmayacaklardır. Türk Hükümeti işbu kesin yasaklamanın uygulanmasını izlemek hakkına sahip bulunacaktır.

(8). 150 kişiden fazla olan her ziyaretçi kafilesinin varışından en az bir hafta önce Türk Hükümetine bilgi verilmesi gerekecektir.

Madde 130- Mezarlara, mezarlıklara ve toplu ceset çukurlarına ve anıtlara ilişkin sorunları yerinde çözümlemekle görevli olarak Büyük Britanya, Fransa ve İtalya Hükümetlerinden her biri birer Komisyon atayacaktır. Bu Komisyonlarda Türk ve Yunan Hükümetleri de birer temsilci bulunduracaktır.

İşbu Komisyonlar özellikle:

(1). Cesetlerin gömüldüğü ya da gömülmüş olabileceği bölgeleri bulmak ve mezarları, toplu ceset çukurlarını ve anıdan saptamak;

(2). Mezarların, gerekiyorsa, bir arada toplanması koşullarını saptamak; Türk topraklarında Türk temsilcisi ve Yunan topraklarında Yunan temsilcisi ile anlaşarak, toplu mezarlıklar ile çukurların ve dikilecek anıtların yerlerini belirlemek; kullanılacak arsa genişliğini, zorunlu en düşük düzeyde tutarak, bu yerlerin sınırlarını belirlemek;

(3). Kendi uyrukları için yapılmış ya da yapılacak mezarların, mezarlıkların, çukurların ve anıtların kesin planlarını, bağlı oldukları Hükümetleri adına, Türk ve Yunan Hükümetlerine bildirmekle görevlidirler.

Madde 131- Kendilerine arsa ayrılan Hükümetler, işbu toprakları yukarıda öngörüldüğünden başka biçimde kullanmamağı ve kullanmağa izin vermeği yükümlenir. Sözkonusu arsalar deniz kıyısında bulunuyorsa, kıyı topraklan verildiği Hükümetlerce her hangi bir kara ve deniz gücü için ya da ticaret amacıyla kullanılmayacaktır. Üzerinde mezarlar ve mezarlıklar yapılmasından vazgeçilecek ve anıt dikilmesi için kullanılmayacak topraklar yine Türk ya da, duruma göre, Yunan Hükümetine kalacaktır.

Madde 132- 128. inciden 130. uncuya kadar olan Maddelerde yazılı arsaların süresiz olarak ve bütünüyle yararlanmaları için Britanya, Fransa ve İtalya Hükümetlerine bırakılmasına ilişkin yasal ve yönetimsel gerekli önlemler, Türk Hükümeti ve Yunan Hükümetince, 130. Maddenin 3. Fıkrasında öngörülen bildirimi izleyecek olan altı ay içinde alınacaktır.

Eğer kamulaştırmak yoluna, gitmek gerekirse, Türk ve Yunan Hükümetleri bu kamulaştırımları, her biri kendi topraklan üzerinde, giderlerini kendileri karşılayarak yapacaktır.

Madde 133- Britanya, Fransa ve İtalya Hükümetleri, uyruklarının mezarlarının, mezarlıklarının, toplu ceset çukurlarının ve anıtlarının yapımı, düzenlenmesi ve bakımı işlerini uygun görecekleri herhangi bir Kuruma bırakmakta özgür olacaklardır. Bu Kurumlar askersel bir nitelikte bulunmayacaktır. Mezarların bir araya getirilmesini, mezarlık ve toplu ceset çukurlarının kurulmasını sağlamak üzere, cesetlerin mezarlardan çıkarılması ve başka bir yere götürülmesi ve kendilerine arsa ayrılan Hükümetlerce yurtlarına geri yollanması kararlaştırılacak cesetlerin mezarlardan çıkarılıp taşınması işlerini yaptırmak hakkına yalnız bu Kurumlar sahip olacaktır.

Madde 134- Britanya, Fransa ve İtalya Hükümetleri Türkiye'de bulunan mezarların, mezarlıkların, toplu ceset çukurlarının ve anıtların korunması işini kendi uyrukları arasından atanmış bekçilerle sağlama hakkına sahip olacaklardır. Türk makamlarınca tanınacak olan bu bekçiler mezarların, mezarlıkların, toplu ceset çukurlarının ve anıtların korunmasını sağlamak üzere, bu makamlardan yardım göreceklerdir.

Bekçilerin, hiç bir askersel niteliği olmayacaktır; ancak kendilerini savunmak için bir tabanca ya da otomatik tabanca taşıyabileceklerdir.

Madde 135- 128. inciden 131. İnci'ye dek Maddelerde sözkonusu arsalar Türkiye ve Türk makamları ve, duruma göre, Yunanistan ve Yunan makamlarınca hiç bir kira bedeline, resim ya da vergiye bağlı tutulmayacaktır. Britanya, Fransa ve İtalya Hükümetleri temsilcileri ile mezarlar, mezarlıklar, toplu ceset çukurlarını ve anıtları ziyaret isteğinde bulunan kişiler için oralara girmek her zaman serbest olacaktır. Türk Hükümeti ve Yunan Hükümeti sözkonusu arsalara çıkan yolların bakımını süresiz biçimde üstleneceklerdir.

Türk Hükümeti ve Yunan Hükümeti yukarıda sözüedilen mezarların, mezarlıkların, toplu ceset çukurlarının ve anıtların bakımıyla görevli kişilerin gereksinimleri ve toprakların sulanması için yeterince suyu sağlayabilmeleri konusunda Britanya, Fransa ve İtalya Hükümetinlerine her türlü kolaylığı göstermeği yükümlenirler.

Madde 136- Britanya, Fransa ve İtalya Hükümetleri, Türkiye'den ayrılan topraklarda bulunanlarla kendi Hükümetlerine bağlı topraklarda gömülü Türk kara ve deniz askerleri için mezarlar, mezarlıklar, toplu ceset çukurları ve anıtlar kurulması için 128. Madde ile 130. uncudan 135. inciye dek olan Maddeler hükümlerinden yararlanmak hakkını Türkiye Hükümetine tanımayı yükümlenirler.

3. GENEL HÜKÜMLER

Madde 137- Bağıtlı Yüksek Taraflar arasında tersine kararlaştırılan hükümler dışında, 20 Ekim 1918 gününden başlayarak işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulmasına dek İstanbul'u işgal eden Devletler uyruklarının, yabancıların ya da Türk uyruklarının hakları, malları ve çıkarlan ve bunlardan her birinin Türk makamları ile olan ilişkileri konusunda adıgeçen devletler makamlarınca ya da onlarla anlaşarak alınmış kararlar ya da verilen buyruklar geçerli sayılacak ve bunlar nedeniyle adı geçen Devletler ya da onların makamları aleyhine hiç bir istem ileri sürülemeyecektir.

Yukarıda sözüedilen kararlar ya da buyruklar nedeniyle uğranılan bir zarardan doğan başkaca tüm istemler Karma Hakem Mahkemesine götürülecektir.

Madde 138- Genel affa ilişkin bugünkü Demecin IV. ve VII. paragrafların hükümleri zedelenmemesi koşulu ile, yargısal konularda 30 Ekim 1918 gününden başlayarak işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulmasına dek, Türkiye'de İstanbul'u işgal eden Devletlerin yargıçları, mahkemeleri ya da makamlarınca ve 8 Aralık 1921 günü kurulan Karma Yargı Komisyonunca Türkiye'de verilen kararlar ve emirler, uygulanmaya ilişkin önlemlerle birlikte, geçerli olacaktır.

Şu da var ki, bir askersel mahkeme ya da bir polis mahkemesince hukuksal konularda verilen ve kendisini yararlandıran bir yargısal karar nedeniyle her hangi bir kişi, karşılaştığı bir zararın giderimi için bir istemde bulunursa, işbu istem Karma Hakem Mahkemesine sunulacak ve bu Mahkeme de, gerekiyorsa, bir zarar giderimi ödenmesine ya da geri verme işlemine karar verebilecektir.

Madde 139- Sivil yönetime, yargısal ya da maliye makamlara ya da Vakıflar Yönetimine ilişkin olup, Türkiye'de bulunmakla birlikte, Osmanlı İmparatorluğundan ayrılan bir toprağın Hükümetini özellikle ilgilendiren arşivler, sicil defterleri, planlar, senetler ve öteki belgeler ile, huna karşılık olarak, Osmanlı İmparatorluğundan ayrılan bir toprak üzerinde bulunup Türk Hükümetini özellikle ilgilendiren arşivler, planlar, senetler ve öteki belgeler, karşılıklı olarak, birbirlerine geri verilecektir.

Yukarıda sözügeçen arşivler, sicil defterleri, planlar, senetler ve öteki belgeleri elinde bulunduran Hükümet, kendisini de bunlarla ilgili görüyorsa, ilgili öteki Hükümete, istem üzerine, onların fotokopilerini ya da onaylı örneklerini vermek karşılığında, asıllarını alıkoyabilecektir.

Gerek Türkiye'den, gerek ayrılan topraklardan alınıp götürülmüş olan arşivler, sicil defterleri, planlar, senetler ve öteki belgeler özellikle alındıkları topraklara ilişkin ise, hunların asılları, karşılıklı olarak, geri verilecektir.

İşbu işlemlerin gerektirdiği harcamalar, istemde bulunan Hükümetçe yapılacaktır.

Yukarıdaki hükümler, eski Osmanlı İmparatorluğunun iken 1912 yılından sonra Yunanistan’a geçen yerlerde bulunan taşınmaz mallar ya da Vakıflara ilişkin sicil defterlerine de özdeş koşullarla uygulanır.

Madde 140 - Türkiye ile öteki Bağıtlı Devletler arasında, Savaş sırasında ve 30 Ekim 1918 gününden önce, her birinin ele geçirdiği deniz ganimetleri, birbirlerine karşı hiç bir işlem ve sav konusu olmayacaktır.

İstanbul'u işgal eden Devletlerce anılan günden sonra, Silah Bırakışımının bozulması nedeniyle, el konulan mallar [saisies] konusunda da bu hüküm geçerli olacaktır.

Şurası kararlaştırılmıştır ki, İstanbul'u işgal eden Devletlerin Hükümetleri ya da Türk Hükümetince, 29 Ekim 1914 gününden 1 Ocak 1925 gününe dek, kendi limanlarında kullanılmış olan her türlü tekneler, küçük tonajlı gemiler, yatlar ve mavunalar konusunda gerek sözüedilen Devletlerin Hükümetleri ve uyruklarınca, gerek Türk Hükümeti ve uyruklarınca hiç bir istem ileri sürülmeyecektir. Bununla birlikte, işbu hüküm, genel affa ilişkin bugünkü Demecin, IV, paragrafı hükümlerini zedelemediği gibi, 29 Ekim 1914 gününden önceki haklara dayanarak, kişilerce başka kişilere karşı ileri sürülecek istemleri de bozmayacaktır.

Yunan kuvvetlerince 30 Ekim 1918 gününden sonra zaptolunan Türk bayraklı gemiler Türkiye'ye geri verilecektir.

Madde 141- İşbu Andlaşmanın 25. Maddesinin ve 28 Haziran 1919 günkü Versay Barış Andlaşmasının 155. 250. ve 440. Maddeleri ile VIII. Bölümünün (Onanın), 111. Ekinin uygulanmasıyla ilgili olarak Savaş sırasında Alman Hükümeti ya da uyruklarınca Osmanlı Hükümeti ya da uyruklarına devredilmiş olan tüm Alman gemileri için Alman Hükümetine ya da uyruklarına karşı doğmuş olabilecek her türlü yükümlülüklerden Türkiye Hükümeti ve uyrukları, şimdi o gemileri elinde bulunduran Müttefik Hükümetlerin izni gerekmeksizin,  aklanmıştır. Türkiye ile onun yanında savaşmış olan öteki devletlerin ilişkilerinde de, gerekiyorsa hu hüküm geçerlidir.

Madde 142- Yunanistan ile Türkiye arasında Rum ve Türk nüfus mübadelesine ilişkin 30 Ocak 1923 günü yapılan özel Sözleşme, bu iki Bağıtlı Yüksek Taraf arasında, işbu Andlaşmanın bir parçası imiş gibi, onun güç ve değerinde olacaktır.

