EGE DENİZİ'NE İLİŞKİN SORUNLAR
Kıta Sahanlığının Saptanması Sorunu
Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkileri etkilemesi bakımından Ege Denizi kıta sahanlığı sorunu yakın bir geçmişe sahiptir. Ege Denizi'nde 1960'ların başlarından itibaren Yunanistan'ın sismografik araştırmalar ve petrol arama faaliyetleri yürütmesine karşın 1 Kasım 1973 tarihinde Türkiye'nin, Ege Denizi'nin 27 bölgesinde TPAO'ya petrol arama izni vermesi, Türk - Yunan ilişkilerinde yeni bir uyuşmazlığa yol açmıştır. [73]
Yunanistan, 7 Şubat 1974 tarihinde Türkiye'ye vermiş olduğu bir nota ile durumu protesto etmiş ve TPAO'nun arama yapacağı bölgelerin Yunanistan'a ait bulunan Semadirek (Samothrace), Limni, (Lemnos) Midilli (Lesbos), Bozbaba (Aya Evstratios), Sakız (Chios), İpsara (Psara) ve Antipsara adalarının batısında yer alan deniz yatakları olduğunu, bu adalar ve adaların deniz yatağı, deniz altında Yunan Hükümetinin hükümranlık haklarının bulunduğunu bildirmiştir. Yunanistan, bu bölgeler üzerindeki egemenlik haklarını, 1972 yılında kabul etmiş olduğu 1958 Cenevre Sözleşmesi'nin 1. maddesinin b fıkrası ve 2. maddesine dayandırmıştır. Bunun yanı sıra, Yunanistan, bu notasında Türkiye'nin araştırma izni vermiş olduğu bölgelerde Yunanistan'ın 1961 yılından beri petrol araştırma izinleri vermekte olduğunu açıklamıştır. [74]
Kıta sahanlığının sınırlandırılması konusunda ise, Yunanistan, 1958 Cenevre Sözleşmesi'nin 6. maddesi 1. paragrafına göndermede bulunarak, kıyıları karşı karşıya bulunan devletler arasında yapılacak bir kıta sahanlığı sınırlandırmasında ortay hat kuralının paylaşımda eşitliği sağlayacak kural olduğunu iddia etmiştir. Ayrıca Yunanistan, bu notasında Türkiye'nin bölgede vermiş olduğu petrol arama izinlerini tanımadığını belirterek, 1958 Cenevre Sözleşmesi'nin 2. maddesinin 2. ve 3. paragrafları hükümlerine göre, söz konusu adaların doğal kaynakları üzerinde araştırma yapmak ve bunlardan yararlanmak konusunda egemen haklara sahip olduğunu ve bu hakları saklı tuttuğunu açıklamıştır.[75]
Yunanistan'ın 7 Şubat 1974 tarihli notasına Türkiye'nin vermiş olduğu 27 Şubat 1974 tarihli notada Türkiye, TPAO'ya araştırma izinleri verilmeden önce uluslararası hukuk kuralları ve yasal koşulların dikkatle incelendiği, 1958 Cenevre Sözleşmesi ve Kuzey Denizi Kıta Sahanlığı sorununda Uluslararası Adalet Mahkemesi'nin vermiş olduğu kararı dikkate aldıklarını belirtmiştir. Türkiye bu notasında kıta sahanlığı sorununa hukuksal ve siyasal yaklaşımını dile getirmiş ve savlarını açıklamıştır. Türkiye'nin görüşüne göre, söz konusu hükümlerden hareket edildiğinde, Ege Denizi'nin yatağında yapılacak olan bir jeomorfolojik araştırma Anadolu'nun doğal uzantısını oluşturan Türk kıyılarından itibaren deniz altı alanlarının küçük derinliklerde uzanmakta olduğunu gösterecektir, bu nedenle Türk kıyılarının yakınında bulunan Yunan adalarının Anadolu'nun doğal uzantısı üzerinde yer almış olmalarından dolayı kendilerine özgü bir kıta sahanlıkları olamaz. [76]
