SONUÇ
  • Üyelik
Çarşamba, 18 Nisan 2018 08:01

SONUÇ

Yazan
Ögeyi Oylayın
(2 oy)

SONUÇ

 

Türkiye ve Yunanistan arasında 1999-2000 sürecinde başlayan ılımlı diyalog çabaları iki ülke arasındaki sorunlara bağlı olarak yıllardır süren gerginliğin çözümlenebileceğine ilişkin umutları attırırken beraberinde bunun kolay olmayacağına ilişkin düşünceleri de getirmektedir. İki ülke arasındaki ilişkilerin ve uzlaşmazlığın sadece iki ülke siyasilerinin kişisel iradeleri ile çözümlenemeyecek nitelikte oluşu ve yapısal pek çok faktörün sorunların çözümünü güçleştirdiği dikkate alındığında bu  durum hiç de yanlış değildir. Türk - Yunan ilişkileri gerek aktörleri, gerek değişkenleri ve gerekse uzlaşmazlıkların odaklandığı konular bakımından çok çeşitlilik gösteren bir nitelik taşımaktadır. Bu niteliğiyle ele alındığında,   iki ülke arasındaki uyuşmazlık konularının kısa sürede tüm aktörleri memnun edecek ve kalıcı olacak bir çözüme kavuşturulabilme olasılığı çok düşüktür. Bununla birlikte, 1999-2000 süreci Türk - Yunan ilişkilerinin çözümü için gereken kimi ön şartların sağlanabilmiş olduğunu gösteren gelişmeleri ortaya çıkardığından uyuşmazlığın çözümüne ilişkin umutları da arttırmaktadır.

Yunanistan'ın Öcalan ve PKK'ye vermiş olduğu desteğin doğrudan Türkiye'nin ulusal bütünlüğü ve egemenliğine yönelik bir saldırı olarak  algılanmış olması, Yunanistan'da 1974'ten bugüne karşılaşılan en ciddi savaş olasılığı olarak değerlendirilmiş olması ve ardından da Türkiye'nin askeri güç kullanma seçeneğini elinde bulundurmakla birlikte diplomasiyi tercih etmesi ve görüşme sürecini başlatması, Türkiye ve Yunanistan arasındaki uyuşmazlıkta önemli bir aşamaya geçilmesini sağlamıştır. Bu aşamada ise, bir yanıyla üzücü ve fakat diğer yanıyla da etkisi bakımından oldukça yararlı bir gelişme yaşanmıştır; 17 Ağustos 1999 Marmara depremi. Deprem sonrasında iki ülke halkları arasında yaşanan dayanışmanın ulusal hükümetler ve kitle iletişim araçları üzerinde oluşturduğu etki, siyasilerin fanatik ulusçu yaklaşımlardan uzaklaşarak daha yapıcı ve diyalog süreci içerisinde uzlaşıcı öneriler yapabilecekleri esnekliği sağlayıcı politikalar üretebilmelerini kolaylaştırmıştır.

Yapısal olarak ele aldığımızda, sistem boyutunda, Türkiye'nin hala en önemli aktör durumundaki ABD ile olan stratejik ortaklığının ve bu ortaklığın dayanmış olduğu ilişkilerin ve çıkarların gerek Türkiye'nin içsel yapısında gerekse bölgesel düzeyde istikrarı zorunlu kılması Türkiye'nin gereksinim duymuş olduğu dış desteği yakalayarak sorunlarını çözme kararlılığını göstermesini kolaylaştırmıştır.

Türkiye'nin bu süreçte Yunanistan ile olan uyuşmazlıklarını algılayışı ve bu konudaki yaklaşımının Yunanistan'a yansıması Türkiye'nin Yunanistan üzerinde herhangi bir toprak talebinin olmadığı ve var olan uyuşmazlığın niteliğinin de egemenlik  haklarına yönelik bir tehdit olarak değil çıkar çatışması olarak değerlendirilmesi gerektiği yönünde olmuştur. Bu durum Yunanistan'ın Türkiye'den duymuş olduğunu dile getirdiği tehditin doğudan geldiğine ilişkin söyleminin de değişmesine yol açabilecek bir değişiklik olmuştur. Dolayısıyla Yunanistan Türk tehditinin azalmış olduğuna inandığı bu dönemde tehdit algılamalarını giderebilecek güvenlik kaynağını AB çerçevesinde edinmeye çalışmıştır.

