Bu bakımdan ele alındığında Türkiye ve Yunanistan arasında çıkan uyuşmazlığa ilişkin olarak başvurulacak en önemli metin olarak Lozan Barış Antlaşması’nı ve bu antlaşmanın 6, 12, 15 ve 16. maddeleri ile Paris Barış Antlaşması’nın 14. maddesi görülmektedir.[2]
Söz konusu antlaşma hükümlerinin yorumlanması ve buna bağlı olarak, Ege Denizi’nde Türkiye ve Yunanistan arasında henüz bir deniz sınırının saptanmamış olması, beraberinde bu antlaşmalarda adları sıralanmamış olan ve fakat, Osmanlı Devleti’nin devamı olarak Türkiye’nin egemenliğinde kalan ada, adacık ve kayalıkların statülerinin de tartışılmasına yol açmıştır. Türkiye, açıkça söz konusu antlaşmalarda adları sıralanarak egemenlik devrini tanımış olduğu adalar ve adacıklar dışında kalan ada, adacık ve kayalıklara ilişkin egemenliğinin sürmekte olduğunu iddia ederken, Yunanistan, söz konusu antlaşma hükümlerinin Türkiye’nin, Anadolu kıyılarından üç mil dışında kalan deniz alanında her hangi bir hak iddiasında bulunmasını engellemekte olduğunu ileri sürmektedir.[3]
Kardak bunalımı, Ege Denizi’nde yeni bir sorunu ortaya çıkarmakla birlikte, Ege’de statüleri henüz saptanmamış bulunan pek çok adacık ve kayalığın bulunduğunu ve iki ülke arasında bu konuda bir hukuki düzenleme yapılmasının zorunlu olduğunu göstermesi bakımından önemli bir gelişme olmuştur. Nitekim kısa bir süre sonra Türkiye henüz hukuki olarak statüsü kararlaştırılmamış olan bu tür adacık ve kayalıkları “gri bölgeler” olarak nitelendirmiş ve Gavdos adası olayında da görüldüğü gibi, statülerini tartışmaya başlamıştır. Kardak bunalımının ardından, TSK Harp Akademileri Komutanlığı tarafından hazırlanan Ege’nin statüsüne ilişkin bir raporda antlaşmalarla statüleri kararlaştırılmamış bulunan ada, adacık, kayalıklar Osmanlı İmparatorluğu’nun halefi olarak Türkiye’nin egemenliğindedir[4] görüşüne yer verilmiştir. Buna göre, “Lozan Antlaşması’nın 12. maddesi gereğince Yunanistan’a verilen adaların dışında kalan Zürafa, Koyun Adaları, Hurşit ve Girit civarında bulunan Bergitsi, Sıgri, Tokmakia, Kasonisi gibi ada ve adacıklar üzerinde Türkiye'nin egemenliği hukuken devam etmektedir.
Aynı madde uyarınca Lozan Antlaşması’nın aksine bir hüküm bulunmadıkça 13 Şubat 1914 tarihinde Yunan işgali altında bulunmuş olsa dahi, Anadolu’nun 3 mili içinde bulunan bütün ada, adacık ve kayalıklar, Türkiye’nin egemenliği altındadır. Antlaşmada yer alan 3 millik mesafe, dönemin karasuyu mesafesi olduğuna göre, bugün de aksine bir hüküm bulunmadıkça 6 mil olan karasuyu dahilinde bulunan ada, adacık ve kayalıklar Türkiye’nin egemenliğindedir.
Menteşe Adaları bölgesinde bulunup da antlaşmada ismen zikredilmeyen adalar ile ismi zikredilen 14 adaya bitişik olmayan ada, adacık ve kayalıklar, başka deyişle 28 Aralık 1932 zabıtnamesinin statüsüne bağlı olan adalar veya statüleri Kardak kayalıkları ile aynı olan Keçi, Bulamaç, Kalimnos, Sakarcılar, Çerte, Nergiscik, İstanbulya güneyindeki 12 ada, adacık ve kayalık ve Girit’in kuzeydoğusundaki 13 adada, adacık ve kayalıklar üzerinde Türkiye'nin egemenliği devam etmektedir”[5]
Bu tartışmalar Türkiye ve Yunanistan arasında yeni bir gerginliği daha ortaya çıkarmıştır, Yunanistan Ege’de egemenliğinde olmakla birlikte üzerinde insan yaşamayan ada, adacıkları iskana açma politikası izlemeye başlamıştır. Bu durum ise Ege’deki dengeleri özellikle ulusal karasuları sınırı bakımından ilgilendirmektedir. İskana açık olmayan ada ve adacıkların kendilerine has karasuları sınırını olmayışı Yunanistan’ın bu ada ve adacıkları iskana açarak karasuları sınırını genişletme çabalarının bir göstergesi olarak değerlendirilmektedir.