Kıta Sahanlığı Sorunu

Türkiye-Yunanistan İlişkilerinde Deniz Yetki Alanı Uyuşmazlıkları

  • Üyelik
Pazar, 17 Aralık 2017 08:06

KITA SAHANLIĞI

Yazan
Ögeyi Oylayın
(1 Oylayın)

Kıta Sahanlığının Saptanması Sorunu

Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkileri etkilemesi bakımından Ege Denizi kıta sahanlığı sorunu yakın bir geçmişe sahiptir. Ege Denizi'nde 1960'ların başlarından itibaren Yunanistan'ın sismografik araştırmalar ve petrol arama faaliyetleri yürütmesine karşın 1 Kasım 1973 tarihinde Türkiye’nin, Ege Denizi’nin 27 bölgesinde TPAO’ya petrol arama izni vermesi, Türk - Yunan ilişkilerinde yeni bir uyuşmazlığa yol açmıştır.[1]

 

Yunanistan, 7 Şubat 1974 tarihinde Türkiye’ye vermiş olduğu bir nota ile durumu protesto etmiş ve TPAO’nun arama yapacağı bölgelerin Yunanistan’a ait bulunan Semadirek (Samothrace), Limni, (Lemnos) Midilli (Lesbos), Bozbaba (Aya Evstratios), Sakız (Chios), İpsara (Psara) ve Antipsara adalarının batısında yer alan deniz yatakları olduğunu, bu adalar ve adaların deniz yatağı, deniz altında Yunan Hükümetinin hükümranlık haklarının bulunduğunu bildirmiştir. Yunanistan, bu bölgeler  üzerindeki egemenlik haklarını, 1972 yılında kabul etmiş olduğu 1958 Cenevre Sözleşmesi’nin 1. maddesinin b fıkrası ve 2. maddesine dayandırmıştır. Bunun yanı sıra, Yunanistan, bu notasında Türkiye’nin araştırma izni vermiş olduğu bölgelerde Yunanistan’ın 1961 yılından beri petrol araştırma izinleri vermekte olduğunu açıklamıştır.[2]

Kıta sahanlığının sınırlandırılması konusunda ise, Yunanistan, 1958 Cenevre Sözleşmesi’nin 6. maddesi 1. paragrafına göndermede bulunarak, kıyıları karşı karşıya bulunan devletler arasında yapılacak bir kıta sahanlığı sınırlandırmasında ortay hat kuralının paylaşımda eşitliği sağlayacak kural olduğunu iddia etmiştir. Ayrıca Yunanistan, bu notasında Türkiye’nin bölgede vermiş olduğu petrol arama izinlerini tanımadığını belirterek, 1958 Cenevre Sözleşmesi’nin 2. maddesinin 2. ve 3. paragrafları hükümlerine göre, söz konusu adaların doğal kaynakları üzerinde araştırma yapmak ve bunlardan yararlanmak konusunda egemen haklara sahip olduğunu ve bu hakları saklı tuttuğunu açıklamıştır.[3]

14699Yunanistan’ın 7 Şubat 1974 tarihli notasına Türkiye’nin vermiş olduğu 27 Şubat 1974 tarihli notada Türkiye, TPAO’ya araştırma izinleri verilmeden önce uluslararası hukuk kuralları ve yasal koşulların dikkatle incelendiği, 1958 Cenevre Sözleşmesi ve Kuzey Denizi Kıta Sahanlığı sorununda Uluslararası Adalet Mahkemesi’nin vermiş olduğu kararı dikkate aldıklarını belirtmiştir. Türkiye bu notasında kıta sahanlığı sorununa hukuksal ve siyasal yaklaşımını dile getirmiş ve savlarını açıklamıştır. Türkiye’nin görüşüne göre, söz konusu  hükümlerden hareket edildiğinde, Ege Denizi’nin yatağında yapılacak olan bir jeomorfolojik araştırma Anadolu’nun doğal uzantısını oluşturan Türk  kıyılarından itibaren  deniz altı alanlarının küçük derinliklerde uzanmakta olduğunu gösterecektir, bu nedenle Türk kıyılarının yakınında bulunan Yunan adalarının Anadolu’nun doğal uzantısı üzerinde yer almış olmalarından dolayı kendilerine özgü bir kıta sahanlıkları olamaz.[4]

Ayrıca, Türkiye, bu notasında kıta sahanlığının sınırlandırılması için uygulanacak hukuk kuralının, eşit uzaklık kuralı olduğunu kabul edemeyeceğini bildirmiştir. Aksine, kıyıları karşılıklı iki devlet arasında kıta sahanlığının sınırlandırılmasındaki esas kural, eşit uzaklık değil, devletler arasında bir anlaşmanın sağlanmasıdır. Cenevre Sözleşmesi ve Uluslararası Adalet Mahkemesi’nin vermiş olduğu kararlara göre eşit uzaklık kuralı, anlaşmaya varılamıyorsa ve özel şartlar başka bir sınırlandırmayı haklı göstermiyorsa, üçüncü bir seçenek olarak gösterilmiştir. Bununla birlikte, iki ülke arasında kıta sahanlığının sınırlandırılmasına ilişkin olarak şimdiye değin bir girişimde bulunulmamıştır, buna karşın, Yunanistan Hükümeti, göndermiş olduğu notasında da belirtmiş olduğu gibi, yaklaşık 15 yıldan beri Ege Denizi’nde petrol arama izinleri dağıtmaktadır.[5]

Türkiye’nin görüşüne göre; uluslararası Adalet Divanı’nın almış olduğu kararlar ve Cenevre Sözleşmesi hükümlerine göre adalar, sınırlandırmada ikincil bir öneme sahip bulunmaktadırlar. Hem adalar hem de Ege Denizi’nin bütünü, tipik bir “özel durum” oluşturmaktadır; bu nedenle uluslararası deniz hukuku kurallarına başvuruda bulunmak için uygun bir şekilde görüşmelere başlanmalıdır.[6]

İki ülke arasında gerçekleşen bu nota değişimlerinden sonra taraflar, karşılıklı olarak birbirlerinin yaklaşımlarından haberdar olmuş ve Yunanistan, 24 Mayıs 1974 tarihinde vermiş olduğu bir başka nota ile, 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi’nin karara bağlamış olduğu pozitif  hukuk kurallarına dayanarak, Türkiye ve Yunanistan arasında yapılacak bir sınırlandırmaya karşı olmadığını açıklamıştır. Türkiye, 5 Haziran 1974 tarihinde Yunanistan’a vermiş olduğu bir nota ile Yunanistan’ın bu yaklaşımını olumlu karşılamış, soruna çözüm bulunabilmesi için, sorunun acelesi ve önemi dikkate alınarak, Yunanistan tarafından belirlenecek bir tarihte yapılacak olan görüşmelere katılmaya hazır olduğunu bildirmiştir.