Madde 143- İşbu Andlaşma, olanaklı olduğunca, kısa bir süre içinde onaylanacaktır.

Onay belgeleri Paris'te sunulup saklanacaktır.

Japon Hükümeti onayın yapılmış olduğunu Paris'teki Siyasal Temsilcisi aracılığı ile Fransız Cumhuriyeti Hükümetine bildirmekle yetinebilecek ve, bu durumda, onay belgesini de, olanaklı olduğunca, ivedilikle sunacaktır.

İmzacı her bir Devlet, Andlaşmayı kendisince imza edilmiş ve Lozan Konferansının Son Senedinde gösterilmiş olan Bağıtlarla birlikte -eğer hunlar da onayı gerektiriyorsa- bir tek belge ile onaylayacaktır.

Bir yandan Türkiye, öte yandan Britanya İmparatorluğu, Fransa, İtalya, Japonya ya da onların arasından üçü, onay belgelerini sunar sunmaz, ilk sunuş tutanağı düzenlenecektir.

Bu ilk sunuş tutanağı gününden haşlayarak, Andlaşma böylece, onu onaylamış olan, Bağıtlı Yüksek Taraflar arasında yürürlüğe girecektir.

Öteki Devletler için, daha sonra onay belgelerinin sunma gününde yürürlüğe girecektir.

Bununla birlikte, Yunanistan ve Türkiye ile ilgili olarak, 1. Madde ve 2. Maddenin 2 sayılı Fıkrası ile 5-ll. Maddeleri, hükümleri Yunan ve Türk Hükümetleri kendi onay belgelerini sunar sunmaz, yukarıda sözügeçen tutanak daha düzenlenmemiş olsa hile, yürürlüğe girecektir.

Fransa Hükümeti onay belgelerinin sunuş tutanaklarının, aslına uygun, birer örneğini tüm imzacı Devletlere verecektir.

Yukarıdaki hükümlere olan inançla, yetkili Temsilciler işbu Andlaşmayı imza etmişlerdir.

Yirmi dört Temmuz, bin dokuz yüz yirmi üç günü, Lozan'da yalnız bir örnek olarak düzenlenmiş olup, bu örnek Fransız Cumhuriyeti Arşivlerinde saklanacak ve bu Hükümet Bağıtlı Devletlerden her birine onun aslına uygun bir örneğini verecektir.

HORACE RUMBOLD

M. İSMET

PELLE

Dr. RIZA NUR

GARRONI

HASAN

G. C. MONTAGNA

 

K. OTCHIAI

 

CONSTANTİN DIAMANDY

 

CONSTANTİN CONTZESCO

 
   

 

 TC ve KKTC Cumhurbaşkanları Süleyman Demirel Ve Rauf R. Denktaş'ın Ortak Açıklaması, 4 Temmuz 1997


Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demirel'in vaki davetine icabetle KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Rauf R.Denktaş 4 Temmuz 1997 tarihinde Ankara'ya resmi bir ziyarette bulunmuştur.

Bu ziyaret sırasında, iki taraf arasında 9-13 Temmuz 1997 tarihlerinde New York'ta yapılması öngörülen doğrudan görüşmeler ile Türkiye-KKTC ilişkilerinin geliştirilmesine yönelik konular hakkında görüş alış-verişinde ve istişarelerde bulunulmuştur.

Taraflar bu ziyaret sırasında aşağıdaki ortak görüş ve kararlarını açıklamışlardır:

1. BM Genel Sekreteri'nin iyi niyet misyonu Ada'daki iki eşit topluma yönelik olup, iki liderin, serbest iradeleriyle karşılıklı kabul edilebilir bir çözümü müzakere etmeleri esastır. BM çözüm çerçevesi ve parametreleri üzerinden yürütülecek olan müzakere sürecine herhangi bir dış müdahalede bulunulması kabul edilemez. Taraflar bu anlayışla, doğrudan görüşme sürecini desteklemekte ve başlatılacak olan New York görüşmelerinin Kıbrıs meselesine adil ve gerçekçi bir çözüm bulunması için uygun bir fırsat oluşturduğu kanaatini taşımaktadır.

2. Kıbrıs Türk tarafı bu sürece yapıcı ve olumlu bir anlayışla katılacaktır. İki toplumluluk, iki kesimlilik, tarafların siyasi eşitliği, kalıcı bir çözümün temel parametrelerini oluşturacaktır.

3. Kıbrıs'ta iki ayrı halk ve yönetim bulunmaktadır. Rum Yönetimi'ni uluslararası hukuka aykırı olarak meşru hükümet addeden yaklaşımlar, Kıbrıs sorununun çözümüne hiçbir şekilde yardımcı olmamaktadır. Kıbrıs Türk tarafının eşit siyasi ve hukuki statüsünün kabul edilmesi ve KKTC'ne karşı uluslararası alanda uygulanan engelleyici tedbirlerin kaldırılması, çözüm çabalarını kolaylaştıracak ve güçlendirecektir.

4. Kıbrıs'ta yaşayabilir bir çözüm iki taraf arasında güven ortamının tesisinden geçer. Kapsamlı bir çözümde Kıbrıs Türk tarafının siyasal, hukuki ve egemenlik hakları ile meşru menfaatlerinin teminat altına alınmasından vazgeçilemez. Serbest müzakereler yoluyla varılacak çözüm, her iki tarafta ayrı referandumlarla, iki halkın onayına sunulacaktır.

5. 1960 Garanti ve İttifak Andlaşmaları her koşul altında geçerli ve yürürlükte kalmaya devam edecek, bu andlaşmaların doğrudan veya dolaylı olarak değiştirilmesine müsaade edilmeyecek; varılacak kapsamlı çözüm bu andlaşmaların güvencesi altına alınacak ve Türkiye'nin etkin ve fiili garantisi devam edecektir.

6. 1960 andlaşmalarıyla Kıbrıs'ta iki toplum arasında bir iç denge ile hak ve sorumlulukları itibariyle Türkiye ve Yunanistan arasında bir dış denge tesis edilmiştir. Sözkonusu dış denge bölgesel barış ve istikrarın ayrılmaz bir parçasıdır. 1960 andlaşmaları Kıbrıs'ın, Türkiye ve Yunanistan'ın üye olmadıkları uluslararası siyasi ve ekonomik birliklere katılamayacağını öngörmektedir. Uluslararası hukuk ile bölgesel barış ve istikrarın bir gereği olarak Kıbrıs, bu esasları içerecek bir çözümden sonra ancak Türkiye'nin de içinde bulunacağı Avrupa Birliği'ne tam üye olabilecektir. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin uluslararası hukuka aykırı tek taraflı müracaatına istinaden, Avrupa Birliği üyeliği yolunda atacağı her adım, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin Türkiye ile bütünleşme sürecini hızlandıracaktır.

7. Yunanistan'la mevcut Ortak Askeri Doktrin çerçevesinde, Kıbrıs Rum tarafında sürdürülen ağır silahlanma, Güney Kıbrıs'ta Yunan hava ve deniz üsleri kurulması, Türkiye'yi de tehdit alanı içine alabilecek silahların Güney Kıbrıs'ta konuşlandırılma olasılığı ve terorist faaliyetlere verilen destek, yalnız Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin ve bölgenin değil, Türkiye'nin de güvenliğini tehdit eden hususlardır. Türkiye, tüm olumsuz gelişmeleri sadece Kıbrıs Türk halkının barış ve huzuru açısından değil, kendi güvenlik gereksinimleri açısından da dikkatle takip etmektedir. Taraflar, Türkiye Cumhuriyeti ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanları arasında imzalanan 20 Ocak 1997 tarihli Ortak Deklarasyon'un ihtiva ettiği esasları, bölgede kalıcı barışın tesisi için vazgeçilmez unsurlar olarak görmektedirler.

8. Her iki taraf New York'ta başlayacak olan müzakere süreci içinde yukarıda kaydedilen ortak değerlendirme ve görüşler doğrultusunda hareket edilmesini ve yakın bir işbirliği ve istişare içinde bulunulmasını kararlaştırmışlardır. Türkiye, bu doğrultuda KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Denktaş'ın müzakere sürecinde şimdiye kadar sürdürdüğü yapıcı tutumu bundan sonra da desteklemeye devam edecektir.

Memorandum of Understanding Between the Republic of Turkey and the Hellenic Republic Concerning Cooperation on Environmental Protection


The Republic of Turkey and the Hellenic Republic hereafter called 'the Parties',

Aware of the necessity to protect the environment in order to ensure the quality of life in both countries and recognizing that environmental protection is an essential element of sustainable development.

Taking into account the relevant provisions of the Rio Declaration as well as the Agenda for the 21st Century, approved by the 1992 United Nations Conference on Environment and Development.

Have agreed as follows:

I.     SCOPE OF WORK

Article 1
The Parties hereby agree to develop scientific and technical cooperation in the field of the prevention of pollution and the protection of the environment within the principle of sustainable development.

Article 2
The Parties shall cooperate on the basis of mutual benefit for the protection of the environment in the sectors included in the attached annex. They shall exchange scientific, technical and legal information among governmental bodies and shall encourage such exchanges among academic institutions, non governmental organizations and private firms. To this end, they shall also organize symposiums, seminars, workshops and meetings of experts on issues covered by the Memorandum.

Article 3
The Parties shall encourage participation of non-governmental organizations and the civil society in the activities that will be carried out on the basis of this Memorandum.

Article 4
The Parties shall encourage cooperation on the prevention of pollution and on the mitigation of harmful influences of human activities on the environment, with a view to attain a sustainable management policy of environmental resources.

II.     FUNDING

Article 5
Each Party shall bear the costs of its own participation in the activities carried out under this memorandum. The Parties will also explore ways and means to obtain financing from appropriate international sources.

III.     RELATIONSHIPS TO OTHER AGREEMENTS

Article 6
Nothing in this Memorandum shall prejudice other existing or future agrements concluded between the Republic of Turkey and the Hellenic Republic.

This Memorandum will not affect the rights and commitments of the Parties with respect to third states or regional integration organizations.

Each Party may communicate the results of their cooperation to third parties after mutual consent of the Parties.

IV.     APPLICATION OF NATIONAL LEGISLATION

Article 7
All activities under this Memorandum shall be carried out in conformity with the national legislation of the Parties.

V.     MANAGEMENT

Article 8
The Parties shall establish a ten member Joint Committee comprising five representatives from the respective competent authorities of each side. This Committee may request the Parties to designate corresponding coordinators on each specific field of activity.

These coordinators shall report to the Joint Committee the results of their activities.

The Joint Committee shall, inter alia,
a) manage the activities under this Memorandum and agree on matters of future policy and
b) receive submissions of projects and other proposals for cooperation including those from the coordinators.

VI.     ENTRY INTO FORCE, TERMINATION AND AMENDMENT

Article 9
This Memorandum shall enter into force one month following the date of exchange of notes between the Parties informing the completion of their required national formalities for its entry into force, and, shall remain in force for three years. Its validity shall be automatically extended for further three-year periods unless denounced by either Party upon three-month prior written notice. Either Party upon three-month written notice to the other Party may terminate this Memorandum. This Memorandum may be amended at any time upon mutual consent of the Parties. The termination of the Memorandum shall not effect the validity or duration of activities agreed upon pursuant to this Memorandum and initiated prior to such termination.

Done in duplicate in Ankara on 20th of January 2000 in Turkish, Greek and English languages. All texts are equally authentic.

In case of divergence of interpretation, the English text shall prevail.


For the Republic of Turkey        For the Hellenic Republic
Ismail CEM                                George A. PAPANDREOU
Minister of Foreign Affairs         Minister of Foreign Affairs


ANNEX

The Following items are identified as possible areas for cooperation:

- ENERGY PRODUCTION: Exchange of know-how and cooperation regarding environmentally friendly energy (wind and solar energy, small hydroelectric plants and energy saving technologies).

- DESERTIFICATION: Studies on prevention of soil erosion and rehabilitation programmes. Cooperation in the framework of Annex IV of the Convention for Combating Desertification.

