İÇ VE DIŞ POLİTİKA KAYGILARININ ETKİSİ
1990'lı Yıllar
Buna karşın, 1989 seçimleri Türk-Yunan uyuşmazlıklarına ilişkin tartışmaları yeniden alevlendiren kimi gelişmelere sahne olmuştur. Özellikle, Batı Trakya Türk/Müslüman azınlığın yapılacak seçimlere bağımsız bir liste ile katılmaları ve seçim propagandaları sırasında Türk kimliklerini dile getirmeleri, Yunan kamuoyunda Türkiye karşıtı duyguları artırmıştır. Batı Trakya Türk/Müslüman azınlığının Türkiye tarafından kışkırtıldığı suçlamaları yapılmış; bu arada, seçim kampanyaları sırasında siyasi partiler, Batı Trakya'nın bölgesel kalkınmasına öncelik verilmesi üzerinde durmuşlardır. Diğer yandan, hemen bütün siyasi partiler, Batı Trakya Türk/Müslüman azınlığının etnik kimliğinin tanınması konusunda duyarlı davranmışlardır.
Bir başka açıdan, Türk-Yunan uyuşmazlığının Yunan dış politikası üzerinde yönlendirici etkisi göz önünde tutularak; PASOK'un ABD ve NATO karşıtı politikalarının, Yunanistan'ın ittifak ilişkilerine ve ulusal savunma politikasına olumsuz etkilerde bulunduğu dile getirilmiş ve özellikle Mitsotakis'in dile getiriş olduğu gibi; Yunanistan'ın, ABD ve NATO ilişkilerinin yeniden güçlendirilmesi gerektiği öne sürülmüştür. Yeni Demokrasi Partisi'nin iktidara gelmesinden sonra ise, Mitsotakis hükümeti, bir yandan Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunların diyalog yoluyla çözümlenmesi gerektiğini açıklamış; diğer yandan da ABD ve NATO ile olan ilişkilerinin canlandırılmasına çalışılmıştır. Nitekim; kısa bir süre sonra Yunanistan ile ABD arasında imzalanan Savunma ve İşbirliği Anlaşması ile Yunanistan'daki Amerikan üslerinin statüsü yeniden belirlenmiştir. Bu anlaşmanın asıl önemli yönü ise, Türkiye ve Yunanistan arasındaki askeri/siyasi dengenin korunmasına ilişkin boyutudur. ABD'nin Yunanistan'a herhangi bir saldırı, savaş tehlikesi karşısında toprak bütünlüğü garantisi verip vermediği konusu Türkiye ve Yunanistan arasında tartışma konusu olmuştur. Diğer yandan, ABD ile imzalanan anlaşmanın Yunanistan'ı daha fazla bağımlı hale getirdiği suçlamalarına karşılık olarak; Mitsotakis, imzalanan anlaşmanın kendisinden önceki hükümetler tarafından, Papandreu hükümetince müzakere edildiği, kendileri iktidara geldiğinde imzaya hazır bulunduğunu açıklamış ve hükümete yöneltilen suçlamaları karşılamaya çalışmıştır.
Gerek ABD-Yunanistan arasında imzalanan Savunma ve İşbirliği Anlaşması, gerekse Yunanistan'ın bu anlaşma hükümlerinden yararlanarak Ege Denizindeki güç dengesini Türkiye karşısında korumaya çalışması çabaları bir süre sonra iki ülke arasındaki diyalogda dalgalanmalara yol açacak gelişmelere neden olmuştur. Anlaşmanın Yunan Parlamentosu'nda görüşülmesi sırasında, iktidar ve muhalefet partileri arasında yapılan tartışmalarda, anlaşmanın; Yunanistan'ın Türkiye'ye ilişkin politikalarında ne türden etkide bulunduğu ele alınmıştır. Dışişleri Bakanı A. Samaras konuya ilişkin olarak yapmış olduğu açıklamada;
"...Savunma ve İşbirliği Anlaşması'nın giriş bölümünün son paragrafında yer alan 'Yunanistan ve ABD hükümetleri, bu anlaşmanın iki ülke anayasalarına, kanunlarına, ortak savunma çıkarlarına, karşılıklı ulusal çıkarlarına ve egemenlik haklarına uygun olduğunu teyid etmektedirler' ifadesinin Yunanistan'a sağladığı kazancı anlatırken, bu ifadenin Ege'deki Yunan karasularının 12 mile çıkarılabileceği hakkını da kapsadığını" iddia etmiştir. [460]
Ancak, söz konusu anlaşmada yer alan anlaşmanın ilgili tarafların üçüncü ülkelerle olan ilişlilerine zarar vermeyi amaçlamadığı; iki ülkenin barışı tehdit eden davranışlardan kaçınmalarını öngördüğü hükmüne karşın; Yunanistan'ın Ege Denizi'nde ulusal karasuları sınırını 12 mile genişletmesinin, Yunanistan'ın bir egemenlik hakkı olduğu ve bunun Türkiye'ye yönelik bir saldırı sayılamayacağı, Türkiye'nin buna itiraz etmeye hakkı bulunmadığı iddia edilmiştir.