Yunanistan, Çandarlı gemisinin Ege Denizi’nde yapmış olduğu manyetometrik araştırmaların, 1958 Cenevre Sözleşmesi’nin 2. madde 2. paragraf ve 5. madde 8. paragraflarında yer alan hükümlerine aykırı bir girişim olduğunu ileri sürerek Türkiye’yi 14 Haziran 1974 tarihinde protesto etmiş, Sözleşmenin  1.madde b ve 2.madde 2. paragrafında yer alan hükümler çerçevesinde, Yunanistan’ın, bölgede münhasır egemenlik hakları bulunduğunu ve Türkiye’nin girişimlerinin bu haklara bir tehdit oluşturduğunu ileri sürmüştür.

TCG Çandarlıİki ülke arasındaki nota değişimleri sürerken, taraflar arasında ilişkileri gerginleştirecek başka olaylar yaşanmıştır. 29 Mayıs 1974 tarihinde, Türkiye, TCG ÇANDARLI (Askeri Araştırma Gemisi) adlı araştırma gemisine Ege Denizi’nde manyetometrik araştırmalarda bulunmak için Ege’ye açılmasına izin vermiştir. Bu görevi sırasında ise, Çandarlı’ya Türk savaş gemileri eşlik etmiştir. Durum iki ülke arasındaki ilişkileri gerginleştirirken, 29 Mayıs - 30 Mayıs gecesi bir Yunan savaş gemisinin battığı haberi ilk anda gerginliği tırmandırmış, ancak haber daha sonra asılsız çıkmıştır.

 

Yunanistan’ın protesto notası, Türkiye tarafından 4 Temmuz 1974 tarihinde bu ülkeye verilen bir başka nota ile geri çevrilmiş, Çandarlı gemisinin uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde Türk kıta sahanlığı üzerinde araştırma görevini yerine getirdiği, bu araştırma çalışmalarının petrol arama ayrıcalıkları programı çerçevesinde sürdürüleceğini belirtmiştir.

Sunu1Bu nota değişiminden kısa bir süre sonra Türkiye, 18 Temmuz 1974 tarihinde, TPAO’ya yeni araştırma izinleri vererek araştırma sahalarını genişletmiştir. Türkiye ve Yunanistan arasındaki kıta sahanlığına ilişkin nota değişimleri, kısa süre sonra ortaya çıkan Kıbrıs bunalımı dolayısıyla bir süre ikincil plana itilmiş ve 22 Ağustos’ta Yunanistan’ın Türkiye’ye yeni bir nota vererek daha önce verilmiş olan notalardaki Yunan görüşlerinin korunduğunu bildirmesi ve Türkiye’nin arama bölgesini genişletmesini protesto etmesiyle yeniden gündeme gelmiştir.[7] 16 Eylül 1974 tarihinde Türkiye, Yunanistan’ın notasını geri çevirmiş, TPAO’nun Ege Denizi’nde araştırma yapacağı bölgeleri Türk kıta sahanlığı olarak nitelendirmiş ve bu nedenle, Yunanistan’ın söz konusu bölgeler üzerindeki iddialarının yasal dayanağının olmadığını belirtmiştir. Bununla birlikte, Türk Hükümeti’nin karşılıklı kıyılarını iki ülkenin paylaştığı Ege Denizi’nde söz konusu deniz alanlarında  kıta sahanlığı sınırlarının saptanması  sorunun, kabul edilebilir ortak bir çözüme kavuşturulmasının doğrudan görüşmeler yoluyla sağlanabileceğine inandığını eklemiştir.

Yunanistan, 27 Ocak 1975 tarihinde vermiş olduğu bir başka nota ile, Türkiye ve Yunanistan arasında Ege Denizi kıta sahanlığı konusunda uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde bir sınırlandırmadan yana olduğunu bildirmiş, bununla birlikte, iki ülke arasında nota değişimleri sonucunda ortaya çıkan sonuca göre, sınırlandırmada uygulanacak hukuk konusunda farklı yaklaşımların bulunduğuna değinerek, uygulanacak hukuk ve sorunun özüyle ilgili olarak görüş ayrılıklarının Uluslararası Adalet Divanı’na götürülmesi ve Divan’a tek taraflı başvuru hakkı saklı kalmak koşuluyla, Türkiye ve Yunanistan arasında özel bir anlaşmanın yapılmasını önermiştir. 6 Şubat tarihli nota ile Türkiye, Yunanistan’ın yaklaşımını olumlu karşılamış, ancak iki ülke arasında Ege Denizi’ne ilişkin esaslı sorunların varlığını korumakta olduğu ve Türkiye’nin sorunlara doğrudan barışçıl görüşmeler yoluyla çözüm bulunmasından yana olduğunu tekrarlamıştır. Ayrıca, uluslararası uyuşmazlıkların çözümlenmesinde temel yöntemin taraflar arasında yapılacak olan doğrudan anlamlı görüşmeler olduğuna inanmakla birlikte, ilke olarak Ege kıta sahanlığı sınırlandırma sorununun, birlikte Uluslararası Adalet Divanı’na götürülmesine karşı olmadığını belirtmiş, iki ülke arasında üst düzey görüşmelere başlanmasını önermiştir.[8]

Bu nota değişimleri sonrasında, iki ülke arasında konuya İlişkin görüşmelere başlanması konusunda görüş birliği sağlanmış ve Bakanlar düzeyindeki ilk toplantı, 17 - 19 Mayıs 1975 tarihinde Roma’da gerçekleşmiştir. Yunanistan, bu toplantıya iki ülkenin Uluslararası Adalet Divanı’na birlikte başvuruda bulunmasını öngören bir tahkimname taslağı sunmuş, ancak Türk temsilciler bu taslağı tartışmaya hazır olmadıklarını ve görüşmelerle soruna çözüm aranmasının ilk aşama olduğunu, bunun henüz denenmediğini ileri sürmüşlerdir. Yapılan ortak açıklamada, tarafların uzmanlar düzeyinde yakın bir zamanda görüşmelere başlayacakları açıklanmış ve iki ülke Dışişleri Bakanlarının Brüksel’de tekrar bir araya gelmeleri kararlaştırılmıştır.

