Bu sayfayı yazdır
Pazar, 17 Aralık 2017 08:06

KARASULARI SORUNU

Yazan
Ögeyi Oylayın
(0 oy)

Karasularının Genişletilmesi Sorunu

Türkiye ve Yunanistan arasındaki uyuşmazlık konuları içerisinde, ilişkileri bir anda tırmandırabilecek konulardan birini, bu ülkelerin kıyıdar oldukları Ege Denizi’nde, ulusal karasuları sınırını 6 milden 12 mile genişletme çabaları oluşturmaktadır.

1982 yılında, BM III. Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin ulusal karasuları sınırını azami 12 mil olarak saptayan kararından sonra, Yunanistan’ın Ege Denizi’nde ulusal karasuları sınırını 12 mile genişletmek istemesi, bu denize kıyıdar ülke olan ve yaşamsal çıkarları bulunan Türkiye tarafından yoğun tepkiyle karşılanmıştır.

Türkiye ve Yunanistan arasında, Ege Denizi’ndeki ulusal sınırların saptanmasında, geleneksel deniz hukuku ilkeleri göz önünde bulundurularak,  3 millik kural temel kabul edilmiş ve Lozan Barış Antlaşması sırasında iki ülke arasındaki denge ve sınır, bu 3 millik kurala göre saptanmıştır. [1]

Türkiye ve Yunanistan arasında fiili olarak saptanan 3 millik ulusal karasuları sınırı, 1930’ların ikinci yarısından itibaren değişmiştir. Yunanistan, 1936 yılında almış olduğu bir kararla ulusal karasuları sınırını 6 mil olarak saptamıştır.[2] Yunanistan’ın bu kararı, Türkiye ve Yunanistan arasındaki yakınlaşmanın dorukta olduğu ve İtalya’nın Akdeniz’de bir tehlike olarak belirdiği dönemde, pek fazla önemsenmemiştir.[3] Türkiye açısından ulusal karasularının 6 mile genişletilmesi durumu ise, ancak 1964 yılında gerçekleşebilmiştir. 1964 yılında kabul edilen 476 sayılı Karasuları Kanunu ile Türk karasularının genişliği 6 mil olarak saptanmış, ayrıca karşılıklılık esası kabul edilmiştir. Buna göre Türkiye, ulusal karasuları sınırını 6 milden geniş olarak belirlemiş ülkelere karşı, bu ülkelerin kabul etmiş oldukları karasuları sınırını uygulayacaktır. Uygulamada bu ilke, Karadeniz ve Akdeniz’de 12 mil olarak gerçekleşmiştir.

1964 yılından itibaren, hem Yunanistan’ın hem de Türkiye’nin ulusal karasuları sınırlarını 6 mil olarak belirtmelerinden sonra Ege Denizi’nde paylaşım şu şekilde gerçekleşmiştir; Yunanistan, Ege’deki 3000 dolayındaki ada ve adacıklara sahip olmasından kaynaklanan bir avantajla yaklaşık % 35, Türkiye ise % 8,8 oranında bir paya sahip olmuşlardır.

Türkiye ulusal karasularına ilişkin olarak 29 / 05 / 1982 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 2674 sayılı Karasuları Kanunu ile “Türk karasularının genişliği altı deniz milidir. Bakanlar Kurulu, belirli denizler için o denizlerle ilgili bütün özellikleri ve durumları gözönünde bulundurmak ve hakkaniyet ilkesine uygun olmak şartıyla, altı deniz milinin üstünde karasuları genişliği tespit etmeye yetkilidir” denilmektedir. Buna koşut olarak Bakanlar Kurulu’nun  29 / 05 / 1982 tarihli 8/4742 sayılı kararı ile karasularının genişliğine ilişkin olarak Karadeniz ve Akdeniz’de mevcut  olan durumun (12 deniz mili) sürdürülmesi kararlaştırılmıştır.