- COMBATING MARINE POLLUTION: Training programmes, methodologies, new technologies, waste reception facilities at harbours.

- ADOPTION OF ENVIRONMENTALLY SOUND SOLID WASTE MANAGEMENT STRATEGIES: Studies on the quantity and quality of solid wastes, on recycling of wastes and on designing spaces for the disposal of wastes. Exchange of technical information.

- PREPARATION OF JOINT PROGRAMMES & EXCHANGE OF INFORMATION ON DEVELOPMENT OF ECO-TOURISM: Programmes from linking eco-tourism regions with similar characteristics. Promotion of organisation of conferences and meeting in such areas. Studies for the impact of tourism on ecologically sensitive areas.

- EXCHANGE OF INFORMATION ON ENVIRONMENTAL IMPACT ASSESSMENT: Studies to determine the main sectors of activity where the principle of the environmental impact assessment could be usefully applied. Creation of a data base in both countries concerning works that have an impact on the environment and for which an environmental impact assessment would be highly useful.

- ENCOURAGING NGOs COOPERATION IN BOTH COUNTRIES: Exchange of experiences and visits between NGOs. Examine the possibilities to encourage closer cooperation between NGOs.

- LAND-BASED SOURCES OF POLLUTION: Studies and establishment of systems for the exchange of information between the two parties. Exchange of technologies and know-how.

- EARTHQUAKE ISSUES: Cooperation on topics such as damage evaluation, antiseismic code studies and eventual modification proposals.

- OLIVE STONE EXPLOITATION: To facilitate cooperation among competent national entities for the exploitation of olive stones in order to produce energy for heating purposes.

- FOREST FIRES EXTINCTION: Exchange of information and know-how through meetings of experts.

DIŞİŞLERİ BAKANI SAYIN İSMAİL CEM'İN BASIN TOPLANTISI (8 EKİM 1997)

Efendim önce hepinize hoşgeldiniz demek istiyorum.

Bu basın toplantımızın amacı üç aylık süremizin bir değerlendirmesini yapmak. Burada bütün konulara değinmek imkanım yok tabii. Yani değinmediğim konular daha az önemli demek değil. Onları sual-cevapta da açabiliriz. Her konuya değil, bazı konulara değineceğim. Geçen defaki gibi bir yazılı metin veremiyorum. Sadece konuşmanın ilkelere ilişkin bir bölümüyle Yunanistan politikalarına ilişkin bölümünün notlarını toplantı sonucunda vereceğim ki, bunlar sadece iki bölüm. Bütününün notu olamayacak ve bir de bu değerlendirmeyle beraber geleceğe dönük bazı çalışmalarımız hakkında bilgi sunacağım.

Bu toplantı benim açımdan ve Bakanlığımız açısından bir başka şekilde önemli. Çünkü üç aydır birlikte görev yaptığım üst yönetimdeki arkadaşlarımızdan bazıları merkezdeki görev sürelerini doldurarak yeni görevlerine gidecekler. Ben bu arkadaşlarımıza sizin huzurunuzda teşekkür etmek istiyorum. Müsteşarımız Sayın Onur Öymen, Müsteşar Yardımcılarımız Sayın Ali Tuygan, Sayın Temel İskit, Sayın İnal Batu. Gerçi Sayın Batu biraz daha bizimle olacak merkezde. Kendisinden rica ettik, Kıbrıs konusunun, Türk-Yunan ilişkilerinin bu kadar ön planda olduğu bir dönemde, yılbaşına kadar bizimle beraber olabilecek. Hatta yılbaşından az sonrasında da. Ricamızı kabul etti ve Roma'da Büyükelçi olarak fiilen göreve başlamasını bir-iki ay geciktirerek bize merkezde yardımcı olacak. Sayın Altan Güven ve hepinizin çok iyi tanıdığı Sayın Ömer Akbel, yeni görevlerine başlamak üzere aramızdan, yani sadece merkezden, Ankara'dan ayrılacaklar. Kendilerine ben Sayın Öymen başta olmak üzere içten teşekkür borçluyum. Kendileri gibi birçok arkadaşımız gidecek. Ben sadece Müsteşar Yardımcılarımızın ismini verdim. Benim Bakanlıktaki en zor dönemimde, yani ilk aylarımda çok büyük katkıları oldu, hem Bakanlığımıza, hem şahsen bana. Bunun için kendilerine teşekkür ediyorum.

Şimdi efendim, bu üç ayın değerlendirmesini yaparken, ben biraz şöyle bakmaktayım : Dışişleri Bakanlığımızın çalışmaları, dünya ile ilişkilerimiz, bu üç ay, Türkiye'nin saygınlığını arttırmanın, Türkiye'nin menfaatini daha iyi korumanın, Türkiye'nin imajını yükseltmenin, özetle, eksileri artıya dönüştürmenin ilk mütevazi adımları olarak bu üç ayı değerlendirmekteyim ve bu üç aya biz belli ilkeleri açıklayarak, belli anlayışları açıklayarak başladık. Türkiye'nin küresel ilişkileri bulunan bir dünya devleti olabilme özelliğinin bilinciyle politikalar oluşturduk. Çelişkileri besleyen değil, çözümleyen bir anlayışla Türkiye'nin dış sorunlarına eğildik ve itimat telkin eden, tercihlerinde süreklilik taşıyan, verdiği sözleri tutan bir Türkiye anlayışımızı bu ilk üç ayın çalışmalarına yansıttık.

Ben bütün dış temaslarımda, bütün çalışmalarımda, özellikle de dış temaslarımda, Cumhuriyeti gerçekleştirmiş, Cumhuriyet ihtilalinin sahibi olmuş bir ülkenin temsilcisi olduğumu, 700 yıllık bir tarihi birikimin temsilcisi olduğumu, bütün dış temaslarında hem hissettim, yaşadım, hem de muhataplarıma hissettirdim.

Gene bu üç ayın değerlendirmesinde şu gözlemim oldu: Çağımızda bütün işlevler birbiriyle bağlantılı. Çok fazla bir iç-dış ayırımı olamıyor, çok net çizgilerle, ve bizim Bakanlığımız Türkiye'mizin dışarıdaki konumunu ne kadar güçlendirebilirse, ne ölçüde daha saygın kılabilrise aynen bu oranda Türkiye'nin iç ilişkilerine, iç sorunlarına da bir katkısı olduğunu farkettim. Bizim çok basit gözüken, çok sıradan gözüken bir dış ilişkimiz, bir dış çalışmamız sonuç olarak Türkiye'de bazı sorunların daha kolay aşılmasına bir katkı oluyor ve ekonomik gelişmemize bir nebze bir ivme kazandırıyor.

Sonra gene bu üç ayda getirmeye çalıştığımız anlayış, Türkiye'nin dış ilişkilerinin sınırlı aydın kesimin ilgi alanındaki soyut bir olay olmadığıdır. Dışişleri toplumun bütün kaygılarını, bütün umutlarını doğrudan ve yakından etkilemektedir. Dışişleri Bakanlığımızın konusu ve amacı, aynı zamanda halkımızın ekmeğidir, çocuklarımızın geleceğidir.

Gene ilk basın toplantımızda getirdiğimiz ilkelerle bağlantılı olarak şunu yaşadık ve gördük : Türkiye'miz 2000'li yıllarda dünyanın enerji kavşağı olmanın adayıdır. Kimliğimizin, tarihimizin ve coğrafyamızın bize sunduğu bu imkanı en iyi şekilde değerlendirmeye çalışmaktayız ve bu ayrıcalığımızı ilgili öteki devletlerle ilişkilerde ayrıştıran değil, bütünleyen bir etken olarak kullanmaya çalışmaktayız.

Ve şunu da belirtmek istiyorum : Bugün bir S-300 füzeleri çirkinliğini dünya artık farketmekte ve kınamaktaysa, -bu sabah haberlerde izledim, Avrupa Komisyonunun Dış İlişkiler Sorumlusu da bu S-300'lere değinmiş- Ege konusundaki tezlerimiz nihayet kabul görmekteyse, AB daha üç ay önce kapatıp rafa kaldırdığı Türkiye defterini yeniden açmaktaysa, ülkemizin hakkı uluslararası platformlarda daha iyi savunulmakta ve ses getirmekteyse, Türkiye'nin görünümü haksız yakıştırmalardan bir ölçüde sıyrılmaktaysa, bunun kaynağında Dışişleri Bakanlığı çalışanlarının emeği, birikimi ve elbette, bütün olarak hükümetimizin girişimleri, çalışmaları yatmaktadır.

Şimdi çeşitli konularda gelişmeler oldu. Önce ben ekonomiden söz edeyim. Ekonomiyle başlayayım.

Bu üç ay içinde biz açıkladığımız ekonomiye ağırlık veren politikalarımızla Türkiye'nin ekonomik ilişkilerine dış siyasetin getirmesi icap eden siyasal altyapıyı getirmeye başladık. Daha doğrusu zaten getirilmekte olan bu siyasal altyapıya son üç ayın ivmesini kattık. Burada bazen yanlış anlamalara da yol açıyoruz toplumumuzda. Biz hiçbir zaman ekonomik konularla doğrudan ilgili olarak Bakanlıkların görevini üstlenmek, onların alanıyla ilgilenmek durumunda değiliz. Bizim yaptığımız bütün ekonomik gelişmelerin üzerine bina edildiği siyasi altyapıyı oluşturmak, dış siyasetin bu altyapıya katkılarını getirmek. Onu ötesi bizim işimiz değil. Fakat o siyasi altyapı konusunda da bir-iki örnek vermek istiyorum. Bir defa boru hatları konusunda bizim Bakanlığımızın çalışmalarının belli bir katkısı olmuştur. Üç ay önce konuşmuştuk, o konuşmamızdan sonra bizim hem Gürcistan'la hem Azerbaycan'la temaslarımız, ilişkilerimiz, çalışmalarımız -ben her iki ülkeye de gittim şahsen, benim de temaslarım oldu- bugün üç ay öncesine kıyasla petrol boru hatları konusu Türkiye'nin daha lehine bir noktada gözüküyor. Bunda bizim Bakanlığımızın önemli bir katkısı olmuştur. O dediğim siyasi altyapının oluşumuna biz kendi çabamızı, kendi emeğimizi, kendi bilgimizi ekleyebildik.

Sonra Balkanlar. Gene konuşmuştuk. Balkanlarda ekonomik işbirliği modelleri. Ne yapabiliriz? Mevcut modeller içinde nasıl geliştirebiliriz. Burada belli mesafeler alınmakta. Son olarak New York'ta Bulgaristan ve Romanya Dışişleri Bakanlarıyla, Müsteşarlarımızın da katıldığı bir özel toplantı yaptık. Üçlü bir toplantı yaptık ve burada üç ülkenin önce sınır kapılarının elektronik cihazlarla donatılması -ki bu çok önemli. Hem kaçakçılığın önlenmesinde, hem bazı uyuşturcu maddelerin bizlerin ülkelerini kullanarak batıya ulaşmasını engellemek bakımından çok önemli- konusunda bir müşterek hareket planı hazırladık ve uygulamaya koymaktayız. Gene o toplantıda bizim açımızdan çok önemli olan, Doğu-Batı Koridoru tabir edilen bir otoyol projesi var. Bu projeyle Türkiye'miz Batı Avrupa'ya bağlanacak ve ayrıca Romanya'da bu otoyolla bağlantılı olacak. Mesela böyle bir projenin de çalışmalarını birlikte başlatmaktayız.

Çin'den çok söz etmiştim. Zannediyorum Ocak ayı içinde Çin'e gideceğim. Çin'de Türkiye'nin ekonomik ilişkilerini geliştirmek yönünde şimdiden başladığımız hazırlıkları bir adım daha ileriye götürebileceğim.

Gene Balkanlar bağlamında söylemeyi unuttum, bu ayın sonlarında Makedonya'ya gideceğim. Muhtemelen gene bu ayın sonunda -daha henüz kesinleşmedi- Arnavutluk'a gideceğim ve daha sonra da diğer Balkan ülkelerine tek tek giderek Türkiye'mizin ilişkilerini, hem siyasi hem ekonomik ilişkilerini geliştirmeye çalışacağım.