31 Mayıs 1975 tarihinde Brüksel’de bir araya gelen Türk ve Yunan Başbakanları, görüşmeler sonrasında açıkladıkları ortak bildiriyle, iki ülke arasındaki sorunların barışçıl yöntemler kullanılarak yapılacak olan görüşmelerle çözümlenmesi ve kıta sahanlığı sorunun da Uluslararası Adalet Divanı tarafından çözümlenmesi gerektiği üzerinde karara vardıkları, bu bağlamda, Ege Denizi kıta sahanlığı sorunuyla ilgili uzmanlar toplantısının  ve hava sahasına ilişkin uzmanlar toplantısının toplantı tarihlerini öne almayı kararlaştırdıkları açıklanmıştır.[9]

2 Temmuz 1974 tarihli kararnameBrüksel Ortak Bildirisi, ilerleyen dönemlerde iki ülke arasında farklı yorumlanmıştır. Yunanistan, Brüksel Bildirisiyle iki ülkenin Ege Denizi kıta sahanlığı sorununu Uluslararası Adalet Divanı’na götürmek için görüş birliğine vardıklarını  ileri sürerken Türkiye, konunun görüşmeler yoluyla çözümlenmesi için gereken adımların atılmadığında ısrarlı olmuştur. Yunanistan ise, Türkiye’nin ısrarlı olduğu görüşmeler konusunu, iki ülkenin sorunu Uluslararası Adalet Divanı’na götürmeleri için gereken hazırlıklara ilişkin olarak değerlendirmiştir.1694922

Türkiye ve Yunanistan arasında sürdürürken nota değişimleri sonrasında, iki ülke arasında görüş ayrılıkları giderek belirginleşmiştir. Taraflar, bir yandan notalarla görüşlerini açıklama yoluna giderken soruna ilişkin olarak uzmanlar düzeyinde yapıla bir dizi görüşmeden de sonuç alınamamıştır. 31 Ocak 1976 tarihinde Bern’de uzmanlar düzeyinde yeniden bir araya gelen iki ülke temsilcileri ortak bir sonuca ulaşamamışlardır.

Tarafların görüşlerinde ısrarlı olmalarının sonunda, Yunanistan 22 Mayıs 1976 tarihinde Türkiye’ye bir nota vererek iki ülke arasında  esasta uyuşmazlıkların sürmekte olduğuna değinmiş ve üç temel noktaya işaret etmiştir; Buna göre,

  1. Yunan Devleti’nin adasal bölümlerinin ve kıtasının ülkesel ve siyasal bütünlüğü,
  2. Söz konusu Yunan adalarının kendilerine özgü bir kıta sahanlığının var olduğu,
  3. Türk toprakları ve Yunan adaları arasındaki deniz yatağında sınırlandırma çizgisi olarak karşı kıyılar arasındaki deniz yatağında sınırlandırma çizgisi olarak karşı kıyılar arasında ortay hat kuralına başvurulması.

Bern görüşmeleri sırasında da vurgulanmış olan esaslar, görüşmelere katılan Türk temsilciler tarafından kabul edilebilir bulunmamış; Limni (Lemnos), Sakız (Chios), Sisam (Samos), Midilli (Lesbos), Bozbaba (Aya Evstratios),  Ahikerya (İkarya) ve İstanköy (Kos) adalarının Türk kıta sahanlığı üzerinde bulunmalarından dolayı kendilerine özgü bir kıta sahanlığına sahip olamayacakları ileri sürülmüştür.

19-20 Haziran 1976 tarihleri arasında Bern’de yeniden bir araya gelen Türk ve Yunan temsilcileri görüşmelere devam etmiş, ancak sonuçsuz kalmıştır. Bu görüşmeler sırasında Yunanistan tezlerini şu şekilde sıralamıştır;

  1. Kıyıları karşılıklı olan devletler durumunda ortak kıta sahanlığı sınırlarının belirlenmesi açısından uluslararası hukuk kuralı ortay hat kuralıdır,
  2. Bu kurala, kıta sahanlığı tanımına uygun olarak, kıyıları karşılıklı olan devletler arasında sürekli deniz yatağı sağlayan kıtasal deniz yatakları ya da adalarla ilgili sınırlandırmada başvurulur,
  3. Bu kuralın Yunanistan’a yasal haklar sağlamasından itibaren, Yunanistan, bu hakların feragatine yol açabilecek bir kararı görüşmekle yükümlü değildir,
  4. Özellikle BM Anayasası’nın hiç bir koşulu, bir üyenin başka bir üyenin hakkına itiraz etmesi durumunda görüşmelere gidilmesini hukuki kararlaştırmadan  daha fazla istememektedir,
  5. Özellikle, alışılagelen uluslararası hukukun hiç bir özel kuralı ortak bir kıta sahanlığının karşı kıyılarında bulunan devletlerin ortay hat kuralına başvurmaksızın bir sınırı görüşmelerini öngörmemektedir.[10]

Türkiye, Yunanistan’ın görüşmeler sırasında ileri sürmüş olduğu bu görüşlere karşı çıkmış ve daha önceki görüşlerinde ısrarlı olmuştur. Bern görüşmelerinin sonuçsuz kalmasından bir süre sonra iki ülke arasındaki ilişkileri  gerginleştiren yeni olaylar yaşanmıştır. Temmuz ayı içerisinde Türkiye’de Ege Denizi’nde araştırmalar yapılacağı ve bunun için araştırma gemisinin - HORA/MTA SİSMİK I - hazırlanmakta oluşuna ilişkin haberlerin yaygınlık kazanması, iki ülke arasındaki uyuşmazlığı tırmandırmıştır.

21-23 Temmuz  tarihinde, Yunanistan’ın Ankara Büyükelçisi (Kozmadopulos) ile Türk Dışişleri Bakanı (Çağlayangil) arasında yapılan görüşmelerde Yunanistan, Ege Denizi’nde Yunanistan’ın izni olmaksızın araştırma yapılmasının hukuki haklarının ihlal edilmesine yol açacağını vurgulamış ve böylesi bir girişimin iki ülke arasındaki ilişkileri olumsuz yönde etkileyeceğini bildirmiştir. Türkiye ise, MTA SİSMİK I’in yapacağı araştırmaların bilimsel nitelikte olduğunu ileri sürerek, araştırmanın iki ülkenin de siyasi ve hukuki yaklaşımlarında bire değişikliğe yol açmayacağını ileri açıklamıştır.[11]

Türkiye’nin 6 Ağustos tarihinden itibaren MTA SİSMİK I gemisini Ege Denizi’ne göndererek sismik araştırmalara başlaması, Yunanistan’ın şiddetli tepkisine neden olmuştur. Yunanistan’ın Ege Denizi’nde yapılacak olan araştırmaların kendi iznine bağlı olduğunda ısrar etmesi, gerginliğin azaltılmasına ilişkin görüşmelerde araştırma gemisinin izleyeceği rotanın önceden Yunanistan’a verilmesi ve askeri gözetlemede bulunmakta ısrarlı olması, görüşmelerin çıkmaza girmesine neden olmuştur.