Çağdaş Yunanistan ve Türkiye'nin, ikili ve çok yönlü ilişkilerinin şekillenmesine zemin oluşturan Lozan Barış Antlaşması'nın kabulünden bu güne iki ülke arasındaki ilişkilere konu edilecek pek çok yeni gelişme yaşanmıştır. Bu gelişmelerden bir büyük bir kısmı uluslararası siyasal sistemin geçirmiş olduğu değişim sürecinde ortaya çıkan ve ulus devletlerin egemenlik hak ve sorumluluklarına yeni yorumlar getiren gelişmeler sonucu ortaya çıkmıştır. Uluslararası hukukun henüz emekleme devresinde olduğu yüzyılın başında iki ülke arasında kurulmuş olan statünün bu gelişmelerden ve yeni yorumlardan etkilenmemesi düşünülemez. Kaldı ki, coğrafi konumu dolayısıyla stratejik bir bölgede bulunan her iki ülkenin, üç denizi ve anakarayı birbirine bağlayan ve uygarlıkların geçiş yolu üzerinde olan iki kıyıyı paylaşıyor olmaları zaten yeterince bu ülkelere sorun yaratabilecek nitelikte olmuştur. Ege Denizi'nin coğrafi yapısı ve bu denizde ulusal egemenlik sınırlarının belirlenişi de, uluslararası deniz hukukuna ilişkin gelişmelere bağlı olarak, bu devletler arasında statükoyu yeniden belirleme gereğini ortaya çıkarmıştır.

Türk - Yunan ilişkilerinin insanlık için kısa tarihi, büyük ölçüde uluslararası siyasal sistemdeki değişikliklere bağlı olarak şekillenmiştir. Uluslararası siyasal sistemde dengeler kurulurken de bozulurken de Türkiye ve Yunanistan, bu değişikliklerden önemli ölçüde etkilenen ülkeler olmuşlardır. Bu süreç içerisinde uluslararası toplumda meydana gelen değişiklikler tüm insanlık tarihinde yaşanmış olan değişikliklerden daha köklü ve kısa sürede gerçekleşmiştir. Yüzyılın başında uluslararası toplumun temel aktörlerinin kimlerden oluşacağı belirlenirken, yaşanan yıkıcı savaşın olumsuz etkilerini ortadan kaldıracak ve savaşı engelleyecek barışçıl ve uluslar üstü olmayı hedefleyen bir kapsayıcı örgüt kurulmaya çalışılmış ve uluslararası hukukun yazılı hale getirilmesi için uğraş verilmiştir. Bir yandan uluslararası toplumu oluşturan devletler arasındaki egemenlik ilişkilerinin yazılı sınırları belirlenmeye çalışılırken, diğer yandan, egemen devletler arasında ve eski sömürgelerde emperyalist mücadeleler yaşanmıştır. Yüzyılın ilk yarısı bu mücadelelerle birlikte ikinci ve daha yıkıcı bir savaşa daha sahne olmuştur. Bu savaş uluslararası toplumda olduğu kadar Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkilerde de köklü  değişikliklerin yaşanacağı bir süreci doğurmuştur.

Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkilerde yaşanan uyuşmazlık havası, bu ülkeler arasında kurulmuş olan statükonun değişmiş olduğunu göstermektedir. Lozan Barış Antlaşması ile gerçekleştirilen iki ülke arasındaki dostluk, barış ve karşılıklı güven havasının yerini günümüzde iletişimsizlik, güvensizlik, çıkar çatışması almıştır.

