KARŞILIKLI ALGILAMALAR
Statükonun Sorgulanması ve Niyetlere İlişkin Kaygılar
Ege Denizi açısından, Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkiler daha karmaşık bir görünüm sergilemektedir. Uluslararası hukukun, devletlerin egemenlik haklarına getirmiş olduğu genişletici hükümler, Ege Denizi'nin yapısal özellikleri ve anlaşmalarla kurulmuş olan Türk-Yunan dengesini yeniden gözden geçirmeyi gerektirmektedir. Lozan Antlaşması ile iki ülke arasında kurulmuş olan denge, günümüzde hukuksal olmasa bile, fiili olarak bozulmuş bulunmaktadır. Lozan Antlaşması'nın iki ülke arasındaki statüyü belirleyen ilgili hükümleri uygulamada ne Türkiye'nin ne de Yunanistan'ın endişelerini giderebilmektedir. Her iki ülke de Lozan'da kurulmuş olan dengeyi korumak istediklerini belirtmiş olmalarına karşın, gerginlikler, bu dengenin sürdürülmesine olanak tanımamaktadır. Bu konuda hem Türkiye hem de Yunanistan kendileri açısından haklılık taşıyan gerekçelere sahiptirler. Dolayısıyla, temelde iki ülke arasındaki uzlaşmazlıkların giderilebilmesi için anlaşmalarla kurulmuş olan dengelerin gözetilerek yeni bir statünün belirlenmesi gerekmektedir. Bu durumun gerçekleşmesi ve uygulanabilir olması, tarafların egemenlik haklarına, toprak bütünlüklerine ve yaşamsal çıkarlarına saygı gösterilmesine bağlıdır.
Türk-Yunan ilişkilerinde Ege Denizi'ne ilişkin uyuşmazlık konularının nitelik açısından Kıbrıs 'dan farklı olduğu söylenebilir. Gerçekten de, Kıbrıs üzerinde egemenliğin henüz tam olarak kurulamamış olduğu düşünülürse, Lozan ve diğer antlaşmalarla egemenliklerin paylaşılmış olduğu ve karşılıklı bir dengenin kurulmuş olduğu Ege Denizi'nde, şimdi tarafların bazı yeni isteklerle ortaya çıkması ve varolan statüde değişikliklere gidilmesinin istenmesiyle ortaya çıkan uzlaşmazlık daha iyi anlaşılır.
1974 yılında Kıbrıs'ta yaşanan olaylar, Ege Denizi'ne ilişkin uzlaşmazlıkların giderilebilmesi için gereken güven ortamını bütünüyle ortadan kaldırmıştır. Ulusçu duyguların yoğunlukla etkisini hissettirdiği bir konu olan Kıbrıs uyuşmazlığı, Yunan halkını ne kadar temsil ettiği tartışmalı olmakla birlikte, Albaylar cuntasının desteklemiş olduğu bir darbe sonucunda "Enosis"in gerçekleşmesiyle sonuçlansaydı, askeri cuntaya büyük bir saygınlık kazandırabilecek bir olasılık olarak düşünülebilir. Buna karşın, Kıbrıs'taki darbenin bilindiği şekliyle sonuçlanması, hem Yunanistan'ın "Enosis"e ilişkin olası "fırsat"ı kaybetmesine yol açmış, hem de büyük bir düş kırıklığı yaşanmıştır.
