AZINLIKLARA İLİŞKİN SORUNLAR
(devam)
Bütün bunlardan sonra, iki ülke arasında bir diplomasi savaşı yaşanmış ve karşılıklı suçlamalar birbirini izlemiştir. Türkiye Yunanistan'ı Batı Trakya Türk azınlığının Lozan Antlaşması'ndan ve diğer uluslararası antlaşmalardan kaynaklanan haklarını ihlal etmekle suçlamış ve olaylar sırasında Yunan resmi makamlarının saldırılar karşısında ilgisiz kalmalarını kınamış; Yunanistan da, Türkiye'yi azınlıklar konusunda kışkırtıcı davranmakla ve iç işlerine karışmakla suçlamıştır. Ayrıca Türkiye, yapmış olduğu açıklamada, yargılama olayının haksız olduğu ve mahkemenin siyasi bir amaç doğrultusunda davrandığını; söz konusu olayın ulusal sınırları ve ülke içindeki kanunları aşarak, uluslararası endişe duyulmasına neden olan bir insan hakları sorunu olarak değerlendirilmesi gerektiğini ileri sürmüş ve tutukluların serbest bırakılmasını istemiştir. Yunanistan ise bu suçlamaları reddetmiştir.
Batı Trakya Türk/Müslüman azınlığı temsilcilerine yöneltilen suçlamalar ve yargılanma şekillerinin yanı sıra, Gümülcine'de azınlık üyelerine yönelik saldırılar ve bu saldırılara ilişkin olarak hükümetin izlemiş olduğu yaklaşım, Yunan basın ve kamuoyunun yoğun tepkisini çekmiş, Yunanistan'da görüş ayrılıkları ortaya çıkmıştır.
Kamuoyu ve basının konu üzerinde yoğun bir ilgi ile durması, iki ülke arasında azınlıklara yönelik uygulamalar konusundaki karşılıklı suçlamaları arttırmış ve bunun sonucunda Yunanistan, olayların çıkışı ve gelişmesinden Türkiye'nin Gümülcine'de Başkonsolosunu (Kemal Gür) sorumlu tutmuş ve istenmeyen kişi ilan etmiştir. Bu durum karşısında Türkiye de, karşılık olarak, Yunanistan'ın İstanbul Başkonsolosunu istenmeyen kişi ilan ederek iki ülke arasında gerginliğin artmasından Yunanistan'ın sorumlu olduğunu ileri sürmüştür.
Son olaylar sırasında Yunan ulusal kamuoyu ve basını, Batı Trakya Türk/Müslüman azınlığına ve genel olarak, tüm Batı Trakya'ya yönelik olarak hükümet ve siyasi partilerin izledikleri politikaları değiştirmeleri gerektiği konularında yoğun tartışmalara girerken, bölgenin ekonomik yönden kalkındırılması konusunda fikir birliğine varılmış ve azınlıklara uygulanan ayrımcı yaklaşımlara son verilmesi istenmiştir.
Türkiye ve Yunanistan arasında azınlıklara ilişkin karşılıklı suçlamalar sürerken Batı Trakya Türk/Müslüman azınlığına yönelik uygulamalar Helsinki Watch (Uluslararası İnsan Hakları Helsinki İzleme Komitesi) tarafından gündeme alınmış ve Yunanistan'daki incelemeler sonucunda bir rapor hazırlamıştır.