Uluslararası siyasal sistemdeki değişimlere koşut olarak Türkiye ve Yunanistan arasındaki denge de değişmiştir. Bu ülkelerin uluslararası politikadaki öncelikleri farklılaşmış, beklentileri başka konular üzerinde yoğunlaşmıştır. Buna karşın, Lozan Barış Antlaşması, kurulan yeni  uluslararası denge koşulları ve tarafların beklentilerine ayak uyduramamıştır.

Günümüzde uyuşmazlık, büyük ölçüde, oluşturulacak yeni denge ve statükonun hangi ülkenin çıkar ve beklentilerini maksimize edeceği üzerinde yoğunlaşmıştır. Nitekim, diplomatik, siyasi, hukuksal çözüm yolları taraflardan biri veya ikisinin de karşı çıkmaları dolayısıyla uyuşmazlığa uygulanamadığı için ve sıcak bir çatışmadan yararlanarak uyuşmazlığı kendi görüş ve çıkarlarına göre çözme olasılığı da çok büyük riskler taşıdığı için, günümüzde, uyuşmazlığın kilitlenmiş olduğunu söylemek mümkündür.

Zaman zaman, iki ülke arasında diyalog sürecinin yeniden başlatılarak uyuşmazlık konularının görüşülmesine yönelik çabalar sergilenmesine karşın çeşitli nedenlerden dolayı bu diyalog arayışları somut bir sonuca ulaşamamaktadır. Türkiye ve Yunanistan arasındaki uyuşmazlık konularından bazıları gerçekte başka ülkeler arasında da uyuşmazlık konusu olarak görülebilmektedir. Özellikle Deniz Hukuku'na ilişkin konular bunlar arasındadır. Karasularının genişletilmesi, kıta sahanlığının saptanması, ekonomik bölgelerin belirlenmesi gibi konular, uluslararası toplumda diğer devletler arasında da uyuşmazlıklara neden olabilmektedir. Türkiye ve Yunanistan açısından bu tür sorunlara ortak bir çözümün bulunamamasının pek çok nedeni var. Öncelikle, Ege Denizi'nin coğrafik/jeolojik yapısı bu denize kıyıdar olan ülkeler arasında yapılacak olan ulusal egemenlik haklarının sınırlandırılması görüşmelerinde sorunlar yaratabilecek niteliktedir. İrili ufaklı pek çok adanın bu denizde yer almasının yanı sıra adaların büyük bir çoğunluğunun Yunanistan'ın egemenliğinde olmasına karşın Türkiye'nin kıyılarını çevrelemiş olması deniz hukukuna ilişkin konularda yapılacak sınırlandırmalarda kolaylıkla görüş ayrılıkları doğurabilmektedir.

Diğer yandan, bu türden sınırlandırmalarda devletlerin egemenlik haklarının tartışma konusu olduğu dikkate alınırsa, tarafların göstermiş oldukları duyarlılığı anlayışla karşılamak gerek.; Üstelik hem Türkiye hem de Yunanistan, ulusal bütünlükleri, sınırları ve egemenlik hakları konusunda katı bir ulusal duyarlılık göstermektedir. Bu bağlamda, özellikle Kıbrıs konusunda ortaya çıkan görüş ve çıkar ayrılıklarının yaratmış olduğu çatışmacı ilişkilerin bu ülkeler arasında, Ege Denizi'nde, Deniz Hukukunu ilgilendiren konularda yapılacak görüşme sürecini olumsuz yönde etkilediği söylenebilir.

Bütün bunların yanı sıra, Türk-Yunan ilişkilerinde tarafların dış politika davranışlarını etkileyen ve uyuşmazlıkların sür gitmesine neden olan bazı temel ögelerden söz edilebilir. Araştırmamızın da özünü oluşturan Türk-Yunan ilişkilerinde tarafların dış politika davranışlarını etkileyen öğeler, birbiriyle ilintili üç ana grup çerçevesinde ele alınabilir.