Hep sözünü ettiğimiz, güvenlik, yani Dışişleri Bakanlığının temel işlevi olan güvenlik, ülke güvenliğine katkısı, ülke güvenliğinin korunmasına politikanın katkısı. Bu konularda da çalışmalarımız oldu.

Yunanistan'a ayrıca değineceğim. O da bizim bir komşumuz. Ona ayrıca değineceğim ama son üç ay içinde bizim güvenlik açısından, ekonomik gelişme açısından, ekonomik ilişki açısından sınır komşularımızla ne yapabiliriz, nasıl geliştirebiliriz? Bu bağlamda, Irak'la bir temasımız oldu. Sayın Müsteşar görüşmelerde bulundu. Hem de en üst düzeydeki muhataplarıyla görüşmelerde bulundu. BM kararları çerçevesinde elbette. Fakat Irak'la ekonomik ilişkilerimizi nasıl geliştirebileceğimiz konusunda bir ortak çalışma başlatıldı.

Gene komşularımızdan İran ile önemli bir adım attık. İyi niyetle biz bu adımı attık. İran tarafı da aynı şekilde bize olan ifadesinde aynen bizim gibi iyi niyetle hareket ettiklerini, iyi niyetle bir girişimde bulunduklarını belirttiler. Zannederim önümüzdeki ay karşılıklı olarak Büyükelçilerimiz göreve başlayacak ve burada benim ümidim, benim düşüncem, artık İran'la bizim onlardan şikayetimiz ne ise o, onların bizden şikayeti neyse o, bunları oturup, medeni bir şekilde konuşuruz ve medeni bir şekilde çözüm yoluna koruz. Karşılıklı olarak İran'ın Sayın Dışişleri Bakanıyla bu yaklaşımı sergiledik, bu yaklaşımı ortaya koyduk. Ümit ediyorum bu çok önemli tarihi komşumuzla, bundan sonra ilişkilerimiz gerçekçi bir şekilde, ihtiyatlı bir şekilde, fakat bir düzelme yoluna girebilir.

Suriye ile sorunlarımız devam ediyor. Orada bir gelişme olduğunu hiç değilse bugün için söyleme durumunda değilim.

Ortadoğu'daki anlaşmazlıklar bizi ciddi şekilde üzmekte ve Türkiye orada çok ilginç bir konumda. 1-2 kez dile getirdim. Mesela New York'ta İsrail Dışişleri Bakanı ile görüşmemde, -tabi Türkiye'nin kaygılarını hep anlattım, nelere dikkate ettiğimizi- şu izlenimi aldım. İsrail Türkiye'nin konumuna, bakış açısına, kişiliğine, gücüne, etkinliğine çok büyük bir önem veriyor ve saygı gösteriyor. Tesadüf aynı gün Filistin Dışişleri Bakanıyla görüştüm ve Filistin bize olağanüstü bir önem vermekte. Türkiye'ye bazı konularda müteşekkir, onu dile getirmekte ve Filistin Dışişleri Bakanı ile olan görüşmemde, -onu ben de hissettim, muhatabım da hissetti- duygu dolu bir görüşme oldu. Çünkü Filistin'in hakikaten çok büyük bir ezilmişliği var. Filistinlilerin uğradığı çok büyük haksızlıklar var ve orada o haksızlığın sonuçlarını, o haksızlığın yarattığı acıyı birlikte paylaştık ve Türkiye'nin çok önemli olan konumu burada ortaya çıkıyor. İsrail'le ilişkilerimiz gayet iyi, karşılıklı saygıya dayanan ilişkiler. Filistinlilerle gayet iyi ve buradan Türkiye'nin birçok konuda oynayabileceği olumlu rollerin, taşıyabileceği olumlu işlevlerin de işaretleri çıkıyor. Bunları bugüne kadar yaptık. Üç ay için konuşmuyorum, genel Türk dış politikası olarak umuyorum bundan sonra daha fazlasını da yapabileceğiz.

Kıbrıs konusunda Türkiye'nin tutumu, tavrı, yaklaşımı bellidir. Bunlar açıklanmıştır. Son olarak benim imzaladığım Ortaklık Konseyi Anlaşması ortadadır ve bu anlayışların, açıklamaların çerçevesinde Kıbrıs'ta Türkiye'nin şu aşamada daha çok ekonomik ağırlıklı girişimleri, destekleri devam etmektedir.

Gene Kıbrıs'da, Kıbrıs'ın meselesini anlatmakta zannediyorum belli ölçüde, çok küçük ölçüde, belli ölçüde demek bile yanlış, çok küçük bir ölçüde, biraz etkili olabildik. Yani hiç değilse bugün bir AB ülkesi AB üyeleri arasında ilk defa birisi, bana göre çok önemli olan birisi, İtalya, Kıbrıs'ta iki siyasi birimin, iki devletin, KKTC ve Kıbrıs Rum Cumhuriyeti'nin varlığını resmen kamuoyu önünde dile getirdi. Daha sonra da bu görüşünü teyit etti. Bizim basınımızda da bazı yanlış yorumlar oldu o konuda. Hatta bana özel olarak da teyit edildi ve Kıbrıs'ta bu S-300 konusunu -orada biraz kendi Bakanlığımıza pay çıkarıyorum- çok net, çok açık ve çok inandırıcı bir şekilde, bizim açımızdan itimat telkin eden bir şekilde dünyaya anlatmaya başladık. Hatta belli bir ölçüde de anlatabildik. Benim bütün dış temaslarımda, New York'ta bir hayli, çok yüksek sayıda Dışişleri Bakanıyla konuştum ve konuyla biraz ilgili olan, Ortadoğu ülkeleri, Akdeniz ülkeleri, BAB üyesi ülkeler ve Amerika. Bu ülkelerin Sayın Dışişleri Bakanlarıyla yaptığım bütün görüşmelerde özellikle S-300 konusunu işledim. Dış basınla olan temaslarımda gene S-300'leri işledim ve zannediyorum konuyu anlatabildim. Bu girişimin sadece Türkiye'nin güvenliği açısından değil, Doğu Akdeniz'in güvenliği açısından, hatta Ortadoğu'nun güvenliği açısından ne kadar önemli olduğunu, nasıl bir tahrikin ve yanlışın yapılmakta olduğunu, muhataplarıma anlattım ve zannediyorum muhataplarımı belli ölçüde ikna edebildim. Yani S-300'ler konusunu bizim Bakanlığımız gereğince dünya kamuoyuna, dünya Dışişlerine yansıtmıştır ve bunun sonuçlarını da belli ölçüde almıştır.

S-300'ler konusunda bir noktaya daha değinmek istiyorum. Şimdi, tabii dış siyasette daima olabilecek kötü senaryoyu dikkate almak ve ona göre hesap tutmak icap eder ve o çerçevede bizim Dışişleri Bakanlığı olarak düşüncemiz -hükümetin düşüncesine de katılıyoruz bu açıdan, ona da geleceğim- şudur : S-300 konusunda biz Dışişleri Bakanlığı olarak biz kendi görev alanımızda "bekleyelim, bakalım, belki bu S-300'ler gelmez, belki konuşlandırılmaz, onun için bekleyelim. Eğer yaparlarsa o zaman biz de politikalarımızı harekete geçirelim". Kesinlikle böyle bir yaklaşımda değiliz. Tam aksine, biz S-300'lerin Kıbrıs Rum Kesimi tarafından beyan edildiği üzere, oraya yerleştirileceğini hesaplayarak, hangi önlemi geliştireceksek, hangi politikayı geliştireceksek, şimdiden, bugünlerden başlayarak geliştiririz. Yani son dakikayı beklemeyeceğiz. "Belki de hiç gelmez, belki de onlar konuşlandırmadan önce biz anlaşırız" gibi bir düşüncede olmayacağız. Biz politikalarımızı şimdiden oluşturacağız ve zannediyorum olayın güvenlik boyutu, askeri boyutu da hükümetimiz tarafından bu çerçevede ele alınacak, bu şekilde yaklaşılacak ve "bekleyelim son dakikayı, bunlarda gelsin oraya konuşlandırılsın, ondan sonra da Türkiye öyle birşey yapar ki, ne yaparsa o zaman yapar" gibi bir yaklaşımda değil, tam aksine zamanı geldiğinde karşı önlemlerimizin alınmaya başlaması. Yani son günün beklenilmemesi. Bu da bizim çok paylaştığımız bir konudur.

Yunanistan meselesine kısmen gireceğim. Çünkü Yunanistan konusunda ayrıntılı denilebilecek bir not size sunulacak. Biraz da hassas konu olduğu için onu yazılı vermeyi tercih ettim. Kısaca değiniyorum. Yunanistan'la biz aslında bu üç ay ilk başlangıcında çok olumlu bir adımla yola çıktık. Yani biliyorsunuz, malum Madrid Zirvesindeki temaslar ve bunun sonucunda da bir uzlaşma, bir iyi niyet, bir diyalog metni, yani "görüşmeyle meseleleri çözeceğiz" anlayışı, bunu imzaladık ve doğrusu benim beklentim şuydu : Bu Madrid Uzlaşmasının ardından zaten Nisan ayında Yunanistan'ın ve Türkiye'nin birlikte kabul ettiği, o Akil Adamlar Komitesi denilen -ve çok güzel düşünülmüş o Akil Adamlar olayı, zaten Nisan ayında her iki tarafta da kabul ettiğini belirtmiş diyaloga da gireceğiz, artık barışla çözeceğiz diye anlaşma yapıldı. Benim beklentim, sadece benim değil Bakanlığımızın beklentisi, bu Akil Adamlar Kurulu'un çalışmaya başlayacağı ve kendi görevi icabı Türkiye ile Yunanistan'ın öne koyacağı, ortaya koyacağı bütün meseleleri inceleyecek ve vardığı sonuçları da iki ülkenin onayına sunacak. Yani beklentimiz buydu. Hatta ben biraz da bu konuya iyimser baktığımdan şunu da yaptım : Bakanlığımızda arkadaşlarımızdan rica ettim ve Yunanistan'a Türkiye'nin önerebileceği üç tane büyük ekonomik işbirliği projesinin hazırlıklarına başladık. Projeleri yeniden hazırlamak değil, zaten Bakanlığımızın geçmişte hazırlamış bulunduğu bazı büyük ekonomik işbirliği projelerini yeniden gözden geçirelim, hemen ardından Sanayi Odasıyla, Ticaret Odasıyla temaslar kuralım. Onlar gelip bir baksınlar ve biz de bunu Yunanistan'a önerelim. Benim düşüncem oydu. Toplansın bu Akil Adamlar, hemen onun ardından, onların sonucunu beklemeden böyle bir girişimde bulunacaktık. Şimdi bunların hiçbiri olmadı. Yunanistan gerçekten anlaşılması zor bir politika içine girdi ve birden bire mesela Akil Adamlar'ın toplanması Türkiye'nin Kardak konusunu Uluslararası Adalet Divanı'na (UAD) götüreceğini beyan etmesine bağlandı. Birtakım önkoşullara bağlandı bu Akil Adamlar'ın biraraya gelmesi. Oysa böyle birşey yoktu. O noktaya olay geldi ki, diyalog, "diyalog olur ama diyalog olması için önce Türkiye başvursun, Kardak konusunu UAD'na götürsün" gibi hiç olmayan ön koşullar yaratıp, bu diyalogtan, bu görüşmeden Yunan tarafı her nedense uzak durdu, uzak durmaya çalıştı. Bunun tabii nedenlerini biz değerlendirmeye çalıştık. Çünkü anlaması ve anlatması, anlaşılması zor bir durum. Diyor ki Yunanistan mesela, Eylül'de bu çok yoğunlaştı, "Türkiye Kardak sorununu UAD'na götürmezse, bunu açıklamazsa diyalog kesilir". Tavır bu. E peki biz Madrid'de imzalarken Temmuz ayında Kardak meselesi vardı. Türkiye Kardak meselesini UAD'na götürmek gibi hiçbir taahhütte bulunmamıştı, buna rağmen Yunanistan bir diyalog, uzlaşma, anlaşma metnini imzalıyor. Temmuz ayında. Kardak meselesi de var. Ama imzalıyor. Yani ikisini birbirinden ayrı tutuyor. Ondan sonra 1,5-2 ay geçtiğinde bize diyor ki, "Biz sizinle oturup görüşmek için, yahut o Akil Adamları toplamak için biz sizinle ancak şu şekilde bunu yaparız : Kardak meselesini UAD'na götürürseniz." Bu yaklaşım gelişti. Mesela, New York'ta Sayın Yunan Dışişleri Bakanının hakaretamiz ve bütün dünyada da kınanan sözlerle yaptığı açıklamada, dedi ki "Şu şu Türklerle biz diyaloga girmeyiz". Diyaloga girmeyiz, müzakere etmeyiz, görüşmeyiz gibi bir yaklaşım. Bunu Sayın Pangalos getirdi ve gene tabii bu Kardak meselesiyle de bir şekilde bağladı. Bu tabii çok çelişkili. Bir yandan Sayın Pangalos bunu söylüyor "Biz Kardak meselesini Türkiye getirmezse görüşmeyiz" diyor. Türkiye götürmüyor, böyle birşeyi yok. Bir yandan da mesela Yunan Başbakanı Başbakanımızla görüşme talebinde bulunabiliyor. Böyle bir çelişki. Bu Yunan politikasının biraz kendi iç çelişkileri, ondan kaynaklanıyor, biraz garip bir yaklaşımdan kaynaklanıyor. Ama sonuç olarak Yunanistan'ı anlamakta bir sıkıntımız var.