1973 yılı sonlarında Türkiye’nin Ege Denizi kıta sahanlığında TPAO’ya petrol arama ruhsatları vermesinden sonra, Türk - Yunan ikili ilişkilerinde karasuları ve kıta sahanlığı konusunda yoğun tartışmalar yaşanmıştır. 1974 Kıbrıs Barış Harekatı ile birlikte, her iki ülke açısından da karasuları konusu, ulusal güvenlik kaygıları çerçevesinde de ele alınmaya başlanmıştır. Uluslararası Deniz Hukuku Konferansları çerçevesinde karasularının 12 mile kadar genişletilebilmesi  konusunda genel bir yaklaşımın belirmesine koşut olarak, Yunanistan, Ege Denizi’ndeki ulusal karasuları sınırını 6 milden 12 mile çıkaracağı yolunda açıklamalarda bulunmaya başlamıştır. Ancak Türkiye, Yunanistan’ın bu açıklamalarına oldukça sert tepki göstererek, bu yönde alınacak bir kararın savaş nedeni, “***casus belli***” sayılacağını belirtmiştir.[4]

1982 BM III. Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin hazırlanması ile Türkiye ve Yunanistan arasında Ege Denizi karasuları ve kıta sahanlığı sorunu yeniden gündeme gelmiş ve Yunanistan, bu sözleşmeye dayanarak, ulusal karasuları sınırını 12 mil olarak belirleme hakkına sahip olduğunu ve bu hakkı zamanı geldiğinde kullanacağını açıklamıştır. Yunanistan’a göre, 12 millik karasuları sınırı, artık bütün devletler tarafından benimsenen bir teamül, devletler genel hukuku kuralı durumundadır. Yunanistan, BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin 3. maddesine göre kendi ulusal karasuları sınırını 12 mil olarak belirleme hakkına sahiptir. Bu arada, Ege Denizi’ndeki adalar Yunanistan’ın egemenliğinin ve ülkesel bütünün ayrılmaz bir parçası olduğundan, bu adalar da 12 millik karasuları sınırına sahiptir. [5]

Yunanistan’ın bu yaklaşımına karşı Türkiye, karasularının genişliği konusunda geçerli olan tek bir genel kuralın bulunmadığını ileri sürerek, böylesine bir kuralın varlığı halinde bile, Türkiye’nin bu kuralla bağlı sayılamayacağını belirtmiştir. Ayrıca, Türkiye’nin görüşüne göre; Ege Denizi, coğrafi konumu açısından kapalı-yarı kapalı deniz statüsündedir, dolayısıyla, bu denizde karasuları sınırları belirlenirken bu yapı göz önünde bulundurularak hareket edilmeli, kıyıdar ülkeler arasında yapılacak görüşmelerle sınır belirlenmelidir.

Ege Denizi’nde ulusal karasuları sınırının 12 mile genişletilmesi durumunda, bu denize kıyıdar ülkelerden biri olan Türkiye’nin zararlı çıkacağı kesindir. Gerçekten de, Yunanistan’ın Ege Denizi’nde karasuları sınırını 12 mile genişletme kararının gerçekleşmesi durumunda bu denizde ulusal karasuları oldukça dengesiz bir paylaşım ortaya çıkaracaktır; Yunan karasuları % 60,33, Türk karasuları ise, yaklaşık % 9. Bu dağılım içerisinde Ege’de  uluslararası antlaşmalarla Yunanistan’a devredilmemiş ada, adacık ve kayalıkların karasuları % 10,65, uluslararası sular veya açık deniz olarak kalan bölgenin oranı ise % 20,02’dir.

Ege Denizi’nde karasuları sınırının 12 mile genişletilmesi durumunda bu bölgede devletlerin egemenlik hakları açısından da kimi değişiklikler yaşanacaktır;

Türkiye açısından ulusal kıta sahanlığı olarak kabul edilen bölgeler Yunan karasuları içerisinde kalacak ve Türkiye bu bölgelerde hak iddia edemeyecektir;

Ege Denizi’nin büyük bir bölümünün Yunan ulusal karasularını oluşturmakta oluşu ve uluslararası sular sayılabilecek bölgelerin Yunan karasuları ile çevrili olması, Türkiye’nin olduğu kadar bu sulardan yararlanan diğer devletlerin de uluslararası sulardan yararlanma haklarını “zararsız geçiş” hakkına dönüştürecektir,

Karasularının 12 mil olarak belirlenmesi durumunda Ege Denizi’nin ulusal hava sahası da buna bağlı olarak genişleyeceğinden Türkiye’nin Ege üzerindeki askeri uçuşları ve tatbikatları (hava-deniz) gerçekleşemeyecektir,

Ulusal karasularının 12 mil olarak saptanmasıyla Türkiye, Ege Denizi balıkçılığında ekonomik, ticari kayıplara uğrayacaktır.