[6] Bu sorun aslında iki ülke arasında karasularının genişliğinin belirlenmesi tartışmaları çerçevesinde değerlendirilebilecek bir niteliktedir. Gerçekte Ege Denizi’nde Lozan Barış Antlaşması ile zımni olarak kabul edilmiş bulunan 3 millik karasuları sınırına uygun olarak iki ülke arasında fiili bir sınır saptama çalışması yapılmamıştır. Yunanistan’ın 1936’da karasularını 6 mile çıkarması sonrasında da bu denizde kıyıdar ülke olarak Türkiye ve Yunanistan arasında bir sınır saptama görüşmesinin söz konusu olmadığı görülmektedir. Bununla birlikte, özellikle Oniki Adalar bölgesinde Türkiye ve İtalya arasında karasuları dışında kalan bölgelerdeki adacık ve kayalıkların hangi devletin egemenliğine bırakılacağına ilişkin görüşmelerin yapıldığı görülmektedir. Nitekim Türkiye ve İtalya arasında 18 Haziran 1931 yılında Ankara'da yapılan görüşmeler doğrultusunda Lozan Barış Antlaşması'nın 15. Maddesi hükmüne göre[7] İtalya'ya terk edilmiş bulunan Meis Adası çevresinde yer alan adacık ve kayalıkların hangi devlete ait olduğunu belirlemişler ve uzmanlar düzeyinde yapılan toplantıda varılan mutabakata uygun olarak hazırlanan toplantı tutanağı, bir antlaşmaya dönüştürülerek 4 Ocak 1932 tarihinde Türkiye (T. R. Aras) ve İtalya (Aloisi) temsilcileri tarafından Ankara'da imzalanmıştır.[8]
Bu Sözleşmenin 1. Maddesi hükmüne göre; "İtalya Hükümeti aşağıda yazılı adacıklar üzerinde Türkiye'nin egemenliğini tanır:
Volo (Çatal Ada), Ochendra (Uvendire), Fournachia (Furmakya), Kato Volo (Katovolo), Prasouid (Praşudi), (Katavolo Adasının Güney Doğusunda) ve Tchallota, Pighi, Nissi - Tis Pighi, Recif Agrecelia, Proussecllisse (Kaya), pano Makri, Kato Makri (Kayalıklarla birlikte) Marthi, Roccie Voutzaky (Rocci Vutchaki) Dacia (Dasya), Nissi-Tis-Dacia, Prassoudi (Dasyanın Kuzeyinde) Alimenterya (Alimentaria), Caravola (Karavola) Adacıkları"
Sözleşmenin 2. Maddesine göre "Bodrum Körfezindeki Kara Ada da Türkiye'nin olacaktır."
Madde 3; "Buna karşılık, Türkiye Hükümeti, merkezi Castellerizo Kenti kilisesinin kubbesi ve yarı kutru ve bu merkez ile San Stephano Burnu (Pointe du Vent) arasındaki uzaklık olan bir daire ile çevrilecek bölge içinde bulunan Psoradia, Polyphados, St. Georges (Güneyde St. Georges, Kuzeyde Agrielaia diye adlandırılan ve 236 sayılı İngiliz haritasında gösterilen iki ada), Psomi (Strongyle, 236 sayılı İngiliz haritası), Cutsumbora (Kutsumboras), (Kayalıklar), Mavro Poinaki (Mavro Poinchi), Mavro Poinis (Mavro Poini) adacıkları üzerinde İtalya egemenliğini tanır.
Yukarıda sözü geçen daire içindeki bu adacıklardan başka St. Georges (Rho), Dragonera, Ross ve Hypsili (Stronghyli) adacıkları da İtalya'nın olacaktır."
Sözleşmenin dördüncü maddesine göre; "Şurası kararlaştırılmıştır ki, İşbu sözleşmede tanımlanan suların ayrıldığı çizginin iki yanındaki tüm adalar, adacıklar ve kayalıklar, adları orada yazılı olsun ya da olmasın, bu adalar, adacık ve kayalıkların bulunduğu bölgenin kendi egemenliği altında olduğu Devlete ilintilidir."[9]
Sözleşmenin beşinci maddesinde karasularının sınırlandırmasını oldukça ayrıntılı bir düzeneğe göre tespit ettikten sonra son paragrafta; "Bu Madde ile açıklanmış olup iki tarafındaki adalar ve adacıkların kime ilintili bulunduğunu belirlemek üzere, Bağıtlı Yüksek Taraflarca saptanan ayırım çizgisi doğuda Tugh burnu güneyindeki 3 mil uzaklıktaki bir noktada ve batıda Volo adasının güneyinden 3 mil uzaklıktaki öbür noktada, Türkiye ile İtalya arasında hiç tartışma konusu bulunmayan genel deniz sınırı ile birleşir" demektedirler. Sözleşmenin 5. Madde son paragrafındaki bu ifadeler doğrultusunda, 4 Ocak 1932 tarihinde Sözleşmenin imzalandığı gün, Türk ve İtalyan teknisyenler aralarında gerçekleştirmiş oldukları bir mektup değişimi ile "...Türk-İtalyan deniz sınırının iki taraf arasında hiçbir tartışma konusu olmayan geri kalan kısmının çizilmesi için hükümetlerine bir Türk-İtalyan teknisyenler toplantısının gerçekleştirilmesini önermek için hazırlık yapmışlardır"[10]
Türkiye ve Yunanistan arasında Kardak kayalıklarının hukuki statüsüne ilişkin tartışmalar söz konusu olduğunda teknisyenler düzeyinde yapılması önerilen bu toplantı sonrasında hazırlanan tutanağa ilişkin olarak farklı hukuki geçerlilik yorumları yapılmaktadır. 28 Aralık 1932 tarihli teknisyenler toplantı tutanağı ilerleyen dönemlerde bir sözleşmeye dönüştürülememiştir. Dolayısıyla "Türkiye ile İtalya arasında hiç tartışma konusu bulunmayan genel deniz sınırı"nın resmi olarak kabulü gerçekleşmemiştir. 1947 Paris Antlaşması ile Oniki Adalar'ın Yunanistan'ın egemenliğine bırakılması kararlaştıktan sonra da bu durum sürmüştür.