Yunanistan, 7 Ağustos’ta Türkiye’ye bir protesto notası vererek MTA SİSMK I araştırma gemisinin 6 Ağustos saat 20.45’den 7 Ağustos saat 00.30’a kadar Yunanistan’ın izni alınmaksızın sismik araştırma yaptığını, araştırma yapılan bölgelerin uluslararası hukuk kurallarına göre Yunanistan’a ait olduğunu ileri sürmüş, egemenlik haklarının ihlal edildiğini belirterek Türk Hükümeti’nin gelecekte bu tür ihlallerden kaçınmasını istemiştir.[12]

Türkiye, Yunanistan’a vermiş olduğu 8 Ağustos tarihli notasıyla, Türkiye ve Yunanistan arasında Ege Denizi kıta sahanlığı sınırlandırma çabalarının başarısız kalmasından dolayı, Yunanistan’ın, karasularının ötesindeki bölgeleri “Yunan kıta sahanlığı” olarak değerlendirmesini uluslararası hukuk ilke ve kurallarına aykırı olarak değerlendirmiş, Yunan egemenlik haklarının ihlal edildiğine ilişkin iddiaları dayanaksız olarak nitelendirmiştir. Bunun yanı sıra, Türkiye, MTA SİSMİK I araştırma gemisinin karasularının dışında araştırma çalışmalarını yürüttüğünü ve bu bölgelerde henüz bir sınırlandırmaya gidilmediğini belirtmiş, ikili görüşmeler yoluyla her iki tarafın da kabul edebileceği bir çözümün bulunması gereği üzerinde durarak, Yunanistan’ın bütünüyle kabul edilemez bulduğunu açıklamış olduğu ve MTA SİSMİK I araştırma gemisinin planlanan çalışmalarını sürdüreceğini açıklamıştır.[13]

Türkiye’nin araştırma çalışmalarına devam etmesi karşısında Yunanistan, bir yandan Türkiye’yi protesto etmiş, diğer yandan da Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ve Uluslararası Adalet Divanı’na başvuruda bulunarak Türkiye’yi şikayet etmiştir.

Yunanistan’ın BM Güvenlik Konseyi’ne ve Uluslararası Adalet Divanı’na Başvurusu

Türkiye’nin 6 Ağustos’tan itibaren Ege Denizi’nde tartışmalı bölgelerde MTA SİSMİK I gemisinin araştırma yapmasına izin vermesi ile tırmanan gerginlik, kısa süre içerisinde her iki ülkenin de  silahlı kuvvetlerini alarma geçirmesine yol açmış, ulusal kamuoyları çıkabilecek bir Türk - Yunan savaşı endişesi taşımıştır.

10 Ağustos tarihinde BM Güvenlik Konseyi’ni acil olarak toplantıya çağıran Yunanistan, Türkiye’nin Ege Denizi’nde kıta sahanlığına ilişkin olarak sürdürmekte olduğu araştırmaların Yunanistan’ın egemenlik haklarını sürekli olarak ihlal etmekte olduğunu ileri sürerek, Güvenlik Konseyi’nden Türkiye’ye  çağrıda bulunarak Ege Denizi’ndeki tahrik edici girişimlerine son vermesinin sağlanmasını ve iki ülke arasında gerginliğe konu olan sorunu, Uluslararası Adalet Divanı’na götürülerek çözümlenmesi gerektiği konusunda, Türkiye’nin ikna edilmesini istemiş ve Türkiye’yi, Divan’a başvurmak için gerekli olan tahkimnamenin hazırlanması çalışmalarında sert tutum izlemekle suçlamıştır.

BM Güvenlik Konseyi’nin 12 Ağustos tarihli oturumunda Yunanistan temsilcisi Bitsios, kıta sahanlığı üzerindeki egemenlik konusunun tartışılmasını istemediklerini vurgulayarak, sorunun Uluslararası Adalet Divanı’na götürülerek çözümlenmesini ileri sürmüş ve “BM Kıbrıs trajedisini zamanında durduramadı; Ege Denizi’nde yaşanmakta olan yeni trajediyi şimdi durdurmalıdır,” demiştir.[14]

MTA SİSMİK I’in Ege’de barış ve güvenliği tehdit etmekte olduğu iddiasına cevap veren Türk temsilcisi Türkmen ise, “Eğer barışa yönelik bir tehdit varsa, bu tehdit Yunan Hükümeti ve onun Ege Denizi’ni bir ‘Yunan Gölü’ne dönüştürme rüyasından kaynaklanmaktadır,” demiştir.[15]

MTA-SISMIK_ITürkiye, Güvenlik Konseyi’nde yaptığı açıklamayla, Yunanistan’ın ileri sürdüğü egemenlik haklarının ihlal edilmekte olduğu suçlamalarını asılsız olarak nitelemiş ve MTA SİSMİK I araştırma gemisinin görevini Yunan karasularının dışında, henüz kıta sahanlığı sınırlandırmasının yapılmadığı bölgelerde yürüttüğünü açıklamıştır. Bununla birlikte, araştırma gemisinin yasal konumuna uygun olarak faaliyetlerini yürütürken Yunan hava ve deniz kuvvetleri tarafından taciz edildiğini ileri sürmüş, Yunanistan’ı, ayrıca Lozan ve Paris Antlaşmalarına aykırı olarak Doğu Ege Adaları’nı silahlandırmakla suçlamıştır.[16]

Güvenlik Konseyi, 24 Ağustos 1976 tarihinde ABD, İngiltere, Fransa ve İtalya’nın sunmuş olduğu bir karar tasarısını kabul ederek, Türkiye ve Yunanistan’ı aralarındaki uyuşmazlığı BM ilkelerine uygun yöntemleri dikkate alarak, doğrudan görüşmelerle çözümlendirmeleri tavsiyesinde bulunmuş, iki ülke arasında görüşmeler sürecini kolaylaştırmak amacıyla, mevcut gerginliğin azaltılması yönünde tarafların ellerinden gelen bütün çabayı göstermelerini istemiştir.

Güvenlik Konseyi, kabul ettiği karar tasarısı ile, uyuşmazlığa taraf olan Türkiye ve Yunanistan arasında bir tercih yapmaktan kaçınmış, bir yandan tarafların uyuşmazlığı doğrudan görüşmeler yoluyla çözmeleri önerilirken, diğer taraftan da, uyuşmazlığın giderilebilmesinde Uluslararası Adalet Divanı’nın olası katkılarını dikkate almaya davet etmiştir.