Yunanistan açısından Türkiye'ye ilişkin güvensizlik, bu ülkenin NATO askeri kanadından çekilmesine neden olmuştur. Ege Denizi'ndeki gerilimden ulusal güvenliği ve toprak bütünlüğü açısından endişe duyan Yunanistan, buna bağlı olarak NATO'nun bir Türk-Yunan uyuşmazlığında yeterince kararlı ve tarafsız davranmadığını ileri sürmesinin yanı sıra askeri açıdan Türkiye'den kaynaklanan tehdidin giderilebilmesi için NATO'ya tahsis edilmiş silahlı kuvvetlerin NATO'dan ayrılarak ulusal kuvvetlere katılması gerekmiştir. Buna bağlı olarak, B. Thedoropulos'un belirtmiş olduğu gibi;
"Yunanistan'ın kendisini, güvenliğinin temel ilkelerini yeniden gözden geçirme zorunluluğunda görmesi, bu olayın (1974 Kıbrıs Olayları) tabii bir sonucu olmuştur. Yunanistan'ı Ege'de tehdit eden tehlike, Varşova Paktı'ndan ve hatta Yugoslavya tarafından gelebilecek olası tehditlere nazaran daha yakın ve gerçek olarak hissedilmeye başlanmıştır... Buna karşın, Türkiye'nin, NATO'da Yunanistan'ın müttefiki olmasına rağmen, bir Yunan-Türk krizi halinde bir veya birkaç Doğu Ege adasına karşı tek taraflı olarak bir harekata girişmekten kaçınmayacağı hissiyatı Yunanistan'da hakimdir." [217]"1974'ten bu yana ideolojik yönelimi ve dış politika anlayışı ne olursa olsun tüm Yunan hükümetleri 'Türk tehlikesi' karşısında geniş bir oydaşma sağlamıştır. Kıbrıs sorunu kendi öneminin dışında Yunanlılar için önemli bir simge haline gelmiş ve Türkiye'yle geniş çaplı bir çatışmanın simgesi olmuştur."[218]
1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında, Türkiye ve Yunanistan arasında yaşanan gerginliklere koşut olarak, Yunanistan'da oluşan "Türk tehlikesi" kanısının gerçekte hangi nedenlere dayandığı tartışmaya açık bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. [219]Türkiye ve Yunanistan arasındaki gerginliğin ne ölçüde bu ülkenin "yayılmacı", "saldırgan" tutumundan kaynaklandığı ya da, Yunanistan'daki siyasi bunalımın aşılmasında Karamanlis Hükümeti'nin ulusal dayanışmayı sağlamak, ordu, halk ve siyasi partiler arasındaki ilişkileri yeniden işbirliği zeminine oturtmak için bir tür propaganda malzemesi olarak kullanıldığı olasılığı tartışılabilir.
Kuşkusuz iki ülke arasında karşılıklı "tehdit" algılamalarının söz konusu olması, bir yandan gerginliği pekiştiren Kıbrıs, kıta sahanlığı ve buna bağlı olarak karşılıklı silahlanma nedeniyle ilişkilere güvensizliği yerleştirmiştir. Bunun yanı sıra, iç politikada yaşanan olumsuzlukların giderilmesi ve Türkiye ile pazarlık gücünün artırılması açısından Yunanistan'ın ulusal kamuoyunu yönlendirmek için sürekli olarak bir "Türk tehlikesi"nden söz etmesi, kısa dönemli Yunan çıkarlarına uygun bir davranış olmakla birlikte, uzun vadede, Türk-Yunan ilişkilerine dostluk ve karşılıklı güvenin yerleşmesini güçleştiren bir etki yaratmıştır.
"Türk tehlikesi"ne ilişkin yargılar, 1974 sonrası gelişmelerle giderek kökleşmiştir. Kıbrıs sorunu ve Ege Denizi'ne ilişkin sorunlara görüşmeler yoluyla, adil ve kalıcı bir çözüm yolunun bulunamamış olması iki ülke arasındaki gerginliği artıran bir rol oynamıştır. Özellikle kıta sahanlığı konusunda ortaya çıkan gerginlik, 1976 yılında Bern'de imzalanan protokole değin, iki ülke arasındaki ilişkileri her an için savaşa götürebilecek bir görünüm sergilemiştir. Bu dönemde, Yunanistan, Türkiye'den kaynaklanan güvenlik endişesini gidermek amacıyla ve bu ülke tarafından adalara karşı yönlendirilecek bir işgal hareketine karşı önceden hazırlıklı olmak için Türk kıyılarını çevreleyen Yunan adalarını hızla silahlandırma yoluna gitmiştir. Türkiye de, bu durum karşısında sessiz kalmamış ve Ege Denizi'ndeki stratejik güç dengesini koruyabilmek ve caydırıcı bir rol oynamak üzere "Ege Ordusu" olarak adlandırılan Dördüncü Ordu'yu 1975 yılında kurmuştur. Adaların silahlandırılmasına hız verilmesi ve anlaşmalara aykırı olarak bunların tahkim edilmesi ve bununla bağlantılı olarak Ege Ordusu'nun kurulmuş olması, hem Yunanistan'da hem de Türkiye'de karşılıklı güvensizliği artırmakla kalmamış, çözümsüzlüğü de keskinleştirmiştir.