Ayrıca, Türkiye, bu notasında kıta sahanlığının sınırlandırılması için uygulanacak hukuk kuralının, eşit uzaklık kuralı olduğunu kabul edemeyeceğini bildirmiştir. Aksine, kıyıları karşılıklı iki devlet arasında kıta sahanlığının sınırlandırılmasındaki esas kural, eşit uzaklık değil, devletler arasında bir anlaşmanın sağlanmasıdır. Cenevre Sözleşmesi ve Uluslararası Adalet Mahkemesi'nin vermiş olduğu kararlara göre eşit uzaklık kuralı, anlaşmaya varılamıyorsa ve özel şartlar başka bir sınırlandırmayı haklı göstermiyorsa, üçüncü bir seçenek olarak gösterilmiştir. Bununla birlikte, iki ülke arasında kıta sahanlığının sınırlandırılmasına ilişkin olarak şimdiye değin bir girişimde bulunulmamıştır, buna karşın, Yunanistan Hükümeti, göndermiş olduğu notasında da belirtmiş olduğu gibi, yaklaşık 15 yıldan beri Ege Denizi'nde petrol arama izinleri dağıtmaktadır.[77]
Türkiye'nin görüşüne göre; uluslararası Adalet Divanı'nın almış olduğu kararlar ve Cenevre Sözleşmesi hükümlerine göre adalar, sınırlandırmada ikincil bir öneme sahip bulunmaktadırlar. Hem adalar hem de Ege Denizi'nin bütünü, tipik bir "özel durum" oluşturmaktadır; bu nedenle uluslararası deniz hukuku kurallarına başvuruda bulunmak için uygun bir şekilde görüşmelere başlanmalıdır. [78]
İki ülke arasında gerçekleşen bu nota değişimlerinden sonra taraflar, karşılıklı olarak birbirlerinin yaklaşımlarından haberdar olmuş ve Yunanistan, 24 Mayıs 1974 tarihinde vermiş olduğu bir başka nota ile, 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi'nin karara bağlamış olduğu pozitif hukuk kurallarına dayanarak, Türkiye ve Yunanistan arasında yapılacak bir sınırlandırmaya karşı olmadığını açıklamıştır. Türkiye, 5 Haziran 1974 tarihinde Yunanistan'a vermiş olduğu bir nota ile Yunanistan'ın bu yaklaşımını olumlu karşılamış, soruna çözüm bulunabilmesi için, sorunun acelesi ve önemi dikkate alınarak, Yunanistan tarafından belirlenecek bir tarihte yapılacak olan görüşmelere katılmaya hazır olduğunu bildirmiştir.
İki ülke arasındaki nota değişimleri sürerken, taraflar arasında ilişkileri gerginleştirecek başka olaylar yaşanmıştır. 29 Mayıs 1974 tarihinde, Türkiye, TCG ÇANDARLI (Askeri Araştırma Gemisi) adlı araştırma gemisine Ege Denizi'nde manyetometrik araştırmalarda bulunmak için Ege'ye açılmasına izin vermiştir. Bu görevi sırasında ise, Çandarlı'ya Türk savaş gemileri eşlik etmiştir. Durum iki ülke arasındaki ilişkileri gerginleştirirken, 29 Mayıs - 30 Mayıs gecesi bir Yunan savaş gemisinin battığı haberi ilk anda gerginliği tırmandırmış, ancak haber daha sonra asılsız çıkmıştır.
Yunanistan, Çandarlı gemisinin Ege Denizi'nde yapmış olduğu manyetometrik araştırmaların, 1958 Cenevre Sözleşmesi'nin 2. madde 2. paragraf ve 5. madde 8. paragraflarında yer alan hükümlerine aykırı bir girişim olduğunu ileri sürerek Türkiye'yi 14 Haziran 1974 tarihinde protesto etmiş, Sözleşmenin 1.madde b ve 2.madde 2. paragrafında yer alan hükümler çerçevesinde, Yunanistan'ın, bölgede münhasır egemenlik hakları bulunduğunu ve Türkiye'nin girişimlerinin bu haklara bir tehdit oluşturduğunu ileri sürmüştür.
