1960 Sonrası Dönem
  • Üyelik
Çarşamba, 18 Nisan 2018 07:53

1960 Sonrası Dönem

Yazan
Ögeyi Oylayın
(1 Oylayın)

İÇ VE DIŞ POLİTİKA KAYGILARININ ETKİSİ
1960 Sonrası Dönem


1960 sonrası dönemde ise, iktidar/muhalefet partileri arasındaki ilişkilerde dış politikada genel bir birlikteliğin sürdürülmek istenmesi ve bu yöndeki çabaların genelde bütün siyasal partilerin desteğini toplaması ile Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkiler ve bu arada Kıbrıs konusu, iç politika tartışmalarında gündemde yer almamıştır. Buna karşın, 1960 sonrası dönemde Türkiye'nin siyasal yapılaşmasında meydana gelen değişiklikler, 27 Mayıs İhtilali'nin yol açtığı iç politika tartışmaları ve sivil iktidar/ordu arası tartışmalar, siyasal iktidarın oluşum şekli, ekonomik güçlükler iç politikada gündemi belirlemiştir. Bununla birlikte, ilerleyen dönemlerde 1961 Anayasası'nın getirmiş olduğu özgürlük ortamı içerisinde genel dış politika konularının kamuoyu ve basın önünde tartışılması söz konusu olmuştur.

Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkilerin ve Kıbrıs sorununun bir iç politika konusu olarak gündem gelmesi ise, bu dönemde siyasi iktidarın yapılanışına bağlı olarak değerlendirilebilir. 1965 seçimlerine kadar iktidarın sivilleştirilmesi çabalarında hükümetlerin koalisyonlar şeklinde oluşması ve hassas bir denge üzerine kurulmuş olması, genel dış politika açısından olduğu kadar Kıbrıs sorunu üzerinde izlenecek politikalar konusunda da hükümetin hareket serbestisini kısıtlayıcı bir etki yaratmıştır. Bu bağlamda, koalisyon hükümetlerinin 1963/64 Kıbrıs olaylarına ilişkin politikasının muhalefet tarafından eleştirilmesinin belirgin ölçüde iç politika amaçlı olduğu söylenebilir. Özellikle Demokrat Parti'nin devamı olduğunu sıklıkla vurgulayan Adalet Partisi, CHP'nin kurmuş olduğu koalisyon hükümetlerine yönelik olarak suçlayan bir yaklaşım sergilemiştir.

Buna karşın, bu döneme damgasını vuran ve ordu/sivil yönetim ve kamuoyu arasında sarsılan güvenin yeniden kurulmasına, Türkiye'de demokrasinin bütün kurum ve değerleriyle yerleşmesi bakımından önem veren İnönü,  Kıbrıs konusunda ortaya çıkan ve Türk-Yunan ilişkilerini de sarsan olaylar sırasında anlaşmazlığı bir iç politika konusu haline getirmekten özenle kaçınmıştır. Bu konuda izlenecek politikaların belirlenmesinde TBMM'nin desteğini almaya çalışmıştır. İç politika tartışmalarının yoğun olarak yaşandığı ve siyasi duyarlılığın arttığı bir dönemde, Kıbrıs'ta Türk toplumuna yönelik  şiddet hareketlerinin başlatılmasıyla birlikte, Kıbrıs konusu yeniden Türk kamuoyunun gündeminde yer almaya başlamıştır. Bu durum, muhalefete İnönü'nün yıpratılarak iktidardan uzaklaştırılması için kaçırılmaz bir fırsat yaratmış, bu kez muhalefet Kıbrıs konusunu hükümete yönelik eleştirilerinde kullanmaya başlamıştır.

1963/64 olayları sırasında Türkiye'nin Kıbrıs'a askeri müdahalede bulunmasının gereği üzerinde yapılan tartışmalar giderek İnönü'nün liderliğindeki koalisyon hükümetlerine yönelik suçlamalara dönüşmüştür. Suçlamaların yoğunlaştığı nokta ise, İnönü liderliğindeki koalisyon hükümetinin Zürih ve Londra Antlaşmalarının Türkiye'ye vermiş olduğu müdahalede bulunma hakkını kullanmada "anlaşılmaz" bir çekingenlik sergilemekte olduğu, dolayısıyla adadaki Türk toplumunun çıkarlarının korunmasında kararlı davranmadığı noktalarında toplanmıştır.