Yunanistan Güvenlik Konseyi’ne başvurusunun yanı sıra, aynı gün Uluslararası Adalet Divanı’na da başvurarak, Divan’dan;

  1. Diğer hükümetin izni olmadan ve bu davada Divan’ın kesin kararı olmaksızın, Türkiye’nin araştırma ruhsat ve ayrıcalıkları vermiş olduğu adalara bitişik bölgelerde veya anlaşmazlık konusu olan kıta sahanlığı bölgesinde her türden bilimsel araştırma ve arama işlemlerinden kaçınılması,
  2. Taraflar arasındaki barışçıl ilişkileri tehlikeye düşürebilecek daha ileri askeri önlem ve davranışlardan kaçınmalarını öngören ihtiyati tedbir kararı alınmasını istemiştir.[17]

Geçici (ihtiyati) önlemlerin alınması konusundaki istemlerinin yanı sıra, Yunanistan, ayrıca Divan’a yapmış olduğu başvuru sırasında,

  1. Uluslararası hukukun uygulanabilir ilke ve kurallarına uygun olarak, Yunanistan topraklarının bir parçası olan Yunan adalarının kendilerine özgü kıta sahanlığı haklarının var olduğu,
  2. Ege Denizi’nin adı geçen bölgelerinde, Divan tarafından belirlenecek olan uygulanabilir uluslararası hukuk ilke ve kurallarına uygun olarak, Türkiye ve Yunanistan arasında kıta sahanlığı sınır veya sınırlarının yönlerinin ne olacağını,
  3. Yunanistan’ın, kıta sahanlığı üzerinde doğal kaynaklarını araştırma ve işletmek üzere egemen ve münhasır haklara sahip olduğunu,
  4. Türkiye’nin, Yunanistan’ın izni olmaksızın, Yunan kıta sahanlığı üzerinde hiç bir araştırma veya  işletme  vb. faaliyetleri üstlenme hakkına sahip olmadığını,
  5. Türkiye’nin söz konusu faaliyetlerinin, Yunanistan’ın kıta sahanlığı ile ilgili araştırma yapma, işletme ve bilimsel araştırma yapılmasına izin vermek konularındaki egemenlik  ve münhasır haklarını tehdit etmekte olduğunu,
  6. Divan’ın Yunanistan’a ait olduğunu kararlaştıracağı kıta sahanlığı üzerinde, Türkiye’nin 4. şıkda belirtilen türden faaliyetleri sürdürmeyeceğine ilişkin saptamalarda bulunmasını istemiştir.[18]

Uluslararası Adalet Divanı, Yunanistan’ın geçici önlemler alınmasına ilişkin istemini öncelikli olarak ele almış ve 11 Eylül 1976 tarihli kararında; tartışma konusu olan alanlarda girişilecek araştırma işlemlerinin tarafların haiz olmadıkları hakların doğumuna  veya haiz oldukları hakların yitirilmesine yol açmayacağını belirttikten sonra, Türkiye tarafından yapılan sismik araştırmaların deniz yatağı ve toprak altına ve doğal kaynaklarına zarar verebilecek nitelikte olmadığını, kaynakların kullanılması ve tahsisi gibi bir işlemin yapılmadığını dikkate alarak, olayda, Statünün 41. maddesi anlamında dava konusu olan haklara giderilmesi olanaksız olan bir zararın verilmesi tehlikesinin bulunmadığına karar vermiştir.[19]

Uluslararası Adalet Divanı’nın 11 Eylül’de geçici önlemlere ilişkin olarak alınan kararı açıklamasının ardından, Divan, Yunanistan’ın başvurusu sırasında belirtmiş olduğu, Türkiye ve Yunanistan arasındaki kıta sahanlığı sınırının saptanmasına ilişkin istem konusunda ise, sorunun esasını incelemeden önce, bu davaya bakma konusunda yetkili olup olmadığını saptamak gereğini duymuş ve taraflardan yetki konusundaki görüşlerine açıklık getirmelerini istemiştir. Görüş bildirimlerinden sonra Divan, 19 Aralık 1978 tarihinde, Yunanistan’ın tek taraflı başvurusu ile açılan Ege Denizi kıta sahanlığının  sınırlandırılmasına ilişkin davada kendini yargılama yetkisine sahip görmediğinden, davayı 12 oya karşı 2 oyla reddetmiştir.[20]

Yunanistan ve Türkiye arasında ortaya çıkan bu gerginlik, BM Güvenlik Konseyi’nin aldığı karar sonrasında ve Uluslararası Adalet Divanı’nın geçici önlemler alınmasını gerektirecek bir durumun olmadığına karar vermesinden sonra, yeni bir boyut kazanmış ve gerginliğin sürmesine koşut olarak, taraflar arasında görüşmeler yeniden başlatılmıştır.

Bu bağlamda, taraflar arasında ilk toplantı Ekim ayı içerisinde Yunan Dışişleri Bakanı ve Türk Dışişleri Bakanı (Bitsios ve Çağlayangil) arasında New York’ta gerçekleştirilmiştir. Bu toplantı sırasında, taraflar, Ege Denizi kıta sahanlığının iki ülke arasında sınırlandırılması amacıyla ayrıntılı görüşmelere gitmek ve Ege Denizi üzerindeki hava trafiğinin yeniden başlatılmasına ilişkin bir ilke üzerinde anlaşmak üzere Bern ve Paris’te yeniden bir araya gelmeye karar vermiştir.[21]

2-11 Kasım tarihleri arasında Bern’de görüşmelerde bulunan Türk ve Yunan temsilciler, bu görüşmeler sonrasında bir ilkeler anlaşması imzalayarak kıta sahanlığının sınırlandırılmasında karşılıklı rızalara dayanarak oluşturulacak bir anlaşmanın sağlanabilmesi için samimi, ayrıntılı ve güven içerisinde bir yaklaşım izlemeyi, yapılacak olan görüşmelerin içeriğinden dolayı gizli tutulmasını kararlaştırmışlardır. Sözleşmeye göre, iki ülke de, bu konudaki siyasi ve hukuki görüşlerini koruyarak, bu sözleşmenin ayrıntıları ve görüşmeler sırasında yapılan önerileri, herhangi bir dış ortamda kullanmama yükümlülüğüne girmiş, ortaklaşa yapılmasına karar vermedikçe, görüşmelerin özüne ilişkin olarak basına açıklama yapmamayı ve bilgi sızdırmamayı kararlaştırmışlardır. Bunun yanı sıra, taraflar Ege Denizi kıta sahanlığı ile ilgili olarak görüşmelere zarar verebilecek girişimlerden kaçınmayı yükümlenmiş, ikili ilişkilerle ilgili olduğu kadar, diğer tarafı güvensizliğe itebilecek herhangi bir inisiyatif ya da davranıştan kaçınmayı kararlaştırmışlardır. Ayrıca, iki ülke arasında kıta sahanlığının sınırlandırılması sırasında uygulanabilecek pratik kriter ve temel ilkelere ulaşabilmek amacıyla, bu konuya ilişkin uluslararası hukuk kurallarını ve yapılageliş durumunu araştırmayı kararlaştırmış ve bu amaçla, ulusal temsilcilerden oluşturulacak bir karma komisyonun kurulmasında anlaşmışlardır. [22]

Bern Anlaşması’nın açıklanmasından sonra taraflar arasındaki ilişkilerde yeni bir dönem başlamış gerginlik geçici olarak azalmıştır. 1978 Montreux zirvesinde yeniden bir araya gelen Türk ve Yunan Başbakanları, iki ülke arasındaki ilişkileri gözden geçirmiş, görüşmelerin karşılıklı güven ortamı içerisinde sürdürülmesine karar vermişlerdir.