ABD tarafından Türkiye'ye karşı konulmuş olan ambargoya rağmen 1976 yılında imzalanan Türkiye-ABD Ortak Savunma Anlaşması, Yunanistan'da yoğun tepkilere neden olurken, anlaşma çerçevesinde Türkiye'ye yapılacak yardımın Ege Denizi'nde Türkiye ve Yunanistan arasındaki güç dengesini Yunanistan aleyhine bozacağını ileri süren basın ve resmi çevreler, dengenin korunması için eşit oranda bir yardımın Yunanistan'a da yapılması gereğini ileri sürdükten sonra tek taraflı olarak yapılan bu yardımın Türkiye'nin Kıbrıs ve Ege Denizi'nde izlemiş olduğu uzlaşmaz yaklaşımı daha da sertleştireceğini belirtmişlerdir. Bu bağlamda Yunanistan Dışişleri Bakanı Bitsios 7 Nisan 1976 tarihinde ABD Dışişleri Bakanı H. Kissinger'e bir mektup göndererek,
"Ege'de Yunanistan çıkarlarını tehdit eden bir durumun ortaya çıkması halinde (Yani bir Türk - Yunan çatışması) ABD'nin davranışının ne olacağını"
sormuş; Kissinger ise 10 Nisan 1976 tarihli cevabında"Türkiye ile Yunanistan'a Ege'deki sorunlarına askeri çözüm aramamalarını önererek 'ABD'nin, taraflardan birinin askeri çözüm aramasına aktif ve kesin şekilde karşı koyacağını' ve bu yoldaki bir hareketi mutlaka önleyeceğini"
belirtmiştir.Türkiye Dışişleri Bakanı İ. Çağlayangil 15 Nisan 1976 tarihinde Kissinger'e göndermiş olduğu mektupta Yunanistan'ın asıl amacının Ege Denizi'nde karasularını 12 mile çıkararak bir oldu bitti yaratmak olduğu belirtilmiş ve bu durumda Türkiye'nin bu tür bir gelişmeyi savaş nedeni olarak görmekten başka seçeneği olmadığı vurgulanmıştır. ABD'nin Yunanistan'ın bu tür oldu bittilere başvurmasını kolaylaştırabilecek politika değişikliklerinde bulunmasının bölgede istikrarı bozacağını belirtilmiş ve mektubun yeniden gözden geçirilmesi istenmiştir.[220]
"Türk tehditi" algılamaları, Yunanistan'ın NATO askeri kanadından ayrılmasından sonra bu ülkenin silahlı kuvvetlerini güçlendirmek için ABD dışındaki ülkelerle askeri ve ekonomik bağlantılar kurmasına yol açmış; özellikle Yunanistan ve Fransa arasındaki ilişkilerde yoğun bir yakınlaşma gözlenmiştir. Bu yakınlaşma bir yandan Yunanistan'ın demokrasiye geçmesinden sonra Avrupa ülkeleriyle olan ilişkilerini yeni bir zeminde geliştirebilmesinde ilk ve önemli bir adım olarak değerlendirilirken, diğer yandan NATO'nun askeri kanadından ayrılmış, ABD ile askeri ve ekonomik ilişkilerin yanı sıra siyasi ilişkiler açısından da sorunları bulunan Yunanistan'ın aynı zamanda, Türkiye ile Kıbrıs ve Ege sorunları nedeniyle ilişkilerinin gergin olması ve kendini ulusal güvenlik açısından tehlikede hissetmesi, bu ülkenin Fransa ile her türden ilişkilerini güçlendirmesini gerektirmiştir.