Türkiye ve Yunanistan arasında Ege Denizi karasuları sınırını 6 milden 12 mile genişletme uyuşmazlığı, tarafların ileri sürmüş olduğu bir dizi hukuki ve siyasi gerekçe çerçevesinde değerlendirilebilir.

Kıyıdar bir devletin ulusal karasuları sınırını saptama hakkı; BM III. Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin 3. maddesine göre, “Her devlet karasularının genişliğini tespit etme hakkına sahiptir; bu genişlik işbu Sözleşmeye göre tespit edilen esas hatlardan itibaren 12 deniz milini geçemez.”[6]

Yunanistan, Sözleşmenin bu maddesine dayanarak Ege Denizi’nde ulusal karasuları sınırını kendi iç hukuk yollarını, bağımsız iradesini kullanarak 6 milden 12 mile çıkarabileceğini ileri sürmektedir.

Türkiye’nin bu konudaki görüşüne göre ise, Sözleşmenin ilgili hükmü, 12 mil genişliği bir üst sınır olarak kabul etmiştir. Bu bağlamda, ilgili hükme dayanarak karasuları genişliğini belirleme hakkını kullanan bir devletin bu uygulaması, aynı zamanda, uluslararası bir nitelik taşımaktadır. Nitekim, Uluslararası Adalet Divanı’nın almış olduğu bir karara göre; “deniz alanlarının sınırlandırılmasının her zaman uluslararası yönü vardır; bu yalnızca sahildar devletin iç hukukunda açıklandığı biçimiyle onun iradesine bağlı olamaz. Her ne kadar tek sahildar devletin bunu gerçekleştirme yetkisine sahip olması nedeniyle sınırlandırma işlemi zorunlu olarak tek taraflı bir işlem ise de, buna karşılık, bu sınırlandırmanın, üçüncü devletler bakımından geçerliliği uluslararası hukuku ilgilendirmektedir.” [7]

Yunanistan’ın Ege Denizi’nde ulusal karasuları sınırını 12 mile çıkarması durumunda Türkiye, uluslararası hukuka dayanarak bu uygulamayı tanımama hakkına sahiptir. Türkiye’nin 12 mil iddialarına karşı izlemiş olduğu yaklaşım bu konuda teamül oluşturmaktadır, dolayısıyla, Yunanistan’ın bu yönde alacağı bir kararı Türkiye’nin kabullenmesi beklenemez.

BM III. Deniz Hukuku  Sözleşmesi’nin 3. maddesinde belirtilen 12 mil sınırının bir genel hukuk kuralı, teamül (yapılageliş kuralı) olduğu; Yunanistan’ın iddiasına göre, ilgili Özleşmenin 3. maddesinde belirtilmiş bulunan 12 millik kural, giderek, bütün devletler tarafından genel kabul gören bir devletler genel hukuku kuralı, yapılageliş kuralı oluşturmaktadır.

Türkiye’ye göre ise, BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’nde karasuları sınırının azami 12 mil olabileceğine ilişkin bir kuralın bulunmasına karşın, uygulamada devletler, ulusal karasuları sınırını belirlerken farklı genişlik kriterleri saptamaktadırlar; Özman’ın belirttiğine göre; 20 devlet 3 deniz mili, 2 devlet 4 deniz mili, 4 devlet 6 deniz mili, 81 devlet 12 deniz mili, 1 devlet 15 deniz mili, 1 devlet 20 deniz mili, 2 devlet 30 deniz mili, 2 devlet 35 deniz mili, 4 devlet 50 deniz mili, 1 devlet 70 deniz mili, 1 devlet 100 deniz mili, 1 devlet 150 deniz mili, 13 devlet 200 deniz mili genişlikte ulusal karasuları sınırına sahip bulunmaktadır. [8] Uygulamadaki farklılıklara karşın, 12 millik kural üzerinde belirgin bir yoğunluğun bulunması, bu kuralın bir yapılageliş oluşturup oluşturmadığı tartışmalarını gündeme getirmektedir. Bununla birlikte, bu kuralın yapılagelişe dönüştüğü kabul edilse dahi, Türkiye’ye karşı bu kuralın ileri sürülebilmesi söz konusu olamaz. Çünkü, Türkiye 12 millik genişliğin Ege Denizi’nde uygulanmasına istikrarlı olarak karşı çıkmıştır. Bütün bunların yanı sıra, bazı Yunanlı yazarların belirtmiş olduklarının aksine, Türkiye iç hukuk açısından da 12 mil konusundaki yaklaşımını korumuştur. “...1964 Türk Karasuları Kanunu  (bugün yürürlükte değildir) 12 mil kuralına hiçbir yerde atıfta bulunmadığı gibi bu genişliğe yapılageliş değeri verecek herhangi bir ifade de içermemektedir. Aynı şekilde Türkiye’nin hiçbir belgesi ve uygulaması, gerekçeleri dikkate alındığında 12 milden yana bir opinio juris’in mevcut olduğu sonucunu doğurmamaktadır.” [9]