Muhalefet ise, Ege'deki Yunan egemenlik haklarının sadece Türkiye tarafından değil aynı zamanda ABD tarafından da ihlal edilmekte olduğunu ileri ve bu durumun Yunan egemenlik haklarını şüpheli kıldığı görüşünü dile getirmiş; Türkiye'nin 12 millik uygulamayı savaş nedeni olarak kabul ettiğini açıklamış olması karşısında imzalanan anlaşmanın nasıl işleyeceği sorulmuştur. [461]
Türkiye'nin, Yunanistan ve ABD arasında imzalanan anlaşmaya göstermiş olduğu tepki, Yunanistan'ın, Ege Denizi'ndeki ulusal karasuları sınırını 12 mile genişletme isteğini, ABD'nin toprak bütünlüğü garantisi vermesi durumunda yeniden gündeme getirebileceği ve bu yönde bir karar alabileceği olasılığı üzerinde yoğunlaşmış ve Türk liderler; yaptıkları açıklamalarda, Türkiye'nin Ege Denizi'ndeki Yunan ulusal karasuları sınırını 6 mil olarak kabul ettiğini, dolayısıyla, hava sahasının da 6 mil olduğu görüşünü dile getirmiş, savaş nedeni iddialarını tekrarlamışlardır.
Bu durum iki ülke arasındaki yakınlaşma ve diyalog çabalarını bozmuş ve gerginliği artmıştır. Mitsotakis, yapmış olduğu açıklamada Türkiye'yi kışkırtıcı bir politika izlemekle suçlamış;
"Türk hükümetinin son zamanlarda soğukkanlılığını kaybetmesinden ve düşüncesiz tepki göstermesinden üzüntü duyuyoruz. Yunan hava sahasının toplu bir şekilde bir kaç kez ihlal edilmesi, bunun sanki planlı yapıldığı izlenimini verdi.Türkiye, son zamanlarda iç politikasında sorunlarla karşılaşıyor. Uluslararası ilişkileri, rahatsız ediciyse bunun nedenlerini izlediği hatalı politikada aramalıdır. Ülkemiz diyalog istiyor. Komşumuz Türkiye'nin Batıya açılmasına karşı çıkmadık ve çıkmıyoruz. Tam aksine bunu olumlu karşılıyor ve destekliyoruz.
Ancak, Türkiye'nin bugünkü dünyada Kıbrıs gibi yabancı bir ülkenin topraklarının bir bölümünü yabancı bir ordunun işgal etmeye devam edemeyeceğini bilmesi gerekir. diyalogun sürdürülebilmesi için Türkiye'nin sorumlu bir politika izlemesini temenni ve ümit ederim" demiştir. [462]
Türkiye ve Yunanistan arasında başlatılmaya çalışılan diyalog, Körfez bunalımı dolayısıyla ortaya çıkan gelişmelere bağlı olarak bir sonuç vermemiştir. 1990 Temmuz sonlarından itibaren Irak ve Kuveyt arasında ortaya çıkan gerginliğin uluslararası dikkatleri üzerine çekmesi, Irak'ın Kuveyt'i işgal ve ilhak etmesi, ardından, Türkiye'nin bölgedeki stratejik önemini tekrar gündeme getirmiştir. Türkiye'nin Batı/Avrupa ve ABD çıkarlarının korunması bakımından bölgede stratejik öneme sahip olması, Türk-Yunan diyalogunun gündemde olduğu bir sırada, Yunanistan'da Mitsotakis hükümetinin seçeneklerini kısıtlamıştır. Bir yandan iki ülke arasında bir diyalog ortamı söz konusu iken bu diyalogdan kaçınan taraf olmama durumu; diğer yandan da diyalogda inisiyatifi Türkiye'ye kaptırma endişesi, Mitsotakis hükümetine zor anlar yaşatmıştır.
