PASOK Hükümeti Değişen Dış Politika Çizgisi

Türkiye-Yunanistan İlişkilerinde Deniz Yetki Alanı Uyuşmazlıkları

  • Üyelik
Çarşamba, 18 Nisan 2018 07:59

PASOK Hükümeti Değişen Dış Politika Çizgisi

Yazan
Ögeyi Oylayın
(0 oy)

İÇ VE DIŞ POLİTİKA KAYGILARININ ETKİSİ
PASOK Hükümeti Değişen Dış Politika Çizgisi


1990'ların ikinci yarısı Türk - Yunan ilişkilerinde pek çok yeni bunalımın yaşandığı bir dönem olmakla birlikte bu dönemde Türk - Yunan ilişkilerine Yunan siyasasının genel bakışını değiştirecek kimi olayların etki yaptığı görülmüştür. Bu değişimin gözlediği noktalardan birisi, Yunanistan'ın AB üyeliği çerçevesinde uyum sürecini istikrara kavuşturmak istemesidir. [466] Yunanistan'da hemen her iktidar değişikliğine rağmen sürdürülen temel çizgi Türkiye ile olan ilişkilerde yaşanan gerilim olmasına karşın özellikle 1999 bunalımı çerçevesinde iki ülke arasında yaşanan ılımlı diyalog çabalarında PASOK hükümetinin belirgin bir dış politika değişikliğine girmiş olduğu gözlenmiştir. [467] Özellikle Türkiye ile olan uyuşmazlıklarının bu ülkenin dış politika sürecini olumsuz etkilemeye başlaması ve izlenen politikaların somut bir çözüme ulaşmakta yetersiz kalmış olması PASOK hükümetinin politikasında değişikliğe gitmesine yol açmıştır. [468] Bu yeni yönelimde Türkiye ile olan uyuşmazlıkların esasına ilişkin boyutu ön plana çıkarılmadan iki ülke arasında diyalog sürecini hızlandırarak işbirliğini arttıracak girişimler ağırlıklı olarak uygulamaya konulmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda, gözlenen bir başka özellik ise, Türkiye ile sıfır toplamlı bir dış politika mücadelesi içerisinde olan Yunanistan'ın bu yeni süreçte bu politikasında değişikliğe gitmiş olması uzlaşma ağırlıklı bir politika izlemeye başlamasıdır. Türkiye'nin AB'ye tam üyelik yönünde isteklerini dile getirmekte oluşu ve bu yönde AB ve Yunanistan tarafından uygulanan stratejinin Türkiye'yi Birlik dışındaki ilişkilerini güçlendirmeye yöneltmiş olması, Yunanistan'ın, Türkiye'ye ilişkin pazarlık sürecinde AB baskısını elinden kaçırmasına yol açabilecek bir girişim olarak algılanmış ve Helsinki Zirvesi sırasında Türkiye'ye tam üyelik / aday üyelik konusunda olumlu sinyaller verilmiştir.