Helsinki Watch'ın hazırlamış olduğu rapor sonucunda Yunanistan'a Batı Trakya Türk/Müslüman azınlığa karşı izlemekte olduğu politikalar konusunda bazı tavsiyelerde bulunulmuştur. Buna göre;
Türk azınlık varlığının kabul edilerek, onlara diğer Yunan yurttaşlarının sahip olduğu bütün medeni ve siyasi hakların tanınması; bu onların kendilerini, topluluklarını ve okullarını "Türk" olarak adlandırma hakkını da içermelidir.Türk azınlığın; yurttaşlık hakkını kaybetmeden Yunanistan'dan ayrılma ve geri dönme özgürlüğüne uyulması; Yunanistan içerisinde hareket özgürlüğüne uyulması;
Türk azınlığın; toprak ve ev alım-satımı, okullar, camiler inşa etmek, onarmak ve genişletmek konularında politikada ve uygulamada eşit haklara sahip olduklarının garanti edilmesi;
Türk azınlığın; radyo, televizyon ve Türkiye'den gelen yayınları kapsar şekilde ifade özgürlüklerine uyulması; yerel Türk azınlık basını üzerindeki baskılara son verilmesi;
Türk azınlığın; Yunan otoritelerinin tacizlerini kapsar şekilde aşağılanması uygulamalarını yasaklayan uluslararası anlaşmaların yürürlüğe konulması;
Türk azınlığın, müftü seçimi ve dinsel gelirlerinin kontrolünü içeren, dini özgürlüklerinin sağlanması;
Türk azınlığın; okullarını onarmak, genişletmek, inşa etmek, Türkçe konuşan öğretmenler tayin etmek, ve günün koşullarına uygun okul kitaplarını sağlamak ve kullanmak haklarına uyulması; Yunan Hükümetine tavsiye olunmuştur. [30]
Batı Trakya Türk/Müslüman azınlığa yönelik saldırıların yaratmış olduğu gerginlik, azınlıklar ile Yunanlılar arasındaki ilişkileri güvensizlik temeline oturturken ve Türkiye ile Yunanistan arasında karşılıklı suçlamalara yol açarken, bir başka sorun daha gündeme yerleşmiştir; bütün bu olaylar olurken, İskeçe Müftüsü Hilmi Aga'nın ölümüyle yerine oğlu Mehmet Aga'nın atanması, azınlığın yoğun tepkisine neden olmuş ve anlaşmalardan kaynaklanan haklarını kullanarak kendi müftülerini kendilerinin seçeceklerini, atamayı tanımayacaklarını belirtmişlerdir.Azınlıklar konusunun ulusçu yaklaşımları artırmakta oluşu, bu konuda görüş birliğine varılmasını zorlaştırmıştır. Yunanistan'da egemen olan yaklaşım, azınlıkların diğer Yunan vatandaşlarına tanınan temel haklardan yararlanabilmelerinin sağlanması ve Batı Trakya'da acil ekonomik yatırımların yapılarak bölgenin kalkındırılması yönündedir. Etnik kimlik konusunda gösterilen katılık ise, büyük ölçüde Türkiye'den kaynaklanan güvenlik endişelerine dayanmaktadır. Her iki toplum da bağımsızlıklarını kazanma sürecinde birbirleri hakkında olumsuz yargılara sahip olmaları, bu konuda katı ulusalcı yaklaşımları güçlendirmektedir. Her iki toplum da ulusal bütünlüklerini bozabilecek azınlık sorunları gibi konularda oldukça duyarlı davranmaktadırlar.
Gerçekte, Batı Trakya Türk/Müslüman azınlığının da istekleri bu doğrultudadır; azınlık temsilcilerinin açıklamalarından da anlaşıldığı gibi, azınlık, kendileri ile diğer Yunan vatandaşları arasında ayrım yapılmamasını ve üzerlerindeki baskının kaldırılmasını istemektedirler. Zaten istemlerindeki yaklaşımlar da bunu göstermektedir. Kimi fanatik azınlık üyesinin aksine, hemen bütün azınlık, sadece anlaşmaların kendilerine tanıdığı haklardan yararlanabilmek, kendilerine ayrımcı politikalar uygulanmamasını istemekte ve bu isteklerini de hukuki ve siyasi yolları kullanarak, şiddete başvurmadan sağlamaya çalışmaktadırlar.[31] Bu nedenle, Yunanistan'la olduğu gibi Türkiye ile ilişkilerinde de, bu ülkeden yalnızca, Lozan Antlaşması'nın uygulanması konusunda üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmesi ve Yunanistan'a sorumluluklarını anlatmasını istemektedirler; yoksa bu ülkeden ayrımcı bir politika izleme çabalarına destek olmasını istememektedirler.