Dış politika açısından Türkiye'nin gündeminin Kıbrıs konusundaki gelişmelerle yüklü olduğu bu dönemde iç politikada partiler arasında iktidar mücadelesinin yapılmakta oluşu ve kurulan koalisyonların kolaylıkla dağılabilmesi hükümetin köklü çözüm önerileri getirebilmesini güçleştirmiştir. Bu bakımdan ilginç olan, partiler arası mücadelelerde Kıbrıs konusunun ele alış tarzıdır. 1963/64 olaylarının Türk kamuoyunda yaratmış olduğu tepki çerçevesinde hükümete yöneltilen eleştiriler, dış politikanın bu özel sorunu ile yakından ilintili olmuştur. İnönü liderliğindeki CHP-CKMP-YTP koalisyon hükümetinin, Başbakan İnönü'nün, Kennedy'in cenaze töreni nedeniyle ABD'de olduğu bir sırada koalisyon ortaklarının hükümetten çekilmeleriyle gündeme gelen siyasal bunalım döneminde, partilerin iktidar olabilme mücadelesi söz konusu iken, aynı zamanda Kıbrıs'ta Türk toplumunun yaşamsal çıkarlarını tehlikeye düşüren gelişmeler de yaşanmıştır. Böylesine bir ortam içerisinde, dış politikada karşılaşılan güçlüklerin aşılması bakımından istikrarlı bir hükümetin iktidarda bulunması konusunda genel bir kanının hakim olmasına karşın ve Kıbrıs'ta Türk toplumuna yöneltilen saldırılar karşısında Türkiye'nin adaya müdahalede bulunması konusu gündemde iken, iç politikada, hükümeti kurma konusunda çıkan bunalım belirgin bir tedirginlik yaratmıştır.

Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkilerin yönelimini etkilemesi bakımından ele alındığında Kıbrıs konusunda ortaya çıkan gelişmelerin bir bakıma iç politikada hükümete istikrarsızlığı giderme olanağı verdiği söylenebilir. Oysa, bu bunalım sırasında izlediği tutumla İnönü, ülkenin yaşamakta olduğu istikrarsızlığın dış politikada hükümetin dengeli ve tutarlı bir yaklaşım sergilemesini ve inandırıcılığını büyük ölçüde olumsuz etkilediğini görmekle birlikte istikrarsızlığı gidermeye yarar bir unsur olarak ortaya çıkan gerginlikten yararlanmak yoluna gitmemiştir. Aksine; 1964 yılı başlarında Kıbrıs'ta Türk toplumuna yönelik saldırılar gündemde iken, İnönü'nün başbakanlığında kurulacak olan CHP-Bağımsızlar koalisyon hükümetine AP güvenoyu vermemiştir. Buna karşın, Mart ayında Kıbrıs'ta yeniden Türk toplumuna saldırıların başlaması üzerine gündeme gelen Türkiye'nin askeri müdahalede bulunması konusu TBMM'de görüşülürken Meclis, hükümete 4 çekimser oya karşılık 487 lehte oyla Türk Silahlı Kuvvetlerini Kıbrıs'a gönderme yetkisi vermiştir.

Türkiye'nin Kıbrıs'a askeri müdahalede bulunmasının ABD tarafından "Jhonson Mektubu" ile önlenmesinin ardından hükümetin yaklaşımı yeniden tartışma konusu olmuş ve 15-17 Haziran'da toplanan TBMM, İnönü'nün ABD seyahati öncesinde istemiş olduğu güven oylamasında, hükümet 194 aleyhte oya karşılık 200 lehte oy alabilmiştir. Böylesi az bir farkla güvenoyu alan hükümetin istikrarlı bir yaklaşım sergilemesi ve Kıbrıs'ta izleyeceği politikalar için Meclis desteğine güvenebilmesi güçleşmiştir.