Bu bakımdan ele alındığında Ege Denizi'nde karasuları sınırının belirlenmesine ilişkin sorun sadece Kardak kayalıklarına ilişkin değil aynı zamanda Türkiye ve Yunanistan arasındaki tüm karasuları sınırına ilişkin bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim "Yunanistan'ın Şubat 1950'den başlamak üzere Mayıs 1953, Haziran 1955, Ekim 1956 ve Aralık 1962 tarihlerinde Türk Dışişleri Bakanlığı nezdinde yaptığı yazılı ve sözlü girişimlerle talep ettiği hususlar, 28 Aralık 1932 tarihli metnin sınır çizen bir andlaşma olmadığını göstermesi ve Ege'nin hukuki statüsünü de teyit etmesi bakımından ilginçtir.
Yunanistan bahse konu girişimleriyle, Türkiye ile İtalya arasında düzenlenmiş olan 4 Ocak 1932 Sözleşmesi ile 28 Aralık 1932 tarihli teknisyenler zaptının Yunanistan ile de mer-i olması hususunda mektup teatisine hazır olduğunu; egemenliğinde olan adalar ile Türkiye arasındaki karasuları sınırının şimdiye kadar harita üzerinde çizilmek suretiyle gösterilmediğinin müşahede edildiğini bildirmiştir. Menteşe Adaları'nın kuzeyinde kalan iki devlet karasularının sınırlandırılması işinin karma komisyona havale edilmesi hususunda Türkiye'nin de düşündüğünü sormuş ve bir toplantı tarihi telkin edilmesini istemiştir. İki devletin ilgili makamlarının elinde bulunan ve Ege Denizi'ndeki Türk ve Yunan karasularını gösteren haritalar arasında bazı farklılıkların mevcut olduğunu, bu nedenle iki devlet ilgili makamlarının ellerindeki haritaları karşılaştırmaları ve mutabık kaldıkları takdirde karasularını haritalar üzerinde tespit etmelerini teklif etmiştir." [11]
Kardak Sorunu
25 aralık 1995 tarihinde Figen Akat isimli bir Türk yük gemisinin Kardak kayalıklarında karaya oturmasının ardından yaşananlar, Türkiye ve Yunanistan arasında karasuları sorununu yeniden gündeme taşımış ve ulusal egemenlik alanlarının saptanması konusunda yeni bir tartışma başlatmıştır.
Figen Akat'ın karaya oturmasının ardından kendi olanaklarıyla kurtulmaya çalışırken yaklaşan Yunanistan'a ait bir muhrip ve üç hücumbotu bölgenin Yunanistan'ın karasuları içerisinde kalmış olduğunu ileri sürmüş ve yardım teklifinde bulunmuştur. Buna karşılık, geminin kaptanı bölgenin Türk karasularına dahil olduğunu belirtmiş ve kurtarma teklifini geri çevirmiştir. Geminin kurtarılması ise Türk sigorta şirketi aracılığı ile gerçekleştirilmeye çalışılmıştır.
Bu arada, Yunanistan, 26 Aralık 1995 tarihinde Türkiye'ye bir nota vererek söz konusu geminin Yunanistan'ın karasularında bulunduğunu belirterek kurtarma işleminin durdurulmasını istemiştir. Türkiye, aynı gün Yunanistan'a vermiş olduğu bir nota ile iddiaları reddetmiştir.[12] Gemide yürütülen kurtarma çalışmaları sürerken Yunanistan'a ait hücumbotları gemiye yanaşarak kurtarma işlemlerini durdurmuş ve Yunanistan'a ait bir romörkor gemiyi karaya oturduğu yerden çekerek kurtarmaya çalışmıştır. Bu arada kurtarma halatının romörkorün fırdöndüsüne sıkışması Türk gemisinin bu halatı keserek Türk karasularına girmesi ile sonuçlanmıştır. Gemi daha sonra Güllük limanına çekilmiştir.[13]
Kardak Gerginliğinin Tırmanışı
İki ülke arasında diplomatik görüş alış verişi sürerken egemenlik iddialarının fiili olarak sergilenmesi konunun bir anda iki ülke medyası, kamuoyu ve siyasileri arasında "ulusal dava" olarak algılanmasına yol açmıştır. Bu süreci başlatan ise, Yunanistan'a ait Kalimnos Adası belediye başkanının yanında adanın papazı, aileleri ve Antenna adlı Yunan televizyon kanalı çekim ekibini alarak 26 Ocak 1996 tarihinde Kardak kayalıklarına çıkarak bir şenlik havasında kayalıklara Yunan bayrağını dikmesi olmuştur. Bayrak dikme girişiminin televizyonda yayınlanmasının ardından, ertesi gün Türk medyası konuya ilgi göstermiş ve Hürriyet Gazetesi'nin iki muhabiri helikopter ile Kardak kayalıklarına giderek Yunanlıların dikmiş oldukları bayrağı indirmiş, yerine Türk bayrağını dikmiştir. Bu bayrak mücadelesinin Türk televizyonlarında yayınlanmasının ardından iki ülke arasında kamuoylarının siyasiler üzerindeki baskıları yoğunlaşmış ve diplomatik alanda sürdürülen mücadelenin giderek sertleştiği görülmüştür.