Ege Denizi’nin statüsü ve hakkın kötüye kullanılamayacağı ilkesi; BM III. Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin 122. maddesine göre; “İşbu Sözleşmenin amaçları uyarınca ‘kapalı veya yarı kapalı deniz’den, iki veya daha çok devlet tarafından çevrili ve diğer bir denize veya okyanusa dar bir geçitle bağlı bulunan veyahut da bütünüyle veya büyük bir bölümü ile, iki veya daha çok devletin karasularından ve münhasır ekonomik bölgelerinden oluşan bir körfez, bir deniz havzası veya bir deniz anlaşılır.” [10]

Türkiye’nin görüşüne göre, Yunanistan’ın Ege Denizi’nde sahip olduğu adaların karasularını tek taraflı olarak, 6 milden 12 mile genişletmek istemesi, bu denizin kapalı-yarı kapalı statüsün göz önünde bulundurulduğunda, diğer kıyıdar ülke olan Türkiye açısından olumsuz sonuçlar doğurabilecek bir harekettir. Bu nedenle, kıyıdar devletler olarak Türkiye ve Yunanistan arasında bu konuda ortak bir görüşün bulunması gerekmektedir. Söz konusu Sözleşmenin 15. ve 123. maddeleri, bu türden hak ve yükümlülükleri düzenlemektedir. 15. maddeye göre; “İki devletin sahilleri bitişik veya karşı karşıya olduğunda, aralarında aksine bir anlaşma olmadıkça, bu devletlerden ne birinin ne de diğerinin kendi karasularını, bütün noktaları, bu iki devletin her birinin karasularının genişliğinin ölçülmeye başlandığı esas hatların en yakın noktalarından eşit uzaklıkta bulunan orta hattın ötesine uzatmaya hakkı yoktur. Bununla beraber bu hüküm, tarihi hakların veya diğer özel durumların varlığı nedeniyle, her iki devletin karasularının başka şekilde sınırlandırılmasının gerekli olduğu durumlarda uygulanmaz.” [11]

123. madde hükmüne göre ise; “kapalı veya yarı kapalı bir denize sahildar olan devletler, işbu Sözleşme gereğince kendilerine ait olan hakların kullanılmasında ve yükümlülüklerin yerine getirilmesinde aralarında işbirliğinde bulunmalıdırlar (...)”[12]

Ege Denizi’nde karasuları sınırının Yunanistan tarafından tek taraflı olarak 6 milden 12 mile genişletilmesi durumu, yukarıda sıralanmış olan Sözleşme hükümlerine aykırı bir durum ortaya çıkardığı gibi, ayrıca Sözleşmenin 300. maddesine de aykırı bir sonuç doğuracaktır. 300. madde hükmüne göre; “Taraf devletler işbu Sözleşme uyarınca üstlendikleri yükümlülükleri iyi niyetle yerine getirmeli ve işbu Sözleşmede tanınan hakları, yetkileri ve serbestileri hakkın kötüye kullanılmasını oluşturmayacak biçimde kullanmalıdırlar.”[13]

Türkiye’nin görüşüne göre; Yunanistan’ın, Ege Denizi’nde ulusal karasularını 12 mile genişletmesi, Türkiye’nin bu denizdeki kıta sahanlığı haklarını ortadan kaldıracağı gibi, bu denizden yararlanırken dayanmış olduğu ekonomik, ticari, askeri ve siyasi egemenlik haklarını da sınırlandıracak, bu denizi adeta bir “Yunan Gölü”ne dönüştürecektir, dolayısıyla bu tür bir davranış hakkın kötüye kullanılması olacaktır.