Bunlardan ilki, Türkiye ve Yunanistan'ın paylaşmış oldukları tarihsel deneyimlerin ilişkilere getirmiş olduğu ayrımcı özelliklerdir. Bilindiği gibi, Osmanlı döneminde 400 yıl birlikte yaşayan Türk ve Yunan halkları ulus bilincinin yayılması ve ulus temeline dayalı bağımsız devletlerin kurulması sürecinde kendilerini çatışmanın içerisinde bulmuştur. Ulusal bağımsızlık savaşları, Türk ve Yunan halklarının dostluk, güven ve işbirliğine dayalı birlikteliğini sarsan bir etkileşim yaratmıştır. Etnik/dinsel kimlik ayrılığı, bu kez, ulusal kimlik ayrılığına dönüşmüştür.

Yunan ulusal kimliğinin oluşum süreci ve bu sürecin bağımsız bir Yunan devletinin kurulması ile sonuçlanması, uzun ve çatışmayla dolu olmuştur. Bu süreç, bir yandan Yunan ulus devletinin oluşumunu sağlayıp Osmanlı Devleti'nin çöküş sürecini hızlandırırken, diğer yandan da, gündeme azınlıklar sorununu çıkarmıştır. Özellikle, Osmanlı Devleti'nin Balkanlardan kopuşuna koşut olarak, hızlanan kitlesel göçlerle birlikte, istekleriyle veya istekleri dışında bu topraklar üzerinde kalan insanların hak ve statülerinin garanti altına alınması gereği ortaya çıkmış ve bu konudaki düzenlemeler ülkeler arasında sert tartışmalara yol açmıştır. Diğer yandan, ulusal sınırların belirlenmesi de güçlük doğurmuştur. Bu bağlamda, azınlıklar yeni kurulan devletlere sınırlarını genişletme çabalarında gerekçe oluştururken toprak kaybetmiş olan devletlere de kaybettikleri toprakları yeniden kazanabilme umudu vermiştir. Bu durumu Yunanistan'ın uzun yıllar dış politikasına ilke edinmiş olduğu Megali İdea kavramında görmek mümkün. Dolayısıyla, tarafların ulusal sınırlarını genişletme yolundaki her çabası halklar arasındaki ilişkilerin biraz daha düşmanlık tabanına oturmasına neden olmuştur.

Türkiye ve Yunanistan arasında ulusal bağımsızlık mücadeleleri ve kimlik kazanımı çabalarının bir başka yönü daha bulunmaktadır. Yunan ulusçuluğu Osmanlı/Türk kimliğine karşı çıkış niteliğini taşırken ve itici gücünü, etnik olarak Türklük dinsel olarak da Müslümanlık kavramlarına olan tepkiden alırken, Türk kimliğinin ulus tabanına oturması ve ulus tabanında bir Türk devletinin kurulması da belirli oranda bir Yunan karşıtlığı içermiştir. Bu yönüyle Yunan ulusal uyanışı, 400 yıllık bir esaret ilişkisine karşı çıkış niteliğinde görülürken Türklerin ulusal uyanışı, eski küçük ortağın yayılmacı isteklerine haklı bir karşı çıkış niteliğindedir.

Bir başka açıdan; Türk ve Yunan devletlerinin kurulması ve bu devletler arasındaki statükonun yapılan antlaşmalarla belirlenmesinden sonra da, toplumsal bilinçte ulusçu karşıtlığın sürdüğü gözlenmiştir. Bu durum, özellikle siyasiler arasında kurulan dostluk ve güvene dayalı işbirliğine rağmen halklar arasında aynı türden ilişkilerin kurulamamasından kaynaklanmıştır. Gerek ulus gerekse tarih bilincinin gelecek kuşaklara aktarımı sırasında izlenen yol halklar arasındaki ilişkilerin çatışmacı niteliğini ortadan kaldırmakta yetersiz kalmıştır. Halkların ulusal kişiliklere ilişkin yargı ve algılamalarından da görülebileceği gibi, ulus/tarih bilincinin yerleştirilmesi çabalarında bir tür uygarlık-barbarlık, Hıristiyanlık-Müslümanlık çekişmesi yaşanmış, her ülke kendi ulusal kimliğini ve tarihini yüceltme çabası içerisinde olmuştur.

Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkilerin yönelimini, tarafların dış politika davranışlarını etkilemesi bakımından, karşılıklı algılamaların oynadığı role gelince, günümüzde sürdürülen çatışmacı ilişkilerin bundan büyük oranda etkilendiğini söylemek mümkün. Kardak, S-300 Füzeleri, PKK-Öcalan olaylarının ardından Marmara ve Atina depremleri sırasında ulusal kişiliklere ve niyetlere ilişkin algılamaların düşmanlıktan dostluğa, savaştan barışa salınım gösterdiği görülmüştür.

Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkilerin zeminini ulusal egemenlik hak ve sınırlarının yeniden belirli bir statükoya bağlanması çabaları oluşturmakla birlikte, bu çabaların ortak ve kalıcı bir sonuca ulaşmasını engelleyen faktörlerden belki de en önemlisi, tarafların diyalog süreci içerisine girememeleri ve birbirlerine güven duyamamalarıdır.

Gerek Yunanistan gerekse Türkiye, birbirlerine duydukları güvensizlikle izleyecekleri politikaları aşırı bir duyarlılık göstererek oluşturmakta, sergileyecekleri herhangi bir davranışın sonuçta karşı ülkeye yarar sağlayabilecek olmasından çekinmektedirler. Aynı zamanda, karşı ülkenin sergilediği davranıştan da kuşkulanmakta ve bir art niyet aramaktadır. Bu durum, tarafların karar alma süreçlerinde hata yapma olasılıklarını  artırdığı gibi, ilişkilere gerginliğin hakim olmasına da yol açmaktadır.

Türk-Yunan ilişkilerinde her iki ülke de birbirlerinin niyetinden kuşku duymakta ve diğerine karşı güvensizlik beslemektedir. Yunanistan'a göre, Türkiye'nin Yunan adalarında gözü var ve şartların uygun olduğu  bir sırada Türkiye, Yunanistan'a saldırarak bu adaları kendine bağlayacaktır. Türkiye'ye göre ise, Yunanistan geleneksel hale gelmiş bulunan Megali İdea'dan  vazgeçmemiştir; Kıbrıs'ta olduğu gibi Ege Denizi'nde de Türkiye'yi dışlayarak Türkiye aleyhine genişlemek istemektedir. Diğer yandan, Yunanistan, Avrupa ile ilişkilerde sergilemiş olduğu yaklaşımla Türkiye'yi Avrupa'dan dışlamak istediğini göstermektedir. Türkiye ve Yunanistan arasındaki uyuşmazlık konularına çözüm bulunamadığı sürece tarafların birbirlerini çıkarları, ulusal egemenlikleri, toprak bütünlükleri ve yaşamsal çıkarları için potansiyel tehdit unsuru olarak görmeyi sürdürecektir.

Bütün bunların yanı sıra, tarafların diyaloglardan somut çözüm yolları üretilememiş olması karşısında kendi görüşlerinin haklılığını göstermek için fiili olaylardan yararlanmaları, tehdit ve tahrik algılamalarını yönlendirmiştir. 1974 sonrası dönem, bunun örnekleriyle doludur. Türkiye'nin MTA Sismik I-HORA araştırma gemisini Ege Denizi'nde petrol/sismik araştırma yapmakla görevlendirmesi, Yunanistan'ın 10 millik ulusal hava sahası iddialarını tanımadığını göstermek için askeri uçaklarını Yunan ulusal karasuları ile 10 millik kısım arasındaki bölgede uçurması, Yunanistan'ın Ege Denizi'ndeki adaları silahlandırması karşısında Türkiye'nin Ege Ordusu olarak adlandırılan Dördüncü Orduyu kurması, Kardak adalarına bayrak dikme yarışı, Kıbrıs'a S-300 füzelerinin konuşlandırılmak istenmesi bu arada sıralanabilir. Bu türden taktik/stratejik durum alışların tehdit, tahrik, saldırganlık örneği olarak görülmelerinin yanı sıra, kimi zaman her iki ülkede de siyasileri olduğu kadar basın ve kamuoyunu da heyecana sürükleyen ve sağduyudan uzaklaştıran olaylar yaşanmıştır. Böylesi durumlarda olumsuz algılamalar yerini yanlış algılamalara bırakmıştır. Bu ise, hükümetlerin güvenilirliğine gölge bırakabilecek sonuçlara zemin hazırlayabilmiştir.