Yunanistan'ın protesto notası, Türkiye tarafından 4 Temmuz 1974 tarihinde bu ülkeye verilen bir başka nota ile geri çevrilmiş, Çandarlı gemisinin uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde Türk kıta sahanlığı üzerinde araştırma görevini yerine getirdiği, bu araştırma çalışmalarının petrol arama ayrıcalıkları programı çerçevesinde sürdürüleceğini belirtmiştir.
Bu nota değişiminden kısa bir süre sonra Türkiye, 18 Temmuz 1974 tarihinde, TPAO'ya yeni araştırma izinleri vererek araştırma sahalarını genişletmiştir. Türkiye ve Yunanistan arasındaki kıta sahanlığına ilişkin nota değişimleri, kısa süre sonra ortaya çıkan Kıbrıs bunalımı dolayısıyla bir süre ikincil plana itilmiş ve 22 Ağustos'ta Yunanistan'ın Türkiye'ye yeni bir nota vererek daha önce verilmiş olan notalardaki Yunan görüşlerinin korunduğunu bildirmesi ve Türkiye'nin arama bölgesini genişletmesini protesto etmesiyle yeniden gündeme gelmiştir.[79] 16 Eylül 1974 tarihinde Türkiye, Yunanistan'ın notasını geri çevirmiş, TPAO'nun Ege Denizi'nde araştırma yapacağı bölgeleri Türk kıta sahanlığı olarak nitelendirmiş ve bu nedenle, Yunanistan'ın söz konusu bölgeler üzerindeki iddialarının yasal dayanağının olmadığını belirtmiştir. Bununla birlikte, Türk Hükümeti'nin karşılıklı kıyılarını iki ülkenin paylaştığı Ege Denizi'nde söz konusu deniz alanlarında kıta sahanlığı sınırlarının saptanması sorunun, kabul edilebilir ortak bir çözüme kavuşturulmasının doğrudan görüşmeler yoluyla sağlanabileceğine inandığını eklemiştir.
Yunanistan, 25 Şubat 1975 tarihinde vermiş olduğu bir başka nota ile, Türkiye ve Yunanistan arasında Ege Denizi kıta sahanlığı konusunda uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde bir sınırlandırmadan yana olduğunu bildirmiş, bununla birlikte, iki ülke arasında nota değişimleri sonucunda ortaya çıkan sonuca göre, sınırlandırmada uygulanacak hukuk konusunda farklı yaklaşımların bulunduğuna değinerek, uygulanacak hukuk ve sorunun özüyle ilgili olarak görüş ayrılıklarının Uluslararası Adalet Divanı'na götürülmesi ve Divan'a tek taraflı başvuru hakkı saklı kalmak koşuluyla, Türkiye ve Yunanistan arasında özel bir anlaşmanın yapılmasını önermiştir. 6 Şubat tarihli nota ile Türkiye, Yunanistan'ın yaklaşımını olumlu karşılamış, ancak iki ülke arasında Ege Denizi'ne ilişkin esaslı sorunların varlığını korumakta olduğu ve Türkiye'nin sorunlara doğrudan barışçıl görüşmeler yoluyla çözüm bulunmasından yana olduğunu tekrarlamıştır. Ayrıca, uluslararası uyuşmazlıkların çözümlenmesinde temel yöntemin taraflar arasında yapılacak olan doğrudan anlamlı görüşmeler olduğuna inanmakla birlikte, ilke olarak Ege kıta sahanlığı sınırlandırma sorununun, birlikte Uluslararası Adalet Divanı'na götürülmesine karşı olmadığını belirtmiş, iki ülke arasında üst düzey görüşmelere başlanmasını önermiştir. [80]
Bu nota değişimleri sonrasında, iki ülke arasında konuya İlişkin görüşmelere başlanması konusunda görüş birliği sağlanmış ve Bakanlar düzeyindeki ilk toplantı, 17 - 19 Mayıs 1975 tarihinde Roma'da gerçekleşmiştir. Yunanistan, bu toplantıya iki ülkenin Uluslararası Adalet Divanı'na birlikte başvuruda bulunmasını öngören bir tahkimname taslağı sunmuş, ancak Türk temsilciler bu taslağı tartışmaya hazır olmadıklarını ve görüşmelerle soruna çözüm aranmasının ilk aşama olduğunu, bunun henüz denenmediğini ileri sürmüşlerdir. Yapılan ortak açıklamada, tarafların uzmanlar düzeyinde yakın bir zamanda görüşmelere başlayacakları açıklanmış ve iki ülke Dışişleri Bakanlarının Brüksel'de tekrar bir araya gelmeleri kararlaştırılmıştır.