Diğer yandan, Yunanistan'ın 1990 sonrası dönemde AB fonlarının da yardımı ile ekonomik alanda sergilemiş olduğu önemli ilerlemeler PASOK hükümetinin dış politikada Öcalan olayı ile düşmüş olduğu saygınlık kaybı ile gölgelenmiştir. [469] Türkiye ile kurulan ılımlı diyalog, bu bakımdan da Yunanistan ile Türkiye arasında yeni bir sürecin başlamasına katkıda bulunmakla kalmayacak, aynı zamanda, PASOK hükümetinin 9 Nisan 2000 seçimlerinden güçlenerek çıkmasına olanak verecek bir seçenek olarak değerlendirilmiştir. Bu seçimler sırasında Türk - Yunan ilişkileri bakımından en önemli değişiklik, iki ülke arasındaki uyuşmazlığın eskisinden farklı olarak, siyasi partiler arasında bir çekişme, propaganda konusu edilmemesi olmuştur. PASOK'un rakibi, YDP lideri K. Karamanlis de yapmış olduğu açıklamada, "Arzumuz, diyalog yoluyla komşu ülke ile ilişkilerimiz normalleştirmektir.. Kıbrıs sorununa bir çözüm bulunmazsa Türk - Yunan ilişkilerinin normalleşmesi tam olarak gerçekleşemez" demiştir. [470] Gerçekten de bu tür bir politika değişikliği, Öcalan'ın yakalanması ve Yunanistan'ın PKK'ye desteğinin ortaya çıkmasının ardından da söz konusu olmuş; Mitsotakis, yaptığı konuşmada, "Yunanistan'ın son 20 yıldır terörle mücadelede başarısız olduğunu belirterek, 'Bu başarısızlık Yunanistan'ın dış politikasını olumsuz etkiliyor. Öncelikle Türkiye ile işbirliği anlaşması imzalamamız gerekiyor. İşbirliğini reddetmek Türkiye'nin kuşkularını arttıracaktır. Halbuki, Yunanistan ne geçmişte ne de bugün terörü desteklemiştir," diyerek hükümete bu konuda destek vermiştir. [471] Türkiye bakımından da iki ülke arasında başlatılan diyalog sürecinin kesintiye uğramadan sürdürülebilesi ve bu süreç içerisinde esas sorunların da ele alınabileceği bir ikili diplomatik görüşme yolunun açılabilmesi Yunanistan'daki seçimlere bağlı bir gelişme olarak algılanmış; bu seçimlerden PASOK'un başarı ile çıkması arzulanmıştır Kohen'e göre;"Kuşkusuz Atina'da 'devamlılık' Türkiye'nin de tercihidir. Son aylarda gelişen yakınlaşmanın  (bu arada Cem - Papandreou diyalogunun) devam etmesi, PASOK'un yeniden iktidara gelmesi ile kolaylaşacaktır. Türk - Yunan ilişkilerinde iyiye doğru 'değişim', aslında 'devamlılık' daha iyi sağlayacaktır."[472]

İç politikayı ilgilendiren bir başka yapısal faktör [473] olarak Yunanistan'da din ve kilisenin siyasal yaşamdaki etkinliğinden söz etmek mümkündür. Türk - Yunan ilişkilerinde kilisenin etnik/dinsel ayrılıkları körükleyici bir rol üstlendiğinin örneklerine rastlanmaktadır. Bu durumun zaman zaman siyasal iktidarı zor duruma bıraktığı da görülmüştür. Örneğin Yunanistan Başpiskoposu Hristodoulos yapmış olduğu bir konuşma sırasında "Yunanlıların lideri olarak size Trabzon'daki Sümela Manastırı'nı yeniden açacağıma söz veriyorum. Biz Yunanlılar, yeniden Türkiye'ye kaptırdığımız topraklarımızı geri alacağız" demiş, bu durum siyasilerin tepkisini çekmiş ve Adalet Bakanı Evangelos Yannopoulos, "Eğer böyle siyasi konuşmaya devam edecekse cüppesini çıkarsın", demiştir. [474] Ulusçu fanatik söylemler ve uygulamalar içerisinde din adamlarının bulunması dikkat çekicidir; Nitekim Türkiye ve Yunanistan'ı sıcak bir  atışmanın eşiğine getiren Kardak bunalımı sırasında da gerginliğin yaratan Yunan bayrağının adaya dikilmesi girişimi bir kilise papazı tarafından düzenlenmiştir. [475] 
  
 