Türk-Yunan ilişkilerinde tarafların birbirlerini karşılıklı olarak tehdit/tehlike kaynağı olarak algılamaları bakımından 1980'li yıllar, geçmiş yıllardan daha belirgindir. Papandreu'nun liderliğindeki PASOK hükümetleri döneminde, Türkiye ile Yunanistan arasındaki diyalog kesilmiş, Türkiye'nin Yunanistan'a yönelik açık bir tehdit kaynağı olduğu iddiası sıklıkla vurgulanmış, Türkiye'nin her durum alışı bu bakış açısıyla değerlendirilmiştir. Hükümetlerin karşılıklı olarak dış politika davranışlarını belirlerken diğer ülkenin sergilemiş olduğu davranışları algılamada tehdit öğesine öncelik tanımaları, iki ülke arasında gerilimi arttırmış ve bir tür kısırdöngü yaratmıştır. Hükümetlerin karşılıklı olarak birbirlerinin niyetlerinden duymuş oldukları kuşku, bir yönüyle, kamuoyu oluşturma ve propaganda öğesine dönüştüğünde ise, her iki ülke halkları arasında barışçıl ilişkilerin kurulması daha da güçleşmektedir.

Türkiye ve Yunanistan arasındaki uyuşmazlıkların çözümünde yaşanan güçlüklerden biri hiç kuşkusuz ulusal kamuoylarının iki ülke ilişkilerinde sergilemiş olduğu duyarlılıktan kaynaklanmaktadır. Her iki ülke halklarının birbirlerini yanlış/eksik tanımakta oluşları dikkate alındığında, tarafların görüşme süreci içerisine girdiklerinde sergileyecekleri esnekliği kısıtlamaktadır.

Aslında, Türk ve Yunan halklarının birbirleri hakkında edinmiş olduğu değer yargılarının her iki ülkede de ulusun yüceltilmesi ve devlete ulus kimliğinin kazandırılması, bu anlayışın gelecek kuşaklara aktarılması çabalarıyla yakından ilgili bulunmaktadır. Özellikle, temel eğitim sırasında genç kuşaklara Türk-Yunan halkları arasındaki ilişkileri çatışmacı boyutuyla aktarma çabası ve kendi ulusunu yüceltirken diğer ülke ulusunu kötüleyen bir anlayışın benimsenmiş olması, etkileri günümüz Türk-Yunan ilişkilerinde gözlenen bir yapılaşmaya yol açmıştır. Diğer bir deyişle, halklar arasındaki ilişkilerin çatışmacı nitelik göstermesinde bir tür kimlik kazanma mücadelesinin izleri görülmektedir. Giderek bu kimlik kazanma mücadelesi, Türklük-Yunanlılık çekişmesinden uygarlık-barbarlık karşıtlığına değin götürülebilmektedir. Böylesi durumlarda halkların karakteristik özellikleri dile getirilirken taraflar kendileri için övücü, yüceltici diğer halk için küçültücü sıfatlardan yararlanmakta ve genellemeye gitmektedirler; "Türk barbardır", "Türk cahildir", "Türk saldırgandır" ya da "Yunanlı zalimdir", "Yunanlı yaygaracıdır" gibi.