Diğer yandan, hükümetin Kıbrıs'a askeri müdahalede bulunma konusunda yeterince kararlı davranmadığı görüşü kamuoyunda muhalefetin propagandasına konu olmuş ve bu durum hükümeti daha da zayıflatmıştır. Jhonson Mektubu'nun kamuoyuna açıklanmasından sonra CHP-Bağımsızlar hükümetine ve İnönü'ye yöneltilen suçlamaların abartılı olduğu anlaşılabilmiştir. Kamuoyu ve muhalefetin Kıbrıs olayları karşısında anlaşmalardan kaynaklanan yetkilerini kullanarak askeri müdahalede bulunması gerektiği konusunda yoğun baskıda bulunmalarına karşılık, İnönü'nün, kendisine ve hükümete büyük saygınlık kazandıracak olan böylesi bir kararı almakta dikkatli olmaya iten asıl neden İnönü'nün ülkenin saygınlığını hükümetin saygınlığının üstünde görmesindendir.

Gerçekten de, askeri müdahalede bulunmadığı ve yalnızca savaş uçaklarını göndererek sınırlı hedefleri bombalamakla yetindiği için haklılık kazandıracak siyasi ve hukuki gerekçelere sahip olmasına karşın yapılacak askeri müdahalenin Türkiye'nin saygınlığına gölge düşürmeyecek bir kesin başarı sağlaması gerektiği görüşünden hareket etmiştir. Nitekim, Türkiye'nin askeri müdahale için gerekli olan teknik olanaklardan yoksun olduğunun anlaşılmasından sonradır ki, gerek İnönü hükümeti gerekse daha sonra iktidara gelen AP hükümeti, Türkiye'nin olası bir gerginlik durumunda Kıbrıs'a askeri müdahalede bulunması için gereken hazırlıklara girişmişlerdir.

Bu arada, belirtilmesi gereken bir başka nokta ise, 1964 olayları ve özellikle Jhonson Mektubunun Türk kamuoyunda gündeme gelmesi ile ortaya çıkan yeni çözümlemeler olmuştur. Yaygın kanıya göre, Türkiye'nin kendini haklı gördüğü bir konuda müttefiki olan bir ülkeden böylesine sert bir tepki almış olması, Türk dış politikasının yeni bir çizgiye oturtulmasına yol açmıştır. Giderek, Türk siyasal sisteminde hakim özgürlük havası içerisinde gerek aydın kesimin gerekse kamuoyunun duyarlı kesimlerinin iç politika sorunlarına karşı göstermiş olduğu ilgi dış  politika alanına da yansımış, DP döneminde özellikle ABD ile yapılmış olan ikili anlaşmalarla Türkiye'nin ulusal bağımsızlığından ödün vermiş olduğu, ABD ve NATO'ya daha fazla bağımlı hale geldiği, Türkiye'nin dış politikasını yeni bir çizgiye oturması gerektiği sıklıkla dile getirilmiştir. [425]

AP'nin 1965 seçimleriyle iktidara gelmesi sonrasında karşılaşmış olduğu en önemli sorunların başında , Türk dış politikasında yeni bir kişilik kazanma çabası yer almıştır. Nitekim, bir yandan ABD ile yapılan ikili anlaşmaların getirmiş olduğu olumsuz etkilerden, kısıtlamalardan kurtulmak yolunda ciddi adımlar atılırken, diğer yandan da Türk dış politikası tek yönlülükten kurtulma çabasına girişmiş, SSCB ile ve üçüncü dünya ülkeleri ile yeniden ilişkiler güçlendirmeye çalışılmıştır.

AP hükümetinin iç politikada ekonomik ve siyasi açıdan bunalımları aşmak için çaba göstermiş olduğu bir dönemde Türk dış politikasında da yeni bir kişilik arayışının söz konusu olması, Kıbrıs konusunun genel dış politika sorunları üzerinde belirleyici rol oynamasından etkilenmiştir. Öylesine ki, AP hükümeti, Kıbrıs konusunu bir an önce çözümlemek için yoğun bir çaba göstererek genel Türk dış politikasını bu sorunun etkisinden kurtarma çabasına girişmiştir. Ayrıca, ülkeyi bunaltan ekonomik sorunların yoğun olarak hükümeti uğraştırmakta olduğu bir ortamda Kıbrıs gibi bir sorunun Türk dış politikası üzerinde yaratmış olduğu baskı, hükümete oldukça ağır bir sorumluluk yüklemiştir.