ABD ve Yunanistan arasında Savunma ve İşbirliği Anlaşması'nın uzatılmasının üzerinden kısa bir süre geçmiş olmasına rağmen Yunanistan, Ege Denizi'ndeki askeri/siyasi güç dengesinin yeniden Türkiye lehine bozulmasından endişe duymuştur. Irak'a uygulanacak ambargo kararıyla olduğu kadar askeri müdahalenin bir olasılık olarak gündeme gelmesiyle de Türkiye'ye yapılacak ekonomik ve askeri yardımın artırılması konusu, Ege Denizi'nde Türk-Yunan güç dengesini bozacağı gerekçesiyle Yunanistan'ın tepkisini çekmiştir. [463]
Türkiye'nin uluslararası gündemde stratejik konumu nedeniyle büyük bir önem kazanmasının ardından Yunanistan'da Mitsotakis hükümeti, Türkiye'ye karşı izleyeceği politikada daha duyarlı davranmak zorunda kalmıştır. Türkiye'nin uluslararası önemini bir pazarlık unsuru olarak değerlendirip bunu Türk-Yunan uyuşmazlıklarının çözümünde bir baskı arayışına dönüştürebileceği kaygısı, Mitsotakis hükümetini Türkiye ile ilişkilerinde daha katı bir çizgiye itmiştir. Özellikle AET'e tam üyelik ve Türkiye'ye yapılan askeri ve ekonomik yardım konusunda bu durum daha belirgin olarak ortaya çıkmıştır. [464]
Bütün bunların yanı sıra; Körfez bunalımı sırasında Türkiye'de özellikle T. Özal'ın kişisel etkinliği çerçevesinde yürütülen dış politika, bazı açılardan Yunanistan'da kaygı ile karşılanmıştır. Özellikle ulusal egemenlik hakları ve toprak bütünlüğü konusunda duyarlı davranan ve Türkiye'nin tehditi altında olduğu inancını taşıyan Yunanistan'da T. Özal'ın; Ortadoğu'da sınırların değişeceği ve Türkiye'nin aktif bir dış politika izleyerek bölgede denge ve lider rolünü üstleneceği yolunda yapmış olduğu açıklamalar, Türkiye'nin, giderek daha fazla yayılmacı bir çizgiye oturduğunun işareti olarak görülmüştür. Nitekim, bu sırada Batı Trakya Türk/Müslüman azınlığın Yunanistan'da baskı altında tutulduğu konusunda tartışmaların gündemde olması ve Türkiye'nin Yunanistan'a bu konuda suçlamalar yöneltmekte oluşu, bu konudaki kanıları pekiştirmiştir. [465]
Bu bağlamda, Türk-Yunan uyuşmazlığının her iki ülkede de iktidarlar için olduğu kadar muhalefet, basın, ordu, baskı grupları, kamuoyu için çözümlenmesi gereken bir sorun olmakla birlikte, adeta herkesin çıkarları için yararlanabileceği bir konu olmak eğilimindedir. İster zayıf ister güçlü sivil hükümetler açısından isterse cunta dönemlerinde olsun, Türk-Yunan ilişkileri konusunda ulusal kamuoylarının gösterdikleri duyarlılık, karar alıcılar için birbirinden farklı gerekçelere dayansa da amaçlarını gerçekleştirmede yararlandıkları önemli bir araç olmuştur.