31 Mayıs 1975 tarihinde Brüksel'de bir araya gelen Türk ve Yunan Başbakanları, görüşmeler sonrasında açıkladıkları ortak bildiriyle, iki ülke arasındaki sorunların barışçıl yöntemler kullanılarak yapılacak olan görüşmelerle çözümlenmesi ve kıta sahanlığı sorunun da Uluslararası Adalet Divanı tarafından çözümlenmesi gerektiği üzerinde karara vardıkları, bu bağlamda, Ege Denizi kıta sahanlığı sorunuyla ilgili uzmanlar toplantısının ve hava sahasına ilişkin uzmanlar toplantısının toplantı tarihlerini öne almayı kararlaştırdıkları açıklanmıştır. [81]
Brüksel Ortak Bildirisi, ilerleyen dönemlerde iki ülke arasında farklı yorumlanmıştır. Yunanistan, Brüksel Bildirisiyle iki ülkenin Ege Denizi kıta sahanlığı sorununu Uluslararası Adalet Divanı'na götürmek için görüş birliğine vardıklarını ileri sürerken Türkiye, konunun görüşmeler yoluyla çözümlenmesi için gereken adımların atılmadığında ısrarlı olmuştur. Yunanistan ise, Türkiye'nin ısrarlı olduğu görüşmeler konusunu, iki ülkenin sorunu Uluslararası Adalet Divanı'na götürmeleri için gereken hazırlıklara ilişkin olarak değerlendirmiştir.
Türkiye ve Yunanistan arasında sürdürürken nota değişimleri sonrasında, iki ülke arasında görüş ayrılıkları giderek belirginleşmiştir. Taraflar, bir yandan notalarla görüşlerini açıklama yoluna giderken soruna ilişkin olarak uzmanlar düzeyinde yapıla bir dizi görüşmeden de sonuç alınamamıştır. 31 Ocak 1976 tarihinde Bern'de uzmanlar düzeyinde yeniden bir araya gelen iki ülke temsilcileri ortak bir sonuca ulaşamamışlardır.
Tarafların görüşlerinde ısrarlı olmalarının sonunda, Yunanistan 22 Mayıs 1976 tarihinde Türkiye'ye bir nota vererek iki ülke arasında esasta uyuşmazlıkların sürmekte olduğuna değinmiş ve üç temel noktaya işaret etmiştir; Buna göre,
a) Yunan Devleti'nin adasal bölümlerinin ve kıtasının ülkesel ve siyasal bütünlüğü,
b) Söz konusu Yunan adalarının kendilerine özgü bir kıta sahanlığının var olduğu,
c) Türk toprakları ve Yunan adaları arasındaki deniz yatağında sınırlandırma çizgisi olarak karşı kıyılar arasındaki deniz yatağında sınırlandırma çizgisi olarak karşı kıyılar arasında ortay hat kuralına başvurulması.