Bern Anlaşması ile oluşturulan denge çerçevesinde tarafların Ege Denizi kıta sahanlığı sorununa adil ve kalıcı çözüm bulma çabaları, iki ülke arasındaki diyalogun yönelimine bağlı olarak dalgalanma göstermiştir. Bu bağlamda, her ne kadar kıta sahanlığı sorununa somut bir çözüm getirmekten uzak kalmışsa da, Bern Anlaşması, iki ülke arasındaki görüşmelerin ve diyalogun yeniden kurularak gerginliğin azaltılması açısından oldukça önemli bir rol oynamıştır.

Türk - Yunan ilişkileri açısından, kıta sahanlığı sorunun yeniden gündeme gelerek ilişkilerde gerginliği arttırıcı rol oynamaya başlaması, 1980 sonrası Türk - Yunan dış politika stratejileriyle yakından ilgilidir. 5 Ekim 1980 tarihinde New York’ta bir araya gelen Türk Dışişleri Bakanı İ. Türkmen ile Yunan Dışişleri Bakanı M. Mitsotakis arasında geçen görüşmelerde kıta sahanlığına ilişkin yorum farklılıkları açıkça görülmektedir. Gürün’ün aktardığına göre, bu toplantı sırasında Mitsotakis, “Kıta sahanlığı konusunda bunun siyasi olmaktan çok, hukuki bir sorun olduğunu belirtmekle yetineceğim. Kıta sahanlığının sınırlandırılması kadar, kaynakların müştereken işletilmesi meselesine bir hal şekli bulunmasını oldukça güç görüyorum. Bunun için, hakkaniyeti içeren milletlerarası hukuka atıf yapmak zorunluluğundayız. Eğer, prensiplerde anlaşamaz ve ikili görüşmelerden de sonuç alamazsak, milletlerarası tahkim yoluna başvurmak zorunluk olacaktır. İki tarafında bu alandaki hassasiyeti malum olduğuna göre, tahkim yolu en sağlıklı yol olacaktır”demiştir. İ. Türkmen ise, buna karşılık olarak, “kıta sahanlığı siyasal bir konudur. Bu itibarla biz, karşılıklı görüşmeyi tercih ediyoruz. Halen de başka bir forumu düşünmüyoruz. İkili görüşmeleri yürüten müzakerecilere güvenmeye devam etmeliyiz”, demiştir.[23] 1981 seçimlerinde, Yunanistan’da PASOK lideri Papandreu’nun hükümeti kurması, bu ülkenin  Türkiye’ye ilişkin dış politikasında önemli değişimlere yol açmıştır. Gerçekten de, eskisinden farklı olarak, PASOK döneminde, Türk - Yunan diyalogunun sürdürülmesi güçleşmiş ve taraflar karşılıklı olarak sert suçlamalarda bulunmaya başlamışladır.

1980 sonrası dönemde, kesilen ikili görüşmeler bağlamında, Türkiye ve Yunanistan arasında kıta sahanlığı konusunda ortaya çıkan en önemli gerginlik 1987 başlarında Yunanistan’ın Bern Anlaşması’ndan doğan yükümlülüklerini geçersiz sayarak, Ege Denizi’nde yeniden petrol arama faaliyetlerinde bulunacağını açıklaması olmuştur.

1987 Kıta Sahanlığı Bunalımı

Yunanistan’da, bu ülkenin de ortağı bulunduğu Kuzey Ege Petrol Şirketi’nin Taşoz Adası’nın 10 mil doğusundaki bir bölgede petrol arama ve sondaj yapmayı planlamasının ardından, Yunanistan’ın bu şirketi ulusallaştırmak istemesi, ulusal karasuları sınırları dışında petrol arama ve sondaj çalışmalarına gidilmesini yasaklayan 1976 Bern Anlaşması’na aykırı bir davranış oluşturmuştur. Türkiye, bu duruma karşı çıkmış ve Bern Anlaşması’na aykırı düşen bu gibi davranışlara izin vermeyeceğini açıklamıştır. Türkiye’nin bu konudaki yaklaşımını açıklayan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Eralp’e göre; “Yunanistan’ın karasularının ötesinde petrol arama faaliyetlerinde bulunacak olması, iki ülke arasında kıta sahanlığı konusunda anlaşma  yapılana kadar, bu tip davranışlardan kaçınmalarını öngören 1976 Bern Anlaşması’nın ihlali niteliğindedir. Türkiye, şimdiye kadar azami hassasiyetle Bern Anlaşması’na uydu, kıta sahanlığı ile ilgili faaliyetlerden kaçındı. Yunanistan da bu çerçevede hemen ihlalleri durdurmalıdır. Aksi takdirde Türkiye, Ege’deki haklarını ve çıkarlarını korumak için gerekli olan her şeyi yapacaktır.” [24]

Türkiye’nin bu görüşlerine karşılık, Yunanistan tarafından yapılan açıklamada; “Yunanistan’ın görüşlerinde herhangi bir değişikliğin olmadığı belirtildikten sonra, Yunan kıta sahanlığında nerede, nasıl ve ne zaman petrol araştırması veya sondaj yapılacağına ilişkin kararın sadece Yunanistan tarafından alınabileceği,” ifade edilmiştir.[25]

Yunan Hükümet sözcüsü tarafından yapılan açıklamada Karamanlis ve Ecevit tarafından kabul edilmiş olan Bern Anlaşması’nın, “defalarca dile getirildiği gibi, görüşmeler dönemi  için imzalandığından şu anda yürürlükte olmadığı” belirtilmiştir. Yapılan açıklamaya göre, “Sözleşme, görüşmeler dönemi için, Lahey Adalet Divanı’na başvurmak üzere bir taahhüttü. Görüşmeler çıkmaza girince de bu Sözleşme geçerliliğini yitirmiştir.” [26]

Türkiye ve Yunanistan arasında çıkan gerginlik, karşılıklı suçlamalarla tırmanma gösterirken, Türkiye, Yunanistan’ın tartışmalı bölgelerde petrol aramasını önlemek için harekete geçeceğini açıklamış ve Piri Reis araştırma gemisini Ege Denizi’ne göndermiştir. Gerginliğin artmasına koşut olarak, her iki ülkede de silahlı kuvvetler alarma geçirilmiş ve sonunda bunalımın giderilebilmesi için NATO, AET ülkeleri ve ABD’nin yoğun çabası gerekmiştir. Yunan savaş uçaklarının Ege Denizi’nde araştırma faaliyetlerini yürüten Piri Reis araştırma gemisini taciz etmesi, iki ülke arasında sert protesto notalarına konu edilmiştir.