Bu durum Türkiye'de tepkinin hangi düzeyde ve nasıl gösterileceği tartışmalarını başlatırken siyasilerin ve askeri kadronun üzerinde oydaştığı nokta, Yunan askeri varlığının ve bayrağının kayalıklardan uzaklaştırılması olmuştur. Gösterilecek tepkinin iki ülke arasında silahlı bir çatışmaya dönüşmemesi için duyarlılıkla hareket etmek ve çok yönlü düşünmek gerekmiştir. Sonuçta İnal Batu'nun önerisi[14] dikkate alınarak Kardak kayalıklarından üzerinde Yunan bayrağı dikilmiş olmakla birlikte asker bulunmayan küçük olanına Türk komandolarının çıkmasına karar verilmiş ve bu plan 31 Ocak 1996 tarihinde başarıyla uygulanarak Türk SAT komandoları ikinci kayalığa çıkmışlardır.
Türkiye'nin bu müdahalesi, esasta iki ülkenin soruna ilişkin inisiyatifinin eşitlenmesi anlamını taşımakla birlikte, beraberinde sıcak bir çatışma riskini ve sorumluluğunu da taşımaktadır. Nitekim, kriz sırasında devreye giren ABD, iki ülke arasında yürütmüş olduğu diplomatik arabuluculuk ile sorunun yumuşatılmasını, en azından, statüko öncesi duruma (status que ante) dönülmesini sağlamaya çalışmış ve bu çabaları başarılı olmuştur. 31 Ocak 1996 tarihinde her iki ülke silahlı güçleri aynı anda Kardak kayalıklarından çekilerek statüko öncesi duruma dönülmüştür.[15] Statüko öncesi duruma dönüşü sağlayan girişimlerde Türkiye’nin Kardak Kayalıkları’ndan küçük olanına asker çıkarması ve “Türk askerlerine herhangi bir saldırıda bulunulmadığı takdirde Yunan birliklerine ateş açılmaması talimatı verdiği ve Yunanistan’ın bayraklarını, askerlerini ve deniz ve hava kuvvetlerini kayalıklardan çekmesi durumunda Türkiye’nin de çekileceğini” açıklamış olmasının yanı sıra ABD’nin “ilk kurşunu atanın karşısında ABD’yi bulacağı”nı açıklamış olması da etkili olmuştur.
Kardak Kayalıklarına İlişkin Hukuki Tartışma
Figen Akat'ın Güllük Limanı'na çekilmesi ile tartışmalar yeni boyut kazanmıştır; Yunanistan 10 Ocak 1996 tarihinde Türkiye'ye yeni bir nota daha vermiştir. Bu notada Türkiye'nin iddiaları reddedilmiş, Türkiye ve İtalya arasında 1932 yılında imzalanmış bulunan ikili anlaşmadan dolayı Kardak (İmia) Adasının İtalya'ya ait olduğu, sonradan 1947 Paris Barış Antlaşması'yla Yunanistan'a bırakılan Oniki Adalar zinciri içinde yer aldığı dile getirilmiştir.
29 Ocak 1996 tarihinde Yunanistan'ın bu notasına cevap vererek daha önceki görüşleri tekrarlanmış ve Ege Denizi'nde statüleri tam olarak saptanmamış tüm ada, adacık ve kayalıkların statülerine ilişkin görüşmelere gidilmesi isteğinde bulunmuştur.
Türkiye 29 Ocak tarihli notasında[16] belirtmiş olduğu görüşlere göre; 4 Ocak 1932 Tarihli Türk - İtalyan Sözleşmesi İkinci Dünya Savaşı öncesi koşullar çerçevesinde müzakere edilmiş ve Kardak Kayalıklarına ilişkin herhangi bir hüküm içermemektedir. Kardak Kayalıklarına ilişkin gönderme 28 Aralık 1932 Protokolü'nde yer almaktadır. Bu protokol ise, geçerlilik kazanabilmesi için gereken hukuki süreç tamamlanmadığından hukuki geçerliliğe sahip değildir. Diğer yandan; Yunanistan 1947 Paris Barış Antlaşması'na ilişkin görüşmeler sırasında Oniki Adaların Yunanistan'a devredilmesi tartışılırken anılan metinlerin kendisi açısından da geçerli olmasını sağlayacak göndermelerin antlaşmada yer almasını önermiş fakat bu öneri kabul edilmemiştir. Dolayısıyla, 1947 Paris Barış Antlaşması'nda Kardak Kayalıkları'nın statüsüne ilişkin herhangi bir hüküm yer almamaktadır. Kardak Kayalıkları'nın Oniki Adalar'ı Yunanistan'a devreden Paris Barış Antlaşması'nın 14/1. Maddesinde "bitişik adacık" (adjacent islets) olarak değerlendirilmesi de mümkün değildir. Kardak Kayalıkları en yakın Yunan adasından 5.5 deniz mili uzaklıktadır. Bu bakımdan ne "bitişik" ne de "adacık" olarak kabul edilebilir. Oysa söz konusu kayalıklar Türk topraklarına 3.8 deniz mili uzaklıktadır ve Türkiye'ye aittir.