Şimdi tabi burada Yunanistan olayını değerlendirirken başka faktörlere de bakmamız lazım. Bir defa biz bu konuları dünya kamuoyuna ve ilgili Bakanlara çok iyi anlatmaya başladık.

Türkiye bir Yunanistan meselesini, bir Ege meselesini, bir Kardak meselesini her zaman iyi anlatmıştır ama zannediyorum Bakanlığımız tarafından biraz daha iyi anlatılmaya başlandı. Buna bir örnek olarak şunu söyleyeyim : Benim daha ilk temasımda dikkatimi çeken, özellikle AB Bakanlarıyla yaptığım konuşmalarda, lafın bir yerinde deniyor ki "Türkiye ile Yunanistan ilişkileri düzelse çok iyi olur. Bizim açımızdan çok önemlidir. Kardak konusunda Yunanistan çok hassas. Türkiye bu konuyu UAD'na götürebilir mi?". Yani hep geliyor, geliyor oraya geliyor konu. Şimdi biz burada biz bir çalışma yaptık. Yapılmış çalışmaları yeniden değerlendirdik ve şöyle bir tavır geliştirdik. Dedim ki "Bu bana söylendiğinde, bir defa iki ülkenin konusu olan bir meselenin çözümü tek bir ülkeden beklenemez". Bunu bir defa çok net koyuyorduk. "Siz niye bizimle konuşuyorsunuz? Eğer siz iki ülke, Yunanistan ve Türkiye'nin arasındaki meseleyi çözmek istiyorsanız, o zaman bir defa gidin Yunanistan'la da konuşun. Bu birincisi. Yani böyle iki de bir de sanki Türkiye tek başına herşeyin sorumlusuymuş gibi bizim önümüze getirmeyin." İkinci kullandığımız mantık şu oldu : Dedik ki "Siz bu konuyla, Kardak konusuyla ilgilisiniz. Bunu anlıyoruz. Bir de öneriniz var. UAD'na bunu götürün diye. Peki Kardak sizi rahatsız ediyor da 12 ada neden rahatsız etmiyor. Üstelik bu 12 ada, Kardak gibi çaresiz bir kaya parçası değil. Bu 12 ada tepeden tırnağa silahlanmış bir vaziyette. Silahlarını Türkiye'ye yöneltilmiş vaziyette ve bu silahlanma Lozan Anlaşmasına da, Paris Anlaşmasına da aykırı. Çünkü bu anlaşmalar diyor ki 'bu adalarda silahlanma olmayacak'. Oysa bir silahlanma var. Siz bununla neden ilgilenmiyorsunuz?" İkinci sualim "Kardak UAD'na götürülsün. Peki. Niye bunu bize söylüyorsunuz da Yunanistan'ın UAD kararlarına koymuş olduğu, getirmiş olduğu sınırlamayı, şerhi neden hiç dikkate almıyorsunuz? Yahut biliyor musunuz böyle bir şerh olduğunu?" Şimdi bir mahkeme diyor Yunanistan. Devamlı Batı Avrupalılar da bize söylüyor, "hadi işte götürün bunu, UAD çok ciddidir, çok doğrudur, buna gelsin konu" deniyor. E peki Yunanistan. Yunanistan şunu yapmış, UAD'nın yetkisini kabul ederken bir kayıt getirmiş ve demiş ki "Yunanistan'ın güvenliğine ilişkin meselelerini bu mahkeme görüşemez". Bunu da Yunanistan yapmış. Ha bir yandan Yunanistan kendine ilişkin, kendini zayıf gördüğü konuları o mahkemenin görüşmemesi için kayıt getiriyor, bir yandan da bize "hadi mahkemeye Kardak meselesini sunun" diyor. Şimdi bu çelişkileri çok anlatmaya çalıştık. Galiba da belli bir ölçüde başarılı olduk. Çünkü Batı Avrupalının ahlak ölçülerinde belli bir nokta vardır. Siz eğer objektif bir konuda, objektif olarak haklıysanız ve bu objektif haklılığınızı doğru bir şekilde anlatırsanız, o zaman kolay kolay kendilerini sizin karşınızda, o objektif gerçekleri bile bile, aksini yapan bir konuma düşürmek istemezler. Bu da onların ahlak sistemindeki olumlu taraflardan biridir ve orada tartışmaya dahi giremediler. Bunları söylüyorsunuz, diyorsunuz ki "O zaman sen söyle, niye ben Kardak meselesini götüreyim? Neden öteki konularla ilgilenmiyorsunuz? Niye sadece Türkiye'nin bir konusunu alıp alıp önümüze çıkarıyorsunuz?" Bunları zannediyorum çok iyi anlattık. Bunların belli ölçüde etkisi oldu.

Gene Yunanistan'la meselerimizde ilginç bir konu . Biliyorsunuz bu Ege üzerinde Yunanistan'la Türkiye farklı iki yaklaşıma sahip. Yunanistan diyor ki, "Ege'de Türkiye ile aramızda bir tek Kardak meselesi vardır ve bu Kardak meselesini, Ege konusundaki tek çözüm mercii UAD'dır. Dolayısıyla Türkiye Kardak meselesini UAD'na götürsün. Başka da birşey olmaz. Ege bundan ibarettir." Bu Yunan tezi. Basitleştirerek anlatıyorum ama tez bu. Bizim yaklaşımımız gene böyle çok basitleştirilmiş şekliyle "Yunanistan'la Türkiye arasında Ege'de çeşitli sorunlar vardır. Bu çeşitli sorunların çözümü, BM'in de öngördüğü çeşitli çözüm mekanizmalarından iki tarafın mutabık kalacağı mekanizmalardır." Bizim yaklaşımımız "Birden çok mesele var. Bu meseleleri çözmek için de birden fazla çözüm yolu var." Bu da bizim yaklaşımımız. Aslında bu iki farklı tez çok önemli. Bizim New York'ta olduğumuz günlerde ABD Dışişleri Bakanlığı bir açıklama yaptı. Açıklamanın konusu da "Ege'deki Türk-Yunan ihtilafları". Konu da bu. Orada kendi anlayışını getirdi. Şimdi çok ilginçtir. Amerika'nın getirdiği, Ege ve Türk-Yunan sorunlarına bakış açısı bizim bakış açımıza çok yaklaşan bir şekilde ortaya kondu. Yani Türkiye'nin bakış açısına ve bu tabii Ege açısından fevkalade önemli. Bölgede etkili bir devletin "Türkiye ile Yunanistan arasında Ege'de çok sayıda sorun olduğunu" beyan etmesi ve "bu soruların UAD dahil olmak üzere iki tarafın üzerinde mutabık olacağı çeşitli çözüm mekanizmalarıyla çözülebileceğini" beyan etmesi devlet politikası olarak son derece önemli. Ve bu tabi Türkiye'miz açısından da iyi bir gelişme. Nitekim Yunan basınında Sayın Pangalos'un yakışıksız sözleri bu açıklamaya duyduğu öfkenin bir sonucu olarak da yorumlandı.

Şimdi, biz aslında Yunanistan'la dost olmak istiyoruz. Bakanlığımızın politikası budur, hükümetimizin politikası budur. Ancak dost olacağız diye tabii ki menfaatlerimizi hiçe saymak niyetinde de değiliz. Elbette kendi menfaatlerimizi, kendi güvenliğimizi koruyarak, savunarak, önde tutarak dost olmak istiyoruz. Aslında Yunanistan'ın bu Türkiye'ye düşman diye bakmaktan, Türkiye'den korkmaktan belki de, efendim Türkiye meselesini bir çeşit iç politika malzemesi gibi kullanmaktan uzaklaşması lazım ve hakikaten Türkiye'ye dostça, iyi niyetle yaklaşması lazım. Eğer bunu yapabilirse biz bütün iyi niyetimizle Ege'yi bir dostluk köprüsüne dönüştürmeye hazırız. Bunu daha önceki hükümetlerimiz de ortaya koymuştur. Bizim politikamız da budur ve bu konuda Yunanistan'ın biraz daha akl-ı selim ile davranmasını beklemekteyiz.

Bir başka önemli konu, Avrupa Birliği. AB'ni de gene hatırlarsanız burada konuşurken ben politikamızı açıklamıştım. "Elbette bizim açımızdan önemli bir hedef, önemli bir sorun olduğunu" söylemiştim ama "Türkiye tek bir konuda, tek bir saplantıda kendi geleceğini aramak gibi bir çaresizlik içinde değildir" demiştim ve "bu hedefin gerçekleşmesi için Bakanlığımızın da şahsen benim de çok gayret sarfedeceğimizi, fakat bu olursa olur, olmazsa da olmaz diye baktığımızı" anlatmıştım. Üç ay önce bu konu az önce belirttiğim gibi, AB açısından tamamlanmış bir olaydı. Yani o kadar tamamlanmıştı ki, yani mesala F. Almanya'nın resmi politika belgesinde şöyle denmekteydi: Bu AB'nin genişleme sürecine bakıldığında, önce anlatılıyor. Görüşmelerin bu altı ülke ile nasıl başlatılacağı, diğerlerinin aday konumunda olduğunu anlatıyor. Sıra Türkiye'ye geldiğinde şu ifade kullanılıyor : "AB politikalarımız aynı zamanda yaygın, kapsayıcı Avrupa güvenlik mimarisini gerçekleştirmeye dönüktür. Bu süreç içinde, AB -tercüme ettiğim için, tam da tercüme etmek istediğim için cümle kuruluşu bakımından doğru olmayacak ama tam tercüme etmek istiyorum- diyalogunu, işbirliğini ve ortaklığını şu ülkelerle ve şu komşularla güçlendirmelidir. Rusya ile, Ukrayna ile, Türkiye ile ve Akdeniz bölgesindeki diğer ülkelerle." Yani biz görevi devraldığımızda Türkiye'nin AB tarafından algılanışı bu idi. Yani uzakta, esas olayın dışında, Akdeniz'deki diğer ülkeler gibi, Ukrayna gibi, Rusya gibi, bazı komşular gibi bir Türkiye. Taa 63'ten, 64'ten beri anlaşmalar imzalamış, Gümrük Birliğine girmiş, bunca yıl bu konuda birçok gelişmeler yapmış, adaylık iddiası olan, adaylığını ortaya koymuş bir Türkiye değil. Tabir mazur görülürse işte "dış kapının dış mandalı" falan derler, öyle bir Türkiye. Şimdi biz AB konusunda hükümetimiz ve Bakanlığımız ciddi bir politika izledik. Hiç kimseye böyle gidip de "Aman ne olur bizi alın. Almazsanız şunu yaparız, bunu yaparız" gibi bir yaklaşım değil. Fakat Türkiye'nin haklılığını, Türkiye'nin konumunu ve Türkiye'ye haksızlık yapıldığını, bizim de bu haksızlığın bilincinde olduğumuzu ve o haksızlığın elbette ilişkilerimize olumsuz yansıyabileceğini, bundan sakınmamız gerektiğini ciddi şekilde anlattık. Çok da uğraştık bu konuda.

