KARŞILIKLI ALGILAMALAR
Türkiye'nin AB'ye Üyeliği ve Karşıt Yunan Politikaları
Yunanistan'ın AB'ne üyeliği ve Türkiye'nin bu birliğe tam üyelik başvurusunda bulunmuş olması iki ülke arasındaki ilişkilerde karşılıklı bir mücadeleyi beraberinde getirmiştir. AB'nin ortaya çıkış sürecinden başlayarak Türkiye'nin bu örgütlenme içerisinde yer almak isteğinin Yunanistan ile ilişkileri çerçevesinde değerlendirilmiş olduğunu görmekteyiz.
Kıbrıs sorunu ve ilerleyen dönemlerde iki ülke arasında ortaya çıkan diğer sorunlara bağlı olarak gerginleşen ilişkilerde Yunanistan'ın Türkiye'ye ilişkin politikalarını belirlerken uluslararası destek sağlama çabalarında ittifak ilişkilerinden yararlandığı görülmektedir. Bu arada dikkati çeken nokta ise bu ittifak ilişkileri çerçevesinde Yunanistan'ın Türkiye'ye karşı oluşturmaya çalıştığı imaj ve dildir. Süreç izlendiğinde Yunanistan'ın bu çabalarında Türkiye'ye yönelik tepkileri büyük ölçüde Türkiye'nin yapısal özellikleriyle bağdaştırarak ele aldığı söylenebilir. Türkiye'nin iki ülke arasındaki sorunların siyasi ve hukuksal yönleri bulunduğunu söylemesine ve uzlaşmazlıkların barışçıl yöntemlerle iki ülke arasındaki görüşmelerle çözümlenebileceğini belirtmesine karşın Yunanistan'ın iki ülke arasındaki uzlaşmazlığı uygar / barbar, doğulu / batılı, masum / saldırgan ayrımına göre ele alarak Türkiye'nin her davranışının sıfır toplamlı bir çözüme yönelik olduğunu iddia etmiştir. Bu bakımdan ele alındığında, Yunanistan ve Türkiye arasında var olan kimi sosyokültürel farklılıkların da bu uzlaşmazlıkların çözümünde rol oynadığı görülmektedir. Yunanistan'ın büyük ölçüde Ortodoks Hıristiyan dinine Türkiye'nin ise İslamiyet dinine inanan insanlardan oluşması iki ülke arasındaki uzlaşmazlığa bir tür dinler çekişmesi boyutu kazandırmakta. Diğer yandan, etnik kimliğin de benzer bir boyutta ele alındığı görülmekte; Türklerin Balkanlar ve Avrupa'da uzun yıllar egemenlik kurmuş olmaları dolayısıyla Osmanlı/Türk kimliğine karşı buralarda var olan ve insanların bilinçlerine yer etmiş bulunan olumsuz imajların bu uyuşmazlıklar gündeme geldiğinde de Yunanistan tarafından kullanıldığı görülmüştür. Türklerin İslam dinine bağlı oldukları, Avrupalı değil aksine Asyalı oldukları dolayısıyla Avrupa uygarlığının bir parçası olarak kabul edilemeyecekleri kimi zaman açıkça kimi zaman örtülü olarak dile getirilmektedir. [342]
Bu durum, özellikle, bunalım dönemlerinde Türkiye'nin yoğun uğraşısını gerektirmekte; Yunanistan'ın oluşturmaya çalıştığı baskı ve kamuoyu yaptırımları ne yazık ki diğer Avrupa ülkelerinde destek bulabilmektedir. Askeri açıdan Türkiye'nin NATO çerçevesindeki yükümlülüklerine olan gereksinim bir yana bırakılırsa, Türkiye'nin Avrupa kimliği içerisindeki yeri sürekli bir sorgulamayı da beraberinde gündeme getirmektedir. [343]Dolayısıyla, Türkiye söz konusu olduğunda, Yunanistan bu kaygıları kolaylıkla kullanabilmektedir. Doğrusu, bir başka yönüyle Türkiye'nin Avrupa kimliği içerisinde yer alması konusunda çekimser davranan ülkelerin de Yunanistan'ın bu politikasını ileri sürerek Türkiye'nin çabalarını geciktirdiklerini de söyleyebiliriz.
Bu durum özellikle 1999-2000 sürecinde Türkiye'nin AB'ne tam üyelik girişimleri sırasında yaşanan pek çok olayda açıkça görülmektedir. Bu süreç içerisinde Türkiye'nin önüne çıkarılan engeller arasında Türkiye'deki rejimin demokratik ilke ve kurumlara Avrupa ölçülerinde sahip bulunmadığından, ekonomik yapılanmanın sorunlu olduğundan, nüfusun yapısından, azınlıklardan, dinsel özelliklerinden doğan pek çok farklılığı vurgulanmıştır.