Türkiye’nin görüşüne göre, Yunanistan, Lozan Barış Antlaşması ve Paris Barış Antlaşması ile devredilen adalar üzerindeki egemenlik sınırlarını genişletme çabası içerisindedir. Bütün bunların ışığında, Ege Denizi'nde küçük adalar, adacıklar ve kayalıkların mülkiyetine ilişkin bir anlaşma henüz yapılmamıştır. Bu nedenle, Yunanistan'ın Ege Denizi'nde küçük adalar, adacıklar, kayalıkları yerleşime açma çabaları hukuki açıdan herhangi bir sonuç doğurmaktan ve hak kazandırmaktan uzaktır. Türk Hükümeti Ege Denizi'nde küçük ada, adacık ve kayalıkların mülkiyetini kararlaştıracak müzakerelere girişilmesine hazırdır; Bu müzakerelerden sonra karasularının sınırlandırılması sorunu da tartışılabilir ve karara bağlanabilir. Bu bağlamda, Türk Hükümeti aynı zamanda taraflara bölgede mevcut durumu kötüleştirecek tek taraflı girişimlerden uzak durulmasını önermekte, Kardak Kayalıkları'nda konuşlandırılmış bulunan Yunan askeri varlığının sona erdirilmesini ve tüm egemenlik işaretlerinin gecikilmeksizin kaldırılmasını istemektedir.
16 Şubat 1996 tarihli notasında[17] Yunanistan, 1932 Türk - İtalyan Anlaşması'nın 'İkinci Dünya Savaşı öncesi siyasi koşullar çerçevesinde görüşülmüş olduğu' iddiasının herhangi bir yasal önemi olmadığını belirterek; 28 Aralık 1932 tarihli Türk - İtalyan Anlaşması'yla ilgili yasal prosedürün tamamlanmadığı ve bu nedenle Milletler Cemiyeti'nde tescil ettirilmediğine ilişkin iddiaya ilişkin olarak, 4 Ocak 1932 tarihinde karşılıklı olarak verilen mektuplarda kararlaştırılmış bulunan 28 Aralık 1932 tarihli Anlaşma, her iki tarafça Milletler Cemiyeti Sekreterliği'ne tescil ettirilmiş bulunan 4 Ocak 1932 tarihli Anlaşma'yı tamamlayıcı bir niteliktedir görüşüne yer ver vermiştir. Yunanistan’ın görüşüne göre, metnin kendisi ve mektup değişimlerinde açıkça belirtildiği gibi, 28 Aralık 1932 tarihli Anlaşma, üzerinde egemenliğe ilişkin herhangi bir tartışmanın bulunmadığı bir bölgede deniz sınırına ilişkindir dolayısıyla, taraflarca ayrıca onaylanmasına gerek yoktur. Ayrıca, 28 Aralık 1932 tarihli Anlaşma'nın metninin tam bir uluslararası anlaşma metni olarak kabul edildiği metnin imzasından başlayarak taraflarca hemen yürürlüğe konulmuş olmasından da açıkça anlaşılmaktadır. Aynı nedenlerden dolayı, bu olayda Milletler Cemiyeti'nde tescil yapılmasına gerek duyulmamıştır. Bütün bunlar reddedilemez gerçeklerdir ve Yunanistan'ın yukarıda sözü edilen anlaşmaların geçerliliği konusunda herhangi bir şüphesi bulunmamaktadır. Bundan başka, 1932 - 1947 döneminde ve sonrasında İmia (Kardak) kazasına kadar bu anlaşmaların geçerliliği konusundaki tutumunu değiştirmemiştir. Aynı noktalar İtalya ve Oniki Adalar üzerindeki egemenliğinin sürdüğü dönem için de gerçektir. Diğer yandan, sadece 1932'de değil aynı zamanda 1950'de Türkiye bölgede bir deniz sınırlamasının halihazırda var olduğunu kabul etmiştir. 1950 yılında İstanbul'da toplanan Ortadoğu Bölgesel Hava Seyir Toplantısı'nda kararlaştırılan İkinci Ortadoğu Bölgesel Hava Seyir Anlaşması bunu doğrulamaktadır. ICAO tarafından uygulanmakta olan İstanbul/Atina FIR sınır hattı, ilgili ICAO haritası ve 1953 yılında Ankara'da yayınlanan resmi Türk hava seyir haritasında görüleceği gibi, Türkiye'nin bölgedeki Batı sınırları ile aynıdır. Bu yönde bir sınırlandırma 1936 Montreux Sözleşmesi çerçevesinde 'İstanbul Boğazı, Çanakkale Boğazı ve Marmara Denizi'nden geçen gemilerin seyirleri hakkındaki 1953 tarihli yıllık rapora ek resmi Türk haritasında da görülmektedir. Bütün bu haritalarda, diğer Türk ve uluslararası resmi haritalarda İmia (Kardak) Kayalıkları Yunanistan'a ait olarak görülmektedir.