Diğer yanda, Türkiye üzerinde özelde Kıbrıs, genelde ise, Yunanistan ile ilişkilerinin bütününe ilişkin olarak uygulanmak istenen baskılar, Türkiye'nin ittifak ilişkisi içerisinde olduğu Batılı ülkelere karşı hayal kırıklığı içerisinde olmasına yol açmıştır. Bu hayal kırıklığı, Türkiye'de, Yunanistan'ın Türkiye'yi uluslararası ilişkilerinde yalnız bırakmaya, Batıdan koparmaya çalışması şeklinde algılanmış ve Türkiye, Yunanistan'ı uluslararası ilişkilerde kurmak istediği bağlar ve çıkarları açısından bir engel olarak görmeye başlamıştır. Bu ise sonuçta, iki ülke arasındaki güvensizliği daha fazla derinleştiren bir rol oynamıştır.
1973-1976 arası dönem, Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkiler açısından en yoğun çatışmaların yaşandığı ve güvensizliğin kökleştiği dönem olarak nitelendirilebilir. 1973 Kasım'ında başlayan Ege Denizi kıta sahanlığına ilişkin uzlaşmazlık, ardından Kıbrıs bunalımı ve bunu izleyen hava sahası, FIR, karasuları, adaların silahlandırılması, NATO'ya ilişkin bir dizi sorun bu dönem içerisinde yürütülen görüşmelerde ele alınmakla birlikte somut ve kesin bir çözüme ulaştırılamadan sürmüştür. Türkiye ve Yunanistan arasında sorunlara ilişkin olarak uzmanlar ve/veya liderler düzeyindeki görüşmeler sırasında taraflar arasında görüş ayrılıkları giderilememiş olmakla beraber, önyargı ve kuşkular da devam etmiştir.
217- Byron Theodoropulos, "Türkiye - Yunanistan Dış ve Güvenlik Politikası ile İlgili Sorunlar," Türkiye-Yunanistan Semineri'ne Sunulan Tebliğ, Münih, 15 Kasım 1989, s. 18
218- A. Mavroyannis, "Kıbrıs Sorunu'nun ..," s. 140.
219- Stearns, Yunanistan'ın ulusal güvenliğine ilişkin tehdit algılamasının kuzeyden doğuya şeklinde değişmesinin Varşova Paktı ve SSCB'nin çöküşünden sonra Yunanistan'a belirgin bir avantaj sağladığı kanısındadır. Buna göre; "... Hiçbir Yunan hükümeti Yunan güvenliğine Türkiye'den geliyor gibi algıladıkları tehditten daha tehlikeli bir tehdit görmedi... Yunan güvenliğine asıl tehdidin nereden geldiği yolundaki farklı algılamaları göz önüne aldığımızda, Varşova Paktı ve Sovyetler Birliği'nin çöküşünün Yunanistan için NATO'ya göre daha az yönelim bozucu olması şaşırtıcı değil... Muhafazakar Yunan hükümetleri 1970'lerde Varşova Paktı ülkeleriyle samimi ilişkiler geliştirmeye başlamışlardı. Başbakan Karamanlis 1979'da Moskova'ya resmi bir ziyaret yapmıştı. 1980'lerde, Yunanistan sosyalist hükümetleri yakınlaşmayı sürecini devam ettirdiler. NATO sonunda Soğuk Savaş'ın sona erdiğini ilan ettiğinde de, Yunanlıların gözünde, Yunanistan'ın güvenliği için ana tehdit, her zaman olduğu gibi doğuda kalmaya devam etti. Yunanistan'ı yönelimsiz bırakan ve Yunan güvenliği için en güç sorunları yaratmayı sürdüren Sovyetler Birliği'nin değil, Yugoslavya'nın çökmesiydi.". Monteagle Stearns, "Yunan Güvenlik Meseleleri", Yunan Paradoksu, Der. Graham T. Allison - Kalipso Nikolaydis, İstanbul: Doğan Kitap, 1999, s. 80.
220- Ş. Elekdağ, "Ege'de Kriz Belgeleri", ..., s.19.