Bazı Yunanlı yazarların görüşüne göre ise, “Yunanistan’ın 12 mil kuralını uygulaması Ege’yi yabancı devletlere kapatmayacağı gibi, devletlerin zararsız geçiş hakkına da (1982 Sözleşmesi’nin 17. ve onu izleyen maddeleri) halel getirmeyecektir. Üstelik hakkın kötüye kullanılması tek başına bir yetki değil, belirli bir hakkın kullanılma şekliyle ilgili bir kavramdır. 300. maddenin içerdiği hüküm, öteki devletlerin haklarıyla ilgili olup, sözleşmeyle tanınan bir yetkinin kullanılmasını engellemez.” [14]

Ege Denizi’nde, ulusal karasuları sınırının Yunanistan tarafından 6 milden 12 mile genişletilmesi konusunda, kıyıdar ülkeler olan Türkiye ve Yunanistan arasında yapılan görüşmelerde tarafların görüşlerini birleştirmek mümkün olmadığından anlaşmazlık sürmektedir. İki ülke arasındaki ilişkilerin yönelimine bağlı olarak, zaman zaman, her iki ülke de ulusal yaklaşımlarını sert açıklamalarla dile getirmektedirler. Yunanistan’ın ulusal karasularını 12 mile çıkarmakta kararlı olduğunu ve zamanı geldiğinde bu hakkını kullanacağını dile getirmekte oluşu, Türkiye’nin de bu konudaki kararlı tutumunu sıklıkla dile getirmesine neden olmaktadır. Türkiye’nin, Yunanistan tarafından alınacak böylesi bir kararı savaş nedeni “***casus belli***” olarak nitelendirmesi, iki ülkenin de birbirlerini ulusal çıkarları, egemenlik hakları, toprak bütünlükleri açısından potansiyel tehlike ve tehdit kaynağı olarak algılamalarına yol açmaktadır.[15] Bu bakımdan ele alındığında ise, Yunanistan'ın AB'ye tam üye olmasının sağlamış olduğu avantaj ile Ege'deki karasuları uyuşmazlığını AB'nin dış sınırlarına ilişkin kurallar çerçevesinde değerlendirme çabasında olduğu gözlemlenmektedir. Karasuları yüzünden çıkabilecek bir sıcak çatışmada Türkiye'nin tepkisini AB'den sağlayacağını düşündüğü destekle karşılama ve çatışmayı AB'nin sınırlarına yönelik gibi gösterme çabası söz konusudur. [16]

Tarafların görüşlerindeki ısrarları, süregiden çatışma ve gerginlik, ülkeler arasında olası bir savaş riskini gündemde tutmaktadır. Güvensizliğin büyük boyutlarda oluşu, her iki tarafın da silahlanmasına neden olmaktadır. Giderek iki ülkede de uyuşmazlık konularının kesin olarak çözümlenebilmesi için gereken tek yolun savaş olacağına ilişkin bir genel kanı yerleşmektedir.

Diğer yandan, Türkiye ve Yunanistan arasında çatışma riskinin yoğun olduğu karasularının genişletilmesi sorununda Yunanistan’ın bunu bir ulusal egemenlik hakkı olarak görmesi ve bu hakkın kullanılmasını da zamanı geldiğinde gerçekleştireceğini açıklamış olması Türkiye’nin savaş nedeni sayma kararlılığıyla birlikte ele alındığında, uzlaşmanın kısa sürede gerçekleşebilmesini olanaksızlaştırmaktadır. Bu bakımdan ele alındığında ise, süreç içerisinde Yunanistan’ın ulusal karasuları sınırını 12 mile genişletme politikasını uluslararası desteklerle pekiştirmek yönünde çaba göstermiş olduğunu görmekteyiz. Gerek ABD gerekse AB ile olan ilişkileri çerçevesinde Yunanistan, Ege Denizi’nde ulusal karasularını 12 mile genişletmesi durumunda Türkiye ile girişeceği bir sıcak çatışma sırasında uluslararası destekten yoksun kalmama çabası içerisindedir. Nitekim, 1976 yılında ABD ve Yunanistan arasında gerçekleştirilen Savunma ve İşbirliği Anlaşması’na ilişkin görüşmeler sırasında Yunanistan Ege Denizi’nde çıkacak bir Türk – Yunan savaşında ABD’nin Yunanistan’a destek vermesini hükme bağlamak istemiştir. AB’ne tam üye olarak katıldıktan sonra ise, bu çabalarını AB çerçevesinde sürdürmeye çalışmıştır.