1947 Paris Barış Konferansı sırasında 1932 anlaşmalarına özel bir gönderme yapılması yönünde Yunanistan'ın önerilerine ilişkin argümanlar konusuna gelince, 1947 Paris Barış Antlaşması metninde bu anlaşmalara bir gönderme yapılmaması bu anlaşmaların geçerliliğini etkilememektedir.
Yunanistan’ın görüşüne göre; İmia (Kardak) Kayalıkları Oniki Adalar'ın adalar, adacıklar ve kayalıklar bütününün bir parçasıdır ve 1947 Paris Barış Antlaşması'nın 14. Madde 1. Paragrafında belirtildiği gibi bitişik adacık oluşturmaktadır. Bu durum İmia üzerinde açıkça İtalyan egemenliği kuran 28 Aralık 1932 Türk - İtalyan Anlaşması'nda kesinlikle tanınmıştır. Buna ek olarak, 1923 Lozan Barış Antlaşması'na göre İmroz, Bozcaada ve Tavşan Adaları dışında sadece Türk kıyılarından üç mil içerisinde kalan adalar üzerinde Türk egemenliği elde tutulmuştur. Buna göre, Yunanistan Türkiye'nin soruna ilişkin notasında dile getirmiş olduğu uzaklık gibi, hukuk dışı kriterleri değil sadece uluslararası hukuk tarafından verilen egemenlik haklarını tanır. Adaların hukuki rejimi açıkça kararlaştırılmış ve üzerlerinde herhangi bir hukuki şüphe yoktur. Ek olarak, yerleşik olsun olmasın, birbirinden bağımsız olarak nasıl nitelendirilirse nitelendirilsin, tüm adalar (adacıklar, kayalık adalar, kayalıklar vd- bu terimler hukuki değil sadece coğrafi çağrışımlar içermektedirler) büyüklükleri göz önünde bulundurulmaksızın hem 1923 Lozan Barış Antlaşması hem de 1947 Paris Barış Antlaşması tarafından aynı hukuki davranışa tabi tutulmuşlardır. Bu nedenle, yukarıda dile getirildiği gibi, tüm Ege bölgesinde adaların hukuki rejimine ilişkin herhangi bir boşluk kesinlikle bulunmamaktadır.
Tarafların hukuki ve siyasi yorumlarını içeren bu nota değişimleri sonucunda Ege'de rejim kuran antlaşmaların yorumlanmasında fikir ayrılıkları içerisinde oldukları ortaya çıkmıştır. Bu arada Avrupa Parlamentosu, 15 Şubat 1996 tarihinde almış olduğu karar ile “1923, 1932 ve 1947 antlaşmalarına uygun olarak Kardak / İmia adacıklarının Oniki Adalar grubuna dahil olduğunu” belirtmiş, “Türkiye’nin Yunanistan’ın egemenlik haklarına yönelik tehlikeli tehditlerini” kınamış ve Türkiye’yi uluslararası antlaşmalara saygı göstermeye çağırmıştır.[18] Gerçekte Avrupa Parlamentosu’nun almış olduğu bu karar Kardak bunalımına bir anda Yunanistan – Türkiye arasında bir sorun olmaktan çıkarıp Türkiye ile Avrupa Birliği arasında bir sorun haline getirebilecek bir nitelik kazandırmıştır. Alınan kararda Yunanistan’ın Avrupa Birliği üyesi olduğu, Ege Denizi’nde askeri gerilimin Türkiye tarafından tırmandırıldığı ve Yunanistan’ın sınırlarının AB’nin dış sınırları olduğu vurgulandıktan sonra, AB üyelerinin, Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkilerin düzeltilmesinde etkin rol oynamaları, Türkiye’nin AGİT çerçevesindeki yükümlülüklerine sadık olması çağrısında bulunulmuştur. Türkiye ise, Avrupa Parlamentosu’nun almış olduğu bu kararı Yunanistan yanlısı bir karar olarak değerlendirmiştir.
[1] Tarih sırasıyla bu antlaşmalar şunlardır; 18 Ekim 1912 Uşi Barış Antlaşması, 17/30 Mayıs Londra Antlaşması, 1/14 Kasım 1913 Atina Antlaşması, 13 Şubat 1914 tarihinde Yunanistan Hükümeti’ne tebliğ edilen Altı Büyük Devlet Kararı, 24 Temmuz 1923 Lozan Barış Antlaşması, 10 Şubat 1947 Paris İtalyan Barış Antlaşması.