Peki ne oldu? Bugün neredeyiz? Onu da çok net, objektif olarak söyleyeyim. Şimdi bu girişimlerden sonra AB Türkiye konusunda yeni bir değerlendirme yapıyor. Bu değerlendirmede bazı ülkeler, benim "iyi, güzel, doğru" diyebileceğim az sayıda ülke bir noktada gözüküyor. Yani az sayıda ülke benim de kabul edebileceğim bir noktada gözüküyor. Birçok ülke belki benim kabul etmeyeceğim, etmeyeceğim dediğim, "hayır, bu olmaz" şeklinde değil de, içime sindiremeyeceğim diye söyleyeyim, ama gene de Türkiye açısından bir gelişme sayılabilecek, bir öneri hazırlığı içinde gözüküyor. Bu olacak mı, olmayacak mı? Onu bilemem. Fakat böyle bir gelişme var. Böyle bir gelişmeyi ben New York'taki temaslarımda somut olarak konuştum ve gördüm. Örneğin bizim Türkiye konularında genellikle çok ihtiyatlı olan İngiltere'nin Türkiye'nin aday ülkeler arasında ve çıkış noktasında onlarla aynı çizgide olmasına dönük bir düşünce geliştirdiği izlenimini aldım. Böyle yapıyorlar diye başkasının adına konuşmam fakat böyle bir izlenim aldım.

Gene AB bağlamında, daha tabi bütün üye ülkeler Türkiye'ye karşı çok olumlu bakış açıları içindeler falan, öyle değil. Ben o görüşte değilim, ama bütün üye ülkelerde Türkiye'ye dönük bir gelişme, "birşey yapabilir miyiz, Türkiye bu söylediklerinde haklı, biz bir çözüm arayabilir miyiz?" gibi bir hassasiyetin başlamış olduğu, bu bir vakıa.

Tek tek bütün konulara girmek istemiyorum, ancak Balkanları söyledim. Ortadoğu ile bu üç aydan daha fazla ilişkimiz olacak. Türk Cumhuriyetleriyle bazı çalışmalar başlatmak ümidindeyim. Hatta Türk Cumhuriyetleriyle biraz daha üst düzeyde teması organize etmek düşüncesindeyiz. Bunları zaman içinde gerçekleştireceğiz ve üç aylık sürede yapılandan elbette daha fazlasını önümüzdeki dönemde gerçekleştireceğiz.

Ben şimdi kısaca yöntem meselesine değinmek istiyorum. Sanırım Bizim Bakanlığımızın ve bu üç ayın gözükmeyen belki fakat önemli gelişmesi şu oldu : Biz Türkiye'nin dış sorunlarını, dış ilişkilerini bir koordinasyon içinde, danışarak, Bakanlığımızın dışından düşünce girdisi sağlayarak çalıştık. Küçük bir ölçüde bunu yaptık. İleride daha fazlasını yapacağız ve bunu yaparken de hem hükümet düzeyinde, hem de bizim dışımızdaki başka sivil toplum örgütleri düzeyinde devamlı bir danışma sürecine girdik. Mesela bir AB konusunu ben sendikalarla konuştum, işveren sendikalarıyla konuştum, esnaf birliğiyle konuştum, AB konusundaki başka sivil toplum örgütleriyle konuştum. Bu yeterli mi? Bence yeterli değil ama bir başlangıç olarak bunu yaptık ve buna devam edeceğiz. Siyasetin katkısını, siyasi katkıyı, katılımı Dışişlerine henüz yeterince alabilmiş değiliz. Onun mekanizmalarını da oluşturacağız. Ben Meclis'teki bütün milletvekillerinin, Meclis'teki siyasi partilerin dış politikayı sadece kendi dışlarında meydana gelen, gazetelerden öğrendikleri ve eleştirdikleri bir olay olmaktan çıkarmak amacındayım, onun yerine oluşumuna katkıda bulundukları ve belli bir düzeyde sorumluluğunu paylaştıkları bir olaya dönüştürmek istiyorum.

Ayrıca, bu bağlamda, akademik çevrelerin katılımı. Daha henüz o konuda birşey yapamadık. Vakit olmadı açıkçası. Dünyanın gelişmiş dış politika uygulamalarında bu çok önemli. Dış politika oluşurken ilgili üniversite çevrelerinin mutlaka o dış politikaya bir katkısı, katılımı oluyor. Bunu yeterince organize edebilmiş değiliz. Bunu da mutlaka yapacağız.

Basınımız tabii çok önemli. Çünkü basın bizim Bakanlığımızla halkın, toplumun arasında bir köprü görevi taşıyor bir defa. İkincisi, hani demin söylediğim, siyaset çevresi, üniversite bilim dünyasından almak istediğimizi, basın dünyası bize sürekli veriyor. Yani basın dünyası bize sadece haberleriyle değil, sadece yorumlarıyla değil ama bir bütün olarak, ben mesela her sabah bütün gazetelerde çıkan bütün dış haberleri, bütün dış yorumları okuyorum ve o bana bir takviye oluyor, bir bilgi akışı oluyor, birikim akışı oluyor. Şu anda öngördüğüm katkılardan tek tatmin edici düzeyde olanı.

Daha etkin bir Dışişleri Bakanlığı nasıl yapabiliriz, nasıl olabilir? Bu konuda çalışmamız var. Zannediyorum, önceden açıkladığımız ilkeler doğrultusunda Dışişleri Bakanlığımızın ekonomi diplomasisine ve kültür diplomasisine dönük, daha üretken olmasını sağlaması açısından, kendi organizasyon düzenimizde bazı yenileşmeler yapacağız. Bunun hazırlıkları devam ediyor ve bu arada ileriye dönük bir-iki çalışma. Birisi daha yakın gelecek, öbürü orta vade. Şimdi önümüzdeki yıl Türkiye'mizin çok önemli bir yıldönümünü kutlayacağız. Türkiye'nin, Cumhuriyetimizin 75. yıldönümü. Bu 75. yıldönümünde ve hemen onun arkasından gelen 700. yıl, bizim Osmanlı tarihimizin 700. yılı ve o 700 yılı taçlandıran, belki en ileri düzeyde sonuçlandıran Cumhuriyet ihtilali ve Cumhuriyetimizin 75. yıldönümü. Önümüzdeki yıl için birçok ülkenin çok geniş bir ülke katılımının bilim adamlarıyla bir araya geleceği ve Türkiye modelini tartışacağı bir bilimsel çalışma düşünüyoruz. Yani bu bilimsel çalışmada Türkiye modeli tartışılacak, Türkiye'nin Cumhuriyet modeli. Türkiye modelinin bütün dünya için, özellikle de bizim gibi İslam geleneğine sahip ülkeler açısından olağanüstü önemini, belki biz yeterince Türkiye olarak çok da değerlendiremedik ama, bunu böyle uluslararası bilimsel bir toplantıda çok daha iyi değerlendirip dünyaya yeniden sunabilmemizi mümkün kılacak bir bilimsel çalışma.

1999, gerçi ona vakit olduğu için üzerinde çok fazla düşünülmüş değil ama, 1999'da bizim tarihimizin belli bir kesitinin başlangıcının 700. yılı. Burada şöyle bir düşünce var. Daha çok düşünce düzeyinde ama vakit de var önümüzde. Tabii hiçbir ülkenin tarihi baştan sona bembeyaz sayfalardan oluşmaz. Elbette bizim de çok uzun tarihimizde doğru olmayan bazı olaylar da mevcuttur. Fakat bizim tarihimiz hakikaten bütünlüğü itibariyle dünyaya hoşgörü tarihi diye geçebilmiş, hoşgörünün tarihi diye kabul edilebilmiş bir dönemdir ve bu tarihimizi çok sayıda devletle, ulusla birlikte paylaştık ve yaşadık. İyi günümüz oldu, kötü günümüz oldu. Ancak şu anda dünya coğrafyasına baktığımızda biz tarihimizi Balkanlar'daki çok sayıda devletle, Kuzey Afrika'ya gidebiliriz, Ortadoğu, hatta Karadeniz'in kuzeyi, Kafkaslar, çok büyük coğrafyada yer alan ve bugün her biri devlet olan, aşağı yukarı her biri, geniş bir toplulukla biz bu tarihi paylaştık ve birlikte yaşadık. Bu çerçeveden hareketle gene tamamen bilimsel düzeyde olaya bakarak ve bilim adamlarını biraraya getirerek ve özellikle de bu coğrafyayı, bu tarihi bizimle birlikte paylaşmış, yaratmış ve yaşamış olan ülkelerin, toplumların bilim adamlarıyla 700 yıllık bir tarihin belli yönlerinin irdelenmesi, incelenmesi olarak bunu düşünmekteyiz. Bu konuda daha önümüzde vakit var ama bunu da geliştirmeyi öngörmekteyiz.

Şimdi efendim suallere geçmeden, ben elbette bir üç ayı objektif değerlendirebilme mevkiinde değilim. Yani çok tarafım burada. Ancak bana göre gerçekten ve tabii ki öncelikle arkadaşlarımızın, Bakanlıktaki arkadaşlarımızın emeğiyle, birikimiyle, herkesin iyi niyetli çalışmasıyla üç ayda aldığımız mesafe önemli mesafedir. Türkiye'nin güvenliği, Türkiye'nin menfaati, demin belirttiğim gibi, halkımızın ekmeği, çocuklarımızın geleceği yolunda biz mesafe aldık ve umuyorum, hatta inanıyorum, bundan sonra bu mesafeyi daha da hızla alacağız, daha ileri noktalara Türkiye'mizin Dışişlerini ulaştıracağız. Ben kendi payıma gerçekten faydalı, verimli ve de keyifli bir çalışma döneminin içindeyim. Umuyorum bundan sonra daha iyisiyle biz gene burada olacağız, gene basınımızın karşısında olacağız.

Call For Peace From Turkey to Greece-12 February 1998

Turkey, through a Verbal Note presented to the Greek Government, called for the settlement of all the Aegean problems by peaceful means and proposed to convene a high level meeting between the two Foreign Ministries before the end of March, 1998.

The UN Secretary General, the Secretary General of NATO and the NATO members were informed about this initiative. Thus, Turkey's proposals of peaceful resolution of disputes were brought to the attention of the international public opinion. In the Note, it was stated that "...Due to the existence of a set of unresolved questions over the Aegean, the two countries are facing tensions in their relations... This situation, unintentionally, could escalate into a serious confrontation..."

While presenting the Note to the Greek Ambassador in Ankara, H.E. Mr. Ismail Cem, Foreign Minister of Turkey, said the following:

"We tell Greece: 'Let's talk, conciliate and make peace'. The response of Greece to this initiative will display and prove the good will of the both countries in the eyes of the international community. I hope, Greece will also display that she is as peaceful and conciliatory as Turkey."

Cem said that this initiative comprised three approaches of resolution originated from the USA, NATO and the EU. He said:

"We are bringing the situation to the attention of the world public opinion and to all countries concerned."

The proposal of Turkey contains the following:

1."Jointly identifying the Aegean problems between the two countries."

2.Formalizing the "Madrid Declaration" of 8 July, 1997, which was agreed upon by Turkey and Greece with the initiative of the US Secretary of State, Mrs. Allbright.

3.Developing and mutually implementing the "Confidence Building Measures in the Aegean" with the collaboration of the NATO Secretary General.

4.Jointly initiating the Personalities Group process, composed of respected Turkish and Greek personalities assigned to come up with proposals concerning the resolution of bilateral problems between the two countries.

5.Upon the positive reply from the Greek Government to the Turkish initiative, convening a high level meeting between the two Foreign Ministries to discuss these proposals, before the end of March 1998, either in Ankara or in Athens.