Azınlıklar konusu, Türkiye ve Yunanistan arasında sürekli bir uzlaşmazlık noktası olarak ilişkileri zedelemeye devam ederken, konu üzerinde taraflar arasında ciddi yaklaşımlarla sorunlara çözüm bulma girişimlerine bir an önce başlamak gerekmektedir. Avrupa Topluluğu çerçevesinde ekonomik, siyasi ve kültürel ortak değerlere katkıda bulunmayı amaçlayan ve bu politikalara sadık davranış içerisinde olacaklarını belirten Türkiye ve Yunanistan gibi iki ülkenin aralarındaki azınlıklar sorununu çözümleyememeleri, yaklaşımları ile ters bir görünüm sergilemektedir. İnsan hakları ve demokratik değerlere saygılı olacakları konusunda çeşitli siyasi ve hukuki uluslararası yükümlülükleri bulunan Türkiye ve Yunanistan, artık vakit geçirmeden, bu konuda tutarlı politikalar izlemeye başlamalıdırlar. Kendi özgür iradelerinin dışında gelişen olaylar sonucunda, etnik/dinsel kökenleriyle bir bütün oluşturdukları asıl toplumlarından uzaklaştırılmış oldukları yetmiyormuş gibi, üstelik bir de, uluslararası anlaşmalarla sağlanmış olan azınlık haklarından yararlanmalarına izin verilmeyen ve toplumsal bütün içinde sürekli dışlanan, potansiyel düşman olarak görülen bu insanların yaşadıkları toplumla bütünleşmeleri sağlanmalıdır. Türkiye ve Yunanistan arasında azınlıklar sorununun ilişkilerde sürekli bir çatışma noktası olarak kalmış olması, ulusal kamuoylarında azınlıklar konusunda bazı fanatik ulusçu grupların yaygın bir propaganda içerisinde olmalarından daha çok, her iki ülkede de toplumun ekonomik gelişmişlik derecesine, siyasal kültürün yapısına, iletişim organlarının gelişmişlik ve yaygınlığına bağlı olarak, dış politika kararlarını alan ve uygulayan kişi ve kurumların yaklaşımları çerçevesinde ele alınabilir. Çünkü sosyo-ekonomik, siyasi ve kültürel alanda azınlık/çoğunluk toplumu gibi bir ayrımcılığın yapılmakta oluşu, demokratik değerlere ve insan haklarına aykırı bir yaklaşım oluşturacağı gibi, ülkesel bütün içerisinde toplumun geneline hakim olan sosyal barış ve dengeyi de ortadan kaldıracak bir etki yaratır. Türk - Yunan ilişkilerinde azınlıklar sorunu, en güç ve güç olduğu kadar da acil çözümlenmesi gereken konulardan birini oluşturmaktadır. Balkan devletlerinin etnik/dinsel yapılaşma açısından heterojen bir görünüm sergilemekte oluşu dikkate alındığında, son gelişmelerin, Balkanlarda toplumsal ve siyasal yapıları önemli ölçüde değiştirebilecek nitelikte olduğu söylenebilir. Sosyo-ekonomik ve siyasal sorunların, ulusçuluk anlayışı ile bir arada yaşanmakta oluşu, bölge ülkelerinin sosyo-politik çatışmalar içerisine girmesine yol açmakta ve bu çatışmalar, giderek, tüm bölge ülkelerine yayılma eğilimi göstermektedir. Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkilerin sorunlarla dolu olması ve Batı Trakya'da yaşayan Türk/Müslüman azınlığa yönelik sistematik baskıların yoğunluk kazanması, bölgede yaşanan gerginlikler çerçevesinde ele alındığında, iki ülke arasındaki azınlıklar konusunun diplomatik düzeyde bu ülkeler arasında sert tartışmalara konu edileceğini söylemek mümkün. Azınlıklar konusunun iki ülke arasında sıcak bir çatışmaya dönüşme olasılığı fazla olmamakla beraber, halklar arasındaki olumsuz değer yargılarını yeniden gündeme getirmekte ve sertlik yanlısı yaklaşımları arttırmaktadır.