Türk - Yunan ilişkilerinde AB'ye tam üyelik konusunun Yunanistan'ın Türkiye'ye ilişkin politikasında önemli bir değişikliğe yol açtığı görülmektedir. Dış politika çizgisinde esasa ilişkin konuların iki ülke arasındaki görüşmelerde ele alınmasına, egemenlik haklarının pazarlık konusu yapılamayacağını ileri sürerek karşı çıkan Yunanistan, Aralık 1999 Helsinki Zirvesi'nde Türkiye'nin tam üyeliğe aday ülkeler arasında yer almasına karşı çıkmamak için ileri sürmüş olduğu koşulları sağlayarak, Türkiye karşısında açık bir avantaj sağlamıştır. Bu durum özellikle Türkiye'nin iki ülke arasındaki sorunların görüşmeler yoluyla ele alınması yönündeki politikasında değişiklik yaşandığını göstermesi bakımından da ilginçtir. Nitekim Türkiye'de dile getirilen görüşlere göre; Yunanistan, Türkiye ile olan sorunlarını AB çerçevesine taşıyarak hareket alanını genişletirken Türkiye'yi yükümlülük altına sokmayı başarmıştır. [344] Bu durum ise Türkiye'nin AB'ye tam üyelik karşılığında Ege Denizi'ndeki ve Kıbns'taki egemenlik ve çıkarlarından önemli ölçüde ödünler vermesine yol açabilecek bir süreci başlatmış, Türkiye'nin gerek AB gerekse Yunanistan'a karşı duyarlılığını arttırmıştır. Türkiye, GB ile düşmüş olduğu hatalı süreci yeniden yaşamamak konusunda duyarlı davranmaya başlamıştır.
342- Soğuk Savaş sonrası dönemde Avrupa ve ABD eksenli güvenlik stratejisi belirlenirken bütünleştirici eğilimler olarak ileri sürülen demokratik barış, piyasa ekonomisi ve uygarlık paradigmaları çerçevesinde Türkiye'nin olduğu kadar Yunanistan'ın da yeri tartışılmaya başlanmıştır. Yunanistan'ın Ortodoks kimliği ve Türkiye'nin İslam kimliğinin Avrupa Birliği, Batı ittifak sistemi için bir tür ikilem yarattığı ileri sürülmüştür. Bu konuda bkz; Elizabet Prodromou, "Yunanistan'da Soğuk Savaş Sonrası Güvenliğinde Algılama Paradoksu", Yunan Paradoksu, Der. Graham T. Allison - Kalipso Nikolaydis, İstanbul: Doğan Kitap, 1999, ss.153-163.
343- Soğuk Savaş döneminin sona ermesinin ardından Avrupa'nın AB ve NATO'ya olan nükleer bağımlılığının azalmış olması, beraberinde AB çerçevesinde üye ülkeler arasında bir askeri güç oluşturulması düşüncesinin daha fazla yer etmesine yol açmıştır. Bu bağlamda, geliştirilmeye çalışılan BAB ve Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği çerçevesinde Türkiye'ye biçilen rol edilgen bir roldür. Türkiye AB'ye tam üye yapılmaz iken, NATO çerçevesindeki yükümlülüklerinin AGSK çerçevesinde de sürdürülmesini sağlamaya çalışmaktadırlar. Türkiye ve ABD bu görüşe şiddetle karşı çıkmaktadır. Bu konuda bkz; "Solana AGSK İçin İknaya Geldi", Cumhuriyet, 1 Haziran 2000, s. 8.; Erol Manisalı, "Askerler, Siviller ve AB", Cumhuriyet, 7 Haziran 2000, s.8.; Serkan Demirtaş, "Ankara 'BAB Modeli' İstiyor", Cumhuriyet, 10 Haziran 2000, s. 8.
344- Erol Manisalı, "Atina İşleri Brüksel'e Havale etti", Cumhuriyet, 5 Ocak 2000, s. 10; "... Yunanistan Türkiye2ye karşı kriz politikasında 'kayıplara' uğruyordu. Savunmaya çok para ayırıyordu. Ayrıca AB'nin parasal birliğine girmesi için zorlanacaktı. Kriz politikasını bırakırsa işleri kolaylaşacaktı. PKK desteği ise Atina'yı uluslararası alanda zora sokuyordu... Ancak Atina, çok ince ve takdir edilmesi gereken bir manevra ile kendi sırtına yüklemiş olduğu bu maliyet öğelerini bir kalemde Brüksel'e havale ediverdi. Çünkü Türkiye 'aday ülke' yapıldı. Atina bir taşla iki kuş vuruyordu: Hem bütün bu yükten kurtuluyordu. Hem de artık AB, Atina'nın Türkiye'den istediklerini, onun adına gerçekleştirecekti. Atina tek başına Türkiye'den alamadıklarını, koskocaman AB kanalı ile Türkiye'den koparabilecekti. Kıbrıs ve Ege konularında artık Türkiye'nin karşısında Atina yerine AB bulunacaktı. Atina kenara çekilip seyredecek, gerektiğinde ise AB içindeki bir tam üye olarak, gücünü devreye sokacaktı. Hele önümüzdeki yıllarda AB'nin 'bağımsız askeri gücünün de AB işleri ile görevlendirileceği' göz önüne alınırsa 'dışarıdaki Türkiye'ye karşı' Ege ve Kıbrıs'ta AB askeri gücü Yunan askerinin yerini alacaktır. PKK konusunda da artık Atina'nın eğitim kampları kurmasına gerek yoktu: Türkiye'nin koşullu adaylığı içindeki koşullardan biri de 'azınlık' konusunu içeriyordu."