Piri Reis Araştırma Gemisi26 Mart 1987 tarihinde Türkiye’nin Ege’deki tartışmalı bölgede TPAO’ya petrol  arama ruhsatı vermesi, iki ülke arasında bunalımın artmasına yol açmış, Yunanistan Başbakanı Papandreu, Yunanistan’a ait olduğunu iddia ettiği kıta sahanlığı içerisinde Türk petrol arama gemisinin araştırma yapmasının engelleneceği ve “söz değil, fiille” karşılık verileceği uyarısında bulunmuştur.[27]

Bakanlar Kurulu toplantısından sonra bir açıklama yapan Yunan Başbakanı Papandreu, Türk gemisi SİSMİK I’in (Piri Reis) araştırma yapmasına izin vermeyeceklerini söylemiş; “Yunan Ordusu, eğer komşularımız bu saldırgan hareketleri uygulamaya geçerlerse, Türklere iyi bir ders verecektir,” demiştir. Ayrıca, Papandreu, mevcut krizin savaşa dönüşmesi halinde ülkesinde bulunan Amerikan üslerini, “Washington’un Türklere eğilim göstermesinden dolayı“ kapatacaklarını açıklamıştır.[28]

Yunanistan’ın açıklamaları karşısında Londra’da bulunan Başbakan Özal, BBC2’ye vermiş olduğu 27 Mart tarihli açıklamayla, “(Yunanlılar) uluslararası sularda petrol aramak için harekete geçerlerse, bizim de aynı yerde olmasa da, uluslararası sulara açılıp petrol aramak son derece tabii hakkımız olacaktır. Fakat onlar, uluslararası sular bizim diyerek gelir ve gemimize dokunurlarsa, bu bir savaş nedeni olur” demiştir. ABC TV’ye vermiş olduğu demecinde Özal, Yunanistan’da Papandreu’nun iktidara gelmesinden sonra kıta sahanlığına ilişkin görüşmelerin kesildiğine dikkati çekmiş ve Bern Anlaşması’nın geçerli olmadığını iddia eden Papandreou hükümetinin, tartışmalı bölgelerde petrol arama faaliyetlerine başlanacağını açıklamasına değinerek, Türkiye’nin de Yunanistan’ın Bern Anlaşması’nı yok saymasına karşılık  olarak, TPAO’ya, Ege’de petrol arama ruhsatı verdiğini açıklamıştır. Hakkaniyete ve adalete uygun bir çözüme ulaşmak için iki ülkenin de haklarını gözetmek gerektiğine değinen Özal, “Bu sebeple, Türkiye’nin uluslararası sularda kuvvet kullanma suretiyle araştırma yapacağını söylemek doğru değildir. Hayır, sorun bu değildir. Asıl gerçek, Yunanistan’ın yaptığı takdirde Türkiye’nin de araştırmaya başlayacağıdır. Araştırma gemimizin korunması kadar tabii bir şey yoktur. Çünkü, Papandreu’nun kendisi araştırma gemimizi engelleyeceğini bir demecinde belirtmiştir. Yunan gemileri tartışmalı sularda araştırma yapmadığı takdirde bizim araştırma gemimizin de karasularında kalacağı hususunu açıkça belirtmiştik. Diğer bir ifadeyle, Yunanistan o yola gittiği takdirde, biz de aynen kendileri gibi araştırmalarımızı uluslararası sulara doğru genişletecektik,” demiştir.[29]

Karşılıklı olarak yapılan bu açıklamalardan sonra, iki ülke arasında diplomatik girişimler hızlanmış ve NATO Genel Sekreteri Carrigton ve ABD diplomatik çevrelerinin çabalarıyla bunalım hafifletilmiştir. Bunalımın azaltılmasında Yunanistan’ın tartışmalı sularda petrol aramaktan vazgeçtiğini diplomatik yollardan Türkiye’ye bildirmesi ve Kuzey Ege Petrol Şirketi’nin “28 Mart tarihine kadar Taşoz Adası Doğusunda petrol çıkarmaya başlayacağına ilişkin planlarını askıya aldığını” açıklaması etkili olmuştur.[30]

Bunun yanı sıra, Yunan Hükümet sözcüsü Rumbatis Atina Radyosundan da yayınlanan basın açıklamasında “Taşoz Adası’nın Prinos bölgesinde petrol araştırmaları yapacak konsorsiyumunun aramaları ertelediğini, Devlet Petrol İşletmeleri’nin de bu konuda hiç bir plan yapmadığını” açıklamıştır.[31]

Kıta sahanlığı sorununda 1987 Martında ortaya çıkan gerginlik, iki ülke ilişkilerinin yönelimi açısından oldukça önemli noktaları ortaya çıkarmıştır. Bir kez, Yunanistan’ın sıklıkla vurgulamakta olduğu Bern Anlaşması’nın geçersiz olduğuna ilişkin yaklaşım, her iki ülkenin  ulusal karasuları dışında, tartışmalı bölgelerde, petrol arama faaliyetlerine girişmeyeceklerini  açıklamasıyla, yerini Bern Anlaşması’nın geçerli olduğu yaklaşımına bırakmıştır. Bunalımın ortaya çıkarmış olduğu  bir diğer sonuç ise; Yunanistan, bu bunalım sırasında AET ve NATO üyesi ülkeler ve ABD’ye karşı suçlayıcı bir yaklaşım sergilemiş ve özellikle, Türkiye’nin ilişkilerinin soğuk olduğu Bulgaristan ile yoğun diplomatik iletişim sergilemiş, Varşova Paktı’nı gelişmelerden haberdar etmiştir. Ayrıca, gerginliğin artmasıyla birlikte Yunanistan, ülkesinde bulunan Nea Makri  Amerikan üssünü geçici olarak kapatma kararı alarak, ABD’nin iki ülke arasındaki bunalım sırasındaki tutumuna sert tepki göstermiştir.

Bütün bunların yanı sıra, 1987 Mart Ege Denizi kıta sahanlığına ilişkin bunalım, iç politika açısından her iki ülkede de hükümetlere karşı sert eleştirilerin yapılmasına yol açmış, hükümetler bunalım sırasında ulusal çıkarları tam olarak koruyamamakla suçlanmışlardır.