466- S300 Füzeleri bunalımı sırasında Simitis ile Klerides arasında füzelerin geleceğine ilişkin olarak çıkan görüş ayrılıklarında da bu kaygıyı görmek mümkündür. Türkiye ile S300'ler yüzünden çıkacak bir sıcak çatışmanın Yunanistan'ın AB ile olan ilişkilerini sekteye uğratacağı, ortak para birimine geçiş için gereken çabaları aksatacağı düşüncesi tedirginlik yaratmıştır. Taki Berberakis, "Kabahat Klerides'te", Milliyet, 27 Temmuz 1998, s. 17. 
467- Son dönem Yunanistan'ın Türkiye ile olan yakınlaşmasında Yunanistan'ın sergilediği yaklaşımın Soğuk Savaş sonrası dönemde Yunanistan'ın güvenliğine ilişkin algılamalarında bir dönüşüm gerçekleştirmesi gerektiğini öneren yaklaşımlara koşut olarak geliştiğini söylemek mümkündür. Nitekim, Prodromou'nun dile getirdiği gibi, "Müttefikleri nezdinde algılamada bir dönüşüm gerçekleştirmeye ek olarak, Atina demokratikleşme ve (saldırgan olmayan) piyasalaşmaya odaklanmış bir Soğuk Savaş sonrası Avrupa-Amerika güvenlik stratejisinin meyvelerini, Yunanistan'ın uzun vadeli güvenlik çıkarlarının Güneydoğu Avrupa ve Doğu Akdeniz'de istikrarlı demokratik rejimlerin kurulmasıyla en iyi korunacağını kavrarsa ancak toplamaya başlayabilir. Böyle bir perspektif Yunanistan'ın Türkiye'nin yukarıda anılan çizgiler dahilinde kazançlar elde etmesini desteklemek istediğini varsaydığı ölçüde, bu görüş Atina'daki politika üretici elitler açısından da algılamada bir dönüşümü gerektirir... Burada dikkate değer üç nokta var. Birincisi, Atina'nın demokrasiye geçiş ve demokrasinin pekiştirilmesi sürecinde anayasal çerçeveyi iyileştirerek ve çoğulcu bir demokrasinin kurumsal temellerini atmak için gerekli olan yargı bağımsızlığını kalıcılaştırarak komşu ülkelere yardım sunabileceği. İkincisi, etnik ve dini azınlık hakları gibi özellikle hassas konularla ilgili olarak, Atina'nın Türkiye'yle ve Eski Yugoslav Makedonya Cumhuriyeti'yle ortak sınırları boyunca yurttaş haklarını koruma zor yolunu tutabileceği. Azınlık meseleleriyle ilgili olarak, politika ve toplumun çoğulculaşmasını sağlayarak Atina Güney Balkanlar'da devletlerarası çatışma için muazzam bir potansiyele sahip bir sorunu ortadan kaldırabilir ve böylelikle de Atina'nın bölgede Yunan ve Ortodoks azınlıklara eşit haklar sağlanması yolundaki çağrılarına müttefiklerin yapıcı cevaplar vermeleri konusunda Brüksel ve Washington nezdinde inandırıcılık kazanabilir. Üçüncüsü, Yunan ekonomisinin bölgedeki en güçlü performansa sahip ekonomi olması hasebiyle, Atina'nın bölgesel iktisadi işbirliği inisiyatifleri için çapa hizmeti sunabileceği." E. Prodromou, "Yunanistan'da Soğuk Savaş..., "  ss.162-163.
468- Aslında bu değişim sürecinin daha önce başladığını söylemek olasıdır; Nitekim Larrabee, Yunanistan'ın dış politikasındaki duyarlılığı Balkanlardaki yeni yapılanmaya ilişkin ulusal güvenlik kaygılarıyla bağlantılandırarak şu yorumu yapmaktadır; "... 1991'den 1994'e Yunan siyasetini vasıflandıran milliyetçi dalganın geri çekildiğine dair işaretler var. 1994'ün sonundan beri, Atina'da yeni, daha gerçekçi bir politika doğmaya başladı. Bu yeni pragmatik politika özellikle Yunanistan'ın Balkan politikasında yansımasını buldu. 1995 başlarından beri, Yunanistan Arnavutluk'la olan görüş ayrılıklarını  düzeltti., EYMC'yle olan ilişkilerini normalleştirdi ve Türkiye'yle yapılan gümrük birliği anlaşmasına koyduğu vetoyu kaldırdı. Bunun sonucunda, Yunanistan şimdi Balkanlar'da baştan beri oynaması gereken istikrar sağlayıcı rolünü oynayabilecek bir konuma geldi." S. F. Larrabee, "Yunanistan ve Balkanlar: Politika Önerileri",..., s.135. 