Türk-Yunan ilişkilerinin yönelimini etkilemesi bakımından, her iki ülke halklarının birbirleri hakkındaki değer yargıları, imaj ve algılamalarının halkların  karakteristik özelliklerini bütünüyle yansıtmaktan uzak olduğu görülmektedir. Gerek temel eğitim sırasında verilen tarih ve ulus bilincinin yanlı ve gerçeği bütün olarak yansıtmaktan uzak oluşu, gerekse günlük yaşamda Türk-Yunan sorunlarına ilişkin bilgi/haber akışının sansasyonel/propaganda yönünün ağırlıklı olarak verilmesi, insanların olayları kimi önyargı ve olumsuz/yanlış algılamaların etkisinde kalmadan yorumlamalarını güçleştirmektedir. Dolayısıyla, halklar birbirlerini eksik tanımakla kalmamakta, aynı zamanda, yanlış tanımaktadırlar.

Karşı ülkeye ve bu ülke halklarına ilişkin toplumsal bilinçte yer eden değer yargıları ve  imajlar, bunların örtük etkisi altında oluşan algılamalar, özellikle iki ülke arasında hükümetler düzeyinde de desteklenen dostluk, barış ve işbirliği dönemlerinde kişilerin/toplumun günlük yaşamında doğrudan etkili sonuçlar doğurmaktan uzak kaldığı için pek fazla dikkat çekmemektedir; buna karşın, iki ülke arasındaki sorunların barışçıl yöntemlerle çözümlenemediği ve gerginliğin tırmanmaya başladığı dönemlerde barışçıl olmayan yöntemlerle uzlaşmazlığın giderilmesi riski gündeme gelmekte ve bir bunalım yaşanmaktadır. Sıradan insanın böylesi bir ortamda değişikliğin sorumlusu olarak gösterilen karşı ülkeye ilişkin olarak toplumsal bilinçaltında yer eden olumsuz değer yargıları ve önyargılar canlanmaktadır. Buna ek olarak, siyasi karar alıcıların davranışları, televizyon, radyo ve yazılı basın gibi kitle iletişim araçlarının yayınları sıradan insanın algılamalarını etkilemekte, bunlar kolaylıkla yönlendirilmeye hazır bir tepkiye dönüşebilmektedir.

Bir başka açıdan ele alındığında; Türk-Yunan uyuşmazlığı, bu ülkelerin iç politikalarındaki gelişmelerden büyük ölçüde etkilenmiştir. Bu etkileşim Türk-Yunan ilişkilerindeki gerginliğin artmasına yol açabilecek bir yön izleyebildiği gibi, bunun aksi örneklerine  pek sık rastlanmamaktadır. Siyasi iktidarlar, muhalefet partileri, silahlı kuvvetler, basın/yayın organları, baskı ve çıkar grupları Türkiye ve Yunanistan arasında yaşanan uyuşmazlığı gündeme getirerek stratejik/taktik amaçlarını gerçekleştirme çabası içerisinde olmuşlardır. Türk-Yunan ilişkilerinde sıklıkla rastlanan örnek, siyasilerin, iki ülke arasındaki uyuşmazlığı gündeme getirerek kamuoyunun desteğini kazanmak istemeleri; seçim zamanlarında bu desteği oya dönüştürülmek istenmesi olmuştur.

Bunun yanı sıra, hükümetlerin kamuoyu desteğini kaybetmeye başladıkları, saygınlıklarını yitirdikleri dönemlerde ve/veya ülkenin ağır bir ekonomik, siyasal, toplumsal bunalım içerisinde olduğu dönemlerde hükümetlerin Türk-Yunan uyuşmazlığını gündeme getirerek içinde bulundukları bunalımı aşmak istemelerinin örneklerine de rastlanmaktadır. Bu gibi durumlarda hükümetlerin tercihleri, izledikleri yaklaşım gerginliğin tırmandırılmasına yol açabilecek nitelikte olabildiği gibi, karşılıklı ilişkilerde diyalog sürecine girilmesi ve gerginliğin azaltılmasına çalışılması yönünde de olabilmiştir. 

Okunma 7110 kez
Bu kategorideki diğerleri: « ÖNERİLER SONUÇ (devam) »
Yorum yapmak için oturum açın

Kitap-İçindekiler

Üye Giriş

üyelik