Turkey´s Prime Minister Calls For Peace Process With Greece Over the Aegean-24 March 1996

 

Mr. Mesut Yilmaz, Prime Minister said that Turkey wants to see all the disputes settled between Turkey and Greece in the Aegean and called for a peace process to get started without any preconditions. Its goal would be to find a comprehensive and lasting solution to all issues dividing the two countries in the Aegean.

"The latest crisis (in the Aegean) has demonstrated once again that the present state of Turkish-Greek relations is fraught with dangers. The failure to settle existing problems has created an environment conducive to the eruption of further crises." Mr. Yilmaz said.

He added:

"I am therefore calling upon Greece to enter into negotiations without preconditions with a view to settling all the Aegean questions as a whole."

Mr. Yilmaz believes that Turkey and Greece should follow the precedent set in 1930 when the two countries made an historic peace agreement under the leadership of President Mustafa Kemal Atatürk, and the then Prime Minister of Greece, Eleutherios Venizelos.

"An eventual settlement of Aegean issues will only be viable and long-lasting if it is built upon the fundamental rights and legitimate interests of both countries. We should discuss our differences on the basis of mutual respect and with a willingness to reach a compromise" the Prime Minister said.

Mr. Yilmaz stressed that Turkey has always respected the territorial integrity and the inviolability of the borders of all its neighbours, including Greece, and harbours no intention of altering the status quo in the Aegean by unilateral means.

"An essential aspect of Turkey's position on Aegean issues is respect for the status quo established through international agreements" the Prime Minister said.

Mr. Yilmaz believes that the Aegean Peace Process should be based on the following steps:

  • Greece and Turkey would both declare their respect for existing international agreements; respect for each other's territorial integrity; and renounce all unilateral steps in the Aegean.
  • Exploratory talks begin without prejudice to either side's position on ways of reaching an overall negotiated solution.
  • Preliminary discussions could cover possible third party methods of settlement and the form, conditions, and legal requirements involved.
  • Both sides would endeavour to reduce emotions surrounding the Aegean issues and create a new spirit of cooperation and compromise.
  • Talks could be held on an initial political declaration setting our the basic principles governing the relationship between Greece and Turkey and establishing a new framework for political cooperation. The document could also specify channels of cooperation and procedures for resolving differences.
  • Simultaneous talks on a comprehensive set of confidence-building measures for military activities.

"I sincerely hope that Greece will give due consideration to our call for a peaceful settlement based on international law and legitimacy and will not let this historic opportunity slip away. This process may require a period of reflection and preparation. Turkey will be ready whenever it is that the Greeks respond positively to our proposal and say they are ready to engage in such a peace process" Mr. Yilmaz said.

 

[Madrid Declaration] , joint communique on Greek-Turkish relations ,  July 8th, 1997

The communique states:

 

"His Excellency Suleyman Demirel, President of the Turkish Republic and His Excellency Costas Simitis, Prime Minister of the Hellenic Republic, met on July 8 on the occasion of the NATO summit in Madrid. They noted with satisfaction the convergence of views reached by Foreign Minister Theodoros Pangalos and Foreign Minister Ismail Cem at the meeting hosted by US Secretary of State Albright. Both countries will pursue efforts to promote bilateral relations based upon:

  • A mutual commitment to peace, security and the continuing development of good neighborly relations;
  • Respect for each other's sovereignty;
  • Respect for the Principles of International Law and International Agreements;
  • Respect for each other's legitimate, vital interests and concerns in the Aegean which are of great importance for their security and national sovereignty;
  • Commitment to refrain from unilateral acts on the basis of mutual respect and willingness to avoid conflicts arising from misunderstanding; and
  • Commitment to settle disputes by peaceful means based on mutual consent and without use of force or threat of force."

1997 S-300 Füzelerinin Kıbrıs’a Yerleştirilmesi Bunalımı

1996-97 yıllarından bu yana Kıbrıs’ta, Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi arasında Ortak Savunma Doktrini çerçevesinde hayata geçirilmeye çalışılan iki önemli projeden söz etmek mümkün. Bunlardan ilki,  adada Yunan hava kuvvetlerinin kullanacağı bir hava üssü kurmak, diğer bir gelişme ise, Rusya’dan satın alınarak adada konuşlandırılması planlanan S-300PMU-1 TMD[1] füze sistemleri olmuştur.

1996 Kardak Bunalımı

1996 yılında meydana gelen Kardak Kayalıkları’na ilişkin bunalım Ege Denizi’nde iki ülkeyi doğrudan bir sıcak çatışmaya sürükleyebilecek bir nitelik taşımıştır. Ege Denizi’nde kıyıdar iki ülke arasında deniz sınırlarını saptayan ve haritalandıran herhangi bir antlaşmanın bulunmaması, Ege Denizi’ndeki ada, adacık ve kayalıkların dağılımı ve egemenlikleri göz önüne alındığında, bu türden gerginliklere yol açabilecek uygun zemin yaratmaktadır.

Kardak Gerginliğinin Tırmanışı

1996 yılında Kardak kayalıklarına ilişkin bunalım sırasında iki ülke arasında diplomatik görüş alış verişi sürerken egemenlik iddialarının fiili olarak sergilenmesi, konunun bir anda iki ülke medyası, kamuoyu ve siyasileri arasında  "ulusal dava" olarak algılanmasına yol açmıştır. Bu süreci başlatan ise, Yunanistan'a ait Kalimnos Adası belediye başkanının yanında adanın papazı, aileleri ve Antenna adlı Yunan televizyon kanalı çekim ekibini alarak 26 Ocak 1996 tarihinde Kardak Kayalıkları’na çıkarak şenlik havasında kayalıklara Yunan bayrağını dikmesi olmuştur.[1] Bayrak dikme girişiminin televizyonda yayınlanmasının ardından, ertesi gün Türk medyası konuya ilgi göstermiş ve Hürriyet Gazetesi'nin iki muhabiri helikopter ile Kardak Kayalıkları’na giderek Yunanlıların dikmiş oldukları bayrağı indirmiş, yerine Türk bayrağını dikmiştir. Bu bayrak mücadelesinin Türk televizyonlarında yayınlanmasının ardından iki ülke arasında kamuoylarının siyasiler üzerindeki baskıları yoğunlaşmış ve diplomatik alanda sürdürülen mücadelenin giderek sertleştiği görülmüştür.

28 Ocak 1996 tarihinde Yunanistan'da hükümet baskılara dayanamayarak Kardak Kayalıkları’na askeri bir birliği göndererek Türk bayrağını indirtmiş ve ağır silahlarla takviye edilen birlik kayalıklardan büyük olanına konuşlanmıştır. Aynı gün Atina'daki Türk Büyükelçisi Yunanistan Dışişleri Bakanlığı'na çağrılarak kayalıkların Yunanistan'a ait olduğu ve yaklaşanlara ateşle karşılık verileceği uyarısında bulunmuştur.

Bu durum Türkiye'de tepkinin hangi düzeyde ve nasıl gösterileceği tartışmalarını başlatırken siyasilerin ve askeri kadronun üzerinde oydaştığı nokta, Yunan askeri varlığının ve bayrağının kayalıklardan uzaklaştırılması olmuştur. Gösterilecek tepkinin iki ülke arasında silahlı bir çatışmaya dönüşmemesi için duyarlılıkla hareket etmek ve çok yönlü düşünmek gerekmiştir. Sonuçta, İnal Batu'nun önerisi[2] dikkate alınarak Kardak Kayalıkları’ndan üzerinde Yunan bayrağı dikilmiş olmakla birlikte asker bulunmayan küçük olanına Türk komandolarının çıkmasına karar verilmiş ve bu plan 31 Ocak 1996 tarihinde başarıyla uygulanarak Türk SAT komandoları ikinci kayalığa çıkmışlardır.

Türkiye'nin bu müdahalesi, esasta iki ülkenin soruna ilişkin inisiyatifinin eşitlenmesi anlamını taşımakla birlikte, beraberinde sıcak bir çatışma riskini ve sorumluluğunu da taşımaktadır. Nitekim, kriz sırasında devreye giren ABD, iki ülke arasında yürütmüş olduğu diplomatik arabuluculuk ile sorunun yumuşatılmasını, en azından, statüko öncesi duruma (status que ante) dönülmesini sağlamaya çalışmış ve bu çabaları başarılı olmuştur. 31 Ocak 1996 tarihinde her iki ülke silahlı güçleri aynı anda Kardak kayalıklarından çekilerek statüko öncesi duruma dönülmüştür.[3] Statüko öncesi duruma dönüşü sağlayan girişimlerde Türkiye’nin Kardak Kayalıkları’ndan küçük olanına asker çıkarması ve “Türk askerlerine herhangi bir saldırıda bulunulmadığı takdirde Yunan birliklerine ateş açılmaması talimatı verdiği ve Yunanistan’ın bayraklarını, askerlerini ve deniz ve hava kuvvetlerini kayalıklardan çekmesi durumunda Türkiye’nin de çekileceğini” açıklamış olmasının yanı sıra, ABD’nin “ilk kurşunu atanın karşısında ABD’yi bulacağı”nı açıklamış olması da etkili olmuştur.

Kardak Bunalımı Sırasında Ulusal Kamuoyları ve Hükümetlerin Yaklaşımları

Bunalım sırasında Yunanistan’da C. Simitis hükümeti seçimden yeni çıkmış, iktidara henüz gelmiş durumdadır. Türkiye’de ise T. Çiller’in başbakanlığını,  D. Baykal’ın dışişleri bakanlığını yaptığı DYP-SHP koalisyon hükümeti iktidarda bulunmaktadır. Gerek Yunanistan’da gerekse Türkiye’de ulusal hükümetler bunalım sırasında ulusal tezlerini oluşturmada hazırlıksız yakalanmışlardır. Öyle ki, Kardak Kayalıkları’nın hangi ülkenin egemenlik sınırları içerisinde yer aldığı ve/veya egemenliğinin belirsiz olup olmadığı konularında tartışmalar sürerken, her iki ülkede de hükümetler iddialarını Kardak Kayalıkları’nın kendi ulusal egemenlik sınırları içerisinde olduğu görüşüne dayandırmış, dolayısıyla bunalım sırasında gösterilecek tepki de en üst düzeyde olmuştur. Örneğin Yunanistan’da 19 Ocak 1996’da güvenoyu olarak hükümeti kuran Simitis[4], daha bir hafta geçmeden siyasi rakibi Arsenis’e yakın basın tarafından “Yunan toprağını Türklere peşkeş çekmek”le suçlanmış ve hükümet üzerinde yoğun bir baskı oluşmuştur. Bunalım sırasında Başbakan Simitis ile Savunma Bakanı Arsenis, Dışişleri Bakanı Pangalos ve Genelkurmay Başkanı Amiral Lymberis arasında yaklaşım farklılığı görülmektedir. Arsenis’in belirttiğine göre, Yunan Dışişleri Bakanı (Pangalos), Savunma Bakanlığı’ndan Yunan Genelkurmayı ve Amiral Lymberis’in yönetimi altında kayalıkların bulunduğu bölgedeki faaliyetlere ilgi ve gözlemlerin arttırılmasını istemiş[5], ardından Kalimnos Belediye Başkanı tarafından kayalıklara Yunan bayrağı çekilmiştir.  26 Ocak 1996 tarihinde yapmış olduğu bir radyo konuşması sırasında Pangalos, Kardak Kayalıkları’na ilişkin olarak Türkiye’nin ilk kez bur tür iddialar ortaya koyduğunu belirterek; Türkiye’nin Yunan toprağını istemediğini, haddi zatında iç politika konularıyla bağlantılı olarak, Kardak üzerinde egemenliğin belirsiz olduğunu öne sürmekte olduğunu tekrarlamıştır. 28 Ocak 1996 tarihinde bir radyo yayınında “Türkiye’nin  Yunanistan’a karşı yeni bir provokasyon sürdürmekte olduğu” dile getirilmiştir.

30 Ocak 1996 tarihinde yapmış olduğu basın toplantısı sırasında Başbakan Çiller, Türkiye’nin konuya ilişkin görüşlerini dile getirmiş ve daha önce Kardak Kayalıkları’nın egemenlik hakları konusunda belirsizlik olduğuna ilişkin yaklaşımı tersine çevirerek, kayalıkların Türkiye’ye ait olduğunu açıklayarak, Dışişleri Bakanlığı kayıtlarının Türkiye’nin bu iddialarını doğrular nitelikte olduğunu belirtmiştir.