Bu bağlamda, bölgenin istikrarı ve iki ülke arasındaki diğer sorunların da çözümlenebilmesi açısından, özellikle Türkiye ve Yunanistan arasında azınlıklar konusundaki uzlaşmazlığın demokrasi ve temel insan hakları ilkelerine uygun olarak çözümlenmesi, bu arada, iki ülke arasında bu konuda yapılmış olan antlaşmaların özenle uygulanması gerekmektedir. [32] Nitekim, Yunanistan'da K. Simitis iktidarı döneminde T. Pangalos'un yerine Dışişleri Bakanlığı'na getirilen G. Papandreu'nun azınlıklara ve özellikle Batı Trakya'daki Türk/Müslüman azınlığa ilişkin olarak yapmış olduğu açıklama, Yunanistan'da siyasi iktidarın geleneksel politikasında bir değişimin yaşanmakta olduğuna ilişkin kimi işaretler vermiştir. [33] Uzun zamandır Batı Trakya Türk azınlığının özellikle eğitim alanında çekmiş olduğu sıkıntıların giderilmeye çalışıldığı gözlenmiştir. Yunanistan Dışişleri Bakanlığı, Ekim 1999'da almış olduğu bir karar ile Batı Trakya'daki Türk azınlık okullarında okutulacak olan ve Türkiye'de Milli Eğitim Bakanlığı tarafından hazırlatılmış bulunan ders kitaplarının dağıtılmasını onaylamıştır. [34] Papandreu yapmış olduğu açıklamada; "Batı Trakya'da pek çok Türk kökenli Müslüman bulunduğuna şüphe yoktur. Bununla beraber, azınlıklara ilişkin konular toprak iddialarıyla birlikte ortaya gündeme getirilmektedir. Eğer var olan sınırlar sorgulanmıyorsa benim için kişinin kendisini Müslüman, Türk, Bulgar ya da Pomak olarak nitelendirmesinin bir önemi yoktur." [35] Bununla birlikte, Yunanistan'da Batı Trakya Türk/Müslüman azınlığın statüsü, kimlikleri üzerinde farklı görüşler dile getirilmiş ve bir tartışma başlamıştır. Tartışmaların yoğunluk kazandığı bir başka konu ise, Yunanistan hükümetinin Atina'da bir cami yapımına izin vermesi olmuştur. [36]
Türkiye ve Yunanistan arasında zaman zaman gündemde yer alan bir başka sorun ise, İstanbul'daki Fener Ortodoks Rum Patrikhanesi'nin statüsüne ilişkindir. Lozan Barış Konferansı sırasında Patrikhane'nin Türkiye sınırları dışına çıkarılması konusunda yaşanan sert tartışmaların sonunda İstanbul'da kalmasına ve fakat Türkiye'nin iç hukukuna bağlı olmasına karar verilmesinden bu yana yaşananlar göstermiştir ki Türkiye ve Yunanistan arasında çıkan her gerginlikte azınlıklar ve azınlıklara ilişkin kurumlar tartışmanın odağı haline gelmektedir.
Patrikhane, pek çok açıdan önemini korumakla birlikte asıl önemli yanı, Türkiye'nin iç işlerine müdahalede kullanılabilmesi ve özellikle, azınlıklara ilişkin konularda gerginlikler yaşanırken bu kurumun kolaylıkla pazarlık unsuru olarak masaya yatırılabilmesidir. İstanbul'daki Ortodoks Rum azınlığın sayısındaki azalma ve Patrikhane'nin bir Türk kurumu sayılarak tüzel kişiliği gereği Patrik unvanı alacak kişinin doğum yerinin Türkiye ve uyruğunun Türk olması şartı, süreç içerisinde Patrik olacak kişilerin seçilmesinde güçlük yaratmaktadır. Bir başka nokta ise, Heybeliada'daki Ruhban Okulu'nun, 1971 yılında Anayasa Mahkemesi'nin özel yüksek okulları devletleştirmeye karar vermesi ve Türk kanunlarında karşılığının olmaması nedeniyle kapanmış olmasının sonucunda yeni Ortodoks din adamlarının yetiştirilmesinde karşılaşılan güçlüklerdir. Uzun süre Ruhban Okulu'nun yeniden açılmasına ilişkin talepler dile getirilirken Ekim 1999'da basında Ortodoks din adamlarının eğitimini kolaylaştıracak bir görüş ortaya atılmıştır. Buna göre, Yüksek Öğrenim Kurulu, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi bünyesinde Dünya Dinleri Kültürü Bölümü kurulmasını kararlaştırmış ve yüksek eğitimli Ortodoks din adamları yetiştirilmesi için gereken yapıyı oluşturmuş, [37] ancak henüz işlerlik kazandırılamamıştır.