Bern görüşmeleri sırasında da vurgulanmış olan esaslar, görüşmelere katılan Türk temsilciler tarafından kabul edilebilir bulunmamış; Limni (Lemnos), Sakız (Chios), Sisam (Samos), Midilli (Lesbos), Bozbaba (Aya Evstratios), Ahikerya (İkarya) ve İstanköy (Kos) adalarının Türk kıta sahanlığı üzerinde bulunmalarından dolayı kendilerine özgü bir kıta sahanlığına sahip olamayacakları ileri sürülmüştür.19-20 Haziran 1976 tarihleri arasında Bern'de yeniden bir araya gelen Türk ve Yunan temsilcileri görüşmelere devam etmiş, ancak sonuçsuz kalmıştır. Bu görüşmeler sırasında Yunanistan tezlerini şu şekilde sıralamıştır;
a) Kıyıları karşılıklı olan devletler durumunda ortak kıta sahanlığı sınırlarının belirlenmesi açısından uluslararası hukuk kuralı ortay hat kuralıdır,b) Bu kurala, kıta sahanlığı tanımına uygun olarak, kıyıları karşılıklı olan devletler arasında sürekli deniz yatağı sağlayan kıtasal deniz yatakları ya da adalarla ilgili sınırlandırmada başvurulur,
c) Bu kuralın Yunanistan'a yasal haklar sağlamasından itibaren, Yunanistan, bu hakların feragatine yol açabilecek bir kararı görüşmekle yükümlü değildir,
d) Özellikle BM Anayasası'nın hiç bir koşulu, bir üyenin başka bir üyenin hakkına itiraz etmesi durumunda görüşmelere gidilmesini hukuki kararlaştırmadan daha fazla istememektedir,
e) Özellikle, alışılagelen uluslararası hukukun hiç bir özel kuralı ortak bir kıta sahanlığının karşı kıyılarında bulunan devletlerin ortay hat kuralına başvurmaksızın bir sınırı görüşmelerini öngörmemektedir.[82]
Türkiye, Yunanistan'ın görüşmeler sırasında ileri sürmüş olduğu bu görüşlere karşı çıkmış ve daha önceki görüşlerinde ısrarlı olmuştur. Bern görüşmelerinin sonuçsuz kalmasından bir süre sonra iki ülke arasındaki ilişkileri gerginleştiren yeni olaylar yaşanmıştır. Temmuz ayı içerisinde Türkiye'de Ege Denizi'nde araştırmalar yapılacağı ve bunun için araştırma gemisinin - HORA/MTA SİSMİK I - hazırlanmakta oluşuna ilişkin haberlerin yaygınlık kazanması, iki ülke arasındaki uyuşmazlığı tırmandırmıştır.21-23 Temmuz tarihinde, Yunanistan'ın Ankara Büyükelçisi (Kozmadopulos) ile Türk Dışişleri Bakanı (Çağlayangil) arasında yapılan görüşmelerde Yunanistan, Ege Denizi'nde Yunanistan'ın izni olmaksızın araştırma yapılmasının hukuki haklarının ihlal edilmesine yol açacağını vurgulamış ve böylesi bir girişimin iki ülke arasındaki ilişkileri olumsuz yönde etkileyeceğini bildirmiştir. Türkiye ise, MTA SİSMİK I'in yapacağı araştırmaların bilimsel nitelikte olduğunu ileri sürerek, araştırmanın iki ülkenin de siyasi ve hukuki yaklaşımlarında bire değişikliğe yol açmayacağını ileri açıklamıştır. [83]
Türkiye'nin 6 Ağustos tarihinden itibaren MTA SİSMİK I gemisini Ege Denizi'ne göndererek sismik araştırmalara başlaması, Yunanistan'ın şiddetli tepkisine neden olmuştur. Yunanistan'ın Ege Denizi'nde yapılacak olan araştırmaların kendi iznine bağlı olduğunda ısrar etmesi, gerginliğin azaltılmasına ilişkin görüşmelerde araştırma gemisinin izleyeceği rotanın önceden Yunanistan'a verilmesi ve askeri gözetlemede bulunmakta ısrarlı olması, görüşmelerin çıkmaza girmesine neden olmuştur.