469- Bununla birlikte, Öcalan olayı sırasında Başbakan Simitis'in PASOK içerisinde ve bürokratik kadrolar içerisinde var olan fanatik kadroların tasfiyesini Türkiye'nin göstermiş olduğu tepkiyi kullanarak gerçekleştirmiş olduğu yönünde görüşler de ileri sürülmüştür. Acar'a göre; "...Simitis kongrede, Apo olayında kamuoyunda sarsılan güveni tazelemeye çalışırken, bir yanda da 'yenilikçiler" ile birlikte Papandreu'nun 'tutucularına' (!) karşı mücadele verdi." Özgen Acar, "Simitis, İktidarını Pekiştirdi", Cumhuriyet, 23 Mart 1999, s. 8. "1980'lerin başından itibaren ister sağ isterse sol olsun, Yunan elitinin büyük çoğunluğu, Türkiye'nin güçsüzlüğü ve istikrarsızlığının Yunanistan'ın çıkarına olduğuna, Avrupa dışında tutulması gerektiğine inandı ve Andreas Papandreu'nun bu yöndeki politikasını destekledi. PKK terörünün doruğa çıktığı günlerde, Türkiye'nin 1920'lerin başında ki gibi dağılacağını hayal edenler de oldukça fazlaydı, el altından PKK'ya destek de o günlerde başladı. 1995 sonunda Kostas Simitis, Andreas Papandreu'nun yerine iktidara geldiği zaman uzun süre bu politikaya dokunmadı ya da dokunamadı, çünkü Avrupa Para Birliği hedefine yürürken hakim olamadığı PASOK'taki Türk düşmanlarıyla ve derin devletle uğraşacak gücü yoktu. 1980'lerin politikasındaki ilk çöküş Türkiye'nin PKK'ya büyük darbe indirip, Suriye'nin Öcalan'ı koruyamaz noktaya gelişiyle başladı. Öcalan'ın Nairobi'deki Yunan Büyükelçiliği'nden çıktıktan sonra Türkiye'nin eline geçmesi ise Papandreou dönemi politikaların iflası oldu." Nur Batur, "Değişen Yunanistan'ın Hikayesi", Hürriyet, 5 Şubat 2000, s. 14. 
470- Taki Berberakis, "Türkiyesiz Seçim", Milliyet, 17 Mart 2000, s.20. 
471- Nur Batur, "Miçotakis, Simitis'i PKK'ya Karşı Türkiye'yle İşbirliğine Çağırdı",  Hürriyet, 23 Haziran 1999 s. 30. 
472- Sami Kohen, "Değişim mi Devamlılık mı ?" Milliyet, 17 Mart 2000, s. 20. 
473- Yunanistan Anayasası'nın 3. maddesinde ülkenin dininin Ortodoksluk olduğu hükme bağlanmıştır. Başka mezhep ve dinlerin ülke içinde ibadet yeri açması için Ortodoks Kilisesi'nin onayı gerekiyor. Eğitim konusunda da benzer uygulamalar yapılmakta. Bakanlığın ismi Eğitim ve Din Bakanlığı; ulusal ve dini bayramlar aynı tarihlerde ayinlerle kutlanmakta.  Hükümet değişikliklerinde de hükümet Başpiskopos tarafından kutsanmaktadır. 
474- "Papazı Susturacaklar", Milliyet, 31 Ağustos 1998, s. 16. 
475- Burada ilgi çekici bir nokta; Türkiye ve Yunanistan arasında din adamlarının ulusçuluğa bakış tarzlarıdır. Yunanistan'da din ve etnik kimlik birlikte, çoğu kez tek bir kimliğe indirgenerek siyasal yaşamda egemen kılınmaya çalışılırken Türkiye'de bunun tersi bir yapılanma söz konusudur. Müslüman din adamları iki ülke arasındaki uyuşmazlıkta çoğu kez sadece din öğesini ön planda tutmakta. Türk ulusçuluğu bu anlamda bir din öğesini ön plana çıkarmamaktadır.

Okunma 4223 kez
Bu kategorideki diğerleri: « 1990'lı Yıllar ÖNERİLER »
Yorum yapmak için oturum açın

Kitap-İçindekiler

Üye Giriş

üyelik