Türkiye’nin tam üye olarak içerisinde yer almadığı AB ile olan sınırlar çerçevesinde düşünüldüğünde Türkiye ve Yunanistan arasındaki Ege  Denizi’ndeki sınırlar aynı zamanda  AB’nin dış sınırlarını oluşturmaktadır. Dolayısıyla, Ege’de karasularının 12 mile genişletilmesi, aynı zamanda Birlik’in sınırlarının da genişlemesini doğuracaktır. Ancak, Türkiye’nin bu yöndeki bir uygulamayı savaş nedeni saymakta oluşu, bu olasılığın gerçekleşmesi durumunda Türkiye ile Yunanistan’ı karşı karşıya getireceği gibi, AB’yi de sıcak bir çatışmanın/bunalımın içerisine sürükleyebilecek niteliktedir.



[1] Deniz sınırlarının 3 mil olarak benimsenmesi hakkında bkz; İ. Soysal, Türkiye’nin Siyasal.., s. 88.

Ancak Lozan Barış Antlaşması’nda Türkiye ve Yunanistan arasında karasularının sınırını belirleyen herhangi bir harita  bulunmamaktadır. Bu bağlamda iki ülke arasındaki yan sınırlar belirlenirken de sorunlar yaşanmıştır. İki ülke arasındaki Trakya bölgesi karasuları yan sınırı ancak Lozan Barış Antlaşması'nın beşinci maddesinde öngörülen Sınır Çizim Komisyonu'nun  3 Kasım 1926 tarihinde kabul etmiş olduğu protokol uyarınca " 'Sınır Tanımı' başlığını taşıyan IV'üncü Bölümünün en sonunda yer alan 'Sınır Çizgisinin Tanımı' adını taşıyan kısmında" belirlenmiştir. 3 millik karasuları genişliğine göre saptanmış olan bu sınır daha sonra 6 millik sınır kabulüne uygun olarak yeniden gözden geçirilmek zorundadır.

BM III. Deniz Hukuku Sözleşmesi'ne ilişkin olarak güncel tartışma ve bilgiler için bkz; http://www.un.org/Depts/los/index.htm . Sözleşmenin Türkçe çevirisi için bkz; Aydoğan Özman,

BM III. Deniz Hukuku Sözleşmesi 16 Kasım 1994 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Türkiye'nin taraf olmadığı Sözleşme'yi Yunanistan 21 Haziran 1995 tarihinde kabul etmiştir. Avrupa Topluluğu (AB) ise, 1 Nisan 1998 tarihinde resmi onay vermiştir.

[2] Bu konuda bkz; A. Kurumahmut (Y. Hazırlayan), Ege’de Temel Sorun..., ek: 23. 13 / 10 / 1936 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan Yunanistan Karasuları Hududunun Tespiti Hakkında 230/1936 Sayılı (Mecburi Kanun)’a göre, “Bazı özel hallerde, karasuları bölgesini 6 deniz milinden az veya fazla tespit eden yürürlükteki hükümler baki kalmak üzere, karasuları bölgesinin genişliği kıyıdan 6 deniz mili olarak tespit olunmaktadır”.