[2] Lozan Antlaşması’nın 6. Maddesi’ne göre; “.... İşbu Andlaşmada tersine bir hüküm olmadıkça, deniz sınırları kıyıdan üç milden aşağı uzaklıktaki ada ve adacıkları kapsar.”
Lozan Antlaşması’nın 12. Maddesi’ne göre; “İmroz ve Bozca Adaları ile Tavşan Adaları dışında Doğu Akdeniz Adaları ve özellikle Limni, Semadirek, Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya Adaları üzerinde Yunan egemenliğine ilişkin 17/30 Mayıs 1913 günlü Londra Andlaşmasının beşinci ve 1/14 Kasım 1913 günkü Atina Andlaşmasının on beşinci Maddeleri hükümleri uyarınca 13 Şubat 1914 günkü Londra Konferansında alınıp 13 Şubat 1914 günü Yunan Hükümetine bildirilen karar, işbu Andlaşmanın İtalya’nın egemenliği altına konulan ve on beşinci Maddede yazılı olan Adalara ilişkin hükümleri saklı kalmak koşulu ile, doğrulanmıştır. Asya kıyısından üç milden az uzaklıkta bulunan Adalar, işbu Andlaşmada tersine hüküm olmadıkça, Türkiye egemenliği altında kalacaktır.”
Lozan Antlaşması'nın 15. Maddesi’ne göre; "Türkiye aşağıda sayılan Adalar üzerindeki tüm hak ve senetlerden İtalya yararına vazgeçer: Bugün İtalya'nın işgali altına bulunan Astampalya (Astropalia), Rodos (Rhodes), Kalki (Calki), Skarpanto, Kazos (Casso), Pskopis (Tilos), Misiros (Misyros), Kalimnos (Kalymnos), Leros, patmos, Lipsos (Lipso), Sombeki (Simi) ve istanköy (Kos) Adaları ile bunlara bağlı olan adacıklar ve Meis (Castelerizo) Adası (2 numaralı haritaya bakılması)."
Lozan Antlaşması’nın 16. Maddesi’ne göre; “Türkiye işbu Andlaşmada belirlenen sınırları dışındaki tüm topraklar ile bu topraklardan olup gene bu Andlaşma ile üzerinde kendi egemenlik hakkı tanınmış bulunanlar dışındaki Adalarda –ki bu toprak ve Adaların geleceği ilgililerce saptanmış ya da saptanacaktır- her ne nitelikte olursa olsun, sahip olduğu hak ve senetlerden vazgeçtiğini açıklar.” İ. Soysal, Türkiye'nin Siyasal..., s.90.
Paris Barış Antlaşması’nın 14. Maddesi’ne göre; “İtalya işbu Andlaşma ile aşağıda belirtilen Onikiada’yı tüm egemenliği ile Yunanistan’a terkeder; yani, Stampalia (Astropalia), Rhodes (Rhodos), Calki (Kharki), Scarpanto, Cassos (Casso), Piscopis (Tilos), Misiros (Nisisros), Calimnos (Kalymnos),Leros, Patmos, Lipsos (Lipso), Simi (Symi), Cos (Kos) ve Castellorizo ve bitişik adacıklar.”
[3] Bu konudaki tartışmalar için bkz; A. Kurumahmut (Y. Hazırlayan), Ege’de Temel Sorun...,
[4] Milliyet Gazetesi’nde yer alan bir haberde, Ege’de 150’ye yakın ada ve adacığın, Osmanlı İmparatorluğu’nun halefi olması dolaysıyla, hukuki olarak, Türkiye’nin egemenliğinde sayılması gerektiğinden söz edilerek; Yunanistan’ın Ege’deki bazı ada ve adacıkları iskana açma çabalarının statüyü kendi lehine çevirme amaçlı olduğu vurgulanmıştır. “Ege’deki 150 Ada Osmanlı’dan Miras”, Milliyet, 6 Ekim 1998, s. 14. 3 Haziran 1999 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde yer alan bir habere göre ise, “Genelkurmay Başkanlığı, Türkiye kıyılarındaki ‘formasyon’ diye adlandırılan 152 adacık ve kayalık üzerinde hak iddia eden Yunanistan’a gerekli yanıtın 3 Haziran Avrupa Birliği Köln Doruğu’ndan sonra verilmesi için hazırlığını tamamladığı” haberi yer almıştır. Yüksek düzeyde bir komutana dayandırılarak verilen habere göre; “Bugün Ege’de toplam 3 bin 49 ada, adacık ve kayalık bulunuyor. Osmanlı İmparatorluğu’ndan sonra Ege Denizi2ndeki adaların sahipliği antlaşmalarla belirlenmiştir. Anlaşma metinlerinde adları geçmeyen bu adacıkların sahipliği Osmanlı İmparatorluğu’nun varisi olan Türkiye Cumhuriyeti’dir. Formasyon olarak tanımlanan bu tür adacık ve kayalıklardan kıyılarımızda bulunan 152 adanın aidiyeti ise Türkiye’nindir. Buna Kardak da şimdi Atina’nın sivillere bayrak diktirme girişiminde bulunduğu Angathosini adacığı da dahildir”. “Adacıklar Osmanlı Mirası”, Cumhuriyet, 3 Haziran 1999, ss. 1-17.