Kıta sahanlığı konusunda iki ülkenin de “şimdilik” kaydıyla uluslararası sularda petrol arama faaliyetlerine girişmeyeceklerini açıklamalarından sonra, iki ülke arasındaki olası savaş riski geçici olarak ertelenmiş bulunmaktadır. Gerçi gerginlik atlatılmıştır, ancak, taraflar arasında sorunun özüne ilişkin görüş ayrılıklarının yanı sıra sorunun hukuki mi yoksa siyasi bir sorun mu olduğuna ilişkin yaklaşım farklılıkları da gündemde varlığını sürdürmektedir.

Davos süreci içerisinde başlayan ikili iletişim ve görüşmeler ise, taraflar arasındaki sorunların çözümlenmesine yönelik olmaktan çok, iki ülke arasındaki güven ve doğrudan iletişimin yeniden kurularak geleceğe yönelik bir zeminin hazırlanmasını hedeflemektedir. Bu bağlamda, kıta sahanlığına ilişkin uyuşmazlık konusunun daha uzun süre çözümlenemeyeceği söylenebilir. Yunanistan, sorunun  Uluslararası Adalet Divanı’na götürülerek çözümlenmesi önerisinde ısrar ederken, Türkiye, ilke olarak bu fikre ılımlı yaklaşmakla birlikte, iki ülke arasında doğrudan görüşmeler yapılarak bir çözüme ulaşılmadan Divan’a gidilmesine karşı çıkmaktadır. Bu gelişmeler çerçevesinde, Yunanistan kıta sahanlığına ilişkin beklentilerini, özellikle, ulusal karasuları sınırını 6 milden 12 mile çıkarma hakkını kullanabileceği bir ulusal/uluslararası ortam beklentisi  içerisine girmiş bulunmaktadır. Türkiye’nin böylesi bir kararı savaş nedeni olarak değerlendirmesi, Yunanistan’ın bu yöndeki çabalarını şu an için engellemektedir.

Bununla birlikte, Aralık 1999’da Helsinki Zirvesi’nde varılan mutabakat sonucu, Türkiye ve Yunanistan arasındaki Ege Denizi’ne ilişkin sorunların, uyuşmazlıkların 2004 yılına değin ikili görüşmeler yoluyla çözümlenmesi, çözümlenemediği takdirde ise Uluslararası Adalet Divanı’na götürülmesine ilişkin sürecin başlatılması kararlaştırılmış bulunmaktadır. Söz konusu tarihe kadar iki ülke arasında uyuşmazlık konularının çözümüne ilişkin girişimlerin sonuç verip vermeyeceği belirsiz olmakla birlikte, bu konuda tarafların daha iyimser oldukları söylenebilir.

 

[1] Türkiye'nin TPAO'ya Ege Denizi'nin çeşitli bölgelerinde vermiş olduğu  petrol arama ruhsatnamelerine ilişkin olarak bkz; Resmi Gazete, 1 /11 /1973; Resmi Gazete, 18 / 7 /1974. ss:2-3.

Ayrıca bu konuda bkz; Fuat Aksu, Ege Denizi Kıta Sahanlığı Sorunu ve Türk - Yunan İlişkileri, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, M. Ü. Sosyal Bilimler Ens. İstanbul: 1986.

[2] Nota metinleri için bkz; International Court of Justice, Application Instituing Proceedings, Filed in the Registry of the Court on 10 August 1976 Aegean Sea Continental Shelf, Greece v Turkey. (Bundan sonra, ICJ Application olarak anılacaktır.)

[3] ICJ Application, s. 32.

[4] ICJ Application, s. 37.

[5] ICJ Application, s. 37.

[6] ICJ Application, ss. 37-39.

[7] Türkiye 18 / 7 / 1974 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanan Bakanlar Kurulu kararı ile 1 Kasım 1973 tarihinde Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe giren petrol arama ruhsatnamelerine ek olarak 4 yeni alanda blok halinde arama ruhsatı vermiş ve söz konusu bölgeleri gösteren haritalar üzerindeki ibareyi Türkiye Petrolleri A.O.'na Ege Denizi  Türk Kıta Sahanlığı'nda Verilen Petrol Arama Ruhsat Sahalarını Gösterir Kroki olarak değiştirmiştir.

[8] ICJ Application, ss. 51-52.

[9] ICJ Application, s. 57; ayrıca bkz; Sevin Toluner, Milletlerarası Hukuk Dersleri-Devletin Yetkisi, 3. Baskı, İstanbul: Filiz Kitabevi, 1984, s. 207

[10] ICJ Application, ss. 12-84.

[11]ICJ Application, s. 14; ayrıca bkz; M.A. Birand, Diyet..., ss. 190-191.

[12] ICJ Application, s. 100.

[13] ICJ Application, s. 100.

[14] Keesing’s Contemporary Archives, October 6 1976, s. 27988.

[15] Keesing’s..., s. 27988.

[16] Keesing’s..., s. 27988; ayrıca bkz; Andrew Wilson, The Aegean Dispute, London: Adelphi Paper Series 1979/80, s. 8.

[17] Bu konuda bkz; ICJ Application; A. Wilson, The Aegean Dispute...;

[18] Bkz; Keesing’s..., s. 27988; A. Wilson, The Aegean Dispute...; S. Toluner, Milletlerarası..., s. 208.

[19] ICJ Reports of Judgements, Advisory Opinions and Orders Aegean Sea Continental Shelf - Greece v Turkey, Request for the Indication of Interim Measures of Protections, Order of September 19 1978; (Bundan sonra ICJ Reports of Judgements olarak anılacaktır).

[20] ICJ Reports of Judgements, s. 6.

[21] Keesing’s..., November 16 1979, s. 29936.

[22] Bkz; Keesing’s..., November 16 1979, s. 29936; A. Wilson, The Aegean Dispute..., ss. 13-14; S. Toluner, Milletlerarası..., s. 211.

[23] Kamuran Gürün, Fırtınalı ..., s. 197.

[24] Reuter, 5 Mart 1987.

[25] Basın Yayın Enformasyon (BYE), 5-6 Mart 1987.

[26] BYE, 6 Mart 1987.

[27] Financial Times, 25 Mart 1987

[28] New York Times, 25 Mart 1987.

[29] BBC2 27 Mart 198; ABC TV, 27 Mart 1987

[30] Financial Times, 30 Mart 1987.

[31] Atina Radyosu, 30 Mart 1987.

Okunma 11789 kez Son Düzenlenme Pazartesi, 05 Eylül 2022 15:36
Yorum yapmak için oturum açın

Kitap-İçindekiler

Üye Giriş

üyelik