[3] İtalya'nın Akdeniz'de bir tehdit unsuru olarak ortaya çıkması Akdeniz'deki kıyıdar ülkelerin ulusal güvenlik kaygıları içerisinde olmalarına yol açarken bölge ülkeleri arasında savunma ve işbirliği arayışlarını da hızlandırmıştır.  Oniki Adalar dolayısıyla İtalya ile sınırdaş olan Türkiye, İtalyan tehditi karşısında bir yandan Yunanistan ile ilişkilerini geliştirmeye çalışırken diğer yandan da İngiltere'nin desteğini elde etmeye çalışmıştır. Karasuları konusundaki bu gelişmeler  Akdeniz'de baş gösteren ticari gemilere yönelik denizaltı saldırıları ve sürpriz bir saldırı olasılığına hazırlıklı olma çerçevesinde de değerlendirilebilir. Bu bakımdan ele alındığında ulusal güvenlik kaygıları çerçevesinde Ege'de statükoyu değiştiren iki önemli gelişme söz konusudur. Bunlardan biri Yunanistan'ın ulusal karasularını 6 mile genişletme kararını almış olması, diğeri ise, Türkiye'nin Lozan Boğazlar Sözleşmesi'ni Montreux Konferansları ile değiştirmesidir. Bu konuda bkz; Atatürkün Dış Politikası I-II..., M.ehmet Gönlübol ve Diğerleri, Olaylarla Türk Dış Politikası, Ankara:SBF Yayınları, 1982, ss. 115-120.

[4] Emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ, Ege Denizi’nde Yunanistan’ın karasularını 12 mile genişletme kararını Türkiye’nin “casus belli” savaş nedeni sayacağını açıklamasının ilginç öyküsünü şu şekilde anlatmaktadır; “... Ege’deki nazik dengeyi ve Yunanistan’ın bu dengeyi bozma niyet ve hazırlığını dikkate alan Türkiye, 1976 yılında konuyla ilgili olarak ortaya kesin bir tavır koymuştur. Türkiye, Yunanistan’ın karasularını altı milin ötesine genişletmesinin “savaş nedeni” (casus belli )sayılacağını  kesin bir dille ilan etmiştir.Demirel’in Başbakanlığını yaptığı 1. Milli Cephe Hükümeti’nin bu kararı, zamanın Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil tarafından 15 Nisan 1976’da ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’a yazılı bir mesajla bildirilmiştir.” Şükrü Elekdağ, “Ege’de Kriz Belgeleri”, Milliyet, 11 Şubat 1996, s. 19. Mektubun Türkçe metni aşağıdadır;

15 Nisan 1976

Ekselans Henry Kissinger

ABD Dışişleri Bakanı

Sayın Bakan,

Kabine toplantısında iken, Genel Sekreter Elekdağ, Ekselansları ile Yunanistan Dışişleri Bakanı Mr. Bitsios arasında teati edilen ve metinleri Büyükelçi Macomber tarafından Bay Elekdağ’a tevdi edilen mektuplar hakkında bana bilgi verdi. Mesajınızın aşağıda belirtilen cümlesini çok ciddi telakki ediyorum.

“Bu itibarla, ABD, taraflardan birinin bir askeri çözüm aramasına aktif (actively) olarak ve iltibasa mahal vermeyecek (Hiçbir şüphe ve tereddüt yaratmayacak) bir tarzda karşı koyacak ve böyle bir hareket hattını önlemek amacıyla büyük gayretler sarfedecektir.”

Bay Elekdağ’ın da Büyükelçinin dikkatini aynı konuda hemen çekmiş olduğu üzere, bu beyanın, Amerika Birleşik Devletleri hükümetinin konu hakkında yeni bir vaziyet ve tutum aldığını aksettirdiği kanaatine vardım. Şurası açıktır ki, Yunan hükümetinin esas emeli karasularının sınırlarını 12 mile çıkarmak suretiyle, bir oldubitti yaratmak ve bu suretle, Türkiye üzerinde siyasi bir zafer kazanmaktır. Böyle bir hareket Ege Denizi’ni Yunan gölü haline getirebilecek ve netice itibariyle, Türkiye’nin bu denizdeki tabii ve yerleşmiş ananevi (Geleneksel) haklarını fiilen ortadan kaldıracaktır.

Bu durum Türkiye’ye, böyle bir gelişmeyi bir harp sebebi olarak telakki etmekten gayri bir opsiyon imkanı bırakmayacaktır.

Bu itibarla, bu nevi gelişmeleri teşvik edecek nitelikteki pozisyon değişikliklerini, sadece ikili ilişkilerimiz bakımından değil, fakat bölgenin güvenliği bakımından da tehlikeli görüyorum.