Bu bağlamda, Demirel liderliğindeki AP hükümetinin Kıbrıs konusunu ve Türk-Yunan ilişkilerini gündemde tutarak iç politikada istikrarsızlığı giderme çabası içerisine girdiğini söylemek güçtür. Nitekim, Demirel Kıbrıs sorununun genel Türk dış politikası üzerindeki olumsuz etkilerini görerek bir yandan bu yapıyı kırmaya çalışmış diğer yandan da doğrudan Kıbrıs konusunda gerginliği gündemde tutacak sertlik yanlısı bir politika izlemekten uzak durmuştur. Kıbrıs konusundaki girişimler ise, daha çok diplomatik faaliyetler şeklinde yürütülmüş, Türkiye'nin özellikle BM çerçevesinde Kıbrıs'a ilişkin politikalarını desteklemesi için bağlantısız ülkeler üzerinde yoğun bir diplomatik propaganda yürütülmüş; Türkiye'nin bu ülkelerde yer eden olumsuz imajı dağıtılmaya çalışılmıştır.

Diğer yandan AP hükümeti, 21 Nisan 1967'de Yunanistan'da iktidarı ele geçiren askeri cuntanın başbakanı Kollias ile Keşan ve Dedeağaç'da 9-10 Eylül tarihlerinde bir araya gelerek, iki ülke arasındaki en önemli sorun olan Kıbrıs konusunu  görüşmek istemiş, ancak, görüşmeler sırasında Yunan tarafının görüşmelerdeki asıl amacının Enosis'i görüşmeler yoluyla sağlamak olduğu anlaşılınca Türk tarafı görüşmelerin devamından bir yarar görmediğini açıklamıştır.

1967 Kasım ayında Kıbrıs'ta Türk toplumuna yönelik sert önlemlerin yeniden gündeme gelmesi ve Yunanistan'daki cuntanın olaylardaki sorumluluğu, Türkiye'nin yeniden adaya askeri müdahalede bulunmasını gündeme getirmiştir. Nitekim, 16 Kasım'da toplanan TBMM'de Kıbrıs konusundaki son gelişmeler ve Türkiye'nin müdahalesi karşısında bir Türk-Yunan savaşı riski tartışılmış ve yapılan oylamada 435 üyenin 432'sinin oyu ile hükümete Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesi yetkisi tanınmıştır. Kıbrıs konusunda bu gelişmeler yaşanırken iç politikada Demirel ve ABD karşıtı bir kamuoyunun varlığı söz konusudur.

Bununla birlikte, Türkiye'nin Kıbrıs'a askeri müdahalede bulunma kararı ABD, BM ve NATO çerçevesinde yürütülen arabuluculuk çabaları ve Yunanistan'daki cuntanın, Türkiye'nin ileri sürmüş olduğu koşulları yerine getirmesi üzerine diplomatik yöntemlerle gerginliğin giderilmesi çabalarına dönüşmüştür. Bu durum AP hükümetine dış politikada başarılı bir sonuç elde etme olanağı vermiş olmasına karşın, özellikle fanatik ulusçular açısından hükümete yönelik sert eleştiriler doğurabilmiştir. Kıbrıs sorununun kesin olarak çözümlenmesini Türkiye'nin adaya askeri müdahalede bulunması ve hatta, daha ileri giderek, adayı işgal ve ilhak etmesine bağlayan bu çevreler hükümete karşı hoşnutsuzluklarını dile getirmişlerdir.

Genellikle Türkiye'de siyasal iktidarların Kıbrıs konusunda anlaşmalardan kaynaklanan sorumluluk ve haklarını kullanarak Kıbrıs'a askeri müdahalede bulunmak konusunda göstermiş olduğu çekimserlik ve sorunların diplomatik kanallardan çözümlenmesi konusunda göstermiş olduğu duyarlılık kamuoyunda ani hayal kırıklıklarının yaşanmasına yol açmış ve hemen her seferinde Türkiye'nin askeri müdahalede bulunması tartışıldığında hükümetin aldığı karardan geri döneceği ya da bunun üçüncü ülkeler tarafından önleneceği kanısı yerleşmiştir. 
  
 


425- 1960 sonrası Türk kamuoyu ve basınının dış politikaya yaklaşımı konusunda bkz; Duygu Sezer, Kamu Oyu ve Dış Politika, Ankara: A. Ü. SBF Yay. 1972.

Okunma 15435 kez
Yorum yapmak için oturum açın

Kitap-İçindekiler

Üye Giriş

üyelik