Yunanistan'ın Patrikhane'ye ilişkin politikasına karşılık olarak Türkiye'nin de Batı Trakya Türk azınlığının müftülük kurumu ile dengeyi sağlamaya çalıştığı görülmektedir. Yunanistan Dışişleri Bakanı G. Papandreu'nun İstanbul'u ziyareti sırasında Patrikhaneyi ziyaretine karşılık olarak, Türkiye Dışişleri bakanı İ. Cem de Yunanistan ziyareti sırasında, Batı Trakya Türk azınlığının seçilmiş müftülerini ziyaret ederek bu karşılıklılığı sağladığı görülmüştür.
30- Helsinki Watch, Destroying.., ss. 43-44.
1955 Tarihli ve 3370 Sayılı Yunan Vatandaşlık Kanunu'nun 19. maddesi uyarınca; "Grek-olmayan etnik kökenden bir kişi, geri dönme niyeti olmaksızın Yunanistan'dan ayrılırsa, bu kişinin Grek yurttaşlığını yitirdiğine hükmedilir. Bu hüküm, yurtdışında doğmuş ve oturmakta olan Grek-olmayan etnik kökenli kişilere de uygulanır. Ana babasından ikisi birden veya hayatta olanı yurttaşlığını yitirmiş olan reşit olmayan çocuklardan yurtdışında yaşayanlar da yurttaşlığını yitirmiş olarak ilan edilebilir. Yurttaşlık Konseyinin aynı yönde alacağı karara dayanarak bu konularda İçişleri Bakanlığı karar verir." Batı Trakya Türk azınlığı, uzun süre bu maddenin uygulanmasından dolayı Yunan yurttaşlığını kaybetme tehlikesi ile karşılaşmış ve bir kısmı Yunan yurttaşlığını kaybederek vatansız durumuna düşmüşlerdir. 1998 yılında Yunanistan bu maddeyi kaldırmakla birlikte Yunan yurttaşlığını bu maddeden dolayı kaybedenlerin yeniden Yunan yurttaşlığını kazanabilmesine ilişkin herhangi bir düzenlemeye gitmemiştir. Bu konuda bkz; B. Yunanistan'ın Lozan İhlalleri...; ss. 31-32.
31- Son dönemde Batı Trakya Türk azınlığının kendilerine uygulanan ayrımcı politika ve baskılara ilişkin olarak uluslararası hukuktan da yararlanmaya başladıkları görülmektedir. Bkz, "Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin, Gümülcine seçilmiş Müftüsü İbrahim Şerif'in Yunanistan aleyhine açmış olduğu davaya ilişkin olarak 14 Aralık günü verdiği kararda, Mahkeme heyeti, Yunanistan'ı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin düşünce, inanç ve din özgürlüğünü güvence altına alan 9. ve zararın adli tazminini öngören 41. maddelerini ihlalden oybirliğiyle mahkum etmiştir." "Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin, Gümülcine Seçilmiş Müftüsü İbrahim Şerif'in Yunanistan Aleyhine Açmış Olduğu Davaya İlişkin Kararı İle İlgili Açıklama-No:242-15 Aralık 1999", http://www.mfa.gov.tr/Turkce/grupc/ca/1999/12/Default.htm, B. Tarihi: 12/06/2000.