Hükümet; iktidarının devamını sağlayabilmek ve seçmen desteğini koruyabilmek için Türk-Yunan uyuşmazlığında izlediği politikanın kendi ulusal çıkarlarını ne denli iyi koruduğunu göstermeye çalışırken karşı tarafı suçlamış; uzlaşmaz, tehdit kaynağı olarak göstermeye çalışmış; muhalefet partileri, iktidara gelebilmek için hükümetin Türk-Yunan ilişkilerinde ne denli başarısız olduğunu, bu arada da, karşı ülkenin ulusal çıkarlar, egemenlik hakları, toprak bütünlüğü açısından büyük bir tehdit kaynağı olduğunu göstermeye çalışmış; silahlı kuvvetler; iki ülke arasındaki bir savaş olasılığını gündemde tutarak ekonomide giderek daha fazla yük olmaya başlayan savunma harcamalarında kısıntıya gidilmesini önlemeye çalışmakta; basın, sansasyon ve tiraj kaygısıyla iki ülke arasındaki ilişkiler konusunda duyarlı olan kamuoyunun ilgisini pompalamakta. Dolayısıyla, iki ülke arasındaki uyuşmazlık, her iki ülkede de sorunlar karşısında kamuoyunu yatıştırıcı, birleştirici bir unsur olarak görülmektedir. Bu arada; gerginliğin sürdürülmesinin bedelinin nelere mal olduğunu gören ve uyuşmazlıkların bir an önce çözümlenmesi konusunda ısrarlı davranan kişiler her iki ülkede de var olmakla birlikte, bunların karar alma mekanizması üzerindeki etkinlikleri ne yazık ki, sınırlıdır.
460- A. A. 22 Temmuz 1990.
461- Bkz; dönemin basını; özellikle tatbikatlara katılan uçakların Yunanistan'ın iddia etmiş olduğu 10 millik hava sahasını tanımayarak 6 ile 10 mil arasındaki bölgede uçmaları Yunanistan'ın protestolarına neden olmuş; Yunanistan, NATO çerçevesinde bölgede düzenlenecek tatbikatları boykot etme yoluna gitmiştir.
462- Yunanistan'ın Sesi Radyosu, 19 Temmuz 1990.
463- Çok uluslu gücün Kuveyt'i işgal altında tutan Irak'a karşı bir askeri müdahalede bulunacağı olasılığı arttığında, Yunanistan da Limni savaş gemisini çok uluslu güç eşliğinde Körfeze gönderme kararı almıştır. Ancak; Ege Denizi'nde ortaya çıkan savunma boşluğu ileri sürülerek, Mitsotakis Hükümeti, Papandreu tarafından eleştirilmiştir. Bkz; Yunanistan'ın Sesi Radyosu, 20 Ağustos1990. Ayrıca, Papandreu, yaptığı açıklamada, "Yunanistan'ın askeri açıdan bu meseleye katılmamasının gerektiği tezini savunuyoruz. Yunanistan'ın Körfeze gitmesi için Ege'deki savunmasını zayıflatmasına gerek yok. Özellikle Ege Bölgesindeki toprak bütünlüğümüzün korunacağına dair teminat verilmemişken, uluslararası güce katılmamız doğru değil. Komşu Türkiye, bir şey vermeden ve oyuna katılmadan 'aferinleri' topluyor. Bizler ise, her zaman vermeye ve kaybetmeye hazırız," demiştir. Rizospatris, 21 Ağustos 1990.
464- Yunan Dışişleri Bakanı A. Samaras, yapmış olduğu bir açıklamada, Yunanistan'ın, Türkiye'ye AET çerçevesinde verilecek olan ekonomik yardımı denetleme olanağına sahip olduğunu ve Ege'de askeri güç dengesini Yunanistan aleyhine bozacak şekilde bir yardımın Türkiye'ye yapılamayacağını belirtmiştir. Bu konuda bkz; A.A. 17 Eylül 1990,; A.A. 23 Eylül 1990.
465- Bu konuda bkz; Mihalis Moronis, "Ortadoğu'nun Yeni Haritası ve Türkiye," Eleftherotipia, 24 Eylül 1990.