Sizden ricam, yukarda işaret ettiğim cümlenin, bizim, tafsile (etraflı bir şekilde izaha) çalıştığımız endişelerimizi hesaba katarak yeni tefsirlere (yorumlara) ve polemiklere meydan vermeyecek bir şekilde düzeltilmesidir, bu mümkün olmadığı takdirde, bahse konu mektupların açıklanmamasının teminidir. Samimiyetle inanıyorum ki, bu Yunanistan’ın da yararına olacaktır.

Saygılarımla

İhsan Sabri Çağlayangil

[5] Bu konuda bkz; Theodoros Katsoufros, “Ege Denizi’yle İlgili Türk-Yunan Uyuşmazlıkları,” Türk-Yunan Uyuşmazlığı, Der: Semih Vaner, İstanbul: Metis Yay., 1989, ss. 76-106; Hüseyin Pazarcı, “Ege Denizi’ndeki Türk-Yunan Sorunlarının Hukuki Yönü,” Türk-Yunan Uyuşmazlığı, Der. Semih Vaner, İstanbul: Metis Yay., 1989, ss. 106-127; Aydoğan Özman, BM III. Deniz Hukuku Sözleşmesi, İstanbul: IDTO Yayınları, 1984.

[6] A. Özman, BM III. Deniz.., s. 5.

[7] A.ydoğan Özman, “Ege’de Karasuları Sorunu,” A.Ü. SBF Dergisi, Cilt.LXIII, No. 3/4, Temmuz-Aralık 1988, s. 179.

, A/52/487 20 October 1997, http://www.un.org/Depts/los/los_docs.htm #Annual52Rep  B. Tarihi:24 / 10 /1999

[9] H. Pazarcı, “Ege Denizi’ndeki ..,” s. 114.

[10] A. Özman, BM III. Deniz.., s. 55

[11] A. Özman, BM III. Deniz.., s. 7.

[12] A. Özman, BM III. Deniz.., s. 55.

[13] A. Özman, BM III. Deniz.., s. 143.

[14] T. Katsoufros, “EgeDenizi’yle İlgili..,” s. 85.

[15] 1996’daki Kardak bunalımının ardından iki ülke arasında bir iyiniyet girişimi olarak başlatılan çabalar sonucunda kabul edilen Madrid Deklarasyonu çerçevesinde değerlendirildiğinde tarafların eşanlı olarak tek taraflı eylemlerden ve kuvvet kullanma tehditinden vazgeçmiş olduklarını açıklamaları önemli bir adım olmuş, ancak süreç içerisinde tarafların esas görüşlerinde değişiklik olmadığını açıklayarak amaçtan uzaklaşmaları deklarasyonu işlevsiz kılmıştır. Bu konuda bkz; Gülden Ayman, “Türk – Yunan İlişkilerinde Güç ve Tehdit”, Türk Dış Politikasının Analizi, Der. Faruk Sönmezoğlu, İstanbul: Der Yayınları, 1998, ss. 543-546.

[16] Türkiye bu konudaki endişelerini 1978 yılında dönemin AET Komisyon Başkanı Roy Jenkins ile yapmış olduğu görüşmede dile getirmiş; “Yunanistan’ın AET’ye katılmasına bir itirazımız yok. Ancak ortada önemli bir sorun var ve şimdi söyleyeceklerim dikkate alınmazsa, topluluk ve ilişkilerimiz tamir edilemeyecek şekilde zarar görür. AET mutlaka veto sistemini değiştirmelidir. Yoksa AET her alanda, kendi istemediği halde, Türkiye’ye ambargo koyma durumuna düşer. Zira Yunanistan bunu kullanacaktır. Öte yandan, AET’nin karasularını 12 mile çıkarılması tasarısı üzerine, Yunanistan hemen aynı günlerde kendinin bir takımada devleti olduğunu söylemeye başladı. Tasarınıza, özel durumlu denizleri (Ege) istisna eden bir madde eklemenizi önermek isterim”, demiştir. Mehmet Ali Birand, Türkiye’nin Avrupa Macerası 1959-1999, 10. Baskı, İstanbul: Doğan Kitapçılık Yayınları, 2000, s. 352.

Okunma 9316 kez Son Düzenlenme Perşembe, 05 Nisan 2018 14:50
Yorum yapmak için oturum açın