[5] “TSK Adayla İlgili Raporu Açıkladı ‘Keçi (Platia)’ Bizim Adamız”, Cumhuriyet, 16 Mayıs 1999, ss. 1-8.
[6] Taki Berberakis, “Kayalıklarda İnat Düğünü”, Milliyet, 16 Mayıs 1999, s. 21; Barçın Yinanç, “Kardak’tan Sonra Plati”, Milliyet, 15 Mayıs 1999, s. 20; “TSK Adayla İlgili Raporu Açıkladı ‘Keçi (Platia)’ Bizim Adamız”, Cumhuriyet, 16 Mayıs 1999, ss. 1-8.
[7] Lozan Antlaşması'nın 15. Maddesi için bkz; dipnot 143.
[8] Türkiye ve İtalya, aralarında sınır bölgelerinin saptanması konusunda çıkan görüş ayrılıklarını gidermek için, taraflar arasında 1928 yılında imzalanmış olan Türkiye - İtalya Tarafsızlık, Uzlaşma ve Yargısal Çözüm Antlaşması hükümlerine uygun olarak, 30 Mayıs 1929 tarihinde imzalamış oldukları bir tahkimname ile aralarındaki uzlaşmazlıkların çözümlenmesinde yargı yoluna başvurmuşlar ve Lahey Adalet Divanı'na gitme kararı almışlardır. Ancak bu tahkimnamenin sonucu alınmadan 1932 yılında yapmış oldukları Ankara Anlaşması ile sorunun çözümünde anlaşmışlardır. Antlaşmalar için bkz; İ. Soysal, Türkiye'nin Siyasal... ss. 331-343; Yüksel İnan, Sertaç Başeren, Kardak Kayalıklarının Statüsü, Ankara: (Yayınevi yok), 1997; Ayrıca, http://mfa.gov.tr
[9] Sözleşme hükümleri için bkz; İ. Soysal, Türkiye'nin Siyasal..., ss.340-343.
[10] Sertaç Hami Başeren, "Ege'de Ada, Adacık ve Kayalıkların Uluslararası Andlaşmalarla Tayin Edilen Hukuki Statüsü", Ege'de Temel Sorun / Egemenliği Tartışmalı Adalar, Y. Hazırlayan: Ali Kurumahmut, Ankara: TTK Yay. 1998, s.110-114.
Türk Dışişleri bakanı T. R. Aras'ın İtalyan Büyükelçisi Aloisi'ye yazmış olduğu 4 Ocak 1932 tarihli mektupta şu görüşlere yer verilmekte; "Bugünkü tarihte imzalamış olduğumuz anlaşma, aidiyeti şimdiye kadar aramızda tartışma konusu olan ada ve adacıkların deniz sınırlarının belirlenmesini, memnuniyetle ifade edeyim ki düzenlemiştir. Zaten Türk-İtalyan sınırının diğer bütün kısımları iki devlet arasında hiçbir anlaşmazlığa sebep olacak nitelikte değildir. Exselanslarından sınırın bu kısmının çizim işlemlerinin hemen ele alınmasını ve Kral Majeste Hükümetinin, Türk meslekdaşlarıyla konuyu görüşecek teknisyenlerin belirlenmesine hazır olup olmadığının bildirilmesini rica ederim". İtalyan Büyükelçisi Aloisi, aynı tarihli cevabi mektubunda; "Bugünkü tarihte imzalamış olduğumuz anlaşma, aidiyeti şimdiye kadar aramızda tartışma konusu olan ada ve adacıkların deniz sınırlarının belirlenmesini, memnuniyetle ifade edeyim ki düzenlemiştir. Zaten Türk-İtalyan sınırının diğer bütün kısımları iki devlet arasında hiçbir anlaşmazlığa sebep olacak nitelikte değildir. Ekselanslarının bugünkü mektubuna cevaben bildiririm ki hükümetime sınırın bu kısmının çizimi meselesinin hemen ele alınmasını ve Türk meslekdaşları ile hemen temasa geçmek üzere teknisyenler belirlemesini teklif edeceğim." Y. İnan, S. Başeren, Kardak Kayalıklarının Statüsü..., s. 14.
[11] S. Hami Başeren, "Ege'de Ada, Adacık ve Kayalıkların...," s.115. Ayrıca bkz; Şükrü Elekdağ, "Kardak'ın Hukuki Statüsü", Milliyet, 8 Nisan 1996.
[12] Nota metinleri için bkz; A. Kurumahmut (Y. Hazırlayan), Ege’de Temel Sorun..., Ek: 20-21.
[16] Notanın tam metni için bkz. EK I. (A. Kurumahmut (Y. Hazırlayan), Ege’de Temel Sorun..., Ek: 20-21.’den alıntılanmıştır.)
[17] Notanın tam metni için bkz. EK II. (A. Kurumahmut (Y. Hazırlayan), Ege’de Temel Sorun..., Ek: 20-21.’den alıntılanmıştır.)
“Turkish Foreign Policy and Practice as Evidenced by the Recent Turkish Claims to the Imia Rocks”, http://mfa.gr/foreign/bilateral/imiaen.htm, B. Tarihi: 02/11/1999.