32- Bir başka açıdan ele alındığında; azınlıklara ilişkin iki ülke arasında imzalanmış antlaşmalarda kabul edilen hükümlerin günümüzde benimsenmiş olan evrensel nitelikteki temel hak ve özgürlüklere, demokratik değerlere göre yetersiz bir koruma sağladığından da söz etmek mümkündür. Dolayısıyla, gerek Batı Trakya Türk toplumu gerekse Türkiye'deki Rum toplumunun birer azınlık olarak değerlendirilmelerinden öte bu ülkelerdeki demokratik değer ve kurumların işlerliğinin sağlanabilmesi ve yurttaşlık bilincinin öncelikli kılınması azınlıklara ilişkin pek çok sorunun kolaylıkla çözümlenebilmesini sağlayacak niteliktedir.
33- Yunanistan'da azınlıklara ilişkin uygulamaların kısmen değiştiğini gösteren bir başka belge için bkz; "U.S. Department of State, Human Rights Reports for 1999: Greece", 1999 Country Reports on Human Rights Practices, http://www.state.gov/human_rightts/1999_hrp_repot/greece.html B. Tarihi: 07/06/2000. Ancak bu arada gelişmeleri olumsuz yönde etkileyen olaylara da rastlamak mümkündür. Örneğin İskece Seçilmiş Müftüsü Mehmet Emin Aga, "1996 ve 1998 yılında yayınlamış olduğu bir dizi dini içerikli mesajda makam gaspında bulunduğu iddiasıyla açılan dört ayrı davanın, 31 Mayıs 2000 tarihinde Lamia'da görülen ve TBMM İnsan Haklarını Komisyonu Başkanı Dr.Sema Pişkinsüt başkanlığındaki Meclis heyetimiz tarafından da izlenen duruşmaları sonucunda Müftü'nün toplam 7 ay hapis cezasına mahkum edilmiştir". "İskece Müftüsü Mehmet Emin Aga İle İlgili Açıklama-No:90-05 Haziran 2000", http://www.mfa.gov.tr/Turkce/grupc/ca/2000/06/default.htm#bm03
34- Taki Berberakis, "Atina'dan Batı Trakya Jesti", Milliyet, 19 Ekim 1999, s.16.
35- "Gov't Reiterates Its Position on Moslem Minority", Athens News Agency, 1 August, 1999'den aktaran http://www.turinfonet.org.tr/frame/opinion/anasayfa.html B. Tarihi. 06/10/1999. 1991 yılında yapılan genel nüfus sayımı sonucuna göre Yunanistan'da 98.000 civarında azınlık üyesi bulunmakta; bunların % 50'si Türk kökenli, % 35'i Pomak ve % 15'i de Roman kökenli olarak gösterilmektedir. "The Muslim Minority of Greek Thrace", http://www.mfa.gr/foreign/musminen.htm B. Tarihi: 12.05.2000.
36- "Atina'da Cami Tartışması", Milliyet, 1 Haziran 2000, s. 20.
37- Gönül Hanbay, "Ruhban Okuluna Akademik Formül", Milliyet, 20 Ekim 1999, s.19; Yasemin Çongar, "Heybeliada Jesti ABD'yi Sevindirdi", Milliyet, 21 Ekim 1999, s. 14. Heybeliada Ruhban Okulu'nun açılmasına izin verilmesi konusundaki Türk yaklaşımının Yunanistan açısından olduğu kadar ABD açısından da önemli olduğu, bu ülkedeki Rum ve Yunan lobilerinin oluşturduğu baskıların etkili olduğundan anlaşılmaktadır. ABD yönetimi hemen her fırsatta Türkiye'ye bu konuda çağrıda bulunmakta, isteklerini dile getirmektedir. Türkiye Başbakanı Ecevit'in Washington'a yapmış olduğu ziyaret sırasında da bu istekler dile getirilmiştir. Yasemin Çongar, "Kıbrıs'ta Çözüm Zamanı", Milliyet, 26 Eylül 1999, s. 20.