Bütün bunlardan anlaşılacağı gibi, Kardak olayı sırasında hükümetler, Figen Akat’ın Kardak Kayalıkları’nda karaya oturmasını başlangıçta basit bir deniz kazası olarak algılarken, giderek egemenlik sınırlarının ihlali ve toprak talebi iddialarına dönüşmüştür. Deniz kazası ile her iki ülkenin de kayalıklara asker çıkarmalarına kadar geçen sürede bir yandan diplomatik girişimler sürdürülürken, diğer yandan da, ulusal tezlerin meşruluk kazanmasına yarayacak fiili durumlar yaratılmaya çalışılmış; medya da bu çabaları kolaylaştırmıştır. Normalde ulusal deniz sınırlarının ihlali olarak düşünülebilecek bir teknik olayı -bu bakımdan kayalıkların hangi ülkenin egemenlik sınırları içinde olduğunun önemi yoktur- iki ülke uzmanlarından oluşturulacak bir komisyon aracılığı ile  inceleyip siyasi karar alıcıların önüne getirebilecek iken, bu olayda tepki en üst düzeyde askeri yöntemler kullanılarak dile getirilmiştir. Dolayısıyla, bu olayda yapılması gereken, egemenlik iddialarını araştıracak bir görüşme sürecine girilmesidir ki, bu durumun Türkiye’nin aksine Yunanistan tarafından benimsenmemiş olduğu görülmektedir. Yunanistan bu konudaki bir görüşme sürecine karşı çıkmaktadır çünkü, Ege Denizi’nde Kardak Kayalıkları’na benzer pek çok kayalığın da statülerinin tartışılabileceği ve bu görüşme sürecinde bu bölgeleri Türkiye’nin egemenlik sınırları içerisine bırakabileceği endişesini taşımaktadır. Bu da en azından Yunanistan bakımından anlaşılabilir bir durumdur.

Bir başka açıdan ele alındığında, Kardak Kayalıkları bunalımı, algılamaların ve karar alma sürecinin etkinliği bakımından da ilginçtir. İlk nota değişimlerinden sonra iki ülkede de güvenliğe ilişkin kuruluşlar yapmış oldukları toplantılarda olayın ciddiyeti üzerinde durmuşlardır. Örneğin Türkiye’de o sırada Genel Kurmay Başkanlığı’nda yapılmakta olan Milli Güvenlik Kurulu ön toplantısında Deniz Kuvvetleri Komutanı G. Erkaya konuyu dile getirerek “bir geminin karaya oturduğunu ve Yunanistan Dışişleri Bakanlığı’nın notası ile burada bir egemenlik sorununun olduğunu, eğer diplomatik yolla halledilemezse kuvvet kullanımına sebep olacak bir hadise olabileceğini” anlatmıştır.[6] 28 Ocak’ta Türkiye’nin Atina Büyükelçisi’nin Yunanistan Dışişleri Bakanlığı’na çağrılarak Kardak Kayalıklarının Yunanistan’a ait olduğunun ve bu kayalıklara yaklaşanlara ateş açılacağının bildirilmesinden sonra  29 Ocak’ta Türkiye’de konuyu görüşmek üzere üst düzeyde toplantılar yapılmıştır. Bu toplantıda Türkiye’nin olayı algılayış şekli ve gösterilecek tepkinin düzeyi belirlenmeye çalışılmıştır.

Erkaya’nın belirttiğine göre; “Toplantıda gerilim vardı. Çünkü artık o kadar tırmanmıştı ki hadise, bir veya iki gün içinde muhakkak suretle halli gereken bir konu haline gelmişti İster diplomatik yoldan halledilsin ister silah kullanılsın ki sayın Başbakan Çiller ve Deniz Baykal diplomatik yoldan halledilmez ise kuvvet kullanmakta kararlı görünüyorlardı Tabi kuvvet kullanmak söz konusu olduğunda bunun neticelerinin ne olabileceği düşünüldüğü için silah kullanma ihtimalinin verdiği gerilim orda oturanların hepsinde hakimdi.... Bir helikopter Kardak Kayalıklarında keşif yaptı. Gelen haberler Yunan askerlerinin adadaki varlığını doğruluyordu. Toplantıda ilk olarak Başbakan Tansu Çiller, Onur Öymen’e döndü ve sordu ‘Dosyamız sağlam mı, Kardak Kayalıkları hukuki olarak bize ait gözüküyor mu?’ cevap ‘evet sağlam’ idi.

...Daha sonra ‘Kardak Kayalıkları’nın Türkiye için önemi nedir?’ diye soruldu. Diplomatlar Kayalıkların Ege’deki diğer 150 kayalık için örnek teşkil ettiğini söylediler. Tartışmalar bir anda iki kayalık parçasından, Ege’deki tüm kayacıklara, kıta sahanlığına, hatta adaların kime ait olduğuna kadar uzanıyordu. Kayalıkların kime ait olduğunun altında ise 12 mil sorunu yatıyordu... Yani iki kayalığa sahip olan Ege’de sınırların belirlenmesinde söz sahibi olacaktı. ”[7]

Gösterilecek tepkiye ilişkin senaryolar üretilirken, askeri bir müdahalenin çatışmaya yol açacağı ve bu çatışmanın tırmanacağına ilişkin öngörüler dile getirilmiştir. Bu olasılığın tercih edilmesi durumunda ise, siyasi ve askeri sorumluluğun ağırlığı açıktır. Bu toplantı sırasında İnal Batu’nun dile getirmiş olduğu kayalıklardan üzerinde Yunan askeri bulunmayanına Türk askerinin çıkarılması önerisi dikkate değerdir. Gerçekten de kayalıkların iki tane olması ve Yunan askerlerinin bu kayalıklardan sadece birinde konuşlanmış olmaları Türkiye’nin göstereceği tepkide önemli bir seçenek kazandırmıştır. İnal Batu’ya göre, “Bu görüşün güçlü yanı şuydu, yani bir savaş riski asgariye iniyordu. Durum ve inisiyatif eşitliği sağlanıyordu.”

Başlangıçta ilgi görmese de, 30 Ocak’ta Genelkurmay Başkanlığı’nda yapılan ikinci toplantıda senaryolar üzerinde düşünülürken bu görüşün Türkiye’ye kazandırmış olduğu avantajlar anlaşılabilmiştir. “...Önce askersiz kayalıklara çıkılır, ertesi gün, diplomatik bir gelişme sağlanamazsa Yunan askerlerinin olduğu kayalığa çıkartma yapılırdı. Bu son olasılık, Türkiye’ye büyük avantajlar sağlıyordu. En önemlisi, zaman kazanılıyor, uluslararası arenada eşitlik sağlıyordu.” [8]

Bu plana uygun olarak hazırlıklar sürerken Yunanistan’ın Türkiye’nin gösterebileceği tepkiye ilişkin olarak hazırlık yapmış olduğu göz ardı edilmemeli; nitekim Türk askerlerinin ikinci kayalığa çıktığının anlaşılması üzerine gösterilecek tepki  tartışılırken açıkça inisiyatif Türklerden yana olmuştur. Bu kez Yunan siyasi ve askeri liderler gösterilecek tepkinin diplomatik mi yoksa askeri mi olmasını tartışmaya başlamışlardır. [9]

Kardak bunalımı, Türkiye ile AB arasındaki ilişkileri de olumsuz etkileyecek bir gelişmeye yol açmıştır; Yunanistan’ın konuyu AB organlarına taşımasının ardından AB Konseyi ve Parlamentosu almış oldukları kararlarla Türkiye’yi bunalımdan sorumlu taraf olarak kabul ettiklerini göstermişlerdir.

Kardak bunalımının Türkiye’nin Ege Denizi’ne ilişkin politikasında önemli bir değişikliği yansıttığı da söylenebilir; “Kardak krizi önemlidir, çünkü Kardak vesilesiyle Türkiye tüm Ege’de adasal statükoyu Lozan’dan bu yana ilk kez açıkça sorgulamış ve gene ilk  kez bu krizin ardından Türkiye üçüncü taraflı çözümleri dışlamayacağını ilan etmiştir.” [10] Bu bağlamda, gerek Kardak gerekse ardından Gavdos adası konusunda ortaya çıkan görüş ayrılıkları, Yunanistan tarafından Türkiye'nin Yunanistan’a ilişkin toprak talepleri ve yayılmacı emellerinin göstergesi olarak yansıtılmaya çalışılmıştır. [11]Oysa Türkiye’nin gerçekleştirmeye çalıştığı, Ege Denizi’nde Türkiye ve Yunanistan arasındaki tüm sorunları ortadan kaldırabilecek bir hukuki, siyasi çözüm yolunun sağlanabilmesi için gereken diyalog sürecinin oluşturulması ve tarafları memnun edecek bir sonuca ulaştırılabilmesidir. Bu bakımdan ele alındığında Lozan Antlaşması’nın yapıldığı dönemde henüz gündemde bulunmayan pek çok konu ve kavramın bugün birer egemenlik iddiası olarak algılanmakta oluşu göz ardı edilmemelidir. Bu zorunluluk Ege’de Lozan ve diğer antlaşmalarla ele alınmamış ve karara bağlanmamış konularda tarafları görüşmelere başlamaya yöneltmektedir.



Michael Robert Hickok, Kalimnos Belediye Başkanı’nın Kardak Kayalıkları’na çıkış tarihini 20 Ocak 1996, bu durumun basında ve kamuoyunda yankı bulmasını ise 26 Ocak olarak göstermektedir. Bkz; M. R. Hickok, “Falling Toward War in the Aegean: A Case Study of the Imia/Kardak Affair”, http://dodccrp.org/proceedings/DOCS/wcd00000/wcd00044.htm B.Tarihi: 23.09.1999.

Kardak Kayalıkları’na yapılacak müdahaleye ilişkin olarak siyasi, askeri, bürokratik kadroların birlikte yapmış olduğu toplantılardaki görüşler ve değerlendirmeler için bkz; “Kardak Krizi”, http://www.softdesign.com.tr/32gun/97-98-dosya/dosya21.html, B. Tarihi: 02/ 10/1999.

[4] Andreas Papandreu’nun 15 Ocak 1996 tarihinde çekilmesinin ardından eski ticaret ve Sanayi Bakanı Costas Simitis PASOK Parlamento Grubu’nda yapılan oylamada Akis Tsochatzopoulos’a karşı çoğunluğu kazanarak Başbakan olmuş,  ancak, henüz PASOK’un liderliğine gelememiştir. Dolayısıyla bu durum gerek hükümet gerekse PASOK içerisinde siyasi çekişmelere yol açan bir gelişme olmuştur. Savunma Bakanlığı'’ı elinde bulunduran Arsenis, Simitis’in Türkiye’ye ilişkin yaklaşımını eleştirirken bu dengeleri lehine çevirmeye çalışmıştır.

[5] Hickok, “Falling Toward War in the..,”

[7] “Kardak Krizi…”.

[8] “Kardak Krizi…”.

[9] Bu konuda bkz; Hickok, “Falling Toward War in the...,”; Kardak Krizi....

[10] Şule Kut, “Türk Dış Politikasında Ege Sorunu”, Türk Dış Politikasının Analizi, Der. Faruk Sönmezoğlu, İstanbul: Der Yayınları, 1998, ss. 256.

[11] Bu bakımdan Kut’un da vurguladığı gibi, Türkiye'nin yaklaşımı, Yunanistan’ın Ege Denizi’ndeki egemenliğini değil egemenlik iddialarını tanımamak yönündedir. Dolayısıyla Türkiye’nin bu yaklaşımını Yunanistan’ın egemenliğine değil ama Yunan çıkarlarına yönelik bir  tehdit olarak yorumlamak olasıdır. Ş. Kut, “Türk Dış Politikasında Ege Sorunu...,” s.268.

Sayfa 10 / 13

Kitap-İçindekiler

Üye Giriş

üyelik