Yunanistan, 7 Ağustos'ta Türkiye'ye bir protesto notası vererek MTA SİSMK I araştırma gemisinin 6 Ağustos saat 20.45'den 7 Ağustos saat 00.30'a kadar Yunanistan'ın izni alınmaksızın sismik araştırma yaptığını, araştırma yapılan bölgelerin uluslararası hukuk kurallarına göre Yunanistan'a ait olduğunu ileri sürmüş, egemenlik haklarının ihlal edildiğini belirterek Türk Hükümeti'nin gelecekte bu tür ihlallerden kaçınmasını istemiştir. [84]
Türkiye, Yunanistan'a vermiş olduğu 8 Ağustos tarihli notasıyla, Türkiye ve Yunanistan arasında Ege Denizi kıta sahanlığı sınırlandırma çabalarının başarısız kalmasından dolayı, Yunanistan'ın, karasularının ötesindeki bölgeleri "Yunan kıta sahanlığı" olarak değerlendirmesini uluslararası hukuk ilke ve kurallarına aykırı olarak değerlendirmiş, Yunan egemenlik haklarının ihlal edildiğine ilişkin iddiaları dayanaksız olarak nitelendirmiştir. Bunun yanı sıra, Türkiye, MTA SİSMİK I araştırma gemisinin karasularının dışında araştırma çalışmalarını yürüttüğünü ve bu bölgelerde henüz bir sınırlandırmaya gidilmediğini belirtmiş, ikili görüşmeler yoluyla her iki tarafın da kabul edebileceği bir çözümün bulunması gereği üzerinde durarak, Yunanistan'ın bütünüyle kabul edilemez bulduğunu açıklamış olduğu ve MTA SİSMİK I araştırma gemisinin planlanan çalışmalarını sürdüreceğini açıklamıştır. [85]
Türkiye'nin araştırma çalışmalarına devam etmesi karşısında Yunanistan, bir yandan Türkiye'yi protesto etmiş, diğer yandan da Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ve Uluslararası Adalet Divanı'na başvuruda bulunarak Türkiye'yi şikayet etmiştir.
73- Türkiye'nin TPAO'ya Ege Denizi'nin çeşitli bölgelerinde vermiş olduğu petrol arama ruhsatnamelerine ilişkin olarak bkz; Resmi Gazete, 18 /10 /1973; Resmi Gazete, 18 / 7 /1974. ss:2-3.
Ayrıca bu konuda bkz; Fuat Aksu, Ege Denizi Kıta Sahanlığı Sorunu ve Türk - Yunan İlişkileri, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, M. Ü. Sosyal Bilimler Ens. İstanbul: 1986.
74- Nota metinleri için bkz; International Court of Justice, Application Instituing Proceedings, Filed in the Registry of the Court on 10 August 1976 Aegean Sea Continental Shelf, Greece v Turkey. (Bundan sonra, ICJ Application olarak anılacaktır.)
75- ICJ Application, s. 32.
76- ICJ Application, s. 37.
77- ICJ Application, s. 37.
78- ICJ Application, ss. 37-39.
79- Türkiye 18 / 7 / 1974 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanan Bakanlar Kurulu kararı ile 1 Kasım 1973 tarihinde Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe giren petrol arama ruhsatnamelerine ek olarak 4 yeni alanda blok halinde arama ruhsatı vermiş ve söz konusu bölgeleri gösteren haritalar üzerindeki ibareyi Türkiye Petrolleri A.O.'na Ege Denizi Türk Kıta Sahanlığı'nda Verilen Petrol Arama Ruhsat Sahalarını Gösterir Kroki olarak değiştirmiştir.
80- ICJ Application, ss. 51-52.
81- ICJ Application, s. 57; ayrıca bkz; Sevin Toluner, Milletlerarası Hukuk Dersleri-Devletin Yetkisi, 3. Baskı, İstanbul: Filiz Kitabevi, 1984, s. 207
82- ICJ Application, ss. 12-84.
83- ICJ Application, s. 14; ayrıca bkz; M.A. Birand, Diyet.., ss. 190-191.
84- ICJ Application, s. 100.
85- ICJ Application, s. 100.